Yard. Doç. Dr. , Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Bu yazıda,
Kırgızistan’daki Laçilerle ilgili bilgi verilerek bunların Yesevi Tarikatı
(Yolu)’yla olan benzerlikleri ve kendine has özellikleri ele alınmaktadır.
ABSTRACT
In this writing,
information about the Laçi in Kyrgyzstan will be presented. Their resemblances
with the Yesevi Tariqa and their peculiar characteristics are also dealt
with.
Anahtar Kelimeler:
Laçiler, Yesevilik (Yesevi Tarikatı), Kırgızistan
Key Words: The Laçi,
Yesevi Tariqa, Kırgızistan
XIX. yüzyıl sonlarında
Orta Asya ve Kafkasya olarak genellenebilecek eski Sovyetler Birliği
coğrafyasında Nakşibendilik, Kadirilik, Yesevilik ve Kübrevilik olmak üzere dört
büyük tarikatın faaliyette olduğu bilinmektedir. 12.-13. yüzyıllardan itibaren
Orta Asya’da en güçlü tarikat olan Yesevilik, zamanla ya diğer tarikatlarca
özümsenmiş ya da başka adlar altında kendini kısmen yaşatmayı sürdürmüştür.
Bizim gerek kaynak gerek alan araştırmalarımıza göre Anadolu’daki
Alevi-Bektaşiler ve Kırgızistan’daki Laçiler Yesevi Yolu’na özgü bazı
özellikleri günümüzde başka şekiller altında olsa da benzer olarak
yaşatmaktadırlar. Burada Kırgızistan’daki Laçilerin geçmişi, Yesevi Yolu’yla
olan benzerlikleri ve kendine has özellikleri ele alınmaya çalışılacaktır.
Vereceğim bilgiler ve yapacağım değerlendirmeler, Bibliyografya bölümünde
verilen, Laçilerle ilgili sınırlı sayıdaki kaynağın yanı sıra 2003
Temmuz-Ağustos aylarında Laçiler arasında gerçekleştirdiğimiz alan
araştırmalarına dayanmaktadır.
Türk topluluklar
arasındaki Sufîliğin gelişim sürecine baktığımızda; Yeseviliğin, kendinden
sonraki Sufî yapılanmaların oluşumunda farklı düzeylerde rol sahibi olduğunu
görüyoruz. Meselâ, Tschudi’ye göre Türklerce oluşturulan tarikatların
karakteristik özelliklerini belirleyen Yesevilik olmuştur (Tschudi, 1961: 61).
Trimingham da benzeri bir düşünceyi savunarak Yeseviliğin başlangıçtan itibaren
Türklere özgü karakterinin ağırlıkta olduğunu ifade etmektedir (Trimingham,
1971: 54). Bu yönde uzmanlar arasında bir düşünce birliği vardır. Yeseviliğin
kurum ve kuralları bazı tarikatlarda daha belirleyici olurken, bazılarında da
onun nüfuzundan yararlanma yoluna gidildiği görülmektedir. Yeseviliğin
Kırgızistan’da oluşmuş bir türevi olan Laçilik adlı inanç yapılanması[2]
Yesevilik araştırmaları bakımından özel bazı niteliklere sahiptir. Bektaşilik ve
Laçilik gibi oluşumlar bize Yeseviliğin karakteristiklerine ve günümüze kadar
uğradığı değişime ilişkin bilgiler sunmak bakımından büyük önem taşımaktadır.
Burada önce kaynaklarda yer alan bilgiler sunulacak, zaman zaman da alan
araştırmalarımıza atıfta bulunulacaktır.
Hiç şüphesiz Yesevilik,
tarihsel süreç içerisinde benzeri oluşumları hem etkilemiş, hem de
etkilenmiştir. Şöyle ki mesela zaman içerisinde Nakşibendi tarikatının esasını
oluşturan hafi (sessiz) zikirden sapmalar meydana gelmiş ve bunun sonucunda
tarikat içerisinde zikrin hafi mi yoksa cehri mi olacağı konusunda önemli
tartışmalar başlamıştır. Zikir'e ilişkin bu değişim muhtemelen Yeseviliğin
etkisiyle oluşmuştu. Orta Asya’da Yesevilik zamanla diğer tarikatlar içerisinde
eridi. Ayrıca zaman içerisinde, onun Orta Asya’daki nüfuzundan yararlanmak
isteyen başka tarikatlar, özellikle de Nakşibendilik, onunla kendini ilişkili
göstermeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Yesevilik konusunda günümüzde de
hâlâ en büyük otorite olan M. Fuat Köprülü de Yeseviliği önce Nakşibendi
kaynaklarına dayanarak “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde
(Köprülü, 1993a) ele almış, ancak daha sonra İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı
“Ahmed Yesevi” maddesinde hata yaptığını kabul ederek Yesevîlik konusundaki
araştırmalarda izlenecek yola ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunmuştur:
“...Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfları yazarken, gerek Ahmed Yesevî’nin
sofîyane şahsiyetini, gerek Yesevî tarikatının hüviyetini tamamıyla Nakşibendî
kaynaklarının gösterdiği şekilde tasvir etmiştim. Halbuki Babaî, Haydarî ve
Bektaşî ananelerinin Ahmed Yesevî hakkındaki rivayetleri şüphesiz tarihi
hakikate daha yakındır. İlk Mutasavvıfların neşrinden sonra Bektaşiliğin
menşeleri hakkında yaptığım araştırmalar ve elde ettiğim yeni vesikalar bana bu
hususta kat’î bir kanaat vermiştir. Binaenaleyh burada Ahmed Yesevînin tasavvufi
şahsiyeti ve Yeseviye tarikatının ilk asırlardaki hususi karakteri hakkındaki
verilecek izahat ilk mutasavvıflardakinden tamamıyla farklı olacaktır...”
