Mustafa GÖKGÖZ
TÜRK BOZKIR
KÜLTÜRÜ ÇEVRESİNDE KAZAK TÜRKLERİNİN YERİ
Her millet bir kültürü ve her
kültür de bir milleti temsil eder. Beşerî ilimlerde kültür, kısaca, bir milleti
yaşatan maddi-manevî güçler bütünü diye tarif edilebilir. Dil, inanç, hukuk,
sanat, tarih birliği şuuru, örf ve geleneklerle, bunların maddi sahalardaki
yansımaları, bir kültürün müşahhas unsurlarıdır.
Maddi olsun, manevi olsun, kültür belirtilerinden, çeşitli milletlerce
ortaklaşa benimsenen özellikler medeniyeti meydana getirir[1]. Türk
milleti muhtelif coğrafyalarda cereyan eden tarihi maceraları içinde kültürel
anlamda bir müktesebata da sahip olmuşlardır. Aynı çiçekten uçuşup başka başka
yerlerde açan tohumlar gibi muhtelif coğrafyalarda boy vermişler, devletler
kurmuşlardır.
Millet
olabilmenin şartlarından birisi de, kültür devamlılığıdır. Eğer bir kültür
kendisini bir sonraki nesle aktaracak vasıtalardan yoksun hale düşmüşse, artık
fosil kültürler zincirinde yerini almak üzere olduğu vakıası ortaya çıkar. Bir
kültürün kendisini devam ettirebilmesi ise geçmişle geleceğini kucaklayabilmiş,
ruh derinliklerinde geçmişin manalarını taşıyan, kültürü övünülen değerler
manzumesi olarak değil, yaşanan değerler demeti halinde anlayan, yaşayan
şahıslar ve kurumlarla mümkün olacaktır. Bir kültürün diğer bir nesle tevarüs
etmesi için güçlü bir aile yapısına, tarihi geçmişe ve onu aksettiren
malzemeye, edebi bir birikime, sözlü bir kültüre netice olarak kültür hatlarına
ihtiyacı vardır. Eğer bu hatlarda kesinti olursa, geçmişten gelen sinyaller
geleceğe ulaşamayacak ve yeni nesiller başka mesajlarla başka diyarlardan gelen
menfi akımların tesirine açık bir hale gelebilecektir. Bu sebeple bir milletin
fertleri arasındaki bağın tesisi kültürel bağların ortaya konmasıyla, bir evin
başka başka odalarında ama aynı atanın çocukları, aynı millet ruhunun ve dinamiklerinin
müntesipleri olunduğu şuurunun ikmaliyle sağlanabilecektir. Bu sebeple geçmişle
geleceği kucaklayabilmek için toplumumuza ve tüm Türklük alemine geçmişteki
kültür değerlerini tanıtma gibi bir zaruret Türk münevverinin omzuna binmiş bir
yük ve öte alemler için de bir vebaldir.
Soy, boy ve budun sözleri, kesin içtimai ölçülere göre söylenmiş deyimler
değillerdir. Zaten boy dediğimiz “insan toplulukları, çoğaldıkça parçalanan
veya yeniden türeyen sosyal birliklerdir. Her yere ve çağa göre yapıları da
değişmiştir. Bunun için bu deyimler daha çok, Türk tarihinin belirli çağlarında
yaşamış olan bazı ünlü Türk boylarını, bir ölçü ve ayırıma tabi tutmak için
kullanılmıştır”[2]. Kazak sosyal yapısı genel
Türk çevresinde değerlendirilirken bu anlamda düşünülmelidir ve özel şartlar
altında oluşan kısımlar buna göre değerlendirilmelidir.
Kazak
bozkırları uçsuz bucaksız bir ülkedir. Bu Türk kavimleri hayvancılıkla
uğraştıkları için dış kültür tesirlerinden de uzak kalmışlardır. Bundan dolayı
eski Türk kültür özlerini saklayabilmişlerdir. Altaylardan Ural dağlarına kadar
uzanan alan içinde yayılmışlardır. Güneyde Semerkand vadilerine kadar inerler,
bu Türk kavimlerinin tümüne uygun bir ad olarak Kazak adı verilir [3]. Bu
sebeple Kazak kültür yapısının tetkiki Türk Bozkır hayatının anlaşılmasında
önemlidir.
Büyük devletler kuran Bozkırlı
Türklere bu gelişmeyi sağlayan araçlardan biri Demirdir. Demir işleyicilik, madencilikte son safha olarak
görülmektedir. Başlıca meslekleri demircilik ve madencilik olan bozkır Türk
topluluklarında bu madenler türlü amaçlara yönelik olarak işlenirdi[4]. Bu
cümleden Genel Türk Kültür çevresinin gelişiminde demirin çok önemli bir yeri
vardır. Bu kültür çevresinin bir uzvu olan Kazaklar ve Kazakistan coğrafyası
demir kültüründen uzak kalmamıştır. Kazakistan’ın kültür tarihi çok daha
eskilere uzanmaktadır. Kazakistan’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan
çeşitli madenlerden yapılmış olan eserler motif bakımından Yenisey motiflerine
benzemektedirler. Kazakistan ve Kırgızistan bozkırları kültür bakımından
Yenisey Türk Kültür izlerini taşır. Kazakistan’da Hun Devletine ait sarı-kol,
çingiz-tağl, Berkarın kurganlarında bulunan eserlerden ortaya çıkarılan mezar
taşları kayalar üzerindeki yazılar ile tamgaların aynını Yenisey kalıntılarında
görmek mümkündür. Özellikle son zamanlarda Kazakistan’da bulunan Köktürkçe
mezar kitabeleri üzerinde çalışan O. Avancula, A. N. Bernstam, O. Batmanov, O.
Akişev gibi Türkolog ve arkeologlar Kırgızistan’daki Türk varlığının eskiliği
konusunda çok önemli belgeler ortaya çıkarmışlardır. Bundan başka Altaylar’da
bulunan demir eritme ocaklarına Kazakistan bozkırlarında da rastlanmaktadır.
Güney Kazakistan’da ki Çangal mevkiinde oldukça yeni devirlere ait ok uçları,
tirkeş parçaları ve kama sapları bulunmuştur[5].
Altaylara giden seyyahlar da ora halkının mahir demirciler olduklarını
kaydetmişlerdir. Radloff’a göre Altay bıçakçıları Rus bıçakçılara tercih
edilirmiş. Altaylı demirciler bilhassa kaynak tekniğinde çok usta imişler [6]. Bu
bilgiler Kazak Türklerinin Bozkır Kültüründeki yerini tayinde önemlidir. Bu
farklı coğrafyalardaki bir çiçek türünün temel özelliklerini tespitle bu şu
çiçek ailesindendir demek gibidir. Aşağıdaki diğer unsur mukayeseleri de bu
anlamda değerlendirilmelidir.
Atın ehlileştirilmesi ve
atlı-çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanmaktadır. At Türkler
tarafından ehlileştirilmiştir. Türkler ata binen ilk insanlar olarak
görünmektedirler. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer
kültürlerin gelişmesinde fevkalade neticeler doğurmuştur[7].
