Bu makale yazarın Yesevilik konusunda çalışmaya başlaması sonrasında 2002 yılı başında bir genel rapor gibi Kazakistan’ın Türkistan şehrinde hazırlanmış ve aynı yıl yayına başlayan Türkologya Dergisi’nde yayınlanmıştır.[2] Hiç şüphe yok ki eksiklikler vardır. Daha sonra bu eksikliklerimizi hem kaynak taramaları ile hem de alan araştırmaları ile tamamlamaya çalıştık. Almatı, Çimkent, Türkistan, Bişkek Taşkent, Namangan, Semerkand gibi önemli merkezlerdeki kütüphanelerde yaptığımız kaynak taramaları ile kendimizi daha da geliştirmeye çalıştık ve hala da çalışmaktayız. Bu süreçte ortaya çıkan diğer makalelerimizi de sizlere sitemizden ulaştırmaya devam edeceğiz.
Konunun uzmanlarının da ifade ettiği üzere, İslam’ın hem bir din hem de bir yaşam biçimi olarak varlığını halk arasında sürdürmesinde sufî tarikatların sürekli ve sistemli çalışmaları birinci derecede rol oynamıştır. (Bennigsen, 1988: 76) Bu gerçek Orta Asya’da da, Kafkaslarda da, Balkanlar’da da, Anadolu’da da böyle olmuştur. Bu sufî tarikatlardan Türk tarihi bakımından en önemlisi olan Yesevîlik ve onunla ilintili konularda yapılan araştırmaların sorunları üzerine bir değerlendirme yapmak ve bu konudaki sorunları ele almanın çözüm üretmek için ön şart olduğuna inanıyoruz.
Sadece Türkistan ve
çevresinin değil bütün Türk dünyasının “kıble-i duası”[3] olan Ahmet Yesevi ve
onun öncülüğünde oluşturulan değerler ve onunla ilgili diğer konuların
aydınlatılmasının Türkoloji araştırmaları bakımından önemi büyüktür. Çünkü
Anadolu'da ve diğer coğrafyalarda yaşayan Türklerin kökleri Yesevîlikle doğrudan
ilgilidir. Ne var ki bugüne kadar bu konuya gereken önem verilmemiştir
denilebilir. Tabi bunun da bir çok nedenleri bulunmaktadır. Bugün Türk
topluluklara yönelik tarihi, sosyolojik, antropolojik ve disiplinler arası
araştırmalar yapılmaksızın Yeseviliğin Anadolu’da ve diğer coğrafyalardaki
etkisi anlaşılamaz. Biz bu makalemizde bu konudaki sorunları ele alırken, bu
zamana kadar yapılan çalışmaları, bu çalışmalarda yer alan belli başlı tezleri
ve bu tezlere ilişkin görüşlerimizi ifade edeceğiz.
“Hoca Ahmet Yesevi ve
Yesevi Yolu hakkında kim ne dedi, ne yazdı, onun ve onunla ilintili konularla
ilgili hangi konular çözümlendi, hangileri çözümlenemedi?” şeklinde özetlenen
sorunların yanıtlarının bulunabilmesi ancak bütün kaynaklar toplandıktan sonra
mümkün olabilecektir. Kazakistan’da ve Orta Asya’nın diğer ülkelerinde
Yesevilikle ilgili araştırmalar artmakta olup yakın gelecekte çok daha fazla
sayıda konuyla ilgili araştırmanın ortaya çıkacağı söylenebilir. Biz burada bu
konulara ilişkin genel bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Bu konudaki
araştırmaları ile yeni bir dönem başlatan öncü bilim adamı, merhum Prof. Fuat
Köprülü “...Hoca Ahmed Yesevî kuvvetli şahsiyetiyle, Türkler arasında asırlarca
yaşayan büyük bir tarikat kurdu ki, bu bir Türk tarafından ve Türkler arasında
kurulmuş olan ilk tarikattir...” (Köprülü, 1993a: 114) diyerek konunun önemine
yıllar önce dikkat çekmişti. Yesevîliğin yüzyıllar içerisinde yaşadığı gelişim
gözönüne alındığında görülecektir ki, bu kavram sadece bir tarikat adı olmanın
ötesinde edebiyata, inanca ve topluma ait birçok unsuru yapısında bulunduran bir
büyük değerler manzumesine dönüşmüştür. Genel olarak söylemek gerekirse
Yesevîlik yayıldığı coğrafyalarda farklı adlar alsa da sahip olduğu öz hiç
değişmemiştir. Bize göre bu öz, onun insan sevgisini esas alan bir anlayış
olmasıdır ve bu nedenle de evrenseldir. İşte bu yapısı nedeniyledir ki,
yüzyıllar da geçse, değişik coğrafyalarda da olsa kendini yeniden var etmekte ve
uyum sağlamaktadır.
Orta Asya’nın farklı
bölgelerinden Anadolu’ya ve başka yerlere yüzyıllar süren bir göç yaşayan
Türkler, bütün bu zaman içerisinde onları bir arada tutan dil ve inanç gibi
toplumlarda temel kimlik belirleyici unsurlarını asla bırakmamışlardır. Bu
konudaki titizliklerini bugün bile Anadolu’da ve diğer Türk toplulukların
yaşadıkları bölgelerde sürdürmektedirler. Bu durum sayesindedir ki Anadolu’daki
ve diğer bölgelerdeki Türk toplulukların arasına tarihin çeşitli zamanlarında
birçok coğrafî, siyasî ve dinî ayrılıklar girmesine karşın bütün bu ayrılıklar
aralarında var olan ortak bilinci ortadan kaldıramamıştır. Bu süreklilik
zamansal ve mekânsal değişmelere karşın Türklerin Yesevîlik'ten günümüze ulaşan
birleştirici değerlerinin ne kadar sağlam temeller üzerinde durduğunu açıkça
göstermektedir.
Bir toplumun inancına,
kültürüne ve diline sahip çıkması onun aynı zamanda en temel insan haklarına da
sahip çıkmasıdır. Türk topluluklar bu haklarını yüzyıllardır yaşadıkları bütün
olumsuzluklara karşı titizlikle korumaya çalışmaktadırlar. Alan araştırmaları
yaptığımız Anadolu’nun ve Kazakistan’ın birçok yerinde bugün olmuş eski Türk
inanç ve geleneklerine sosyal yaşamın her alanında rastlamak mümkündür. Zaman
zaman topluma dayatılmaya çalışılan çeşitli siyasî ve dinî ideolojiler Türk
toplumunun yapısına işlemiş bulunan ve bir süreklilik halinde devam eden
değerleri bu zamana kadar etkileyememiştir. Zaman içerisinde kurulan Türk
devletlerinden Arap, Fars vd. yabancı etkilere kapılanlar da olmuştur. Öyle ki
bu etkiler yönetenlerle yönetilenler arasında büyük uçurumların da meydana
gelmesine yol açmıştır. Saraylarda farklı bir dille konuşulur ve yazılırken,
normal halk kitleleri bu gidişattan etkilenmeksizin dilinden ve geleneklerinden
vazgeçmemişlerdir. Yüzyıllardır siyasal iktidarların güç mücadelelerine dayanan
ve Türk topluluklar üzerinde kötü izler bırakan hatalarını, halkımız zaman
içinde çok bilinçli olarak düzeltmekte ve çözümlemektedir. Eğer böyle olmasaydı
bugün yaşayan Türk devletlerinden hiçbiri var olmayı başaramazdı. Bu başarı hiç
şüphesiz yöneticilerden çok gelenek ve törelerini yüzyıllar boyunca koruyan ve
nesilden nesil'e aktaran halk kitlelerine aittir. Yüzyıllara yayılan bir zaman
süreci içerisinde Yesevîlik esasları halkın gönlünde nesilden nesil'e aktarıla
gelmiş ve aktarılmayı da sürdürecektir. Yesevî geleneğinin halkalarından olan
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli nasıl Anadolu’daki Yesevîliğin yani Alevi-Bektaşi
geleneğinin ser çeşmesi ise, bu geleneğin en ulu kişisi Hoca Ahmet Yesevî de
yüzyıllardır süregelen etkisi ile bütün Türk topluluklarının hiç kuşkusuz ser
çeşmesidir. Velayetnâme’ye göre Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anadolu’ya ser çeşme kılan
da yine Ahmed Yesevî’nin kendisidir.