(Köprülü, 1993b: 212). Bugün Türkiye’de Yesevilik araştırmalarına, Köprülü’nün
bu önemli ifadeleri dikkate alınmadığından sübjektiflik hakim olmuş ve bu
araştırmalar adeta tıkanma noktasına gelmiştir. Yesevilik araştırmalarının
sorunlarını bir başka makalemde ele aldığım için burada ayrıntıya girmiyorum
(Yaman, 2002). Yesevi yolunda Nakşibendilikten farklı olarak sesli zikir (zikr-i
cehr), müzik, raks-ı sema ve kadınlı-erkekli zikir/ibadet vardır (Bkz. Yaman,
2003). Yeseviliğin bu ayırıcı özellikleri göz önüne alınarak, günümüzde bu
özelliklerin devamı şeklinde ibadet ve ritüelleri sürdüren Alevi-Bektaşiler ve
Laçiler hakkında araştırmalar yapılması gerekmektedir. Özellikle son on yıldır
Alevilik-Bektaşilik üzerinde pek çok araştırma yayımlansa da, Yesevilik ’le olan
bağlantı konusunda yeterli düzeyde çalışma yapılmamıştır. İleride bu konuda
yayımlanmak üzere bir kitap çalışmasının hazırlığı içerisindeyim. Laçiler
konusunda ise literatürde yer alan bilgiler çok daha azdır. Kadın-erkek
toplanarak Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar[3] eşliğinde söyleyen ve Alevilerdeki
semah benzeri hareketlerle coşan bu topluluk hakkında da bilgiler yetersizdir.
Laçilerin ibadet ritüeli olan zikirleri, Alevi-Bektaşilerin cem törenleri ile
pek çok ortak özelliğe sahiptir.
Yesevilik, Türkistan[4]
(Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk toplulukların yaşadıkları alanlara
yayıldı. Anadolu ve Balkanlara kadar ulaştı. Rus Alimi Gordlevski’nin[5]
belirttiği üzere “...Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta Asya Türk
mistikleri “atalar” da büyük etkide bulunmuşlardır. Bunlar, Küçük Asya’ya ,
Ahmet Yesevi’nin mezhebini ve hikmetlerini taşıyorlardı...” (Gordlevski, 1988:
319). Demek ki Yesevi Yolu zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa
devam ederek, Kırgızistan’a da Anadolu’ya da bu şekilde ulaştı. Örneğin Yesevi
Yolu’nun Kırgızistan’daki izbasarları (devamcılar), ileride söz edeceğimiz üzere
Laçilerin adı, zikir sırasında çıkarılan sese dayandırılmış, Yesevi Yolu’nun
Anadolu ve Balkanlar’daki devamcıları olan Bektaşiliğin adı ise Hoca Ahmet
Yesevi’nin halifesi olan Hacı Bektaş Veli’ye dayandırılmıştır. Orta Asya’da
hakim Ahmet Yesevi kültü, Anadolu’da yerini, yine onunla bağlantılı yerel
dedelere ve babalara bırakmıştır. Hacı Bektaş Veli de bunlardan biridir.
Yüzyıllara dayanan bu süreçte bu tür bir değişimin yaşanması çok doğaldır.
Burada bizim açımızdan önemli olan Yesevi Yolu’nun temel motiflerinin bu
topluluklarda nesilden nesil'e aktarılarak korunmuş olmasıdır. İşte bu bakımdan
Yesevi kültürü bakımından önemle incelenmeleri gerekmektedir.
Biz neden
Kırgızistan’daki Laçiler, Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi-Bektaşi toplulukları
Yesevi Yolu’yla bağlantılı olarak değerlendiriyoruz? Birinci olarak bu
topluluklar kendilerini Yesevi Yolu ile bağlantılı görmektedirler. İkinci olarak
ise onların Yesevi Yolu izbasarları olduklarına dair pek çok veri bulunmaktadır.
Kırgızistan’daki Laçiler kendilerini Ahmet Yesevi’nin izbasarları (devamcıları)
olarak adlandırmakta, Anadolu ve Balkanlardaki Alevi-Bektaşiler ise kendilerini
Ahmet Yesevi’nin piri olduğu Hacı Bektaş-ı Veli’nin izbasarları olarak
tanımlamakta; dolayısıyla, pirlerinin piri olmak nedeniyle de kendilerini ona
bağlı saymaktadırlar. Bu iki toplulukta da Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”inde
belirtilen kadınlı erkekli, sesli zikri esas alan, raks, sema ve müziğe yer
veren bir ritüel ibadet işlevini görmektedir. Hem Laçiler[6] hem de
Alevi-Bektaşilerin[7] geleneksel yaşam alanlarında ağırlıklı olarak, sözlü
geleneğin hakim olduğu ve ellerinde bulunan elyazması kitaplarda Ahmet Yesevi
ile ilgili menkıbeler yer aldığı görülmektedir. Örneğin Alevi-Bektaşi grupların
içinde bazıları doğrudan Ahmet Yesevi’ye neseben mensubiyet iddia etmekte, hatta
Ahmet Yesevi adını taşıyan bir ocak da bulunmaktadır.[8] Anadolu’da yaptığım
alan araştırmalarına göre bu ocak Şah Ahmed Yesevi, Ahmed Yesevi veya Şıh Ahmed
Dede Ocağı adlarıyla anılmakta, bu ocağın Malatya, Erzincan, Tunceli ve Tokat’ta
dedeleri bulunmaktadır (Ayrıca bkz. Ali Kemali, 1932: 192). Yine Bektaşi
silsilenameleri ve icazetnamelerinde de Ahmet Yesevi mutlaka yer almaktadır.