Başlangıçta bozkırların doğu tarafında ehlileştirilen ve binek hayvanı olarak
kullanılan At, demirin kullanılmaya başlamasıyla daha da önemli bir konuma
gelmiştir. Bozkır Kültürünün gelişiminde bu iki unsur önemli bir yer tutmuştur.
Bu gelişim süreciyle birlikte bozkırlının ekonomik hayatında önemli bir yer
tutan at siyasi hayatında da önem kazanmaya başlamıştır. Bozkırlıya hakimiyet
ruhu aşılayarak, güçlü bozkır devletlerinin kurulmasında en önemli unsurlardan
birisi haline gelmiştir. At bozkır insanının sosyal, siyasi, ekonomik ve dini
hayatında çok yönlü olarak rol oynamış ve bozkır kültürünün oluşumundan çok
gelişiminde en önemli unsur olarak etkisini hissettirmiştir[8].
Kazaklar da Türk’ün bu önemli icadını hayatlarının merkezine yerleştirmişler ve
bunu halen de sürdürmektedirler. Türk sosyal ve kültürel hayatında büyük öneme
haiz olan atın yetiştirilmesi işine Kazaklar da büyük önem veriyorlardı[9].
Bozkırın küçük, kaba kıllı atında, Arap safkanlarının zarafeti ve ateşi yoktur.
Ancak bunlar, çok dayanıklı ve süratlidirler. Savaşlarda ve bozkır sulhunu
bozan kan davalarında at hareketlilik sağlardı. Kültürün gayesi atlardı. Büyük
at sürülerinin sahibi olmak, ekonomik değerinin çok üzerinde prestij sağlardı.
Çocuklar küçük yaştan itibaren öğrenirlerdi [10].
Kazaklarda atın önemi çok büyüktü, destanlarında bile kişileştirilmiş atların
bulunduğu görülmektedir.
Modern ekonomi uzmanları
hayvancılık denince hiç olmazsa bir “Yarı-göçebelik” hayat tarzının şart
olduğuna inanmaktadırlar. Bu hayatı Türkçedeki Yaylak-Kışlak yani
yayla ve kışla deyişi ile anlatabiliriz. Türk tarihinde “yayla” deyiş ve
anlayışı pek fazla değişmemiştir. Kışlak yani kışla deyimi ise öyle olmamıştır.
Kışlak, bazen bir vadi, bazen bir köy, ve bazen de bir şehir olmuştur. Hiç
şüphe yok ki geniş bölgelere yayılmış Türk kavimleri arasında, bu çeşit hayat
tarzının türlü şekilleri vardır. Bölge, iklim hususiyetleri bu çeşit yaşayışlar
arasında önemli ayrıntılar meydana getirmiştir[11].
Yayla ve kışla sözler eski/ yeni dönemlerde Türklerin hayatlarının vazgeçilmez
iki bölümünü meydana getirirdi. Türklerde, hem yazlık ve hem de kışlık oturma
yerlerinin, ayrı ayrı değerleri vardır. Biri diğerini tamamlardı. Biri olamadan
diğerinin de önemi olmazdı. Tabii olarak, her iki kelimenin taşıdığı mana da
çok genişti. Kış evi veya kışlak ifade edildiği gibi bir köy, bir şehir
olabilirdi. Ayrıca kışlak kışın barınılabilen, rüzgarlardan korunaklı ve soğuk
olmayan evsiz bir yer de olabilirdi. Bir gerçek varsa, gerek kışlak ve gerekse
yaylağın eski dönemlerde Türklerde, kesin töre ve gelenekler ile bir düzen
altına alınmış olmasıydı. Her Türk topluluğunun nerelerde yazlayıp ve nerelerde
kışlayacakları kesin töreler ile belirlenmişti[12]. Bu
hayat tarzı Türklerin en eski devrilerinden itibaren görülmektedir. Mesela,
Göktürkler aslen göçebe idiler. Çin kaynaklarının da kaydettikleri gibi onlar
çadırlarda oturuyorlardı. Arabaların üzerinde keçe çadırdan evleri vardı[13].
Kazak Türklerinde göçebe hayat Türk kültüründeki göçebe tarzının bir örneği
gibidir. Kazaklar hakiki bir göçebe halk olup, bütün yıl boyunca bozkırda
dolaşır ve ikametgahlarını her zaman sürülerine gıda temin edebilecek yerde
kurarlardı. Gelenek, adet, düşünüş tarzı, bir kelime ile Kazakların bütün hayat
ve hareketleri mezkur hayvan göçlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Fakat Kazaklar
gibi çok hayvan besleyen halklarda plansız dolaşma katiyen tasavvur edilemez.
Hayvan besleyen kimse, pek tabii olarak her şeyden evvel sürüsü için en faydalı
yerleri düşünecektir[14].
Yukarıda belirtildiği gibi göç alanları gelişigüzel değildi. Her kabilenin
geleneksel bölgeleri vardı. Genellikle, kışlamak için aynı gruplar, aynı
yerlere giderdi. Burada akrabalık bağlarına göre yan yana oturulurdu. Yaz
aylarında, büyük gruplar parçalanarak, daha ufak gruplar halinde yazlıklara
çıkılırdı[15]. Bu durum, Türk göçebe
kültürünün getirdiği hayatın gelişigüzel, kara düzen bir göçebe hayatından
ziyade plânlı bir iş olduğuna numune-i imtisal olması bakımından önemlidir.
Eski Türkler, yaz ayları için zaruri olan yaylak hayatı dışında, kışın barınmak
üzere evler inşa ediyorlardı. Kazaklardaki durum bilinen Türk göçebe hayatının
bir örneğini oluşturuyordu[16].
Kazakların pek çok özelliğinde
görüldüğü gibi Ev kültürlerinde de bozkır geleneğinin izleri
görülmektedir. Hayatı belirli coğrafyalar arasında devam eden bir toplum ev
kültürünü de ona göre tesis etmiştir. “Kazaklar halis bir göçebe halk
olduklarından, yaşayışları icabı, taşınabilen ikametgahlarda yani Türk ve Moğol
göçebeleri tarafından eskiden beri kullanılan yuvarlak keçe yurtlarda
otururlardı”[17]. Arabaları ile harekete
geçen Kazaklar bunlara bağlı olarak meydana getirdikleri bir düzen içinde
konaklıyorlardı[18].
Yerleşik hayata geçmeyen ve genellikle bozkır hayatını sürdüren bu bölgenin kavimlerinde iktisadi durumun temelinde Hayvancılık ön plandadır. Bozkır Türk ekonomisinin esasını yüksek ovalar ve yaylalar olan bozkır coğrafyasının iklim şartları icabı, çobanlık ve hayvan besleyiciliği teşkil ediyordu[19]. Umumiyetle Kazaklarda zenginliğin işareti mümkün olduğu kadar çok hayvana sahip olmaktan geçerdi. Bundan dolayı göçebe olanlar zengin, yerleşik hayat yaşayanlar ise fakir sayılırdı[20]. Hayvancılık bu iktisadi sistemin temeli olarak kabul edilmektedir. Burada yaşayan insan, hayvanların sütünden, derisinden yani hayvanın hemen hemen bütününden yararlanmakta ve böylece yemek, giyinmek ve barınmak temel ihtiyaçlarını hayvandan sağlamaktadır. Bu türlü bir yaşam sürdüren Kazak toplumunda da bu hayvan yetiştiriciliğinin devam etmesi kaçınılmazdı[21].