Giriş
Önemli sayıda Müslüman
nüfusu barındıran Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) -1917 Ekim
Devriminden parçalanmasına kadar ki dönem içerisinde- bu nüfusa yönelik
politikasını genel olarak ifade etmek gerekirse din karşıtı ve baskıcı olduğu
söylenebilir. Ancak SSCB idarecileri zaman zaman iç ve dış politik yararlar
sağlamak üzere, İslam dininin Müslüman topluluklar üzerindeki nüfuzundan
yararlanmak üzere onu kullanmaktan da geri durmamışlardır. (Holt, 1970: 627-643)
Oldukça karmaşık bir idarî yapılanmaya sahip bulunan SSCB, çok sayıda federe
cumhuriyet, özerk cumhuriyet, özerk bölge ve ulusal bölgeden oluşmaktaydı. Bu
idarî birimlerin içerisinde çok sayıda dinî ve millî farklılıklara sahip halklar
yaşamaktaydı. Bu karmaşık devletin var olabilmesi, doğal olarak resmi ideoloji
dışındaki, dinî ve millî duyguların, Sovyet ideolojisi içerisinde eritilmesi
siyaseti ile mümkün olabilirdi. SSCB’nin dağılmasına kadar izlenen din ve
milliyetler politikası bu şekilde özetlenebilir. Bu politika içerisinde İslam ve
Türklük konusu özel bir öneme sahip olagelmiştir. Şöyle ki SSCB nüfusunu
oluşturan halkların önemli bir bölümü İslam dinine mensup ve zaman içerisinde
Azeri, Kazak, Özbek, Kırgız, Tatar gibi adları ön plana geçmiş, Türk halklardan
oluşmaktaydı. Bunun SSCB bakımından hayati bir sorun olduğunun bilincinde olan
Sovyet idarecileri, Türklük ve Müslümanlığın birleştirici bir rol oynamaması
için sistemli bir siyaset izlemişlerdir. Bu siyaset içerisinde “Ahmet Yesevî” ve
“Türkistan” kavramları önemli yere sahiptir. Buna karşın dinî ve millî değerlere
ilişkin düşüncelerin halklar arasında içten içe yaşamasının önüne
geçilememiştir. Devletin en büyük idari birimden en küçüğüne kadar söz konusu
olan kamusal alandaki yasaklama ve ideolojik önlemleri, aile içi eğitim,
tarikatların yarı açık/gizli çalışmaları[4] (Kur’an kursları vb.) yoluyla
giderilmeye çalışılmıştır. Kimlik belirleyici değerlerin kısıtlandığı bu dönemde
Ahmed Yesevî gibi simgesel kişilikler ve onun düşünceleri çerçevesinde
oluşturulmuş Yesevîlik gibi halkın manevi dünyasına hakim olan akımlar, dinî ve
millî bilinci ayakta tutan en önemli unsurlar olmuşlardır.
Ahmet Yesevi ve onun
görkemli ziyaretgahı, din karşıtı bir ideolojiyi benimsemiş bulunan Sovyet,
idaresi zamanında bile Türk ve başka halkların çekim merkezi olmayı
sürdürmüştür. Bunu bizzat Gordlevsky gibi Sovyet alimleri ifade etmektedirler.
(Gordlevsky, 1932: 57) Orta Asya’nın ve bütün Türk dünyasının hem sosyal hem
dinsel anlamda en kutsal şahsiyeti olan Ahmed Yesevî’nin türbesinin de bulunduğu
külliye hakkında Sovyet mimari tarih ve arkeoloji uzmanlarının kapsamlı
çalışmalarının olduğu bilinmektedir. (DeWeese, 1999: 507) Rus bilgini M. E.
Masson da ilk kez 1930’da Taşkent’te yayınlanan makalesinde türbenin tarihini
ayrıntılarıyla vermektedir.[5] Bütün bu çalışmalara karşın konunun sosyal ve
tarihi boyutu hakkında yeterli çalışmalar yoktur.[6] Belki de bu belli bir
politikanın sonucuydu. Bu konuda en fazla yayının yapıldığı Türkiye’de bile
Yesevîliğin tarihi, sosyal ve dinî yönleri hakkında çalışmalar yapılmakla
birlikte yeterli olmaktan uzaktır. Bu önemli konuya gereken önemi vermek, uzun
vadeli araştırma planları çerçevesinde çalışmalar yapmak ve konunun ihmaline yol
açan politikaları boşa çıkarmak zorundayız.
SSCB’nin dağılması
sonrasında dinî ve millî değerlere olan ilgi gittikçe artan bir trend
izlemektedir. Bu bağlamda Türk dünyasının hem sosyal hem dinsel anlamda en
kutsal şahsiyeti olan Ahmed Yesevî'nin türbesinin de bulunduğu yer olan
Türkistan kentinin, Kazakistan'ın bağımsızlığını kazanması sonrasında büyük bir
gelişme gösterdiği bilinmektedir. Türkistan ve çevresindeki gözlemlerimi, Orta
Asya’daki diğer bölgelere ilişkin yazılanlarla birleştirdiğim zaman, son on
yılda Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde dinsel değerlere doğru giderek artan
bir eğilim olduğunu söyleyebilirim. Bu eğilim daha önce pek bilinmeyen lokal
öneme sahip dini mekânların daha da tanınmasına yol açtığı gibi, var olanların
da restorasyonuna ve daha da gelişmesine neden olmaktadır. Bununla bağlantılı
bir diğer eğilim ise, dini ve milli değerleri ele alan yayınlara karşı halkın
artan ilgisidir. Buna paralel olarak, bu konularda Kazak ve Özbek Türkçelerinde
çok sayıda kitap yayınlanmakta ve ilgiyle okunmaktadır. (Örneğin: Mirhaldaroglı,
1992; Buhari, 1993; Kojayev, 1997) Son yıllarda Türkistan şehrinin tarihine
ilişkin çalışmaların da yapıldığı görülmektedir.[7]
Türkistan ve çevresinde
çok sayıda ziyaret bulunmaktadır. Sadece Sayram Kenti bile bu konuda ayrı bir
araştırma konusu olabilir. Halk arasında da burada “sansız bab” yani sayısız
ziyaret olduğu ifade edilmektedir. Sovyet idaresi zamanında bir çoğu kapalı ve
bakımsız olan bu camiler ve ziyaretler bağımsızlık sonrasında halk tarafından
giderek artan oranda ilgi görmektedir. Buralarda artık molla, müftü, sofu, hoca,
imam, işan ve çırakçı olarak adlandırılan din görevlileri ve türbedarlar da
görev yapmakta ve bu mekânlar giderek daha bakımlı hale gelmektedirler.
Türkistan ve çevresinde hatta daha da genellersek tüm Orta Asya ve Kafkaslarda
Sovyet dönemi ardından dinî bir uyanış söz konusudur. Bu uyanışta yeni camilerin
yapılması kadar, evliya, ata, bab[8] (baba), batır[9] unvanlı ziyaretlere olan
halkın artan ilgisi de önemli rol oynamaktadır. Halk bu ziyaretler sırasında
orada bulunan din görevlilerinden veya çırakçıdan ziyaret ettiği yere ilişkin
bilgilerin yanı sıra dini bilgiler de almaktadır. (Bu ziyaretler hakkında örn.
bkz. Turısov, 1992; Mirhaldaroglı, 1997) Bu şekilde bugün artık bağımsız olan
eski SSCB topraklarında bilginin ve dinin yeniden inşa faaliyetinde bu kişiler
çok önemli işlevler görmektedirler. Sade halk, inanca ilişkin konuları onların
kanalıyla öğrenmektedirler ve bu süreç uzun süre de bu şekilde devam edecektir.
Araştırmacı olarak bize düşen yeniden yapılanan dini değer ve kurumları
gözlemleyerek, çok dinamik bu süreci ayrıntılarıyla anlayabilmek,
yorumlayabilmek ve karşılaştırabilmektir.
Zamansal ve Coğrafi
Yaygınlık Sorunu:
Yesevîlik araştırmaları
konusundaki en önemli sorun konunun kapsamlı olduğu kadar bu kapsamlı konunun
yüzyıllar yayılan zamansal ve coğrafi genişliği sorunudur. Bu zorluğu gidermenin
yolu da yine bilimsel yöntemle olanaklıdır. Değişik alanlarda uzman
araştırmacıların yapacakları uzun vadeli ve titiz çalışmalarla konunun
aydınlatılması söz konusudur. Yeter ki hem bu araştırmacılar konularında uzman
olsunlar ve hem de bu araştırmalara çalışmaları için gerekli bilimsel ortam ve
kaynaklar sağlansın. Bu zamansal ve coğrafi yaygınlık sorununun giderilmesinin
bir diğer yolu da farklı üniversite ve araştırma merkezlerinde bu konuda
araştırma yapan bilim adamlarının bilgi-belge ve görüş alışverişinde
bulunabilmeleridir. Bunun en olağan yolu da bu bilim adamlarını bir araya
getiren sempozyum, konferans, kongre vb. bilimsel toplantıların bu açıdan
değerlendirilmeleridir.
Ahmed Yesevî’nin büyük
hatırasına dayanılarak Türkiye ve Kazakistan devletleri tarafından kurulan Ahmed
Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nde bu konuların araştırılması için
Türkoloji Enstitüsü kurulması oldukça anlamlıdır. Yesevîlik gibi kapsamlı bir
konunun bu amaçla kurulmuş bir enstitü içerisinde, değişik bilim dallarında
uzman araştırmacılarca ve disiplinler arası bir bakış tarzıyla ele alınmasının
yararlı sonuçları olacaktır. Zamanla bu enstitü bilim dünyasına yeni bulgular ve
araştırmalar sunacak ve Yesevîlik araştırmaları konusunda dünyanın farklı
üniversitelerindeki bilim adamlarının da yararlanabileceği bir araştırma merkezi
durumuna gelecektir.