Özel arşivimde Garip Musa ve Seyyid Ali Sultan Ocaklarına ait bu tür
icazetnameler bulunmaktadır (Ayrıca bkz: Akkuş, 1999: 34; Çıplak, 2000:
293).
Ayrıca hem Laçiler hem
de Alevi-Bektaşilerde zikir esnasında kullanılan dil sade Türkçe olup, halk
dilidir. Laçiler de ağırlıklı olarak Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar[9]
eşliğinde hapız adı verilen ve Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini ezbere bilen
kişiler söylemektedir. Alevi-Bektaşilerde ise Yesevi geleneğinin Anadolu’da
yerini almış olan kişilerin şiirlerini (deyiş) mürşit/dede veya âşık/zakir gibi
adlarla anılan kişiler söylemektedirler. Her iki toplulukta da kullanılan dil
Türkçenin farklı versiyonlarıdır ve eskiden günümüze otantik hâlini yitirmeden
gelmişlerdir.
Laçileri, eski
Sovyetler Birliği etki alanı dışındaki bilim çevrelerine tanıtan Fransız
araştırmacı Bennigsen olmuştur. Bu konu Sovyetler Birliği’nde de pek işlenmemiş
S. Mambetaliyev ve Y. G. Petraş gibi birkaç araştırmacının makale ve kitapları
ile sınırlı kalmıştır. Tabışaliyeva ve Maltabarov gibi araştırmacılar ise sadece
Laçiliğin, Yesevilikle olan bağı nedeniyle birkaç cümleyle değinmişlerdir
(Maltabarov, 2002: 44; Tabışaliyeva, 1993: 90). Özellikle Mambetaliyev, Özbek ve
Kırgız Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri resmî belgelerinden yararlanmak suretiyle
bazı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te bulunan
Kırgızistan İlimler Akademisi’ndeki görüşmelerimizde de bu konuda bilgi sahibi
bir uzmanla karşılaşmadığımız gibi, Laçi adının ilk kez duyulduğunu gördük. Oş
Devlet Üniversitesi’nde ise sadece Tarihçi Doç. Dr. Baybolat Kaparoviç Abıtov’un
konudan haberdar olduğunu gördük. O, Laçiler hakkında bilgi bulunmadığını,
kimsenin, bir araştırma konusu olarak, bu konu ile ilgilenmediğini Laçiler
konusunda bilinen dedikoduları yineleyerek söyleyerek başka bilgisi olmadığını
ifade etti. Bu konu ne yazık ki Türkiye’deki akademisyenlerin de pek dikkatini
çekmemiştir. Laçiler konusunda Türkistan’da bulunan Yesevilik Araştırmaları
Merkezi’nde alan araştırmalarına başlanmış olup, hâlâ da gerek kaynak tarama
gerek alan araştırmaları bakımından çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çerçevede
Yesevilik Araştırmaları Merkezi Başkanı Yard. Doç. Dr. Dosay Kenjetay ile
birlikte 2003 yılının Temmuz – Ağustos aylarında Kırgızistan’ın Batken ve Oş
bölgelerinde ve yine Özbekistan’a bağlı Şahmerdan yöresinde[10] alan
araştırmalarında bulunulmuştur. 2004 yılı Temmuz-Ağustos aylarında Özbekistan ve
Kırgızistan’da Laçilerin yaşadığı bölgelerde yeni bir araştırma gezisi yapılması
plânlanmaktadır.
Laçilerin bulunduğu
bölgelerle ilgili harita
Bugün artık yavaş yavaş
gelişmiş alanlara göç etseler de, geleneksel Alevi yerleşim alanlarında olduğu
gibi Laçilerin de merkeze uzak, dağlık ve ulaşılması güç alanlarda yaşadığı
görülmektedir. Bunu anlamak için haritaya bakmak ve Laçi kışlaklarına[11] gitmek
yeterli olacaktır. Zaten Kırgızistan’ın her yanı görkemli dağlarla dolu. Başkent
Bişkek’ten, güneyde bulunan Oş’a giderken Ağustos ayında bile hâlâ karlı olan
dağlardan geçmek gerekiyor. Oş Oblastı’nda Kızıl Kiya’ya oradan Kademcay’a
oradan da Batken Oblastı’na doğru gidildikçe dağlık alanlar yoğunlaşıyor. Bu
yerleşim alanlarının kuzeyi Özbekistan tarafı daha düzlük, güney tarafı
Kırgızistan ise oldukça yüksek dağlardan oluşuyor. Özellikle Kademcay’dan sonra
gelinen Haydarkân’dan sonra Soh adlı bir yerleşim birimini etrafında yüksek
dağların uzandığı Soh Vadisi izliyor. Dağların arasındaki bu vadinin ortasından
çeşitli madenlerin karıştığı anlaşılan koyu gri renkli Karasu adlı bir ırmak
akıyor. Laçi kışlakları yoğun olarak Haydarkân’dan sonra başlayıp Soh Vadisi’nin
sonuna kadar gidiyor. Biz araştırmalarımız sırasında Kademcay’da, Kızıl Bulak’ta
ve Soh Vadisi’nin sonunda Kayındı (Raut) adlı bir Laçi köyünde misafir olduk. Bu
köylerin sonunda yol bitiyor çok yüksek dağlar başlıyor ve Tacikistan’a doğru bu
dağlar devam ediyor.