Eski Türklerde Toy (Devlet
Meclisi) ya da Kurultay toplanırdı. Gök’e Yer’e, atalara ve diğer
tabiat güçlerine kurbanların sunulduğu, at yarışları, deve güreşleri vb
tertiplendiği bu toplantılarda hükümdarlıklar tasdik edilir veya yeni tanhu
seçimi yapılır, ülke meseleleri görüşülürdü[22].
İdare başına gelecek kimseler için seçim usulleri ile her sene muayyen bir ay
içinde bütün Kazak mümessillerinin toplanarak, devlet işlerini müzakere etme
usulü (kurultay) vaaz’ ediliyor. Kazakların idaresi beylerin (türe bey, ak
süyek, beyaz kemik) elinde olup, hanlar bunlar arasından seçiliyor ve hanların
oğulları ve akrabaları (sultan, han namına) memleketin ayrı kısımlarını idare
ediyorlardı. Han ve beyler yanında, davalara örf ve ananeye göre halleden
hakimler (bıg < beğ) ve ayrı kabile ve boyların başında ise, ihtiyarlar
(aksakal) bulunurdu. Dünyevi işlerde “töre” ye göre karar verilirdi. Nikah,
boşanma, miras, alış-veriş, hırsızlık, cinayet vs. konular da töreye göre
halledilirdi[23].
Türklerde aile Baba otoritesinin
geçerli bulunduğu bir hukuki temel üzerine kurulu idi[24].
Ailevi ata hakkına dayanan (patriarkal) ve dışarıdan evlenme (egzogami) içtimai
şekillerine uygun (patriyolokalite)[25]
nizamı esastır. Diğer tabir ile yeni kurulan aileler koca tarafını tutardı[26].
“Kazak” elinde geleneksel olarak kendi mensup olduğu kabileden evlenilmesi
düşünülemez ve daima diğer kabilelerden evlenilirdi[27].
Evlenmeler aileler tarafından yedi göbek yakınla evlenmek yasaktır. Kazak
toplumunda egzogami (evlenecek kimsenin eşini kendi boy ya da soyunun dışından
seçmesi kuralına dayalı evlilik biçimi) vardı[28].
Göçebe devrin bir devamı olarak,
bu merasim ve eğlenceleri, Av etleri tedariki İslâmî dönemde de bütün
teşkilatıyla muhafaza edilmişti. Meselâ, Selçuklularda avcılığın bir merasim,
bir askeri spor ve manevra mahiyetinde devam etmesi, av merasimlerinden sonra
hükümdarların umumi ziyafet ve eğlence tertip etmeleri eski Türklerin dini
ayinlerinin İslâm devrine, dini mahiyetini kaybederek intikal etmesinden başka
bir şey değildi. Filhakika Türklerin totem devresinde bulunduğu zamanlarda bu
av merasimlerinin dini bir hüviyyet taşıdığı görülmektedir[29].
Eski Türklerin en ziyade itina ettikleri avlar, dini avlardı. Eski Türkler de
av dini ve iktisadi amaçlarla yapılırdı[30].
Kazaklar uzun kışlarda yapacak pek işleri olmadığından avcılıkla uğraşırlardı.
Hayvancılık ve ekincilikten başka işle uğraşmayan Kazaklarda avcılık eğlence
olarak yapılırdı. Dağ keçisi, yaban domuzu, güneyde vaşak, sırtlan, kaplan avı
yapılırdı. Avcılık kuş, köpeklerle sürgün avı ve at üzerinde yapılırdı[31].
Aynı düzenin Göktürklerden itibaren Türk Kültür hayatında da görülmesi Kazak
kültürünün Türk Kültür çevresindeki yerini kuvvetli bir şekilde teyit
etmektedir.
Tabiat kuvvetlerine inanma ve
Atalar kültü Türklerde eski zamanlardan beri görülen bir husustur. Eski
Türkler tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanıyorlardı. Dağ,
tepe, vadi, ırmak, su kaynağı, mağara, ağaç, orman, volkanik göl, deniz, demir,
kılıç. Bunlar aynı zamanda birer ruh idiler. Ayrıca güneş, ay, yıldız yıldırım,
gök gürültüsü, şimşek gibi ruh-tanrılar tasavvur edilmişti[32].
Yine eski Türklerde Atalar kültü, ölmüş büyüklere tazim, atalara saygı
inançları vardı Bu inancı ataerkil bir aile yapısının sonucu olduğu
düşünülmektedir. Bu inanç tarihi nispeten en iyi bilinen en eski Türk
topluluklarından Hunlar zamanında tespit edilmektedir. Atalar kültünün Türklerin
eski inançları ararsında köklü ve sarsılmaz bir yeri olduğu görülmektedir[33].
Türkler Gök-Tanrı ve atalara kurbanlar sunulurdu. Hunlar, Göktürkler ve
Uygurlarda atalara, tabiat kuvvetlerine at ve koyun kurban ederlerdi. Bu
inançlar aşağıda ifade edileceği üzere Kazak Türklerinin inanç dünyasında var
olduğu gibi, Anadolu’ya gelen Müslüman Türklerin Bektaşilik[34]
yoluna intisap etmiş olanlarında da görülmektedir. Eski ortak inançların
coğrafya ve zaman farkına rağmen varlığını sürdürmüş olmaları inkar edilemez
bir kök birliğine işaret etmektedir.
Kazaklarda ağaç kültüne ve ata
kültüne rastlanmaktadır[35].
Kazaklarda kutsal kişiler öldükten sonra aziz mertebesine çıkardı. Dikkat çeken
ağaçlar, bir mezarla ilişkili olmasalar bile kutsal sayılır ve bunlara da bez
deri ve hayvan kılı şeklinde adaklar yapılırdı[36].
Yine kırda tek başına biten bir ağaç ya da bir pınar ya da bir büyük taş (kaya)
bulunursa kısır kadınlar bunları ziyaret ederek kurban keserler ve orada geceyi
geçirirlerdi[37]. Görüldüğü gibi Kazak
Türkleri, Bozkırlı Türk Kültürünün inanç yapısı paralelinde bir inanç dünyasına
sahiptiler. Bozkır sahasındaki dini inançların Şamanlığa bağlanması adet haline
gelmiştir[38]. Kazaklarda da Baksılık
denen Şamanlık meselesi vardır. Bunlar acayip hareketler yapıp kendilerinden
geçerler. Dombıra, kobız çalarak oynarlardı. Bunlar hastalıkları tedaviye
çalışırlar ve fal açarlardı. Kazak Türklerinde İslam öncesi devirlere ait başka
izlerde görülür. Ölülerin arkasından oy bavrım, yüz yaralama, kara nişan dikme,
ağıt söyleme, tul yapma ve as merasimleri vardı. Genel Türk çevresinde
destanlar, kahramanlık menkıbeleri, aşk türküleri, acı tatlı hatıralar, saz
şairleri tarafından kopuz çalınarak söylenirdi[39].
Bestekar ve şair şarkıcılara Ölöngçi denirdi. Bu tam bir kazak-Türk deyimidir.