Yesevîliğin zamansal ve
coğrafi yaygınlığının bilimsel araştırmalar bakımından çeşitli zorlukları
olmasına karşın, yapılacak araştırmaların sonuçları bakımından da çok zengin
verilerin elde edilmesi ve bilim adamlarının hizmetine sunulması imkanını
yaratacaktır. Şöyle ki Yesevîlik, doğduğu yer olan Türkistan bölgesinden Türk
topluluklar aracılığıyla farklı coğrafyalara taşınmış, Orta Asya’dan Balkanlara
uzanan büyük coğrafi alanda zaman içerisinde kökleşmiştir. Bugün Türkiye,
Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Rusya Federasyonu, İran vd.
ülkelerin sınırları içerisinde yaşamakta olan Türk toplulukların yaşamlarında
Yesevîlik özünü yitirmeden, çok farklı kültürel dokular oluşturarak zengin bir
şekilde yaşamaktadır. Eğer bu büyük coğrafi alanda farklı adlar alsa da özü
Yesevîlik olan değerlerimiz bilimsel yöntemlerle ortaya konabilirse, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının tarihimiz ve
kültürümüze ilişkin başlattıkları bilimsel çabaların devamı yönünde önemli bir
adım daha atılmış olacaktır.
Yesevîlik
Araştırmalarında Kaynak Sorunu:
Yesevîlik konusundaki
verilerin önemli bir bölümü sınırlı sayıda olan yazılı kaynaklara dayandığından
yanlı bilgileri yinelemekten ve konunun sadece bir yönünü ele almaktan ve
genellemekten öteye gidememektedir. Burada öncelikle bu konuda sadece yazılı
kaynaklara dayanılarak yapılacak değerlendirme ve yorumların neden yetersiz
olacağını açıklamaya çalışacağım.
Merhum Prof. Dr. Fuat
Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı çalışması ve oradaki
kaynaklar Ahmed Yesevî ve Yesevîlik hakkındaki araştırmaların temeli
durumundadır. Rus alim Gordlevsky bile Ahmed Yesevî hakkındaki makalesinde
Köprülünün bu çalışmasını tamamlamaya çalıştığını ifade etmektedir. (Gordlevsky,
1932: 57) Köprülü bilge bir bilim adamı olarak daha sonraki yıllarda yaptığı
çalışmalarında önceki çalışmalarında var olan eksiklikleri hiç çekinmeden
belirtmiş ve bilim dünyasına bu konuda da örnek bir şahsiyet olarak geçmiştir.
Prof. Köprülü “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı çalışmasında, elinde o
zaman bulunan belgeler doğrultusunda, Bektaşi menakıpnamelerine ve
Velayetnâme”ye fazla itibar etmediğinden Yesevîlik ile Bektaşilik arasında
gerçek bir bağ olmadığını ifade etmişti: “...Ayinlerinde Türkçenin – Arapça ve
Farsça yerine – tarikat lisanı olması, tıpkı Yesevîler de olduğu gibi halk vezni
ve lisaniyle yazılmış sade Türkçe ilahilerin aralarında pek çok tutunması gibi
dış benzeyişlere rağmen Bektaşilikle Yesevîlik arasında hiçbir hakiki bağ mevcut
değildir...” (Köprülü, 1993a: 112) Ancak daha sonraki çalışmalarında elde ettiği
yeni belgeleri de dikkate alan Köprülü bu fikrini değiştirerek bunu
çalışmalarında özellikle belirtmiştir. Şöyle ki “... O halde artık Hacı Bektaş
Veli’nin tarihsel kişiliğini kaplayan meçhuliyet perdelerini kaldırmaya
başlayabiliriz. Bu tanınmış sufi hakkında şimdiye kadar yapılan Avrupa
araştırmaları, ona dair bilgilerin legendaire(rivayet türünden) bir mahiyette
olduğunu, Bektaşilik teşkilatına ancak miladi XVI. yüzyıldan beri tesadüf
edildiğini meydana koymuştu. (Jacob ve onu izleyenlerin görüşleri) Biz de “Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflarda bazı yeni belgelere dayanarak, Jacob’un
nazariyelerini tadil ve tashih ederek, bu zamanı yarım ve hatta bir yüzyıl daha
geriye götürme gereğini göstermiş ve Hacı Bektaş’ın VII. yüzyılda Anadolu’da
yetişmiş bir meczup olup, Osmanlı padişahlarıyla görüşmediğini, ve tıpkı bu
görüşmeler gibi kendisine isnat olunan “Makalat” ve “Vilayet-name”lerin sonradan
uydurulduğunu eklemiştik. Halbuki o zamandan beri elde ettiğimiz birtakım yeni
belgeler, oradaki görüş noktalarımızı da tadil gereğini ispat etti...Bektaşilik
araştırmaları için göz önünde tutulacak bir nokta da, şimdiye kadar tamamen
uydurma sayılan “Vilayet-name”nin her halde tarihsel bir esasa dayandığı
meselesidir. Kuvvetli bir tarihsel eleştiriye tabi tutmak suretiyle ondan büyük
yararlar sağlanabileceğini “Bektaşilik Tarihi” adıyla hazırladığımız eserde
bizzat denedik...” (Köprülü, 1995b: 8-9) Yine Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar” adlı çalışmasından sonra yayınladığı İslam Ansiklopedisi’ne
yazdığı ve “Edebiyat Araştırmaları” adlı kitabında da yer alan “Ahmed Yesevî”
hakkındaki makalesinde de önceki çalışmalarındaki bazı eksiklikleri şu şekilde
düzelme gereği duymakta ve Yesevîlik konusundaki araştırmalarda izlenecek yolu
açıkça göstermektedir: “...Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ı yazarken, gerek
Ahmed Yesevî’nin sofîyane şahsiyetini, gerek Yesevî tarikatının hüviyetini
tamamıyla Nakşibendî kaynaklarının gösterdiği şekilde tasvir etmiştim. Halbuki
Babaî, Haydarî ve Bektaşî ananelerinin Ahmed Yesevî hakkındaki rivayetleri
şüphesiz tarihi hakikate daha yakındır. İlk Mutasavvıfların neşrinden sonra
Bektaşiliğin menşeleri hakkında yaptığım araştırmalar ve elde ettiğim yeni
vesikalar bana bu hususta katî bir kanaat vermiştir. Binaenaleyh burada Ahmed
Yesevînin tasavvufi şahsiyeti ve Yesevi ye tarikatının ilk asırlardaki hususi
karakteri hakkındaki verilecek izahat ilk mutasavvıflardakinden tamamıyla farklı
olacaktır... ” (Köprülü, 1993b: 212) O halde demek oluyor ki Köprülü’nün bizzat
kendisi “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” kitabında yazdıklarının büyük
ölçüde Nakşibendi kaynaklarına özellikle de Hazinî’nin “Cevâhiru’l-Ebrâr Min
Emvâc-ı Bihâr” adlı eserine dayanılarak yazıldığını ve bunun yanlışlığını
anladığını ve İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Ahmed Yesevî” maddesinde bu
yazdıklarının dışında kaynakları esas aldığını belirtmektedir. Burada Köprülü bu
konuda çalışacak bilim adamlarına konuya nasıl bakılması gerektiğini bizzat
kendi çalışmalarıyla göstermektedir. Ancak ne hikmetse bu öğüdün bu zamana kadar
pek tutulmadığı da açıkça ortadadır. Ayrıca Melikoff ve Gordlevsky gibi
araştırmacılar da Bektaşiliğin, Yeseviliğin Anadolu’daki mirasçısı olduğunu
ifade etmektedirler. (Melikoff, 1993: 157; Gordlevsky, 1988: 322)
Yesevîliğin Bektaşi
menkıbe, gelenek vb. ananeleri doğrultusunda incelenmesi henüz yapılmış
değildir. Merhum Köprülü’nün de yıllar önce belirttiği gibi Ahmed Yesevî ve
Yesevîlik ancak bu kaynaklarla doğruya en yakın bir şekilde anlaşılabileceği
gibi, Anadolu Türkleri ile onların yüzyıllardır bağlantılı olduğu diğer Türk
topluluklarla olan sosyo-kültürel yakınlıklarını anlamanın yolu da bu konuya
doğru bir bakışı zorunlu kılmaktadır. Bize göre Yesevîlik üzerine çalışan
araştırmacıların birçoğunun çalışmalarında bilerek veya bilmeyerek, Prof.
Köprülü’nün sonraki yıllarda yaptığı ve yukarıda alıntılarını verdiğim
düzeltmeler dikkate alınmamıştır. Örneğin, Hazinî’nin “Cevâhiru’l-Ebrâr Min
Emvâc-ı Bihâr (Yesevî Menakıbnamesi)” eserini yayınlayan Cihan Okuyucu’nun bu
kitaba yazdığı girişte Prof. Köprülü’nün sonra yazdığı makalelerinde dile
getirdiği yeni düşüncelerine değinmeden “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”
kitabını esas alması da oldukça dikkat çekicidir. Oysa bu yeni bulguların ifade
edilmesi bu yayınlanan eseri önemsiz kılmazdı.