Kayındı (Raut)
Köyü’ndeki Laçiler
Laçi adının kökeni
üzerinde kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Mambetaliyev, “Liyaçi, Laaçi”
adlarını kullanmakta (Mambetaliyev, 1969: 30), zikir ettikleri zaman
söyledikleri “illahu” diyen bağırışlarından dolayı “laaçılar”; “laalar”,
“lyaçiler” diye ad verilmiş (Mambetaliyev, 1972: 62) olduğunu ifade etmektedir.
Petraş ise şöyle diyor: “...Tarikat kendi adını her hâlde yaygın Sufî formulü
“illa-hu”dan almıştır. Bunun anlamı “sadece o (Allah) birdir.” ve burada da
kısaltılmış şekli “İlyaçi, layaçi, laaçi” adlarını kullanıyor (Petraş, 1981:
84). Bize göre de Laçi veya Laaci deyimi, zikirde gerçekleştirilen eylemle
doğrudan ilintilidir. Çeşitli zikir şekilleri gördükten sonra bende böyle bir
kanaat oluştu. Şöyle ki zikir sırasında en çok kullanılanlar “İllallah”, “La
ilahe illallah” ve “Hu” gibi kutsal sözlerdir. Çeşitli zikir uygulamalarında
tekrarlanan bu sözleri düşünerek, Lahci ve Laçi sözlerinin kökenini anlamaya
çalıştım. Buna göre Laçi, Laaçi, Lyaçi gibi adların bu sözlerden dolayı ortaya
çıktığına hükmettim. Şöyle ki Laçilerin dışındaki halk onların zikir
ibadetlerine katılamamış, bilinenler dedikodu boyutundan ileri gidememiştir.
Onlara zikirlerindeki sözlerinden dolayı “La ilahe illallah diyen” anlamına
gelmek üzere “la diyen” şeklinde “La-ci/Lahci” denilmeye başlanmıştır. Türk
dilinin gramer yapısı, söyleyiş biçimi bakımından da bu açıklama doğru
gözükmektedir.
Laçi sözcüğünün
günümüzde kullanımı bakımından ise şunlar söylenebilir. Laçi olmayanlarla
görüşmelerimizde onların bu sözcüğü bir küçümseme, bir alay etme aracı olarak
kullandıklarını gözlemledik. Çünkü doğrusunu bilmeseler de Laçileri hep kulaktan
dolma dedikodularla tanımışlardı. Bu dedikodularda onların ahlâksızlık içeren
ayinleri, yani zikirleri esası oluşturuyordu. Kademcay’da bir lokantada sohbet
ettiğimiz iki yaşlı kişi, Laçilerle ilgili sorularımıza, çevredekiler duymasın
diye kısık sesle ve anlattıklarına zaman zaman gülerek yanıt vermişler; bunları
görüp görmediklerini sorduğumuzda ise, görmediklerini yalnız duyduklarını ifade
etmişlerdi. Biz Laçilerle görüşmelerimizde ise Laçi adına yüklenen kötü
anlamlardan dolayı rahatsız olduklarını gözlemledik. Bazıları kendilerinin her
zaman Allah’ı zikreden bir ibadet tarzları olduğuna dayanarak Allahçı olarak
adlandırmalarının daha doğru olacağını söylüyorlardı. Bu adın onlar arasında
eskiden beri mi kullanıldığı, yoksa Laçi adının küçümseme amaçlı kullanımına
karşı geliştirilen bir isim mi olduğu konusu ise açık değildir. Ayrıca Laçilerin
kendi aralarında birbirleri için Divane sözünü de kullandıklarını gördüm.[12]
“Bizim Divaneler” şeklindeki ifadelerinden bu sözcüğü de kendilerini tanımlamak
için kullandıklarını anlıyoruz.
Bennigsen’in de çok
doğru olarak belirttiği üzere “...Doktrini bölgesel şartlara adapte edilmiş olan
ve İslâm öncesi Türk inanç ve geleneklerinden oldukça etkilenmiş bulunan
Yeseviyye Tarikatının, XIII. asırdan XV. asra kadar tüm Orta Asya’da, Harezm’de,
Uzak Kafkasya’nın Türkmen ülkesinde ve Orta Volga’nın Tatar ülkesinde
müntesipler bulunmuştur. Horasan, Kuzey İran ve Anadolu’da Yesevi gruplar
teşekkül etmiştir. XV. ve XVI. asırlarda Orta Volga’daki Yesevi gruplarını
Nakşbendiyye tarikatı kendi içinde eritmiştir. Hazar denizi ötesindeki Türkmen
kabilelerinde bu süreç hemen hemen tamamlanmıştır. XIX. asrın sonunda Yeseviyye
grupları kalabalık hâlde sadece Fergana vadisinde mevcuttu...” (Bennigsen, 1988:
85). Bizim de alan araştırmalarımızda gözlemlediğimiz kadarıyla Laçi
toplulukları, Fergana Vadisi ve çevresindeki bölgelerde yoğunlaşmışlardır. Bugün
bu bölge Özbekistan ve Kırgızistan toprakları içerisinde yer almaktadır.