Yırcılar her Türk topluluğunda olduğu gibi Kazak Türklerinde de destancılar
idiler. Destanlar veya çeşitli halk şiiri parçalarının yan yana gelmesiyle
yırlar oluşurdu[40].
Musiki icra ederken çeşitli
çalgıları vardı. Türklerin ilk icat ettikleri sazlardan olan Kopuz[41], Dombra, Şankobız
gibi müzik aletleri vardı. Kazak kopuzları biçim, yapılış, ses ve kullanılış
bakımından en eski Türk müzik aleti özelliğini taşıyan sazlardır. Ancak bunlar
yapılış, kök ve çalınış bakımından kemençeler idi. Parmakla çalınanları da
vardı. Güney Anadolu’da Yörük sazlarında olduğu gibi mızrapla çalınma geleneği
yoktu[42].
Türk Kültür hayatından alınan temel bazı unsurların Kazak Türklerinin sosyal yapılarıyla karşılaştırmasını yapmayan çalışan bu makalede görüleceği üzere Kazak Türklerinin, Türk Bozkır kültürünün en temel unsurlarından, inanç yapılarına ve musiki gibi estetik unsurlarına kadar Türk milletinin bir unsuru, bir cüzü oldukları gerçeği, yıllarca yapılan propagandaların aksine, görülecektir. Onlar bu çalışmanın dışında kalan mevzu olan dilleri ve diğer kültür unsurlarıyla Türk milletinin dilde, fikirde ve işte birlik çatısının altındaki en temel parçalardan birisi durumundadırlar. Anlamak ve bilmek; hamasette indirgenmiş kardeşlikten bilgiye dayanan bir birlikteliğe çıkmak Türk Dünyasına en büyük hizmet olacaktır. Türk Kültür evreninin/özünün müfret bir parçası olan Kazak Türklerinin ve diğer parçaların yerli yerine konması halinde daha şümullü bir Türk Dünyası manzarası ayakları yere basar bir şekilde karşımıza çıkacaktır. Belki ondan sonra gelecek yüzyılların kişiliği hakkında bir şeyler söylenebilir. [43]
KAZAKİSTAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
Siyasi İlişkiler
Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılından
beri Anadolu'da ve Kazakistan Cumhuriyeti de 1991 yılından beri Orta Asya
topraklarında hür ve müstakil iki devlet olarak yaşıyor. Ama bu iki devletten
Türkiye Cumhuriyeti'nin mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu 13. asırdan ve
Selçuklu İmparatorluğu 11. asırdan itibaren Anadolu topraklarında, Kazakistan
Cumhuriyetinin mirasçısı olduğu Kazak İmparatorluğu ise 15. asırdan itibaren
Orta Asya topraklarında ömür sürmüştü. Bu manada Kazakistan-Türkiye
ilişkilerinden söz ederken 15. asra kadar inmek mümkün. Daha ötelere
gidildiğinde ise zaten bir ilişkiden değil, ancak bir birliktelikten söz
edilebilir. Çünkü Anadolu topraklan üzerinde Selçuklu ve Osmanlı devletlerini
kuran Oğuz boylarının ataları, bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti halkının da bir
parçası olduğu Orta Asya da ’ki Türkistan coğrafyasından harekete geçerek
Anadolu'ya geçmişler, ama bu yürüyüşten önce aynı coğrafya üzerinde, aynı
hayatı tek bir millet olarak yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardı.
Türkiye Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ardından 17 Aralık 1991 tarihinde bağımsızlık ilan eden
Kazakistan’ı ilk tanıyan ülkedir. Bağımsızlık kararından 2 saat sonra Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaparak Kazakistan’ı tanıdığını
duyurmuştur. 2 Mart 1992 tarihinde Almatı’da iki ülke Dışişleri Bakanları
Töleutay Süleymenov ve Hikmet Çetin tarafından Kazakistan Cumhuriyeti ve
Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ‘Diplomatik ilişkiler kurma Protokolü’ ve ‘Vize
Muafiyeti Anlaşması’ imzalanmıştı. Halen geçerli olan ‘Vize Muafiyeti Anlaşması’na
göre, iki ülke vatandaşları, karşı tarafın topraklarına 30 güne kadar vizesiz
giriş yapabilmektedirler.
İki ülke arasında diplomatik
ilişki tesisinden geçen 15 yıllık süre zarfında Kazak-Türk temasları kardeşlik
ve dostluk, halklarımızın tarihi bağı ve kültür mirasları, oluşan karşılıklı
güven ve saygı platformu üzerine kurulmuştur. Ayrıca, iki ülke arasındaki
ticari-ekonomik ve sosyal alanda, askeri-teknik konularında dahil olduğu
bölgesel ve uluslararası güvenlik alanlarındaki sıkı işbirliği ilişkilerin
pekişmesindeki diğer önemli etkenler olarak göze çarpmaktadır.
Siyasi ilişkiler. İki kardeş ve
dost ülkeler arasındaki siyasi ilişkiler en üst seviyede devam etmektedir.
Siyasi ilişkiler çerçevesinde 2003 yılı 21-23 Mayıs tarihler arasında Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nur sultan Nazarbayev ’in Türkiye Cumhuriyeti’ne resmi ziyareti
gerçekleşmiştir. 2004 Haziranda İstanbul’da gerçekleşen NATO Zirvesinde iki
ülke yöneticileri ikili ve uluslararası gündemdeki konuları ele almıştır. Bunun
dışında her sene çeşitli düzeyde iki ülke bakanlıkları ile kuruluşların en üst
yöneticilerin karşılıklı ziyaretleri gerçekleşmekte. Söz konusu görüşmeler
sırasında ikili ilişkiler gelişme düzeyinin bütün alanlarda dinamizm kazandığı
vurgulanmakta. Kazakistan ve Türkiye yakın gelecekte ikili ilişkiler konusunda
elde edilen dinamizmi muhafaza etmekle kalmayıp stratejik ortaklık düzeyinde
ikili ilişkileri pekiştirecek yeni unsurlar eklemeye gayret etmektedirler.
Bununla ilgili olarak 2005 yılı Mayıs-Haziran ayında gerçekleştirilen T.C.
Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın Kazakistan’a resmi ziyaretine iki ülke
tarafından da ayrıca önem taşıdı.
Uluslararası arenada işbirliği
konusunda ise iki ülkenin bir çok platformda bölgesel ve uluslararası nitelik
taşıyan sorunlarda tutumlarının benzerliği örnek gösterilebilir. Özellikle
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Asya’da İşbirliği ve Güven
Artırıcı Tedbirler Konferansı (CİCA)
Almatı Zirvesine katılması Ankara’nın bu foruma bölgesel ve uluslararası güvenliği
pekiştiren önemli unsur olarak gördüğünü, Kazakistan’ın Avrasya kıtasında
istenen düzeyde güvenlik ve barışı sağlayabilen bir mekanizma oluşturma
çabalarına destek ve anlayışla yaklaştığını gözler önüne serdi. Kazakistan
Türkiye’nin göstermekte olduğu daimi destek memnuniyetle karşılamaktadır. Türk
diplomatların CİCA sürecinde aktif şekilde rol üstlenmesi, somut katkılarda
bulunması Kazakistan ve CİCA ’nın geleceği için ayrıca önem taşımaktadır.
