Türkiyat Araştırmaları Dergisi Sayı: 3, Konya 1997, s. 79-84
Bugünkü bilgilerimize
göre, Türklerin İslâmiyet'i kabulünden sonra, birden bire iki büyük ve mükemmel
edebî eserle karşılaşıyoruz:
- Dîvânü Lügâti't-Türk
-
Kutadgu Bilig
Türk Divan şiirinin ilk
örneğini veren Yusuf Has Hâcib (1019-1070'ten sonra)'in Kutadgu Bilig'i, İslâm
medeniyeti tesiri altında vücûda getirilen, Türkçenin bilinen ilk ve en eski
eseridir.
Aynı yıllarda yazılan
Divanı Lügâti't-Türk (Kaşgarlı Mahmut (466 H.-1072 M.), İslâm öncesinden gelen
bazı örnekleri, İslâmî sahaya aktarmıştır. Her iki eserin de eğitim gayesi
güttükleri ortadadır. Sanat ikinci plândadır.
On birinci yüzyıldan bu
iki mühim eser bize ulaşırken XII. yüzyılda Orta Asya'da ilmî ve edebî hayat çok
canlı olmasına rağmen, Batıda yerleşme devam etmektedir.
Yûsuf Hemedânî'nin
üçüncü halifeliğini kabul eden Ahmed Yesevî (1083 ? - 1167 ?)'nin hayatı
menkıbelerle örülmüştür. O'nun gerçek hayatı ile menkıbeleri, gerek Moğol
istilâsından Batı'daki Türk yurtlarına kaçan tarikat mensubu dervişlerin (Alp
erenlerin) dilinden varılan yerlerdeki Türk halkına ulaştırılmış ve canlı
kalması sağlanmıştır. Ahmed Yesevî "Hikmet'leri yeni Türk yurtlarında okunmuş ve
ağızdan ağza geçerek, yeşermeye çalışan Türk edebiyatının asıl dokusunu teşkil
etmiştir.
Bilindiği gibi, Ahmed
Yesevî'nin manzumelerine, hangi nazım şekliyle yazılırsa yazılsın "hikmet" adı
verilmiştir. Bunun mânâsını açıklamaya gerek yoktur. Ancak hikmetsiz söz de kuru
lâf kalabalığından ibarettir» Tekkelerde, tekke şeyhinin, daha geniş manâsıyla,
mürşit'in sözlerinde bir hikmet görüp sezememek ise büyük gaflet sayılır. İster
Hoca Ahmed Yesevî tarafından, ister O'nun yolunda giden dervişler eliyle olsun,
onun şiirlerine h i k m e t ve bunların bir araya getirildiği kitaba da "Dîvân-ı
Hikmet" denmiştir. Daha sonraları ise bu tarzda yazılan şiirlere h i k m et adı
verile gelmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Yesevî'nin hikmetleri, yüzyıllar boyunca, O'nun dervişleri tarafından büyük bir vecd içinde okunmuş, bestelenerek ilâhî şeklinde terennüm edilmiştir. Tekke mensubu olan şâirler, bu yolda benzeri manzumeler yazmışlar, geleneğe uyularak onların şiirlerine de h i k m e t denmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Yesevî'nin hikmetleri, yüzyıllar boyunca, O'nun dervişleri tarafından büyük bir vecd içinde okunmuş, bestelenerek ilâhî şeklinde terennüm edilmiştir. Tekke mensubu olan şâirler, bu yolda benzeri manzumeler yazmışlar, geleneğe uyularak onların şiirlerine de h i k m e t denmiştir.
Alp erenler veya
Horasan erleri olan şairler bu ekolü Anadolu'ya taşımışlar, XIII. yüzyılın
sonlarında XIV. yüzyılın başlarında Sultan Veled, Yûnus Emre ve Âşık Paşa'ların
yetişmesine müessir olmuşlardır. Kısa bir zaman içinde Yûnus'un pürüzsüz ve
lirik şiirleri, Anadolu'daki Türk yurdunda Yûnus ekolünün oluşmasına yol
açmıştır.
Edebiyat tarihimizin
kaynakları zikredilirken önce şuarâ tezkireleri ve tarihler, arkasından da
devrin şiir mecmualar (mecmûa-i eş'âr) ve cönklerden söz edilir. Hiç şüphesiz
şiir mecmuaları, onu derleyenin ve derlendiği devrin şiir ve edebiyat zevkini
ortaya koyması bakımından çok önemlidir. Kütüphanelerimiz şiir mecmuaları
(mecmûa-i eş'âr) bakımından ?oldukça zengindir. Bunların taranması,
araştırılması ve günümüz okuyucusuna ulaştırılması, edebiyatımızın ve kültür
tarihimizin geleceği bakımından büyük önem taşır. Bizim elimizin ulaşabildiği
mecmuaların, yazıldıkları bölgeye göre de tasnifleri mümkün görülmektedir. Hele
Orta Asya ve Anadolu'da derlenen şiir mecmualarının kıyaslanması da gereklidir.