Laçilerin yaşadıkları yerleri Petraş, Kırgızistan’ın güney bölgesindeki birçok
yerleşim birimi (Raut, Palal, Gaz, Say, Sur, Kıştut, Sogment, Sırt) ve
Özbekistan’ın Fergana Vadisi ile sınır olan bölgeleri olarak belirtiyor.
(Petraş, 1981: 83) Mambetaliyev ise onların Güney Kırgızistan’ın Batken, Frunze,
Liyaylak ve Suzak Bölgelerinde, Batken Rayonu’ndaki Say, Rabat, Gaz, Kıştut,
Raut-Kaut, Sogment Kışlaklarında; Frunze Rayonu’ndaki Sur, Ormoş, Sırt,
Yar-Kutan, Kısık kışlaklarında (Mambetaliyev, 1969: 30, 39-40) yaşadıklarını
ifade ediyor. Alan araştırmalarımızda kaynaklarda yer alan bu yerleşim
birimlerinden başka yerlerde de Laçilerin yaşadığına ilişkin veriler elde ettik.
Buna göre Güney Kırgızistan’da bulunan Oş ve Batken Oblastları ortasındaki
Kademcay ilçesi merkezinde, buraya yakın Kızıl Bulak kışlağının mezrası
niteliğindeki Ak Kiya’da, Canıkorgan ve Coşuk Kışlaklarında, yine Celalabad’ın
köylerinde ve Özbekistan’ın Yezyavan bölgesinde bulunan İşantobu köyünde de[13]
Laçilerin bulunduğunu öğrendik. Bunların daha sonra göçlerle mi oluştuğu yoksa,
geleneksel Laçi yerleşim alanları olup olmadığı konusunda henüz bilgi
edinemedik. Ayrıca Laçilerin ifadelerine göre otuzdan fazla köyde Laçiler
yaşamaktadır. Bunların bazılarını henüz ziyaret edip, bu bilgileri
doğrulayamadığımız için diğer köylerin isimlerini veremiyoruz. Bunlarla ilgili
daha ayrıntılı bir listeyi bölgeyi yeniden ziyaretimiz ardından hazırlayacağımız
çalışmalarda sunmayı düşünüyoruz.
Mambetaliyev,
Laçiler’in; Batken, Frunze ve Leylek ilçelerindeki Kanlı, Nayman, Kıpçak, Boston
ve Jau kesek adlı Kırgız boyları[14] arasından çıktıklarını, çoğunluğunun ise
Jau kesek kabilesinden olduklarını ifade etmektedir ki (Mambetaliyev, 1972: 62),
bizim alan çalışmalarımızda da bunun böyle olduğu anlaşılmıştır. Özbekistan’daki
Laçilerin de yine Kırgızların Kıpçak, Jau kesek ve diğer kabileleri arasında
yayıldığını ifade etmiştir ki, bunu henüz doğrulama imkanımız olmadı.
Öncelikle kaynaklarda
Laçilerin tarihi geçmişi ve inanışları hakkındaki bilgilere bir göz atalım.
Laçiler hakkında en fazla bilgiyi S. M. Mambetaliyev sunmaktadır. Yayımlanmış
biri Rusça, diğeri Kırgızca iki kitabında, Laçiler konusuna önemli yer
ayırmıştır. O da onlar hakkındaki bilgilerin yetersizliğinden bahsetmektedir.
Önce Laçiliğin ortaya çıkış tarihine ilişkin bilgilerden söz edelim. Sur
Kışlağı’nda Laçilerin en büyük İşan ailesinden gelen Hoca Yusuphan ve diğer
Laçilerle görüşmelerimizde Laçiliğin ortaya çıkışı hakkında pek bilgi sahibi
olmadıklarını gözlemledik. Yazılı kaynaklara dayanmayan, sözlü geleneğin hakim
olduğu toplulukların yapılanması böyle oluyor. Bu konuyla ilgili Petraş, bu
tarikatın XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıktığını ifade
ederken (Petraş, 1981: 84); Mambetaliyev[15], tarikatın Hokand Hanlığı’nın son
dönemlerinde ortaya çıkmış olduğunun tahmin edilebileceğini ifade ediyor. Ona
göre tarikatın ortaya çıkmasında şu faktörler rol oynamıştır. Bunlardan birisi
19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında Kırgızistan’da Müridizm’in bazı
tarikatları sömürmesi ve baskı altında almasına karşı siyasî bir tepki olarak
bazı dinî toplulukların doğması ve yayılması, diğeri ise 19. yüzyılda varolan
feodalist sistem ve despotik yönetimin dayanılmaz baskılarına karşı işçi
sınıfının karşı koymasıdır (Mambetaliyev, 1969: 29).
Yine Petraş’ın ve
Mambetaliyev’in verdiği bilgilere göre Laçi gruplarının ortaya çıkma tarihi
yeterli derecede incelenmemiştir. Laçiler hakkında yazılan bilgiler XIX. yy.ın
son çeyreğine aittir. O zamanın kaynaklarının birinde Şeyh Sanivar adlı birinin
Taşkent ve Kokan kazalarında bu tarikatı kurduğu belirtilmektedir. Laçiler
kendilerinin kurucusu olarak adsız Laçi-İşanı bilirler. O Hokand Hanlığı’nın son
dönemlerinde yaşamış ve Hudayar Han emriyle idam edilmiştir(Mambetaliyev, 1969:
30; Petraş, 1981: 83). Tarikatın kurucusu olduğu iddia edilen Laçi-İşan bir
kaynağa göre adı Şeyh Sanivar’dır. Bu bağlamda Laçi kışlaklarının sıralandığı
Soh Vadisi’ndeki yol üzerinde gördüğümüz ve Hudayar Han’ın Kalesi denilen bir
kalenin kalıntılarının varlığı da dikkat çekicidir.