Kazakistan ve Türkiye Birleşmiş
Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, İslam Konferansı Örgütü,
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve başka da uluslararası teşkilatlar çerçevesinde
işbirliği yürütmeye ilgi göstermektedir.[44]
Ticari-Ekonomik İlişkiler
Kazakistan Cumhuriyeti 2001-2005
yılları sosyal-ekonomik gelişim Konsepti uyarınca ekonomik ilişkileri
geliştirme planında öncelikli ülkelerin başını çeken Türkiye Cumhuriyetidir.
2000 yılı Kasım ve 2001 y. Şubat finans krizleri ve dünya ekonomisi
temposundaki düşüşler iki ülke arasındaki mal tedavülüne kendi damgasını
vurmakla beraber Türk şirketlerinin yatırım faaliyetlerini yavaşlattı. T.C. Dış
Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre Kazakistan’a yapılan Türk ihracatının 2003
yılındaki tutarı 232,6 milyon ABD doları, aynı dönem için ithal edilen Kazak
mallarının toplamı 266 milyon ABD doları olarak açıklandı. 2004 senesi
Ocak-Temmuz döneminde ise Kazakistan’ın Türkiye’ye ihracatı 184 milyon ABD
doları, ithalatı 164 milyon doları olarak gerçekleşti. 2006 yılında toplam
ikili ticaret hacmi 1 660 milyon dolara ulaştı. Türkiye’den ihraç edilen
ürünler ağırlıklı olarak makine ve cihazları, plastik ve plastik eşyaları,
prefabrik yapıları, mobilya ve aydınlatma cihazları belirlenmekte, ithal edilen
Kazak mallarının büyük bölümünü metalürji alanı maddeleri, buğday ve petrol
ürünleri oluşturdu. Ticari-ekonomik ilişkilerin gelişmesinde önemli bir
mekanizması da Hükümetler arası Karma Ekonomik Komisyonudur (KEK). 2006 yılı
Ağustos ayında Astana’da yapılan KEK 4.toplantısında geçtiğimiz yıllardaki
ikili ticari-ekonomik ilişkilerin bilançosu çıkarıldı ve tarafların net
faaliyetler gerçekleştirme yolu ile karşılıklı yarar güdülenen ticari-ekonomik
işbirliğini genişletme istekleri ortaya konuldu. Almatı’da bulunan
Kazakistan-Türkiye İşadamları Derneği (KATİAD), diğeri de Dış Ekonomik
İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde faaliyet gösteren Kazak-Türk İş Konseyi
tarafından gerçekleştiren bir araştırmaya göre, 2003 yılına kadar Türkiye’nin
Kazakistan ekonomisine yaptığı yatırımın toplam tutarı yaklaşık olarak 1.5
milyar ABD dolarıdır. Türk yatırımlarının yüzde 90’ı ekonomi alanındaki petrol,
iletişim ve bankacılık, ayrıca eğitim ve otelcilik sektörlerine odaklanmış.
TPAO (Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı) Kazakistan ekonomisinin petrol
sektörüne 380 milyon ABD doları yatırımda bulunmuştur. Türk şirketleri
tarafından iletişim alandaki 238.1 milyon dolarlık projelere yatırım
yapılmıştır. Türk uzmanlarının tahminlerine göre yaklaşık 204 milyon ABD doları
Türk yatırımcı tarafından bankacılık, gıda üretim ve otelcilik alanlarına,
144.9 milyon dolar ise eğitim alanına yatırılmıştır. Verilen rakamlar
Kazakistan’a yapılan Türkiye yatırımlarının üçte ikisini oluşturmaktadır. Diğer
yatırımlar ise küçük yatırımlar grubuna yer almaktadır. Son yıllarda
Kazakistan’da faaliyet gösteren Türk şirketleri ile olumlu işbirliği tecrübesi
gelişti, ki bunlar büyük Türk finansal-sanayi gruplarının Kazakistan’ın
ekonomik altyapısını güçlendirmek için geliştirilen projelere katılma, petrol, hafif,
gıda sanayi ve iletişim sektörüne yatırım yapma olanağını sunmaktadır.
Kazakistan’da halen 320’yi aşkın Türk ve ortak Kazak-Türk şirketleri faaliyet
gösteriyor. Türkiye Müteahhitler Birliği’nin verilerine göre 1993-2003 yılları
arasında Türk inşaat şirketleri tarafından gerçekleştirilen müteahhitlik
çalışmalarının toplam tutarı yaklaşık 3.5 milyar ABD doları. Sonuç olarak, BDT
ülkeleri arasında direkt dış yatırımlarının ülkeye çekilmesi alanında şüphesiz
lider olan Kazakistan’da son yıllarda yatırım ikliminin giderek
iyileştirilmesi, birçok önde gelen Türk firmalarının ilgisini çekmekle beraber
ülkeye daha fazla yatırım yapma konularında ciddi eğilime girmelerine neden
gösterilmektedir.
Tablo 1-Kazakistan-Türkiye Dış
Ticareti Kaynak DTM Verileri
Yıllar
|
İhracatımız
|
İthalatımız
|
Denge
|
Hacim
|
1997
|
210,6
|
165,3
|
45,3
|
375,9
|
1998
|
214,3
|
253,7
|
-39,4
|
468
|
1999
|
96,6
|
295,9
|
-199,3
|
392,5
|
2000
|
118,7
|
346,4
|
-227,7
|
465,1
|
2001
|
119,8
|
90,3
|
29,5
|
210,1
|
2002
|
158,7
|
201,6
|
-42,9
|
360,3
|
2003
|
91,3
|
138,3
|
-47
|
229,6
|
Güçlenen Kazakistan ekonomisi de
Türkiye son zamanlarda ciddi yatırımlar yapma çalışmaları sürdürülmekte.
Örneğin Kazak Bank Turan Alem Bankasının Türk Şeker bank’ın yüzde 34 hissesin
satın alması, ayrıca Ceyhan’da Petrol Rafinesi inşası projesi büyük önem
taşımakta.
