Hoca Ahmed Yesevî ismi,
bugün dünyanın belli bir coğrafyasında, ölümünün üzerinden asırlar geçmiş
olmasına rağmen bir bayrak gibi dalgalanmaya devam etmektedir. Orta Asya'da
asırlardır maruz kaldığı haşin rüzgarlara, acımasız fırtınalara inançla dayanan
bu güzel bayrak, gölgesine Anadolu'muzu da almayı unutmamış. Asrın son
çeyreğinde dünyamızın siyâsî arenasında olup bitenler, bir anda belki de
iletişim dediğimiz olgunun da tesiriyle değişik kültürleri yüz yüze getirmiş
bulunmaktadır.
Millet olarak mensubu bulunduğumuz kültürün geçmişini araştırmak,
inanç sistemimizi, gelenek ve göreneklerimizi şekillendiren, yaşama tarzımızı ve
dünya görüşümüzü oluşturan, kaybolmaya yüz tutmuş kültür kaynaklarını arayıp
bulma, inceleme ihtiyacını duyuyoruz. Bu kaynaklardan biri de Pîr-i Türkistan
unvanıyla bilinen ve şöhreti günümüze kadar ulaşmış bulunan Hoca Ahmed
Yesevî'dir.
Ahmed Yesevî'yi ve
Yesevîyye tarikatını sıradan bir tasavvuf hareketi olarak düşünmek, kanaatimce
asırlardır üzeri küllenmiş bir sosyal realiteyi bütün yönleriyle kuşatamamaktır.
Bundan 7-8 asır önce Orta Asya'da ortaya çıkmış böylesine evrensel bir hareketin
toplum üzerinde yapmış olduğu tesirleri tahlil edebilmek demek; bir anlamda
günümüz kültürünün dokusunu derinlemesine görebilmek demektir. Asırlar sonra
kaybolan bir hazinenin bulunması gibi tekrar bütün ilgi ve dikkatlerin Orta
Asya'ya çevrilmesi, yeniden birtakım inceleme ve araştırmaların başlatılması son
derece anlamlıdır.
İslâmiyet, daha
hicretin ikinci asrında eski haline göre önemli sayılabilecek bazı değişiklikler
göstermeye başlar. Bunun en büyük nedenlerinden biri de kuşkusuz tasavvuf
cereyanı idi. Suriye'de İlk zaviyeyi kuran Kûfeli Ebû Hâşim'den sonra Süfyân-ı
Sevrî, Horasanlı Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansur, Cüneyd Bağdâdî değişik
fikirlerle ortaya çıktılar. Bunları izleyen Kuşeyrî, Gazali, Suhreverdî,
Abdülkâdir Geylânî bu alanda kendilerine inanıp bağlanan binlerce insan
buldular. Eski İran geleneklerinin en yakın takipçilerinden Horasan, İslâmiyet
in kabulünden sonra tasavvufun başlıca merkezlerinin başında yer alırken,
Mâveraünnehr bölgesinin de Müslüman oluşuyla tasavvuf cereyanına Türkistan yolu
görünmüştü. III.asırda Herat, Nişabur ve Merv gibi merkezlerin ardından
IV.asırda da Buhara, Semerkand ve Fergana da mutasavvıflarla dolmaya başlamıştı.
Ahmed Yesevî'nin ortaya çıkış devirlerinde ise Türk âlemi epey uzun bir zamandan
beri tasavvuf fikrine alışmış, mutasavvıfların menkıbe ve kerâmetleri sadece
şehirlerde değil, göçebe Türkler arasında bile az çok yayılmıştı. (1)
Hoca Ahmed Yesevî,
ortaya koydukları ile yüzyıllardır "pîr" unvanı ile anılıyor. Benim kanaatime
göre bir tasavvuf terimi olan bu tabiri, Türk insanı, asırlardır ilâhî aşk
yolculuğunda erişilmesi güç bir zirve, rehber ve önder karşılığında
kullanmıştır. Bu terimin bir tarikat şeyhi anlamı dışında, özellikle Ahmed
Yesevî için düşünüldüğünde, çok daha evrensel bir boyutu olabileceği gözden uzak
tutulmamalıdır.