Mambetaliyev’e göre
onlar şeriatın yazılı kurallarına uymayarak onun yerine kendi mistik
ritüellerini uygulamışlardır. Onlar gece zikirlerini müritleriyle beraber camide
değil de mürit evlerinde yapmaktaydılar. Bu evlere kadınlar ve erkekler
beraberce gelirdi. Onlar Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini okurlar, dinî ilâhiler
söylerler, kendilerinden geçerek çeşitli hareketler yaparlardı. İşte bütün bu
dinî ilâhiler, hareketler ve göz yaşlarından sonra öylesine yorgun ve bitkin
düşerlerdi ki kendilerine gelmek için sabaha kadar bu evde kalırlardı. Rakip ve
sapkın olarak gördükleri bu tarikatın yayılma eğilimi göstermesi de din adamları
ve diğer tarikat şeyhlerinin hiç hoşuna gitmiyordu şüphesiz. Müslüman din
adamları ve diğer tarikatların İşanları bu yeni tarikat mensuplarına dinsizlik
ve ahlaksızlık suçlamalarında bulundular. Bu şekilde birbirini tutmayan
gerçekdışı çeşitli dedikodular ortaya çıkmıştır. Bütün bu yanlış dedikodular
sonucunda ortaya çıkan baskılarla Laçiler sık sık yaşadıkları alanlardan göç
etmek zorunda kalmışlar içine kapanık Laçi yerleşim alanları ortaya çıkmıştır.
Laçiler hakkında kulaktan kulağa yayılmış olan dedikodular ve onlara yönelik
ahlâk dışı suçlamalar[16] nedeniyle onlar ile onların dışındaki yerli halk
arasında hiçbir ilişki kurulmamıştır. Tabiî ki bütün bunlardan sonra insanlar
ister istemez Laçiler ile ilişki kurmamışlardır (Mambetaliyev, 1969: 31-32).
Böylece onlar içine kapalı bir topluluk olarak yaşamışlardır.
Var olan sınırlı
kaynaklara göre Müslüman din adamları Laçiliği bir tür sapkınlık olarak
gördüklerinden açıkça cephe almışlar ve tarikatın o dönemdeki lideri idam
edilerek öldürülmüştür. Bir başka kaynağa göre ise tarikatın kurucusu Sanivar
adlı bir şeyh idi ve Laçiler diğer Müslümanlar tarafından sapkın olarak
görüldüler. Bu tarikatın ihtilalci hareketleri her defasında bastırılıyor ve
liderleri ortadan kaldırılıyordu. Zamanın dinî otoriteleri olarak görülebilecek
Mollalar ve İşanlar bu tarikat mensuplarına her türlü baskıda bulundukları gibi,
yaşadıkları yerlerden de sürülmelerine yol açtılar. Laçilere yönelik bu
baskılara Hokand Hanlığı’nın da göz yumduğu görüldü. Daha sonra Hokand
Hanlığı’nın ardından bölgenin idaresi Fergana Yönetim Birimi olarak Ruslar’ın
hakimiyetine girdi. Rus hakimiyetinin ilk zamanlarında Laçiler gizlenmeyi
bırakıp, tarikatı açıkça icra etmeye başladılar. Ancak bu serbesti dönemi de pek
uzun sürmedi ve Ruslar da Laçilere baskı uygulamaya başladılar. Çünkü
Mambetaliyev’e göre Sovyet ideolojisi ile Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini
bağdaştırmak zordu (Mambetaliyev, 1969: 39).
Mambetaliyev’in
yararlandığı bazı resmî kayıtlara göre 1880’li yıllarda Kırgızların Jau-kesek
boyundan gelen Yazyavan şehrinin Margelan ilçesinin (Özbekistan) yerlilerinden
İşan Babacan Halife Rahmankulov, Kıştut civarındaki Sur kışlağına göçüp burada
Boston (Frunze) şehrinin Jau-kesek Kırgızları arasında bu tarikatı yaymaya
başladı. Din adamlarının ve İşanların baskı ve takipleri nedeniyle Laçilerin
İşan’ı Babacan Halife Rahmankulov, Laçileri temsilen Fergana Asker Valiliğine
kendisine karşı çıkanları şikayet etti. Fergana Yönetim Biriminin Askeri
Valiliği, Laçilerle ilgili baskıların tarikatın daha da büyümesine yol
açacağından çekinerek, onlara yönelik faaliyetlerin gizli yürütülmesine karar
verdi. Bundan sonra Laçilere karşı diğer Müslüman gruplar baskıları arttırıp,
Laçilerin önderini Sur kışlağından göçmeye mecbur ettiler. Tarikat mensuplarını
zehirlemek de dahil çeşitli baskı metotları izlediler. Böylece tarikat diğer
Müslümanların kendileri hakkındaki asılsız dedikodularından dolayı giderek içine
kapalı bir yapılanmaya bürünmek zorunda kaldı. Bütün bu baskılara karşın
yaşamaya ve hatta yayılmaya da devam etti. Şimdiki Batken ve Frunze bölgelerinde
kalabalık ve içine kapanık tarikat köyleri ortaya çıktı. Mambetaliyev, Kokand ve
Margelan ilçelerindeki Kırgız halkının arasında Laçi tarikatının ortaya çıkarak
yayılmasının sebebini, sömürülen bir toplumda mutsuz bir şekilde zor şartlarda
yaşamak zorunda kalınmasına bağlamaktadır. Bu tarikat hem Sovyet yönetiminin hem
de diğer Müslümanların bütün baskılarına rağmen bunlarla mücadeleyi sürdürerek
gizli gizli de olsa yaşamayı sürdürmüştür. Tarikat tamamen kapalı bir şekilde
yaşadı hatta dışarıya kız alıp vermeme kuralını da titiz bir şekilde uyguladı
(Mambetaliyev, 1969: 32). Laçiler, Hokand Hanlığı ve Sovyet dönemindeki dış
baskılara karşı içine kapalı bir yapılanma oluşturarak ve Ahmet Yesevi’nin
Hikmetlerini söyleyerek yapılan zikir şeklindeki kendilerine özgü ibadetlerini
sürdürerek direndiler.