Bizim görebildiklerimiz kadarıyla, Orta Asya ve Anadolu'da kaleme alınan şiir
mecmuaları, muhteva yönünden olduğu gibi dış yönüyle de farklılıklar arz
etmektedir. Böyle bir mecmua; ne zaman ve nereden gelerek bilinmemekle beraber,
Konya'mızın Mevlânâ Müzesi'ne konmuştur
2460 numara ile kayıtlı
bulunan bu mecmua, 21 x 13; 16,5 x 8,5 cm. ebadında ve 168 yapraktan ibarettir.
Sahifelerdeki satır sayıları değişiktir. Meşin ciltli, sahife kenarları
cetvelsiz; aralardan bazı yaprakları eksik, sonunda dört ve arada bazı yapraklar
boş bırakılmıştır. Ketebe kaydı bulunmamaktadır. Yazı çeşidine bakarak,
mecmuadaki şiirlerin aynı kişi tarafından istinsah edildiğini söylemem
mümkündür. Kağıt ve yazı, mecmuanın kaleme alındığı devirlerdeki Mâveraünnehr ve
Türkistan karakteri taşımaktadır. MUHYİ (s. 182-195)'nin 14 ve CAMİ (veya
HÂMİ)'nin 2 Farsça gazeli dışında bütün manzumeler Türkçe (Çağatay
lehçesiyle)'dir.
Çağatay sahasında
derlenmiş olan bu mecmuada ilk isim: Ahmed Yesevî'dir. Mecmua, Ahmed
Yesevî'nin:
"Arif "âşık sohbetidin
behre alğan
Hudâyığa yakın boldı bildim muna
Pîr-ı Kâmil mükemmelğe hizmet kılıp
İhlâs birle sır esrarın bildim muna
Hudâyığa yakın boldı bildim muna
Pîr-ı Kâmil mükemmelğe hizmet kılıp
İhlâs birle sır esrarın bildim muna
dörtlüğüyle gelişen
hikmetiyle başlar (2 b; sonradan konan sahife rakamlarına göre ise 1). Yesevî
hikmetlerinden sonra ikinci isim: Hakîm Süleyman ATA (BAKIRGANİ)dır. Hemen
hepsinin Ahmed YESEVİ'nin dervişi veya muakkibi olan diğer şâirlerin,
bazılarının adlarına, bazılarının da hayat hikâyelerine ve edebî kişiliklerine
Edebiyat tarihlerimizde veya şuarâ tezkirelerinde rastlanamamaktadır. (Prof. Dr.
Kemal ERASLAN, Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler, Ankara, 1983,
Başbakanlık Basımevi, s. 49'da bu mecmuadan faydalandığını söylemektedir.) Prof.
Kemal ERASLAN eserinde bazılarının adlarını zikretmekle beraber, bu mecmuadaki
şairlerin hayat hikâyeleri araştırılmalı ve edebiyatımızdaki yerleri
belirlenmelidir.
Şiir mecmuasında,
şiirlerinin sırasına göre: MEŞREP'İN 3 gazel, 1 hikmet'i; UBEYDİ'nin bir
gazel'i; İKANİ'nin 4 gazel'i; GÜLŞENİ'nin 2 muhammesi HÜDÂYİ'nin 1 gazel, 1
hikmeti; HÜYEYDA'nin 1 Muhammesi; KÂRÎ'nin 1 gazel, 1 mesnevisi; GARİB'in 1
hikmet'i; HAYALİ'nin 1 gazel'i; GEDAYİ'nin 1 gazel'i; ŞEMS-İ ÖZKENDİ'nin 1
gazel'i; KUL SEVDAYİ'nin 2 hikmet'i; ASİ'nin 1 mesnevisi, 2 hikmet'i (birisi:
mevlid); TALİB'in 1 gazel'i; HAMİ (CAMİ)'nin 2 Farsça gazeli; UMURİ'nin 1
gazel'i; MUHLİS'in 1 mesnevi, 5 muhammes, 1 müseddes, 1 müsemmen'i; HAZRET KULI
(SEYYİD KULI)'nın 2 mesnevi, 2 hikmet'i; ZÜLALİ'nin 1 mesnevisi; RÜSTEMİ'nin
tercî-i bend olarak yazdığı bir sâkî-nâmesi; AZİM'in 7 gazeli; CÜRMİ'nin 1
gazeli, YUSUF'un 1 gazeli, "ŞEMS (ŞEMS-İ KEMİNE, ŞEMS-İ ASİ)'in 3 hikmeti ve
MUHYİ'nin 14 FARSÇA gazeli bulunmaktadır.