Bir an için bir “Yesevî
Menakıpnamesi”nin Köprülü’nün “müteassıb Sünnî Nakşibendi dervişi” olarak
nitelediği (Köprülü, 1972: 143) Tacikistanlı ve Nakşibendî olan Hazini değil de
Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı bir Baba veya Dede tarafından yazıldığını
düşünelim. Hiç kuşkusuz Yeseviliğe ilişkin bilgiler Hazinî’nin eserinden çok
daha farklı bilgiler içerecekti. Kaldı ki Hazinî o kadar tutucu fikirlere
sahiptir ki “...Padişah hariç Rum (Anadolu) halkını maneviyata ilgisizlikle
suçlamaktadır...” (Okuyucu, 1995: V) Nakşibendiliği benimsemiş ve doğal olarak
eserine de yansıtmış Hazinî’nin Anadolu’daki atalar, babalar aracılığıyla İslami
benimsemiş halk topluluklarına olumlu bakmamasını olağan karşılamak gerekir.
İşte bütün bu gerçeklere karşın Hazinî’yi esas almak suretiyle Yeseviliği
anlamak ve anlatmak bilimsel değil ancak duygusal olsa gerek.
Yesevilik
araştırmalarında dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise Ahmet Yesevi’nin
yaşadığı dönem ve yakın dönemlere ilişkin bilgiler veren Arap, Rus, Avrupalı vd.
seyyahların verdikleri bilgilerin titiz bir şekilde incelenmesi gerekliliğidir.
Uzun dönem Sovyet idaresinde kalan bölgeye ilişkin Sovyet araştırmacıların
çalışmalarının da elde edilerek incelenmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak Yesevîliği
anlamanın yolu objektif bir bakış açısı ile doğru kaynakları esas almaktan
geçmektedir. Yesevîliğe ilişkin sözlü ve yazılı bütün bilgi ve belgeler
toplanmalı, daha sonra bu bulgular disiplinler arası bir bakış ile
değerlendirilmelidir. Bana göre din bilim, sosyoloji, tarih, antropoloji,
halkbilim gibi değişik alanlarda uzmanlardan oluşan bir bakış açısı ile konunun
anlaşılabilmesi mümkündür. Değişik kütüphanelerde bulunan Divan-ı Hikmet
yazmaları, Yesevîlikle ilgili bilgiler içeren Nakşî ve Bektaşî menakıpnameleri
ve Türk topluluklar arasında bugün hala yaşayan Yesevîlikle ilgili bilgiler
öncelikle ulaşılması gereken bilgilerdir. Bunlar konumuz açısından birincil
kaynaklardır. Bunlardan sonra ise Yesevîlik konusunda bilgiler içeren her türlü
kitap, makale ve yayınlar gelmektedir. Bu bulguların belli bir merkezde
toplanması aynı zamanda Yesevîlikle ilgili bütün kaynakların toplandığı bir
araştırma kitaplığının da oluşmasını sağlayacaktır.
YANLI BAKIŞ
SORUNU
Bize göre bugün
Yesevîlik araştırmalarının önündeki en önemli sorun yukarıda da kısmen
değindiğimiz tarafgirlik sorunudur. Bu konuda çalışan üniversite içinden veya
dışından araştırmacılar konuya taraflı baktıkları sürece pek fazla bir yol
alınamayacağı muhakkaktır.
Bu tarafgirlik
araştırmacıların etnik veya dinsel mensubiyetlerinden kaynaklanabileceği gibi,
konunun yayıldığı coğrafi ve zamansal genişliğine hakim olamamaktan da
kaynaklanmaktadır. Araştırmacı ya Yeseviliği kendi dini, etnik kimliği
doğrultusunda ele almakta veya belli dönemler ve coğrafi alanlar konusunda
yoğunlaşmış olmasından dolayı konunun bu yönünü genelleyerek belli sonuçlara
varmaktadır. Bir diğer sorun da bu konuda var olan boşluğu doldurmak üzere
aceleci yargılarda bulunulmasıdır. Yesevîlik konusunda şimdilik kesin
ifadelerden kaçınmakta yarar vardır. Şöyle ki, konunun bir çok tarihi yönü tam
olarak aydınlanmamış ve Ahmet Yesevî’ye atfedilen hikmetlerin edisyon kritiği
bile tam olarak yapılmamıştır. Kaldı ki bu hikmetlerin bir bölümünün Ahmet
Yesevi’den sonraki devirlerde yazıldığını anlamak için sözlerine bakmak yeterli
olacaktır.
Yesevîlik konusunda
çalışan akademisyenlerde çeşitli önyargılarının olması ve bunu doğal olarak
araştırma sonuçlarına yansıtmaları, yapılan çalışmaları kısa vadede olmasa bile
orta ve uzun vadede mutlaka tartışmalı hale getirecektir. Örneğin bu konuda
yanlı bakışa ilişkin Prof. Ocak’ın şu değerlendirmesi dikkat çekicidir: “İşte
Türklerin İslam’ı kabulü, bu kabulün tasavvufi bir nitelikte vuku bulduğu gibi
çok önemli bir olayın bugüne kadar, genel ve ütopik çerçevelerin ve siyasî tarih
sınırlarının dışına çıkılarak bütün yönleri ve teferruatı ile gerçekçi bir
biçimde yetmiş yıldan beri hala incelenememiş olması Türk tarihçiliği ve
ilahiyatçılığı adına doğrusu çok şaşırtıcıdır. Türkiye’de muhafazakar tarihçilik
ve ilahiyatçılık anlayışı bu meseleyi hep teğet geçmiş ve yaptığı araştırmalarda
İslam’ın yayıldığı yerlerdeki eski kültürleri, özellikle dini-mistik kültürleri,
bu kültürün sos yo-ekonomik altyapısını ve hele bunların oralar halkının İslamî
anlayış ve yorumları üzerindeki etkilerini bazen bilerek görmezlikten gelmiş,
bazen farkına varmamış, vardıysa önemini kavramamış yahut ciddi ve derinlemesine
bir şekilde incelemekten hep kaçmıştır. Bunun yerine, problemsiz dört başı
mamur, her zaman ve her yerde ideal Ehl-i Sünnet kalıplarına uygun mükemmel bir
İslamlaşma sürecini varsaymış, yorumlarını hep bu varsayım üzerine bina
etmiştir.” (Şeker - Yılmaz, 1996: 589-590) Türkiye’de konuyla ilgilenen
ilahiyatçı ve edebiyatçı akademisyenlerin çoğu işte bu yukarıda özetlenen
şekilde meseleyi ele almıştır. Bu görüşe göre “Ahmet Yesevî,
Sünniliğin/Hanefiliğin ihyası için uğraşmış bir tarikat kurucusudur”. Bu yönde
birkaç örnek alıntı meseleyi daha rahat anlamamızı sağlayacaktır: “Mürşidi Şeyh
Yusuf Hemedani gibi Ahmed Yesevî de Hanefî Sünnî bir alimdir...Bir inanç sistemi
ve yaşama biçimi olan Yesevîyye tarikatının temelinde iki şey bulunmaktaydı.
Bunlar “ilim ve hikmet” ile “Hanefî fıkhı”dır...” (Canım, 1996: 10)
“...Hikmetler tahlil edildiğinde görülür ki, bunların hemen hemen bütününe türlü
ifadelerle yansımış ve sinmiş olan ruh, dolayısıyla Yesevilik tarikatının
esasını teşkil ettiğinde şüphe bulunmayan öz şeriata ve ehl-i sünnet mezhebine
tam bağlılıktır...” (Tulum, 1999: 206-207) “...Bir mürşit ve ahlâkçı hüviyetiyle
onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının adap ve erkânını
öğretmeye çalışmak, İslâmiyet’i Türklere sevdirmek, Ehl-i sünnet akidesini
yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur... İslam şeriatına ve Hz.
Peygamberin sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevi’nin şeriat ile
tarikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünni Türkler arasında süratle
yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir
etmesinin başlıca sebebi olmuştur...” (Eraslan, 1989: 161) “...Ahmet Yesevî de
tıpkı mürşidi Yusuf Hemedânî gibi Hanefî mezhebinde bir fatih, bir şerîât âlimi
olduğundan şerîâtla tarikât daima kaynaşmıştır...” (Anonim, 1986: 45) Konunun
çerçevesi ve sınırları bu şekilde çizildikten sonra ne yazık ki geriye sadece bu
çerçevenin içini dolduracak olan verilerin ele alınması kalmaktadır.
İslam’ın benimsenmesi
esnasında ve sonrasında ortaya çıkan inançlar arası ve kültürlerarası
etkileşimin görmezden gelinmesi doğal olarak meseleleri anlamamızı
zorlaştırmaktadır. İslam da yayılması sırasında pek çok yerel inanç ve kültürü
benimsemiş kendi bünyesi içerisine almıştır. Bunda garipsenecek veya rahatsız
olunacak bir durum yoktur. Eski Türk inançları ve gelenekleri yeni din
içerisinde yaşamayı sürdürmüştür. Artık onun bir parçası olmuştur ve bugün bile
bu inanç ve geleneklerin yaşamakta olanları bulunmaktadır. Bunu görmek için halk
inanç ve geleneklerine genel bir bakış bile yeterli olacaktır. Ahmet Yesevi’nin
hikmetleri içerisinde eski Türk inançları ile bağlantılı birçok unsur dikkat
çekmektedir.[10] Biz Yesevîlik konusuna ilişkin yanlı bakış meselesine bazı
sorularla karşılık vermek istiyoruz. Eski Türk inançlarından kamlık, Gök Tanrı
kültü, atalar ve doğa kültleri gibi inançların bugün Türkler arasında değişik
şekillerde hala yaşıyor olmasını görmezden gelmek mümkün müdür? Bektaşi
kaynaklarında yeralan Ahmet Yesevî’ye ilişkin bilgileri görmezden gelmek mümkün
müdür? Yeseviliğin sadece Sünni topluluklar değil Anadolu’da Alevi-Bektaşi
topluluklar eliyle de yaşatılıyor olmasını görmezden gelmek mümkün müdür?