Laçilerde dinî önder
yani mürşit/pir, Ata, İşan veya İşan-halife gibi adlarla adlandırılmaktadır.
Laçilerdeki bu Ata/İşanlık kurumu soy yoluyla devam ediyor.[17] Ataları
hiyerarşik olarak sarkar/kalpa izliyor. Bugün bizim gördüğümüz en tanınmış İşan
ailesinden gelen dinî önderleri Sur kışlağında bulunan Hoca Yusuphan Mahsum’dur.
Onunla ve diğer Laçilerle görüşmelerimizden, dinî önderlerin nesilden nesile
aktarılan bilgiler doğrultusunda, büyüklerinden görerek, ayinlere katılarak,
daha çok uygulamaya dayalı bir şekilde yetiştiği anlaşılıyor. Zaten yazılı
kaynaklar sınırlı, eskiden kalma el yazması 3-5 eser var. Doğal olarak bugün
yaşanan eğitim ve iletişim olanaklarındaki artış başta olmak üzere sosyoekonomik
değişiklikler Laçilerin eski yapılanmalarını geçersiz kılıyor. Laçiler yavaş
yavaş Oş, Kademcay, Kızıl Kiya gibi daha büyük kozmopolit yerleşim alanlarına
göçerek eski geleneksel değerlerinden uzaklaşıyorlar. Ayrıca kendileri ile
ilgili olumsuz kanaatlerden dolayı, yaşadıkları yerlerde kimliklerini
gizlemektedirler. Bu durumu alan araştırmalarımız sırasında açıkça gözlemledik.
Hoca Yusuphan Mahsum’un anlattıklarından da eski kitaplardaki bilgilerin veya
Hikmetlerin yeterli olamadığı, dinî konularda yayımlanmış yeni kitapları
okuduğunu gördüm. Bunlar Laçilerin geleneksel köy yaşamları bakımından önemli
değişikliklere işaret etmektedir.
Petraş, Laçilerin
içlerine kapanık bir yaşam sürdüğünü, tarikatın ruhanî önderi olarak Ahmet
Yesevi’nin kabul edildiğini ve onun Hikmetlerinin kutsal olarak görüldüğünü
ifade etmektedir (Petraş, 1981: 84-85) . Gerçekten de bu toplulukta Ahmet
Yesevi’nin birincil şahsiyet olduğu görülmektedir. Onlar onu, “Kul Koja Ahmet”
olarak adlandırıyorlar. Laçilerin arasında, Anadolu’daki âşık/zakir/ozan benzeri
kişiler var. Bunlara hapız adını veriyorlar. Onların özelliği Hikmetler
eşliğinde dutar çalarak zikirde önemli bir rol üstlenmek. Hapızlar’ın önemli bir
özelliği, Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini ezbere bilmeleri. Bugün Laçiler arasında
hapız da pek kalmamıştır. Geleneksel yapı sürdürülemediğinden gençler arasında
hapız da yetişmiyor doğal olarak.
Kızıl Bulak Kışlağı’nda
görüştüğümüz yaşlıların çoğu da Hikmetlerin dutar eşliğinde söylendiği
zikir/ibadetlere katılamadıklarını büyüklerinin anlattıklarını ifade ettiler. Bu
kişilerin bunu söylerken yüzlerinden nasıl özlem duyduklarını anlamak da zor
değildir. Laçilerin anlattıklarından günümüzde de gelenekleri en iyi koruyan
yerin en uzaktaki Laçi kışlağı olan, Kayındı (Raut) Kışlağı olduğunu
öğrendiğimizden oraya yanımızda yaşlı bir Laçi de olmak üzere gittik. Bu dağ
köyünde hâlâ Laçilerin hapızlarından bulunduğunu gördük. Uzun zamandır onlar da
zikir yapmıyorlarmış.[18] Onlara Laçi zikrini görmek ve kameraya kaydetmek
istediğimizi söyledik. Bunun üzerine çekinerek de olsa, büyük bir odada
toplandılar. Burada çok yaşlı olmasına rağmen hapız olan Haydar Aşirov dutarı
alarak, bir saate yakın Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini coşkuyla söyledi. Bir
başka hapız olan Molla Jarkın Dervişov da onun yanına oturdu ancak, dutar
çalmadı, dinledi. Zikir sırasında iki kişi temsili olarak raks-ı semayı da
sergiledi. Bu sırada orada bulunan Laçiler’in sessizce, huşu içinde bazılarının
gözlerinin dolarak ağlamaklı olduklarını gördüm.
Onlar arasında yaygın
adıyla Şahmerdan’ın, yani Hz. Ali’nin de Laçiler arasında büyük önemi vardır.