Bu mecmuada Ali Şîr
NEVAİ'nin üç tane gazeli de yer almaktadır. Adlarını saydığım ve mecmuada
şiirleri bulunan şairler içinde, şuarâ tezkirelerinden çağrışım yapan ve
kulağımıza yabancı gelmeyenler de vardır. Lâkin araştırıldığı takdirde, bunların
adları veya mahlaslarını bildiğimiz kişilerle ilgisi ya hiç kurulamamakta veya
yeni bir edebî kişilikle karşı karşıya olduğumuzun şüphesi içine düşülmektedir.
Bu bakımdan da mecmua ayrı bir değer taşımaktadır.
2460 numaralı mecmuada,
Ahmed YESEVİ'NİN, en kısası 5, en uzunu da 32 bend'den müteşekkil olan 14 tane
"Hikmet'i bulunmaktadır. Bunlar, hakkıyla mecmuanın baş tarafına alınmıştır.
Zaten bu neviden mecmualarda, asırlara göre, öncekiler daima baş alınmaktadır.
Burada da öyle yapılmıştır. O, XII. yüzyılda edebiyatımızın en üstün siması; hem
Yesevîliğin kurucusu oluşundan hem de kendisinin yüzyıllar içinde asla azalmayan
şöhretinden dolayı daima ön safha yer almıştır.
Hakim Süleyman Ata'nın,
hemen Ahmed Yesevî'nin arkasından yer alması da sebepsiz değildir. Zira Hakim
Süleyman ATA, Ahmed Yesevî'nin en önemli halifesidir. Yaşadığı yıllarda ve daha
sonraları Türkistan ve Kuzey Türk illerinde eksilmeyen bir şöhret yapmıştır.
Şiirleri ve eserleri defalarca basılmış ve elden ele dolaşmıştır. Bu mecmuada
onun 7 tane gazeline "Hikmet" başlığı konmuştur. Ama Ahmed Yesevî'nin hikmetleri
tarzında yazdığı ayrıca iki hikmet vardır ki bunlardan birisi 29
bend'dir.
Mevlânâ Müzesi'ndeki
2460 numaralı bu mecmuada 98 manzume bulunmaktadır. Hemen hepsi Ahmed YESEVİ'NİN
"Hikmet'leri ile, muhteva yönünden yakınlık içindedirler. İçlerinde nazım şekli
olarak, GAZEL, MUHAMMES, MÜSEDDES, TERCİ-İ BEND, MESNEVİ'LER görülüyor. Şöyle
bir dökümü yapılınca, bazı şairlerin (Meşrep, Hudâ yi, Garip, Zülâlî'nin birer
tane; Kul Sevdâ yi, Âsî ve Hazret Kulu'nun ikişer tane; Şems (Şems-i Kemine,
Şems-i Âsî)nin ise üçer tane murabbaı yani "Hikmet'i ele geçmektedir. Nazım
şekline bakılmaksızın, başlarına "HİKMET" kaydı düşülen bu şiirlerin 36 tanesi
murabba olup 15 şair tarafından yazılmışlardır. Bunlardan 14 tanesi Hoca Ahmet
YESEVİ'ye ait olup, bazıları "Dîvan-ı Hikmet'lerde de bulunmamaktadır. Mecmua bu
bakımdan da önemlidir.
Manzumelerin nevilerine
gelince, içlerinde mevlit, naat, nübüvvet, menakıp, hikâye ve kıssa, vasiyetnâme
ve sâkî-nâmeler görmekteyiz.
Benden önce bildirisini
okuyan eşim Doç. Dr. Gönül AYAN, Yesevî tesirinde yazıldığını iddia ettiği iki
tane Yûsuf u Züleyhâ hikâyesinden bahsetti. Yesevî'nin, İslâmiyet'ten önceki
nazım şeklimizi, kendisinden sonra geleceklere aktarmayı başardığı "hikmet";
Türk şairlerinin, uzun konuları, hikâyeleri yazabilmek için ellerinde mesnevi
nazım şekli bulunduğu halde, şüphesiz O'nun tesiriyle, Yûsuf u Züleyhâ kıssasını
ve hattâ Mevlit konusunu işlediklerini görüyoruz. Bu mecmuada, şimdiye kadar bir
başka örneğini göremediğim, dörtlüklerle yazılmış (83 bent) çok güzel bir M E V
L İ D de vardır.