Anadolu’daki Alevi Ocakları ile Ahmet Yesevî arasındaki ilişki ve bunun
yüzyıllardır yaşatılıyor olmasının hiçbir önemi yok mudur?
Bu konudaki örnekler
arttırılabilir. Ahmed Yesevî’nin halifelerinden olan ve Sûfî Danişmend’e
atfedilen Mir’atü’l-Kulûb adlı eserde “...Rasulullah (s.a) buyurur ki: Ölmeden
evvel ölünüz....” (Tosun, 1997: 73) “...Nitekim Hz. Peygamber (s.a) buyururlar:
(Hak Teâlâ) sizin sûretlerinize bakmaz ama kalplerinize bakar. Ve yine şöyle
buyururlar: Müminin kalbi, Rahmân’ın Arş’ıdır ve müminin kalbi Râhman’ın evidir.
Hz. Peygamber (s.a) lütfedip böyle buyurdular...Binâenaleyh, bu özellikteki
gönül belki Kâbe’den daha üstün olur, onun için Kâbe’yi Hz. İbrahim binâ etti,
gönlü ise Rabbü’l-celîl binâ etti. Bu görünen Kâbe’ye tüm yaratıklar nazar eder
ama gönle (sadece) Hak Teâlâ nazar eder...” (Tosun, 1997: 74) ifadeleri yer
almaktadır. Bu ifadeler Alevi-Bektaşi geleneğinde var olan esaslarla uyum
içerisindedir. Şöyle ki “ölmeden evvel ölmek” ve “gönül Kâbe'si” Alevi-Bektaşi
ozanlarının deyişlerinde sık sık geçer. Menakıp ve Buyruk kitapları da bu
konulara özellikle dikkat çekerler.
İmam Hüsâmeddîn Hüseyin
b. Ali Sığnakî (Öl. 1311) tarafından yazılmış olan ve Ahmed Yesevi’ye ilişkin
menkıbeleri içeren en eski eser Menakıp-ı Ahmed-i Yesevî adlı eserdir. Bu eserde
yer alan şu ifadeler de dikkat çekicidir. “...Biliniz ki, Şeyh Ahmed Yesevî 170
kâmil ve mükemmel pîre hizmet edip icâzet, tarîkat ruhsatı ve talîmât almış,
onların her birinden hırka giymiş, ayrıca cehrî zikir, semâ ve raks izni
almışlardı....avam halkın irşat usûlünü öğrenip abdallar zümresinden oldu ve
çehâr darp vurdular (saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kestiler)...40 sene
Kalenderîler ile seyahat edip, abdâllar, evtâd, Hızır ve İlyâs ile arkadaşlık
ettiler... ” (Tosun, 1998: 78-79) Yine aynı eserde yer alan “...Tekkelerinde
kadın erkek (birlikte) raks ederlerdi (zikir eşliğinde semâ ederlerdi). Ansızın
Arap (ülkeleri) yönünden bir cemaat kırk dervişle birlikte geldiler. Halife
Ahmet’e: “Kadın erkek zikir ve semâ ediyorlar, bu nasıl olur? diye sordular.
Halife Ahmed bir ateşi pamuğa sardı, kutuya koyup ağzını kapattı ve onların
eline verdi. Onlar kendi memleketlerine döndüler. Mısır’ın (bir) şehrinde, büyük
camide, kalabalık bir insan topluluğu içinde (kutuyu) açtılar. Gördüler ki ateş
pamuğa zarar vermemiş hatta hiç tesir etmemiştir. Dediler ki: Hâce Ahmed bize
bir işaret verdi yani “bizim sohbetimizde kadın erkek işte böyledir” (beraber
olmaları gönüllerine zarar vermez) demek istedi. Arap şeyhleri: “Halife Ahmed
bizim pîrimizdir” dediler.” (Tosun, 1998: 79) ifadelerinde de Anadolu’daki
Alevi-Bektaşi geleneğinin bugün hala yaşattığı ritüellere ilişkin izler
görmekteyiz. Eski Türk geleneklerdeki kam-ozan geleneğinin temelini oluşturan
müzik (kopuz) ve söz birlikteliği bugün Alevi-Bektaşi topluluklarda ibadette
(Ayin-i Cem) bile saz ve söz birlikteliği şeklinde yaşamaktadır. Yine zikir
benzeri özellikler, sema/semah ve kadın erkeğin ibadete birlikte katılması da
Alevi-Bektaşi ibadeti olan cemlere has özelliklerdir.
Türk Dünyasına Ahmet
Yesevi’nin etkileri ve zamanla bu etkilerin yaşadığı değişmeler konusu da
oldukça büyük önem taşımaktadır. Alan araştırmalarım doğrultusunda
söyleyebilirim ki Anadolu’da kendini Ahmet Yesevi Ocağı’ndan sayan topluluklar
olduğu gibi, onun öğrencisi Hacı Bektaş Veli’yi ser çeşme kabul eden büyük bir
halk topluluğu bulunmaktadır. Daha önce Anadolu’da ve/veya dünyanın başka
yerlerinde bu konularda yapılan araştırmalar ile Kazakistan’daki toplumsal
yapıda var olan benzerlikler ve farklılıklar bilimsel teknikler (özellikle
sosyolojik ve antropolojik yöntemler) kullanılmak suretiyle incelenmelidir. Bu
incelemeler kütüphane ve kaynak çalışmasının yanı sıra katılımcı gözleme dayalı
alan araştırmaları ile desteklenmeli ve bu şekilde yayınlanmış kaynaklardaki
verilerin de test edilmesi söz konusu olmalıdır. Bu bağlamda Türkistan ve
çevresi coğrafyada varolan inançlarla ilgili pratikler, yaşam tarzları,
oluşturulan sosyal kurumlar (Örn. aile ve din) ve bu kurumların zaman içerisinde
gerçekleştirdikleri işlevler, menkıbeler vb. sözlü veriler gibi verileri ana
hatlarıyla saptamak, betimlemek, anlamak ve yorumlamak gerekmektedir.
Aradan geçen yüzlerce
yıl, bugün Anadolu ve Balkanlar’ın çeşitli bölgelerinde yaşamakta olan Türk
topluluklara anayurtlarından taşıyarak yaşattıkları Yesevîliğe ilişkin
geleneklerini unutturamamıştır. Yaptığım alan çalışmalarından biliyorum, Tokat,
Sivas, Tunceli, Elazığ, Erzincan ve Malatya’da Ahmed Yesevî ile menkıbeler
halkın zihninde bugün olmuş canlılığını korumaktadır. Örneğin Tokat ve
çevresinde etkin olan Alevi Ocaklarından Hubyar Ocağı’na adını veren Hubyar
Sultan’ı, Ahmed Yesevî’nin okuttuğuna ve yetiştirdiğine inanılmaktadır. Ahmed
Yesevî ve Hubyar Sultan’a ilişkin menkıbeler nesilden nesil'e aktarılarak
günümüze dek ulaşmıştır. Yine Doğu Anadolu bölgesindeki Alevi ocaklarından
birinin adı, “Ahmed Yesevî Ocağı” olup, kendilerini Ahmed Yesevî soyuna bağlayan
dedesoylu aileler bulunmaktadır. Anadolu’da birçok Dedelerle yaptığım
görüşmelerde çeşitli ocaklara adını veren erenlerin Ahmed Yesevî ile olan
bağının vurgulanması da oldukça anlamlıdır.[11]
Sonuçta Yesevîlik
konusunda sınırlı sayıda yazılı kaynağın olması, Menkıbevi ve/veya sözlü
gelenekten elde edilen kaynaklardan yararlanılamaması ve konuya belli açılardan
bakılması tarafgirliğe yol açan nedenlerdendir. Bu sorunu gidermenin yegane yolu
değişik bilim dallarının devreye girmesi ve konuya disiplinler arası bir bakışın
getirilmesi ile mümkündür. Konuya sadece belli perspektiften bakmak sorun
yaratmaktadır. Türkiye’de akademik çevrelerde daha çok edebiyatçılar ve
ilahiyatçıların konuya eğildiği görülmektedir. Bu durum konunun sosyolojik,
folklorik, antropolojik ve tarihi yönlerinin çok az ele alınması sonucunu
doğurmuştur. Örneğin konuya yönelik dini bir bakış açısı olayı sadece
Nakşibendilikle ilişkilendirmekte ve konu buradan öteye gidememekte adeta
tıkanmaktadır. Yine bu bakış açısıyla ilgili önemli bir nokta ise yukarıda da
ifade ettiğim, Şamanlık vb. eski Türk inançlarının Yesevîlikteki yeri ve
İslamlaşmadan sonra da Türkler arasında biçim değiştirmek suretiyle de yaşamağa
devam ettiği gerçeğinin görmezlikten gelinmesidir. Türkler islamı benimsemişler
ancak Şamanlık, atalar kültü, doğa kültleri vb. eski inançlarını da
bırakmamışlardır. Bu konuların ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir.