Ahmed Yesevî'nin Yesi
şehrinde irşada başladığı sıralarda Türkistan'da, özellikle Yedisu civarında
kuvvetli bir İslâmlaşma yanında İslâm ülkelerinin her tarafına yayılan tasavvuf
hareketleri de vardır. Medreselerin yanında kurulan tekkeler, tasavvuf
cereyanının merkezleri durumundaydı. Yine bu yıllarda Mâveraünnehr' i kendi
idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş(ll57), Harezmşahlar
kuvvetli bir İslâm devleti haline gelmeye başlamışlardı. Bu uygun şartlar
altında Ahmed Yesevî, Taşkent ve Siriderya yöresinde Seyhun'un ötesindeki
bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında kuvvetli bir nüfuz sahibi olmuştu.
İslâmî ilimlere vakıf olan, Arapça ve Farsçayı da bilen Ahmed Yesevî'nin,
çevresinde toplananlara İslâm ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının
adap ve erkânını öğretmek amacıyla söylediği "hikmet"ler ise, bu büyük insanın
maddî olduğu kadar mânevî hayatına dair son derece kıymetli bilgileri bize kadar
ulaştırmaktadır.
Rivayetlere göre Ahmed
Yesevî'nin on iki bini kendi yaşadığı çevrede, doksan dokuz bini de uzak
ülkelerde bulunan müritleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği
pek çok halifesi bulunmaktaydı. Mürşidi Şeyh Yusuf Hemedânî gibi Ahmed Yesevî de
Hanefî Sünnî bir âlimdir. İlmi sağlam, tasavvuf bilgisi de çok güçlüydü. İslâm
dinine ve Hz. Peygamber'in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevî'nin
şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında
süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara
tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur.(2) Bu arada yeri gelmişken Ahmed
Yesevî'nin Hacı Bektaş-ı Velî ve Sarı Saltuk gibi Anadolu ve Rumeli erenleri ile
ilgisinin ise daha çok Menkıbevi olduğunu, bu konuda bilinenlerin de sadece
Evliya Çelebi ve tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî'nin naklettiklerinden ibaret
olduğunu belirtelim. XIII.yüzyılda Anadolu'da Yesevîliğin izleri görülmekle
beraber bu tarikatın zamanla özellikle Haydarîlik ve Bektâşîlik tarikatı
içerisinde kaybolup gittiğini söylemek mümkündür. (3)
Bir inanç sistemi ve
yaşama biçimi olarak Yeseviyye tarikatının temelinde iki şey bulunmaktaydı.
Bunlar; "ilim ve hikmet" ile "Hanefî fıkhı"dır. İki kategoride ele alınabilecek
bu hususlar; hakikaten ismiyle müsemmâ olan Hoca Ahmed Yesevî tarafından marifet
ve şeriat isimleri ile "tasavvuf" bayrağı altında bir araya
getirilmiştir.Yesevîlik ; her şeyden önce son derece olumsuz şartlar içerisinde
doğdu. Maniheizm, Mazdakîlik ve Zerdüştlük gibi farklı inançların yoğun biçimde
ilgi gördüğü bir zeminde İslâm adıyla ortaya çıktı. (4) Tahmin edilebileceği
gibi İslâm dininin sonraki asırlarda insanların her zaman birbirlerine karşı
gösterilmesini öngördüğü hoşgörüyü de pek göremedi. Yesi'liler tarafından otuz
yıl süreyle taşlanan, horlanan, iftiralara maruz kalan ve hatta bu yüzden oğlu
öldürülen (5) gönüller sultanı bu büyük insan Ahmed Yesevî, buna rağmen
mücadelesinden dönmedi. İslâmiyet'e yeni girmiş olan ve büyük çoğunluğu okuma
yazma bilmeyen göçebe Türkler arasında bu dinin yerleşmesi ve yayılması için,
İslâm dinini o insanların anlayabileceği şekilde ve seviyede anlatmayı
başarmıştır. Çok sade bir Türkçe ile ve Türklerin hiç yabancısı olmadıkları
millî şiir vezni ile, hece vezni ile "hikmet"lerini yazmıştır. Yani, onlara bu
yeni dinin inanç ve ibadetle ilgili esaslarını kendi dilleri ile anlatmıştır.