Yukarıda sözünü
ettiğimiz ASİ mahlasını kullanan bir şaire ait olduğu sandığımız bu MEVLİT,
Ahmed YESEVİ tesirinde yazılmış ve Türk edebiyatında benzeri bulunmayan bir
manzumedir. Konuyu, eldeki mevlit'lerden özellikle Süleyman ÇELEBİ'NİN
Vesîletü'n Necât'ından farklı bir şekilde ele almıştır. Hoca Ahmed Yesevî tesiri
hemen hissedilmektedir. Bu mevlidin yazarının aynı mecmuada 37 beyitten ibaret
olan ve Hz. Peygamberi öğen bir mesnevisi de bulunmaktadır.
Zâten Ahmed Yesevî'nin
manzumeleri hangi nazım şekliyle yazılmış olursa olsun, "Hikmet" adını almıştır.
Bu mecmua da aynı geleneği yaşatmaktadır. Yesevi hikmetleri 30 bendi geçmezken,
Asi'nin Mevlit'i 83 bende kadar uzamış ve Hz. Peygamber'in doğumuna tekaddüm
eden ve doğum esnasındaki harikuladelikleri dile getirmiştir.
Ahmed YESEVİ de hikmetleriyle yazılması zor konuları, denemiştir. Örnek olarak: Mi'râc Hikâyesi (Hikâyet-i Mi'râc) böyledir. Mi'râc hâdisesinde, pek çok şâirimizin mesnevi ile izah edemeyip yer yer nesre başvurdukları kısımlar vardır. Örnek olarak: bizim İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde yayınladığımız Abdülbâkî Ar Efendi'nin mi'râciyyesi (İlahiyat Fakültesi Dergisi: Yıl: 1986, Sayı: 2, Sarnfe: 1-11) böyledir.
Ahmed YESEVİ de hikmetleriyle yazılması zor konuları, denemiştir. Örnek olarak: Mi'râc Hikâyesi (Hikâyet-i Mi'râc) böyledir. Mi'râc hâdisesinde, pek çok şâirimizin mesnevi ile izah edemeyip yer yer nesre başvurdukları kısımlar vardır. Örnek olarak: bizim İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde yayınladığımız Abdülbâkî Ar Efendi'nin mi'râciyyesi (İlahiyat Fakültesi Dergisi: Yıl: 1986, Sayı: 2, Sarnfe: 1-11) böyledir.
Prof. Dr. Kemal
ERASLAN, Divan-ı Hikmet'ten yayımladığı seçmelerinde, Hikâyet-i Mi'râc'ı 28
kıt'a olarak tesbit ettiği halde Taşkend (Ahmed Yessevi Hikmetler, Yengi yol
kitap fabrikası, Yengi yol şehri. 1991, s. 208-211.) baskısı bir azaltarak 27'ye
indirmiştir. Bu mecmuada ise 32 kıt'a olarak yer almaktadır. Bu fazlalığın
nereden geldiği araştırılabilir.
Mevlânâ Müzesinde, Ahmed Yesevî hikmetlerini ihtiva eden ikinci bir mecmua daha bulunmaktadır (2583 numaralı bir mecmuanın 99b-145b yapraklan Yesevî hikmetlerine ayrılmıştır). Her ikisi de Yesevî hazretlerini ve asırlar içinde ulaştığı tesir sahasını anlamamız bakımından son derece önemlidir. Yesevî'yi günümüze taşıyan unsurların başında YESEVİLİK tarikati gelmektedir. Yesevîliği XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya geçmesi, Hacı Bektaş-ı Velî ve Sarı Saltuk gibi dervişler ve muakkıbler bulması Bektaşîlik ve Nakşibendîlik üzerinde müessir olması da asla unutulmamalıdır.
Mevlânâ Müzesinde, Ahmed Yesevî hikmetlerini ihtiva eden ikinci bir mecmua daha bulunmaktadır (2583 numaralı bir mecmuanın 99b-145b yapraklan Yesevî hikmetlerine ayrılmıştır). Her ikisi de Yesevî hazretlerini ve asırlar içinde ulaştığı tesir sahasını anlamamız bakımından son derece önemlidir. Yesevî'yi günümüze taşıyan unsurların başında YESEVİLİK tarikati gelmektedir. Yesevîliği XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya geçmesi, Hacı Bektaş-ı Velî ve Sarı Saltuk gibi dervişler ve muakkıbler bulması Bektaşîlik ve Nakşibendîlik üzerinde müessir olması da asla unutulmamalıdır.