Yesevîlik Araştırmalarında Sözlü Geleneğin Önemi
Sadece yazılı
kaynaklara baktığınız zaman orada büyük ölçüde kentlerde hakim seçkinlerin
anladığı ve sunduğu Yeseviliği bulabiliriz. Göçebe, yarı göçebe ve eğitim
kurumlarından yoksun içine kapanık yaşam şeklini yüzyıllardır yaşata gelmiş halk
topluluklarının anladığı ve yaşattığı Yeseviliği bu yazılı kaynaklarda
bulamayız. Eğer bugün Yesevîliğe dair birtakım özellikler Türkler arasında hala
yaşıyorsa bu yine ata geleneklerine, edebiyatlarına titiz bir şekilde sahip
çıkan bu sade halk kitlelerinin sayesindedir. Halk zihninde ve sosyal yaşamının
her alanında yaşamakta olan Yesevîlikle ilgili unsurların, farklı coğrafyalarda
yaşayan bu halk toplulukları gözlemlenerek ortaya çıkarılması gerekmektedir.
Sözlü geleneğe ilişkin verileri toplamanın ve değerlendirmenin de kendine özgü
sorunları bulunmaktadır. 1929 yılında Türkistan’ı ziyaret eden Gordlevsky bunu
şu şekilde ifade etmektedir: “Koşullar dinsel etnografik şekliyle bakmak için
pek iyi değil. İnsanların arasındaki güvensizliği ve şüpheyi kaldırmak için çok
zamana gerek var ve ben Türkistan şehrinde iki gün kaldığımda çok az malzeme
toplayabildim. İnsanlar rivayetlerin kötü koruyucularıdır. Rivayetleri bilen
susuyor. İyi bir koruyucu ile karşılaşmadım...” (Gordlevsky, 1932: 57)
Prof. Köprülü “Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı çalışmasında Ahmed Yesevî ve Yesevîlikle
ilgili olarak Nakşibendi kaynaklarını esas almakla birlikte özellikle Ahmed
Yesevi’nin Menkıbevi hayatını anlatırken (Köprülü, 1993a: 27-59) Bektaşi
menakıpnamelerinden de sık sık alıntı yapmaktadır. Köprülü’nün sonradan yazdığı
ve yukarıda alıntı yaptığımız üzere Bektaşi kaynaklarına göre, Ahmed Yesevî ve
Yesevîlik bilgilerinin yeniden değerlendirilmesinin zamanı gelmiştir. Bu konuda
da Köprülü’nün yıllar önce ifade ettiği gibi: “...Yeseviyye’nin ilk teşekkülüne
ait bilgimizin yetersiz oluşu yüzünden, onu iyi anlamak için menkıbelere
başvurmak zorundayız...” (Köprülü, 1972: 144)
Burada Yesevilik
araştırmalarında sözlü geleneğin önemini göstermek üzere Türkiye’deki Yesevi
Yolu izbasarları olan Alevi-Bektaşilerden söz etmek istiyorum. Anadolu’daki
Alevilik ve Bektaşiliği, tarihsel ve sosyal koşulların doğal bir sonucu olarak,
yazılı olmaktan çok sözlü geleneğe dayalı eski inançların İslami şekiller
altında yaşamaya devam ettiği bir halk İslam'ı olarak tanımlayabiliriz. Bu
topluluklar yüzyıllarca sosyal ve siyasal nedenlerle kırsal alanda kapalı bir
toplumsal yaşam sürmek durumunda kalmışlar ve bu durumun doğal bir sonucu olarak
kendine özgü toplumsal kurumlarıyla temelde sözlü anlatım geleneğine
dayanmışlardır. Sözlü geleneğin etkisinin, Alevî gruplara nazaran kasaba, şehir
vb. daha gelişmiş alanlarda yaşayan Bektaşî gruplarda da aynı şekilde var
olduğu, ancak onlarda yazılı kaynakların daha fazla olduğu bilinmektedir.
Yesevîliği Anadolu’ya
getirenler Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Geyikli Baba ve Sarı Saltık gibi
dervişler olmuştur. İkisi de bugün Alevi-Bektaşi kitlelerin büyük saygı duyduğu
erenlerdir. XV. yy.ın sonlarında Firdevsî tarafından yazılmış olan Menakıp-ı
Hacı Bektaş-ı Veli veya Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnâmesi adlarıyla bilinen eser
Yesevîlikle ilgili bilgi veren en önemli eserdir. Hacı Bektaş-ı Veli
Velayetnâmesi, yine Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen Kitabu’l-Fevaid adlı eser ve
Hacım Sultan Velayetnâmesi Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş-ı Veli bağını ortaya
koyan önemli kaynaklardır. Velayetnamelerde Ahmed Yesevî’ye gösterilen sevgi
başka yerde yoktur. Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnâmesi’nde Hacı Bektaş-ı Veli’nin
Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Lokman Perende’nin halifesi olduğu belirtilir.
Türklere has bu tarikat olan Yesevilik ve Bektaşilikte ibadetlerde kullanılan
dilin Türkçe oluşu, zikir meclislerine kadınlarla erkeklerin birlikte katılması,
Türk halk vezniyle ve diliyle yazılmış ilahilerin büyük rağbet görmesi,
kadınların çarşaf giymemesi gibi adetlerle, kuş (turna veya güvercin) donuna
girip uçmak, kayaları ve taşları harekete geçirmek ve münafıkları hayvan şekline
koymak gibi menkıbeler her iki tarikatın ortak noktalarından sadece birkaçıdır.
(Mürsel Öztürk, 1998: 222)
Alevi-Bektaşi
köylerinde yapılan araştırmalarda, daha çok Dede evlerinde ve tanınmış
dergahlarda ve bazı tanınmış kitaplıklarda genel olarak şu kitapların var
olduğunu bilinmektedir. (Daha ayrıntılı bilgi için bkz.: M. Yaman, 2000:
XI-XIII) Bunlar elyazması olabildiği gibi Osmanlı son döneminde matbaada
basılmış olanları da vardır. Ayrıca Alevî-Bektaşîlerde bulunan kitapların
adlarını Birge, Yusuf Ziya, Yılmaz, Çağatay, Gölpınarlı ve İsmail Hakkı gibi
araştırmacıların da ifade ettikleri bilinmektedir. (Birge, 1982: 60; Yusuf Ziya,
1930: 78-79; Yılmaz, 1948; 56, 101; Çağatay, 1993: 671; Gölpınarlı, 1936; 389;
İsmail Hakkı, 1935: 56) Alevî-Bektaşîlerde bulunan kitapların Yesevîlik
konusunda veriler elde edilebilecek olanlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
-
“Cönk” ve “Divan” kitapları: Alevi Ozanlarının nefes ve deyişlerinin yer aldığı kitaplardır.
-
“Buyruk” kitapları: İmam Cafer ve Şeyh Safiyûddin Erdebilî’ye atfedilen Buyruklarda Alevi-Bektaşiliğin inanç esasları yer alır.
-
“Velayetname”, “Makalat” ve “Fevaid” kitapları: Velayet-name-i Hacı Bektaş-ı Veli ve Fevaid Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyunu, Ahmed Yesevî ile bağını, müritleri ve diğer erenlerle yaşadığı olayları menkıbevi bir şekilde konu alır. Makalat-ı Hacı Bektaş-ı Veli ise daha çok dinsel konuları işler. Fevaid ise öğütlere yer verir.
-
Seyyid Ali Sultan, Hacım Sultan, Şücaettin Veli, Demir Baba, Otman Baba, Koyun Baba, Virani Baba gibi erenlerin menkıbelerini anlatan risale, menakıpname ve velayetname kitapları:
Şüphesiz yukarıda
verilen bu geleneksel kaynaklardan Yesevîliğin Anadolu’da nasıl bir dönüşüme
uğradığı yolunda önemli bilgiler elde edilebilir. Yarı-tarihi ve menkıbeyi
kaynaklardan da bilimsel bir inceleme ile çok önemli bilgilerin elde edileceğini
Köprülü yukarıda alıntı yaptığımız “Bektaşiliğin Menşe’leri adlı makalesinde
açık bir şekilde ifade etmekteydi. Köprülü burada menkıbeyi bilgilerin yer
aldığı eserlerden de yararlı veriler elde edebileceğini ifade etmiş olmaktadır
ki, birçok konuda bu uygulanmalıdır. Bu zamana kadar ne yazık ki yukarıda
sunduğumuz ve yüzyıllarca geleneksel Alevi yörelerinde başvuru kaynağı olmuş bu
kaynaklardan araştırmacılarca tam anlamıyla yararlanılmamıştır, hatta uzmanlarca
birçoğu günümüz Türkçesiyle karşılaştırılmalı ve bilimsel olarak henüz
yayınlanmış değildir.