İnsani-Kültürel İlişkiler
İkili ilişkilerin önemli bir
kolunu insani-kültürel alanda işbirliği oluşturmaktadır. 2002 yılının iki ülke
ilişkileri için en önemli olayı devletlerimizin arasındaki diplomatik
ilişkilerin kurulmasının 10. yılını doldurması olduğu kuşkusuz. Bu önemli
hadise öncesi Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Dışişleri Bakanları arasında
karşılıklı kutlama yazışmaları yer almakla beraber ülkelerin önemli basın-yayın
organlarında bu tarihi hadiseye ilişkin makaleler yayınlandı. Türkiye
Cumhuriyeti’nde bu önemli gün ile ilgili İstanbul ve Kocaeli’nde Güney
Kazakistan eyaletinin yatırım için elverişli iklimlere sahip olduğunu
sergileyen faaliyetler ve Uluslararası Müzik Festivali çerçevesinde Ankara’da
Kazakistan’ın ünlü sanatçıları Janiya Aubakirova ve Gauhar Mırzabekova’nın
sanat yönetmenliğini yaptığı Kazakistan Oda Orkestrasının konserleri ve
2003-2004 yılları arasında Kazakistan’ın ünlü folklor ve pop müzik grupları
“Altın Dan”, “Erke-Nur”, “Ulıtau”, “Kokşetau”, “Alatau”, “Akjarma”’nın
konserleri gerçekleşti. Ayrıca, Kazakistan ve Türkiye arasında kültürel
programlar çerçevesinde ünlü Kazak yazarları eserlerinin Türk diline çevrilmesi
faaliyetleri aralıksız sürmektedir. Bunlardan birkaç örnek olarak 2002 yılı
ünlü yazar ve devlet adamı Abiş Kekilbayev’in Türkçeye çevrilen “Efsanenin
sonu” eseri İstanbul’da, “Ürker” kitabı ise Ankara’da tanıtıldı. Şu sıralarda
İlyas Esenberlin’in “Göçebeler” romanının tercümesine başlandı. Bu güne kadar
Kazak yazarlarının 30-u aşkın eserleri Türk diline çevrildi, ki bunların
arasında Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in çalışmaları, Abay, Cambıl,
Mağcan Cumabayev, Muhtar Auezov, Oljas Süleyimenov ve Muhtar Şahanov gibi büyük
yazarların edebi eserleri yer almaktadır.
Eğitim alanında Türkistan
şehrinde bulunan Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesini
geliştirme çalışmaları devam etmektedir. Şu anda söz konusu Üniversitenin 15
fakültesinde 17700 öğrenciler 102 meslek lisans ve lisans üstü eğitim almaya
devam etmektedirler. Bu öğrencilerin 1160-ı 28 farklı ülkeden olup 460 öğrenci
Türkiye Cumhuriyetindendir. Yüksek Öğretim Kurulunun verdiği bilgilere göre
1992 yılından itibaren yürütülen karşılıksız Kazak öğrencilerinin eğitimi
programı çerçevesinde 2703 Kazakistanlı öğrenci Türkiye’nin çeşitli eğitim
kuruluşlarında eğitim görmüştür. Günümüze dek tam lisans ve lisans üstü eğitim
programını tamamlayarak başarı ile mezun olan 1081 ve eğitimlerini sürdüren 794
Kazakistanlı öğrenci mevcut. Türkiye’nin eğitim alanında önde gelen Bilkent
Üniversitesinde Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev
bursunun iki öğrenciye verilmesi kuşkusuz iki ülke arasında oluşan çok sıcak
havanın bir yansımasıdır. İkili insani ve kültürel ilişkilerin perspektifli
kollarının biri de ülkelerin çeşitli bölge ve illeri arasında kardeşlik
ilişkilerin kurulmasıdır. 2001 yılında Ankara ve Astana, 2003 yılında Antalya
ve Taldıkorgan kardeş şehir ve 2004 yılında KC Almatı ili ve TC Antalya ili, KC
Jambıl ili ve TC Karaman ili kardeş iller olarak ilan edilmiş. Kardeşlik
ilişkiler çerçevesinde İstanbul’da 2002 yılı Ekim ayında ‘Almatı Kültür
Günleri’, 27 Eylül – 03 Ekim 2004 tarihinde ‘Almatı’da İstanbul Kültür Günleri’
ve 30 Kasım – 03 Aralık 2004 tarihleri arasında ‘Antalya’da Almatı ili Kültür
Günleri’ gibi düzenlenen etkinlikler Kazakistan ve Türkiye arasındaki insani ve
kültürel işbirliğine bir ivme kazandırdılar. Halen Türkistan’da yeni cami
inşaatı projesi hayata geçirilmeyi bekliyor. Bu konuda projenin son hali
Kazakistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış, Türk tarafı ise söz konusu
projeye mali destek sağlama konusunda karar almış bulunmaktadır. Yakın
gelecekte bu inşaata başlanması beklenmektedir. [45]
GELECEĞE YÖNELİK YANSIMALAR
Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 29
Kasım 1933 ’deki öngörüsünü bu bölümde anmadan geçmek mümkün değildir.
“Düşün bir kere, Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı: Demek hiçbir
şey sürekli değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki
pek az şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar.
Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa
ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı
İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi
parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler.
Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim,
bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara
sahip çıkmaya hazır olmalıyız.
Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak
lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak!
Dil, bir köprüdür;
İnanç, bir köprüdür;
Tarih, bir köprüdür.
Bugün biz bu kitlelerden dil bakımından, gelenek, görenek, tarih
bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru,
onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını
bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli… Köklerimize inmeli ve olayların
böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor
bağı kurmamız lâzım… Bunları kim yapacak? Elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte
görüyorsunuz, dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor… Dilimizi, onun
diline yaklaştırmaya ve böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye
çalışıyoruz… Tarihimizi ona yaklaştırmaya çalışıyoruz, ortak bir mazi yaratmak
peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konarak yapılmaz, bunlar devletlerin
ve milletlerin derin düşünceleridir.”
Tarihte yaşamış olan Türk
Devletleri'nin yaşamış oldukları coğrafi mekanlar üzerinde çok sayıda devlet
bulunmaktadır. Ancak bunların bir kısmı, Türk Devleti değildir. Bugün için,
dünya üzerinde, sekiz bağımsız Türk Cumhuriyeti (Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan,
Kırgızistan ve Tacikistan) bulunuyor. Ayrıca bağımsızlık mücadelesi içinde
olan Türk cumhuriyetleri de bağımsız olurlarsa, bu sayı hayli artacaktır.
Birleşmiş Milletlerin 1990 yılına
ait istatistiklerine göre Türkçe, 165 milyon dolayında kişi tarafından anadil
olarak konuşulmaktaydı. Böylelikle dilimiz Çince, Hintçe, İngilizce ve
İspanyolcanın arkasından en büyük (yaygın) dil karakterine sahiptir. Nüfus
artışının ortalama % 1,5 olduğu varsayılırsa bu sayının artık 180 milyona
yaklaşması gerekir. Çincenin, Çin ve Tayvan dışında Güneydoğu Asya
ülkelerindeki Çin azınlık tarafından konuşulduğu, Hintçenin yalnızca Hint
Yarımadası'nda yayıldığı düşünülürse, Türkçe, İspanyolca ve İngilizce gibi
dünyada geniş coğrafyaya yayılmış diller arasında yer alır. Bunlardan
İngilizce, Büyük Britanya dışında, Kuzey Amerika kıtasında , Güney Afrika
Cumhuriyeti'nde (İngiliz kökenliler tarafından) ve Avustralya'da anadil olarak
konuşulmaktadır. İspanyolca, ispanya dışında Orta (ABD'nin güneyi dahil) ve
Güney Amerika'da (Brezilya dışında) yayılmıştır. Türkçenin ise Rusya
Federasyonu'nun Pasifik kıyılarından başlayıp, Orta Asya, Kafkasya, Anadolu ve
Trakya'yı aşıp Orta ve Batı Avrupa'daki Türklerle, ayrıca az sayıda da olsa
Kuzey Amerika'ya göç etmiş Türkler tarafından anadil olarak konuşulmakta
olduğunu, böylelikle Afrika kıtası ve Güney Asya dışında (değişik
yoğunluklarda) tüm Kuzey Yarımküre'ye yayıldığını görüyoruz
Bugün gelinen noktada farklı coğrafyalarda, farklı devlet
isimleri, farklı bayraklar altında yaşasalar da ortak tarihsel geçmişiyle,
ortak konuşma diliyle, örf adet ve gelenekleriyle, töresi ve devlet kültürüyle
birbirine bağlı Türk dünyası gerçeği bulunmaktadır. Farklı coğrafyalarda da
bulunsalar bu ülkeler ve topluluklar arasındaki işbirliğinin güçlenmesi,
başarılması zor bir düş değildir.