Hoca Ahmed Yesevî'nin anlaşılmasında ve yüzyıllarca bütün Türklerin gönüllerinde
taht kurmasında bu anlatım biçiminin çok büyük payı vardır. Diğer taraftan o,
sade deyişleri ile İslâmiyyeti tanıtır ve yayarken bu dinin iyiyi, güzeli,
doğruluğu, iyi insan olmayı, özellikle insanları her şeyden önce insan oldukları
için sevmeyi, insanlara iyilik yapmayı ve onlara her bakımdan faydalı olmayı
telkin eden esaslarını anlatmaya önem vermiştir. (6)
Bütün tarikatlarda
olduğu gibi Yeseviyye tarikatı sâlikleri için de uyulması gereken bir adap
vardı. Ana hatları itibariyle diğer tasavvuf mesleklerinden pek farkı olmayan,
ancak ayrıntılardaki bazı özellikler bakımından dikkate değer esaslar şunlardı :
Her şeyden önce mürit, hiç kimseyi şeyhinden üstün görmemeli, mutlak bir
teslimiyet içerisinde olmalıdır. Mürit zekî, uyanık ve dikkatli olmalı, şeyhinin
bütün işaretlerini anlamalı, şeyhinin bütün sözlerinden ve işlerinden razı
olmalıdır. Yine mürit hocasının kendisine verdiği görevleri büyük bir
ağırbaşlılıkla yerine getirmeli, ağırdan almamalı, isteksizlik, gevşeklik
göstermemeli, bütün bunların şeyhinin rızasızlığına sebep olabileceğini
bilmelidir. Mürit, sözünde sadık, sağlam ve güvenilir olmalı, hocasının
büyüklüğü konusunda hiç bir zaman şüpheye düşmemelidir. Mürit, hocasına ait özel
birtakım sırları saklamasını bilmeli, bunları olur olmaz yerlerde ifşa etmekten
şiddetle sakınmalıdır. (7)
Ahmed Yesevî'nin
söylediği hikmetlerin her biri gerçekten bütün insanlık için saadet ve
mutluluğun sırrını taşımaktadır. Ahmed Yesevî'ye göre hakiki bir sûfînin riyazet
ve mücahedeye alışması, yeme içme nimetinden, halvet, şehvet ve işretten uzak
kalması lazımdır. Yeseviyye tarikatında halvetin özel bir önemi vardır. Halvet
esnasında nefse ve şeytana ait hazlar yanıp mahvolur. (8) Aslında şeriat ile
tarikat birbirinden ayrı şeyler değildir.
-
Kul Hâce Ahmed kırka girdin kır nefsini
-
Burada ağlayıp ahirette temizle kendini
-
İman postu şeriattır, tarikat bil esasını
-
Tarikata giren Hak'tan nasîb aldı dostlar
Şeriata dayanmayan
tarikat bâtıldır. İmanın postu şeriat, içi ve özü ise tarikattır. Aslında bu
anlayış sadece Yesevî hazretlerine mahsus olmayıp bu devir sûfîlerin çoğunda
bulunmaktadır. (9)
-
Tarikata şeriatsız girenlerin
-
Şeytan gelip imanını alır imiş
-
İşbu yolu pîrsiz dâvâ kılanları
-
Şaşkın olup ara yolda kalır imiş
Ahmed Yesevî hazretleri
herkese iyilik eder, hiç kimse kendisinde rahatsız olacak bir hal göremezdi.