Sadece elyazması veya
basılı olan geleneksel kaynakların incelenmesi yeterli olmamakta dili, kültürü,
inancı yaratan, yaşayan ve yaşatan insan topluluklarının da bunları nasıl
yaşattıklarına bakılmalıdır. Kaynaklarda yer alan bilgiler halkın yaşattığı
değerlerle birlikte incelenmediği sürece eksik olmaktan kurtulamayacaklardır. O
halde Yesevîliğin anlaşılabilmesi bakımından hem metinlerin hem de sözlü
geleneğin incelenmesi sağlıklı bilgilere ulaşabilmemiz bakımından
zorunludur.
Yesevilik Bibliyografyasının Hazırlanması
Yesevîlik konusunda
yapılacak çalışmaların bir diğer boyutu da bibliyografya konusudur. Çeşitli
dillerde yapılabilecek taramalarla Ahmet Yesevi hakkında kapsamlı bir
bibliyografya çalışmasına büyük bir ihtiyaç vardır ve en kısa zamanda
gerçekleştirilerek kitap olarak yayınlanmalıdır. Bu amaçla,
1.Dünyanın farklı
üniversite ve araştırma kurumlarında bu konuda çalışan bilim adamlarından da
yardım istenmelidir. Bunun için yazışmalar yapılmalıdır.
2.İnternette Ahmet
Yesevi ve onunla ilgili konularda geniş bir tarama yapılmalı, basılı ve yazma
eserlerin yanı sıra online kaynaklar ve internette konuyla ilgili var olan
siteler ve makaleler de yayınlanacak bibliyografya çalışmasının içinde yer
almalıdır. Hatta olanak olursa internette Yesevîlik araştırmaları yayınlanmalı,
çalışmalar üniversitelerin sitelerinde oluşturulacak bir bölümde bilim dünyasına
sunulmalıdır.
3.Kazakistan, Türkiye
ve diğer ülkelerdeki Üniversite ve diğer kitaplıklarda bu konuda tarama
yapılabilecek araştırmacılar bulunmalı ve yardım istenmelidir.
4.Bibliyografyada
bulunan kaynaklar farklı dillerde olacağından bu konuda farklı dilleri bilen
uzmanlardan oluşan bir komisyona gereksinim olacaktır.
5.Toplanan
bibliyografik veriler alanında tanınmış bibliyografya kitapları incelenerek
düzenlenmeli ve uluslararası standartlarda hazırlanmalıdır. Bu veriler bu konuda
kullanılan bibliyografya programlarından da yararlanılarak bilgisayara
girilmelidir ve bu şekilde sınıflandırılması daha da kolay olabilecektir.
6.Bibliyografik veriler
konularına, yazar soyadına, veya türüne göre çeşitli şekillerde
sınıflandırılarak verilmeli ve bu çalışmanın sonunda mutlaka bir indeks de yer
almalıdır. Yayınlanacak kitaptaki giriş bölümü değişik dillerde verilmeli ve bu
şekilde dünyadaki farklı üniversitelerin öğretim üyelerinin yararlanabilmesi
kolaylaştırılmalıdır.
Sonuç
Yesevîlik
araştırmalarına yönelik çalışmalar yapısı gereği uzun vadeli planlanmalıdır.
Konunun kapsamı ve disiplinler arası niteliği bunu gerektirmektedir. Bu şekilde
çok daha verimli çalışmalar yapılacağı muhakkaktır. Kısa vadede yapılması ve
sonuç alınması düşünülen çalışmaların başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır.
Özellikle
Kazakistan’daki ve diğer Türk dünyasındaki üniversitelerde öğrenim gören mastır
ve doktora öğrencileri Ahmet Yesevi ve Yesevi Yolu hakkında yapılacak
araştırmalara özendirilmelidir. Ancak bu şekilde konunun gelecekteki uzmanları
yetişebilecektir. Günümüzde Ahmet Yesevi ve etrafında oluşmuş değerler üzerinde
uzmanlaşmış araştırmacılara ihtiyaç bulunmaktadır. Ahmet Yesevi ve Türkistan ve
çevresi tarihi, edebiyatı ve halkbilimine ilişkin sözlü ve yazılı kaynaklar
üzerinde yapılacak çalışmalar teşvik edilmelidir.
Sonuç olarak bugün
yazılı kaynakların yanı sıra, Türk topluluklar arasında sözlü geleneğe yönelik
sosyolojik, antropolojik ve disiplinler arası araştırmalar yapılmaksızın
Yeseviliğin Türk Dünyasının farklı coğrafyalarındaki etkileri anlaşılamaz. Halk
zihninde ve sosyal yaşamının her alanında yaşamakta olan Yesevîlik hakkındaki
verilerin, farklı coğrafyalarda yaşayan bu halk toplulukları gözlemlenerek
ortaya çıkarılması gerekmektedir. Daha önce Anadolu’da ve/veya dünyanın başka
yerlerinde Yesevîlik hakkında yapılan araştırmalar ile Türklerin yaşadığı
bölgelerdeki toplumsal yapıda var olan benzerlikler ve farklılıklar bilimsel
teknikler (özellikle sosyolojik, antropolojik ve folklorik yöntemler)
kullanılmak suretiyle incelenmelidir. Bu incelemeler kütüphane ve kaynak
çalışmasının yanı sıra katılımcı gözleme dayalı alan araştırmaları ile
desteklenmeli ve bu şekilde yayınlanmış kaynaklardaki verilerin de test edilmesi
söz konusu olmalıdır. Bu bağlamda Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar ve diğer Türk
toplulukların bulunduğu alanlarda var olan inançlarla ilgili pratikler, yaşam
tarzları, oluşturulan sosyal kurumlar (Örn. aile, din...) ve bu kurumların zaman
içerisinde gerçekleştirdikleri işlevler, menkıbeler vb. sözlü veriler gibi
verileri ana hatlarıyla saptamak, betimlemek, anlamak ve yorumlamak
gerekmektedir. Ahmet Yesevi ve onun temellerini attığı değerler bizim
geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu
konularda yapılacak araştırmaları desteklemek Kazakistan ve Türkiyeli aydınların
en başta gelen görevi olmalıdır.
KONUYLA İLGİLİ KAYNAKÇA
ANONİM (1996): YESEVİ
TAĞILIMI, Türkistan, Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi, Hazret
Sultan Korık Muzeyi, Mura Baspagerlik Şağın Kosipornı.
ANONİM (1986): AHMET
YESEVİ VE DİVANI HİKMET, EDİP AHMET VE ATABET-ÜL HAKAYIK, İstanbul, Toker
Yayınları.
BABINGER, Franz (1996):
“Anadolu’da İslamiyet (II) İslam Araştırmalarının Yeni Yolları”, Çev. Ragıp
Hulusi, Haz. M. Yaman, CEM, sayı: 56, Ocak 1996, s. 19-24.
BARTHOLD, Wilhelm
(1977): (Başlangıç İzah ve Düzeltmeler Fuat KÖPRÜLÜ) İSLAM MEDENİYETİ TARİHİ,
Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 5.b.
BENNIGSEN, Alexandre,
Chantal Lemercier-Quelquejay (1988): SUFİ VE KOMİSER, RUSYA’DA İSLAM
TARİKATLARI, Çev. Osman Türer, Ankara, Akçağ Yayınevi.
BİCE, Hayati (Haz.):
HOCA AHMED YESEVİ, DİVAN-I HİKMET, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
1998.
BİRGE, John Kingsley
(1991): BEKTAŞİLİK TARİHİ, Çev. R. Çamuroğlu, İstanbul, Ant
Yayınları.
BUHARÎ, Sadriddin Salim
(1993): TEBERÜK ZİYARETLER, Taşkent, Yazıcı Neşriyat, 1993.
CAHEN, Claude (1992):
TÜRKLERİN ANADOLU’YA İLK GİRİŞİ, Çev.Y.Yücel-B.Yediyıldız, 2.b., Ank., Türk
Tarih Kurumu Yayınları.
CANDARBEK, Zekeriya
(2000): “Türkistan Tarihi”, TÜRKİSTAN TARİHİ MEN MEDENİYETİ, (Ğılımi Makalalar
Jinağı) Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi.
CANIM, Rıdvan (1996):
“Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’de Tasavvuf Düşüncesi”, BİLİG, sayı:1, Bahar
1996, s. 9-12.
ÇAĞATAY, Neşet (1993):
“Tahtacılar” md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. c. XI,
s. 669-672.
DEWEESE, Devin: “The
Politics of Sacred Lineages in 19th-Century Central Asia: Descent Groups Linked
to Khwaja Ahmad Yasavi in Shrine Documents and Genealogical Charters”,
INTERNATIONAL JOURNAL OF MIDDLE EAST STUDIES, 31, 1999, p. 507-530.
ERASLAN, Kemal (1989):
“Ahmed Yesevî” md., TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. 2, İstanbul,
s. 159-161.
GORDLEVSKY, V. : “Hoca
Ahmet Yesevi”, FESTSCHRIFT GEORG JACOB, Leipzig, 1932, s. 57-67. (Bu makalenin
bulunması ve çevirisi konusunda yardımlarından ötürü Mainz Üniversitesi’nden Dr.