NAZARBAYEV'DEN TÜRK BİRLİĞİ ÇAĞRISI
Nursultan Nazarbayev,
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in ev sahipliğinde Antalya'da düzenlenen Türk
Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 8. Doruk Toplantısında yaptığı
konuşmada, Türk dünyasını birbirine daha da yakınlaştıracak, kardeşlik ve iş
birliğine yönelik atılacak somut adımların sıklaştırılması gerektiğini
vurguladı. Nazarbayev, şöyle konuştu:
''Halklarımızın ekonomik durumu
seneden seneye iyileşmektedir. Bu da eğitim ve kültür alanındaki tasarıları gerçekleştirmeye
imkan sağlamaktadır. Türk dili konuşan ülkeler arasındaki kültür ilişkilerini
geliştirerek, kendi dillerimizi, ortak tarih, sanat edebiyat ve şiir
antolojileri yayınlanması ve bu eserlerin dünya dillerine tercüme edilmesini
sağlamalıyız. Böylece tüm dünya bizi tanıyacaktır.''
Kazakistan'ın Türk dili konuşan
devletlerle uzay alanında bilimsel araştırmalar yapmaya hazır olduğuna da
değinen Nazarbayev, ''Kazakistan bu yıl ilk yer uydusunu fırlattı. 2008 yılında
ikinci bir yer uydusunu fırlatmayı planlamış bulunmaktadır. Bu yönde birlikte
etkinliklerde bulunabiliriz'' dedi.
Küreselleşme sürecinin Türk milli
kimliğine yönelik tehdide karşı konulması gerektiğine de işaret eden Nazarbayev,
şöyle konuştu: ''Türk dili konuşan devletlerin ortaklığıyla kurulan Türksoy
adlı kuruluşla bu işler yapılabilir. Kaynağını Göktürklerden alan ortak tarihi
genç kuşaklara aktarabilmeliyiz. Hoca Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Mevlana,
Fârâbi ve Fatih Sultan ve diğer yüce atalarımızı bilmek ve onları genç kuşağa öğretmek
ödevimiz olmalıdır. Birlik ve beraberlik bayrağımızı bu yolla yükseklere
taşıyalım. Bir diğer önemli husus da Türk dili konuşan halkların bilimsel ve
sanatsal edebiyatlarının ortak fonunu oluşturmaktır. Kültür, bilim ve eğitim
alanındaki iş birliğimizin pekiştirilmesinin yanı sıra ekonomik ilişkileri de
geliştirmeliyiz.''
Sadece yük taşımacılığı
meselesini çözmenin bile çok yararlı olacağına değinen Nursultan Nazarbayev,
şöyle devam etti:
''İlk önce Meşhet üzerinden
Almatı İstanbul konteynır yük taşıma hattını hayata geçirmek suretiyle
atalarımızın İpek Yolunu tekrar canlandırmış oluruz. Kara yolları da aramızdaki
ticaret ilişkilerini geliştirecektir. Kazak petrolünü Türk ve batı pazarına
ulaştırmayı Baku-Tiflis-Ceyhan Projesi ile sağlamış oluruz.
Kazakistan şu anda çağımızın
taleplerine uygun milli tankerler donanmasını hazırlayıp, bu işi etkin olarak
başlatmış bulunmaktadır. Dünya ekonomisinin enerji kaynaklarına olan talebinin
artmış olduğu bilinmektedir. Kazakistan petrol ve doğal gaz konusundaki iş
birliğine önem vermektedir. Kazakistan hidrokarbon kaynaklarının dünya pazarına
götürülmesi önemlidir. Türkiye'nin, geçiş yolu fazla olan bir ülke olarak,
petrol ve doğal gazı ulaştırma çalışmaları gibi uluslararası projelere
katılmasını destekliyoruz.''
Kazakistan Cumhurbaşkanı
Nazarbayev, Türk dili konuşan ülkelerin iş adamları arasındaki yakın iş
birliğinin de sistemli bir hale getirilmesi gerekliliğini vurguladı.
Türkiye'nin bu alandaki tecrübesi ve olanaklarının yeterli olduğunu kaydeden Nazarbayev,
''Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türk Dili konuşan ülkelerin ticaret ve
sanayi odalarıyla iş birliği yapmalı ve gerekirse odalar karşılıklı olarak
temsilcilik açmalı'' diye konuştu.
ORTA ASYA DEVLETLERİ BİRLİĞİ
Kazakistan'ın Dünya Ticaret
Örgütüne, Türkiye'nin de AB'ye girmesinin gelecekte Türk dünyasının ekonomik ve
finans ilişkileri aracılığıyla bütünleşme sürecine ivme kazandıracağını anlatan
Nazarbayev, şöyle devam etti:
''Bu bakımdan Orta Asya
Devletleri Birliğini kurma girişimimiz de söz konusu süreci olumlu
etkileyecektir. Bu konudaki iş birliğinin olumlu örnekleri mevcuttur. Örneğin
Orta Asya ülkelerin uluslararası düzeydeki çevresel tehdit olan Aral Gölü
meselesini çözme çalışmasında uluslararası Aral'ı Kurtarma Vakfının kurulması
gibi birlikte oluşturulmuş başarılı adımlar mevcuttur.''
Türk dünyasının birlik ve
beraberlik fikrinin pekişmesiyle istikrarlı gelişme olanağının artacağı
inancında olduğunu tekrarlayan Nazarbayev, şöyle
konuştu:''Yüce Atatürk, yüzyılın
başında, Orta Asya ve Kafkaslarda kardeş Türk halklarının bulunduğunu ve
gelecekte onların bir araya geleceğini ileri görüşlülükle ifade etmişti. Şu
anda Atamızın o dileği kabul oldu. Şu an Türk dili konuşan kardeş ülkelerin
devlet başkanları bir araya gelmiş bulunmaktayız.''
AKSAKALLILAR KURULU
Doruk toplantılarında çok önemli
kararlar alınmasına rağmen, maalesef bazılarının gerçekleşmeyip, rafa
kaldırıldığından da yakınan Nursultan
Nazarbayev, ''Türk dili konuşan
devletlerin aksakallılar kurulunu oluşturup, onun üyeleri olarak Türk
dünyasındaki siyaset toplum ve sanat camiası temsilcilerini toplayalım. Bu
kurulun başkanı olarak da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i öneriyorum''
dedi.
Nazarbayev, Türk dili konuşan
ülkelerin parlamentolar arası asamblesini oluşturma girişimini de 83 yıllık
geçmişe sahip TBMM'ye önermek istediğini ifade etti.
Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü
desteklediğini de belirten Nazarbayev, sorunların barış yoluyla çözülmesini
istediklerini bildirdi. Nazarbayev şunları söyledi:
''Bütünleşmemiz, bulunduğumuz
coğrafyayı istikrara, gönence, ekonomik bağımsızlığa götürecek yoldur. Ancak
böyle Türk dünyasının parlak geleceğine sahip olabileceğiz. 21. asırda büyük
başarılara imza attık. Ekonomi, siyaset ve uluslararası ilişkilerde büyük
sonuçlara ulaştık. 21. yüzyılını, hız kesmeden, Atatürk'ün hayalini kurduğu
Türk birliği ve gelişimi yüzyılına dönüştürelim.''Şu anda, Kazakistan ve Türk
dili konuşan devletler arasında çözüme kavuşmamış herhangi bir mesele
olmadığına da dikkati çeken Nazarbayev, ''Bağımsızlığın kazanıldığı 15 yılda
askeri, ekonomik, siyasi, bilimsel, kültürel ve teknolojik ilişkiler ile
karşılıklı etkileşim giderek stratejik ortaklığa dönüştü'' dedi.
[1] İbrahim Kafesoğlu,
Türk-İslam Sentezi, İstanbul, 1996, s. 47.
[2] Bahaeddin Ögel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1988, s.298.
[3] Bahaeddin Ögel, Türk
Kültür Tarihine giriş, C.9, Ankara, 1987, s.435.
[4] İbrahim Kafesoğlu, Türk
Milli Kültürü, İstanbul, 1989, s.307.
[5] Kafesoğlu, a.g.e.,
s.211-212; Kazakistan, Kazakistan, Türkiye – Azerbaycan Dostluk Derneği Yay.
Tanıtım Dizisi No:5, Tarihsiz, s.2.
[6] Bahaeddin Ögel,
İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991, s.163.
[7] Kafesoğlu, a.g.e., 1987,
s. 8.
[8] İlhami Durmuş, “Bozkır
Kültürünün Oluşumu ve Gelişiminde At”, G.Ü. Fen-Ed. Fak., Sosyal Bilimler
Dergisi, C.I, S.2, 1997, s.18-19.
[9] Alpargu, a.g.e., s. 134.
[10] Bacon, a.g.e., s. 37;
“Bebekler ve çocuklar hayvanlara bindirilirdi. Önce bir koyuna, biraz büyüyünce
bir sığıra ve daha büyüyünce bir ata...Böylece her Kazak kız ve erkek çocuğu,
çok küçük yaştan itibaren usta bir binici olarak yetişirdi.” Lıas, a.g.e.,
s.15; Hasan Oraltay, Hürriyet Uğrunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri, İzmir
[11] Bahaeddin Ögel, Türk
Kültür Tarihine Giriş, C.I, Ankara, 1991, s.39.
[12] Ögel, a.g.e., C.1, s.
1-3.
[13] Ögel, a.g.e., 1991,
s.164-165.
[14] Radloff, Sibirya’dan-I,
İstanbul, 1954, s. 426.
[15] Bacon,a.g.e., s. 38;
İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara, 1987, s. 110. Kazaklardaki
durum bilinen Türk göçebe hayatının bir örneğini oluşturuyordu; Godfrey Lıas,
Göç, (Ter. Mehmet Çağrı), İstanbul, 1992, s.10, s.13.
[16] Kafesoğlu, a.g.e., 1987,
s. 110; Godfrey Lıas, Göç, (Ter. Mehmet Çağrı), İstanbul, 1992, s.10, s.13.
[17] Radloff, a.g.e., s. 467.
[18] Alpargu, a.g.e., s. 138
[19] Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s. 304.
[20] Kydyraliyev, Darhan
Kydyraliyev, Mustafa Çokay ’ın Hayatı, Siyasi Faaliyetleri ve Fikirleri, İzmir,
1998, s.2, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). s.2.
[21] Alpargu, Onaltıncı
Yüzyılda Türk Dünyası Özbek ve Kazan Hanlıkları, Ankara, 1994, s. 134.
[22] Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s. 246; Ögel, a.g.e., 1988, s. 549-550.
[23] Abdulkadir İnan ,
Makaleler ve İncelemeler, C.II, Ankara, 1991, s. 227.
[24] Kafesoğlu, a.g.e., 1996,
s. 56.
[25] Patriyarki, hane içinde aile reisinin,
tebaası (karısı, çocukları, hizmetkarları) üzerindeki şahsi iktidarını ifade
etmektedir. patriarkal kültüre, kişilerarası hiyerarşik bağımlılık ilişkileri
hakimdir. patriyarkal otoritede, kadınlar fiziksel ve fikri güçsüzlükleri
yüzünden erkeklere, çocuklar acizliklerinden dolayı büyüklere, hizmetkarlar da
yoksun ve yoksul oldukları için efendilerine bağımlıdırlar. gelenek ve görenek
temelinde yükselen patriyarkal otoriteyi meşrulaştıran şey ise, patriyarkın
hane halkının ihtiyaçlarını tatmin etmesi ve onları dıştan gelen tehditlere
karşı koruma kapasitesidir. patriyarkal otorite, baba veya en azından baba
rolüne denk düşen bir toplumsal figürü zorunlu kılmaktadır.
[26] Rasoyni, Tarihte Türklük,
Ankara, 1971, s. 58; İbrahim Kafesoğlu, Türk-İslâm Sentezi, İstanbul, 1999,
s.56.
[27] Halife Altay, Anayurttan
Anadolu’ya, Ankara, 1981, s. 141; Hızır Bek Gayretullah, Altaylarda Kanlı
Günler, İstanbul, 1977, s. 162.
[28] Elizabeth E. Bacon, Esir
Orta Asya, Tarihsiz, s. 44; Rasoyni, a.g.e., s .57.
[29] Osman Turan, Türkiye
Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1988, s. 28-30
[30] Ziya Gökalp, Türk
Medeniyeti Tarihi, İstanbul, 1976, s.333, s.334.
[31] Radloff, a.g.e., s.
476-478; Altay , a.g.e., s. 113; Lıas, a.g.e., s. 14.
[32] Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s.289; Ögel,a.g.e., 1988, s. 726; Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıpnamelerinde İslam
Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul, 1983, s. 27-28.
[33] Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s.291; Ocak, a.g.e., s. 26-27.
[34] Ocak, a.g.e., s.70-83.
[35] İnan, a.g.e., s. 258;
Bacon, a.g.e., s. 50; Bkz. Kafesoğlu, a.g.e. s.90-92.
[36] Bacon, a.g.e., s. 50.
[37] İnan, a.g.e., s. 258.
[38] Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s.287.
[39] Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s. 328.
[40] Ocak, a.g.e., s.70-83.
[41] İnan, a.g.e., s. 246;
Kafesoğlu, a.g.e., 1989, s. 328.
[42] Ögel, a.g.e, C.9, s.242.
[43] Altan Çetin, G.Ü.
Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi, http://www.hbektas.gazi.edu.tr/portal/html/modules.php?name=News&file=article&sid=229
Sitesinden alınmıştır.
[44] Kazakistan Cumhuriyeti Ankara
Büyükelçiliği, http://www.kazakhstan.org.tr/
[45] Kazakistan Cumhuriyeti
Ankara Büyükelçiliği, http://www.kazakhstan.org.tr/