Bütün insanların dünya ahiret saadeti ve rahatları için gayret ederdi. Dergahı
fakir ve yoksullar, yetim ve çaresizler için sığınak yeriydi. Allahın rızasını
kazanmanın yollarının başında insanların rızasını kazanmak gelir. İnsan ancak bu
şekilde Allah'ın yakın dostlarından olabilir.
-
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen
-
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen
-
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen
-
Ben sen diyen kimselerden geçtim işte
Kâfir bile olsa hiç
kimsenin kalbinin kırılmasını istemezdi. Bunun Allahü Teâlâyı incitmek anlamına
geldiğini de her zaman söylerdi.Şeriattan ayrılanlar, haksızlık yapıp zulmeden
idareciler sonunda hesap günü çok zor durumda kalacaklardır.
-
Molla müftî bolganlar yalgan fetvâ birgenler
-
Aknı kara kılganlar ol tamugga girmişler
-
Rüşvet algan hâkimler haram alıp yigenler
-
Öz parmagın dişleben korkup turup kalmışlar
"Molla müftü olanlar
yalan fetva verenler, akı kara kılanlar Cehenneme girmişler, rüşvet alan
hâkimler haram alıp yiyenler, parmağını dişleyip korkup durup
kalmışlar"
Bilindiği gibi Kurân-ı
Kerim'in önemli bir bölümü peygamber kıssalarını ihtiva eder. Eski kavimlerin
durumu anlatılarak insanların bunlardan ibret almaları istenir.Aynı hatalara
düşmemeleri hususunda insanlar ikaz edilir. Ahmed Yesevî Kurân'ı rehber kabul
eden bir sûfî olduğu için hikmetlerinde sık sık bunu dile getirir.
-
Zekeriyyâ gibi başıma bıçkı koysam
-
Eyyüp gibi hem tenime kurtlar salsam
-
Mûsâ gibi Tûr dağında tâat kılsam
-
Bu iş ile yâ Rab seni bulur muyum ?
-
Yunus gibi deniz içinde balık olsam
-
Yusuf gibi kuyu içinde vatan tutsam
-
Yakup gibi Yusuf için çok ağlasam
-
Bu iş ile yâ Rab seni bulur muyum ?
Kur‘ân-ı Kerim yüce
Allah'ın yolunda mücadele edenlerin, insanları iyiye, güzel, doğruya
çağıranların Allah'a iman edenlerin mükâfatlandırılacağını müjdeler. Bu yol aşk
yoludur, ama çetin bir yoldur.
-
Aşık değil sevdiğine can vermese
-
Köylü değil çapa yapıp nan vermese
-
Burada ağlayıp ahirette can vermese
-
Yolda kalır Hudâ lûtfunu alan yok
-
...
-
Seherde erken kalkıp kanlar yut sen
-
Pîr-i mugan eteğini muhkem tut sen
-
Hakka âşık olsan eğer candan geç sen
-
Candan geçen gerçek âşık üryân olur
Bu yol zorluklarla dolu
sonu ölüme kadar varabilen bir yoldur. Ama yüce Allah'ı seven bunlara katlanır.
Aşk insanı ölüme götürebilir ama âşık bundan korkmaz. Çünkü mükâfatı büyüktür.
Hz. İbrahim bunun en güzel örneğidir. Ahmed Yesevî bunu da şöyle dile getirir.
-
Allah diyerek ateşe girdi Halîlullah
-
O ateşi bostan kıldı görün Allah
-
Baş eğerek ağlayıp dedi şey'en lillâh
-
Fakir miskin ateşte ne diye hevâ kılsın
İnsanlar kusurdan uzak
değildir. Zaman zaman hata yaparlar, günah işlerler. Böylece iyiyi ve güzeli
emreden yüce Allah'ın emrine muhalif davranışta bulunmuş olabilirler. Bundan
derhal tevbe etmeleri gerekir. Allah tevbeleri kabul edendir.