Aşkım Bozkurt’a teşekkürü bir borç bilirim.)
GORDLEVSKY, V. (1988) :
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ, Çev. A.Yaran, Ankara, Onur Yayınları.
GÖLPINARLI, Abdülbaki
(1936): “Kitabiyat”, ÜLKÜ (HALKEVLERİ DERGİSİ), cilt:7, sayı:41, (Temmuz 1936),
s. 385-389.
HOLT, P. M. – Ann K. S.
Lambton – Bernard Lewis (1970): “Islam in the Soviet Union”, THE CAMBRIDGE
HISTORY OF ISLAM Vol. 1, The Central Islamic Lands, Cambridge, p.
627-643.
İBRAHİMOV, Şakir
(2000): “Ahmed Yesevî Düşünceleri ve Tengrilik”, 1. ULUSLARARASI HACI BEKTAŞ
VELİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 27-28-29 Nisan 2000, Ankara, s. 89-92.
İSMAİL HAKKI (1935):
ÇEPNİLER BALIKESİRDE, Balıkesir, Vilayet Matbaası.
KENJETAY, Dosay:
“Yesevilik Kültürü ve İlmi Ateizm”, TASAVVUF, yıl:1, sayı:3, Nisan 2000, s.
167-178.
KOJAYEV, Muhtar (1997):
YESEVÎ’NİN ÜSTAZI ARSLAN BAB, Şimkent, Jibek Jolu Neşriyatı.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1972): “İslam-Sufi Tarikatlerine Türk Moğol Şamanlığının Tesiri”, ANKARA
ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, c. 18, s. 141-152.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1993a): TÜRK EDEBİYATINDA İLK MUTASAVVIFLAR, 8. b., Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1993b): “Ahmed Yesevi” md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. 1, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, s. 210-215.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1995a): “Bektaşiliğin Menşeleri II”, Haz. M. Yaman, CEM, sayı: 52, Eylül 95, s.
9-13.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1995b): “Bektaşiliğin Menşeleri III”, Haz. M. Yaman, CEM, sayı: 54, Kasım 95,
s. 7-9.
MALASHENKO, ALEXEI V.
(1993): “Religious and Political Change in Soviet Moslem Regions”, in STATE,
RELIGION AND SOCIETY IN CENTRAL ASIA A POST-SOVIET CRITIQUE, Ed. By Vitaly
Naumkin, Reading, Ithaca Press/
MASSON, M. E. (2000):
HOCA AHMET YESEVİ KESENESİ, Şimkent, Jibek Jolı Baspası.
MELIKOFF, Irene (1993):
UYUR İDİK UYARDILAR, ALEVİLİK BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARI, İstanbul, Cem
Yayınevi.
MİLLETLERARASI AHMET
YESEVİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 26-27 Eylül 1991, Ankara, 1992.
MİRHALDAROGLI, Mirahmad
(1992): HOCA AHMED YESEVİ, ŞECERE-İ SAADET, KERAMETLERİ, HİKMETLERİ, Şimkent,
Şimkent Şehir Baspahanesi.
MİRHALDAROGLI, Mirahmad
(1997): KARABUĞRA EVLİYA (SUZAK’TAKİ MEŞHUR ZATLAR), Taşkent, Yazıcı
Neşriyat.
MUSTAFAYEVA, Aygül
(2000): “Türkistan Önirindegi Evliyeler”, TÜRKİSTAN TARİHİ MEN MEDENİYETİ,
(Ğılımi Makalalar Jinağı) Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk
Üniversitesi.
NEVAYÎ, Ali Şîr (1996):
NESÂYİMÛ’L MAHABBE, Haz. Kemal Eraslan, Ankara.
NİSANBAYEV, Abdilmalik:
“Hoca Ahmed Yesevi’nin Dünya Görüşü”, 1. ULUSLARARASI HACI BEKTAŞ VELİ
SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 27-28-29 Nisan 2000, Ankara, s. 316-337.
OCAK, Ahmet Yaşar
(1996): TÜRK SUFİLİĞİNE BAKIŞLAR, İstanbul, İletişimYayınları.
OKUYUCU, Cihan (1995):
HAZİNÎ, CEVÂHİRU’L-EBRÂR MİN EMVÂC-I BİHÂR (YESEVÎ MENAKIBNAMESİ), Kayseri,
Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayını.
POLONSKAYA, Ludmila,
Alexei Malashenko (1994): ISLAM IN CENTRAL ASIA, Reading, Ithaca
Press.
PRIVATSKY, Bruce G.
(2001): MUSLIM TURKISTAN, KAZAK RELIGION AND COLLECTIVE MEMORY, Great Britain,
Curzon Press.
ŞEKER, Mehmet-Necdet
Yılmaz (Haz.) (1996): AHMED-İ YESEVÎ, HAYATI, ESERLERİ, TESİRLERİ, İstanbul,
Seha Neşriyat.
TOGAN, Zeki Velidî
(1953): “Yeseviliğe Dair Bazı Yeni Malumat”, FUAD KÖPRÜLÜ ARMAĞANI, İstanbul, s.
523-529.
TOSUN, Necdet (1997):
“Yeseviliğin İlk Dönemine Ait Bir Risale: Mir’atü’l-Kulûb”, İLAM ARAŞTIRMA
DERGİSİ, c. II, sayı:2, Temmuz-Aralık 1997, s. 41-69.
TOSUN, Necdet (1998):
“Ahmet Yesevi’nin Menakıbı”, İLAM ARAŞTIRMA DERGİSİ, c. III, sayı:1,
Ocak-Haziran 1998, s. 73-81.
TULUM, Mertol (1999):
“Hikmetlere göre Yesevilik ve Orta Asya Kültür Tarihi Bakımından Önemi –Bir
Hikmet Üzerine Tahlil Denemesi-”, İLMİ ARAŞTIRMALAR, sayı:7, İstanbul, s.
201-214.
TUYAKBAYEV, Marat
(1996): “Hoca Ahmet Yesevî Kesenesinde Yerleşen –Muhammed Urpakları”, YESEVİ
TAĞILIMI, Türkistan, Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi, Hazret
Sultan Korık Muzeyi, Mura Baspagerlik Şağın Kosipornı, s. 96-105.
YAMAN, Mehmet (Çev.)
(2000): BUYRUK, ALEVİ İNANÇ-İBADET VE AHLAK İLKELERİ, Mannheim, Mannheim AKM
Yayınları.
YILMAZ, A. (1948):
TAHTACILARDA GELENEKLER, Ankara, CHP Halkevi Neşriyatı.
YUSUF ZİYA (1930):
“Tahtacılar Tahtacılarda Dinî ve Sırrî Hayat”, DARUL FÜNUN İLAHİYAT FAKÜLTESİ
MECMUASI, sene: 4, sayı: 15, s. 66-80.
[1] Ahmet Yesevi
Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi, Türkistan’da bulunan
Yesevilik Araştırmaları Merkezi Kültür Bölümü Uzmanı
[2] Ali Yaman,
“Yesevilik Araştırmaları’nın Sorunları Üzerine Bir Deneme”, Türkologya,
Türkistan, (Kırküyek-Kazan 2002), no: 1, s. 107-118. Konuyla ilgili bir başka
makalem de daha sonra yine aynı dergide Kazakça olarak yayınlanmıştır: “Yesevi
Jolının Negizgi Erekşelikteri Jayında”, Türkologya, Türkistan, (Navrız-Sevir
2003), no: 4, s. 99-108.
[3] Bilindiği üzere Ali
Şir Nevaî Ahmet Yesevi hakkında Nesâyimû’l Mahabbe adlı eserinde “Türkistan
ehlinin kıble-i duası” ifadesini kullanmaktadır. (Nevayî, 1996: 383)
[4] Yarı açık diyorum
çünkü SSCB içerisinde dönem dönem de olsa nefes alma imkanı sağlanan dinsel
kurumlar olagelmiştir.
[5] Bu makale Rusça ve
Kazak Türkçesi ile olmak üzere kitapçık halinde yeniden yayınlanmıştır. (Masson,
2000)
[6] Gordlevsky’nin
1932’deki makalesi (Gordlevsky, 1932) gibi az sayıda çalışma bu konulara kısmen
değinmekle birlikte konunun kapsamı karşısında yetersiz kalmaktadır. Konuyu
antropolojik açıdan ele alan yeni şu çalışmaya da bakılabilir: (Privatsky, 2001)
[7] Örneğin bakınız:
(Candarbek, 2000)
[8] Bazı
araştırmacılarca “bâb” sözcüğünün kapı anlamına geldiği ve İslamı yayanlara
verilen bir lakap olduğu da ifade edilmektedir. (Melikoff, 1993: 171)
[9] “Batır” sözcüğü
savaşlarda kahramanlık göstermiş tanınmış kişiler için kullanılan bir
deyimdir.
[10] Bu konuda şu iki
makaleye bakılabilir: (Nisanbayev, 2000; İbrahimov, 2000)
[11] Yaptığım
araştırmalarda bazı Anadolu’daki Ocakların birçok yönden Ahmet Yesevi ile
bağlantısı bulunduğunu tespit ettim. Bu konuyu bir başka makalemde inceleme
konusu yapacağım.