-
Cennet mülkünü anlayan kullar tevbe kılsın
-
Tevbe kılıp huzuruna yakın olsun
-
Huri, köşkler, gılman, vildân hizmet kılsın
-
Türlü türlü giydiği şeref hilatı var (l0)
İnsan, Allah'ın sevdiği
bir kul olmak isterse bu yolda zahmet ve sıkıntı çekmeli, birtakım zorluklara
katlanmalı, nefsini yere vurabilmeli ve her türlü fedâkârlıktan çekinmemelidir.
-
Gece yatmayıp uykusunu haram kılsa
-
Kalp zikrini sır zikrini tamam kılsa
-
Bin bir adını tesbih edip dile alsa
-
Kul ne diye dergâhında hatâ kılsın
Her yerde olduğu gibi
zâlimlerin, yetim hakkı yiyenlerin mahşer gününde hesaplarının çok çetin olacağı
kesindir.
-
Zâlim olup zulmeden yetim gönlün ağrıdan
-
Kara yüzlü mahşerde kolunu arkada gördüm
Tasavvufî remzleri
anlamak herkesin harcı olmadığı gibi bunu söyleyen Hak âşıkları da çok
zahmetler, sıkıntılar çekmişlerdir.
-
Bilmediler mollalar Ene'l-Hakk'ın mânâsın
-
Kâl ehline hâl ilmin Hak görmedi münâsip
Ana hatları ile Ahmed
Yesevî'de tasavvuf düşüncesini ele aldığımız bu çalışmada sözlerimizi yine sesi
asırların ötesinden bize kadar ulaşan bu büyük insanın dizeleriyle
bağlayalım.
-
Ey müminler tâat kılıp dayanmayın
-
Emânettir aziz câna inanmayın
-
Haram mekruh yığılmış mala güvenmeyin
-
Mallarını karış adlı yılan kılar
-
-
Bu dünyaya bina koyan Kârun hani
-
Dâvâ kılan Fir'avn ile Hâmân hani
-
Vâmık Azrâ Ferhâd Şirîn Mecnûn hani
-
Kahr eylese bir lâhzada yeksân kıl
KAYNAKLAR :
-
l. Prof.Dr. Fuad Köprülü : Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara l976. s.l4
-
Prof.Dr. Kemal Eraslan : Türkiye Diyanet Vakfı İ.A. Cilt.2. s.l60-l6l.
-
Prof.Dr. A.Yaşar Ocak : Anadolu Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik. Türk Dili Aylık Dil Dergisi Hoca Ahmed Yesevî Özel Sayısı. .Sayı: 504 Aralık l993, s585-586.
-
Doç.Dr. Aşirbek Kurbanoğlu Müminov : Yeseviyye Tarikatının Doğuşu Hakkında. Çev: Aşur Özdemir. Yedi İklim. Sanat Kültür Edebiyat Dergisi. Beşinci Cilt. 5, Sayı: 42 Eylül l993. s.l0-l3.
-
Doç.Dr. Aşirbek Kurbanoğlu Müminov : Adı geçen makale.s.l2.
-
Prof.Dr. Reşat Genç : Türklerde Dînî Tolerans ve Hoca Ahmed Yesevî. Türk Dili Aylık Dil Dergisi. Hoca Ahmed Yesevî Özel Sayısı.Sayı: 504 Aralık l993, s.565-566.
-
Prof.Dr. Fuad Köprülü : Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara l976. s.98
-
Prof.Dr. Fuad Köprülü : Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara l976. s.l02-l03.
-
Ahmed Yesevî. Divan-ı Hikmetten Seçmeler. Haz: Prof.Dr. Kemâl Eraslan. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara l983. s.37.
-
l0. Prof.Dr. Hayrani Altıntaş : Ahmed Yesevî Düşüncesinin Kur‘ânî Kaynakları.Türk Dili Aylık Dil Dergisi Hoca Ahmed Yesevî Özel Sayısı. .Sayı: 504 Aralık l993, s.609.