Fergana Vadisinde bulunan ve Şah Merdan olarak adlandırılan Hz. Ali’nin türbesi,
bölgedeki en önemli ziyaretgâhtır. Ayrıca geçmişte yaşamış tanınmış Laçi
İşanlarının mezarlarını da ziyaret olarak kabul ediyorlar. İlginç bir yön de
Kayındı Kışlağı’ndaki mezarlıkta gördüğümüz, mezarların sadeliği. Mezarın
üzerine taştan veya ağaçtan her hangi bir işaret konulmamış, toprağın üzeri
otlarla kaplı. Nedenini sorduğumuzda bunun alçak gönüllülük, gösterişten uzak
olmak, turap olmak gibi anlamları olduğunu ifade ettiler.
-
Fergana – Şah-ı Merdan Türbesi
-
Dosay Kencetay – Ali Yaman
-
Yesevilik Araştırmaları Merkezi
Bu araştırmada
literatürde pek bilinmeyen Laçiler hakkında, kaynaklardan ve alan
araştırmalarından elde ettiğimiz bilgileri genel olarak sunmaya çalıştık.
Laçilerle ilgili araştırmalar gerek Yesevilik araştırmaları gerekse de
karşılaştırmak bakımından Alevilik-Bektaşilik araştırmaları bakımından büyük
öneme sahiptir. Bu konuda yeni veriler elde ettikçe sunmaya devam edeceğim.
Görüşülen Kaynak
Kişilerden Bazıları:
-
Oş Devlet Üniversitesi Öğretim üyesi tarihçi Dr. Baybolat Kaparoviç Abıtov (Oş Şehri)
-
Allam Kozıbayev(Kızıl Bulak Kışlağı)
-
Mekkembay Corayev(Kızıl Bulak Kışlağı)
-
Aytbay Tolıbayev’in (77 yaş) (Kızıl Bulak Kışlağı)
-
Laçilerin işanı Hoca Yusufhan Mahsum (Sur Kışlağı)
-
Sofubek (Sofu Allahyar) Tarsayev (Kademcay İlçesi)
-
Gulamuddin Abdurrahmanov (Oş Şehri)
-
Hapız Haydar Aşirov (Kayındı (Raut) Kışlağı)
-
Molla Jarkın Dervişov (75 yaş) (Kayındı (Raut) Kışlağı)
-
Nakşibendi Şeyhi İsrail Mahsum (Yaş 75) (Kademcay İlçesi)
KAYNAKLAR[19]
-
AKKUŞ, Mehmet (1999): “19. Asırda Bir Bektaşi İcazetnamesi”, Tasavvuf, yıl:1, sayı:1, (Ağustos 1999), s. 27-38.
-
ALİ KEMALİ (1932): Erzincan Tarihi, Coğrafi, İçtimai Etnografi, İdari, İhsai Tetkikat Tecrübesi, İstanbul,
-
BENNİGSEN, Alexandre, Chantal Lemercier-Quelquejay (1988): Sufî Ve Komiser, Rusya’da İslam Tarikatları, Çev. Osman Türer, Ankara, Akçağ Yayınevi.
-
ÇIBLAK, Nilgün (2000): “Şükür Abdal Evladına Bektaşi Tarikatından Verilen İcazetname ve Ziyaretname Örnekleri”, I. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, (27-28-29 Nisan 2000-Ankara), s. 286-300.
-
GORDLEVSKİ, V. A. (1960a): “İz religioznih iskaniy v Maloy Azii Kızılbaşı”, İzbrannie Soçineniya, t. 1, Moskva, s. 241-254.
-
GORDLEVSKİ, V. A. (1960b): “İz religioznoy Jizniy Kızılbaşey Maloy Azii”, İzbrannie Soçineniya, t. 1, Moskva, s. 255-275.
-
GORDLEVSKİ, V. A. (1962): “Dervişi Bezbojniki”, İzbrannie Soçineniya, t. 3, Moskva, s. 32-37.
-
GORDLEVSKİ, V. (1988): Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. A.Yaran, Ankara, Onur Yayınları.
-
KÖPRÜLÜ, M. Fuad (1993a): Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 8. b., Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
-
KÖPRÜLÜ, M. Fuad (1993b) : “Ahmed Yesevi” md., İslâm Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, s. 210-215.
-
MALTABAROV, Bakıtbek Emir Ulu (2002): Religiya İ Sotsyalno-Politiçeskiye Protsesi V Kırgızistane, Bişkek.
-
MAMBETALİYEV, Satibaldi (1969): Perejitki Nekotorıh Musulmanskih Teçeniy V Kirgizii İ İh İstoriya, “Mektep” Frunze.
-
MAMBETALİYEV, Satibaldi (1972): Sufîzm Jana Anıng Kırgızistandagı Agımdarı, Frunze.
-
PETRAŞ, Y. G. (1981): Teni Srednevikovya, Alma Ata, Kazakstan Yayınevi.
-
SUHAREVA, O. A. (1960): İslâm V Uzbekistane, Taşkent, Özbekistan İlimler Akademisi Yayınları.
-
TABIŞALİYEVA, Anara (1993): Vera V Turkestane (Oçerk İstorii Religii Sredney Azii i Kazahstana), Bişkek, “Az-Mak”.
-
TRİMİNGHAM, J. Spencer (1971): The Sufî Orders In Islâm, Oxford, Clarendon Press.
-
TSCHUDİ, R. (1961): “Bektashiya”, Shorter Encyclopedia Of Islâm, Ed. By: H.A.R. Gibb and J. H. Kramers, Leiden, E. J. Bril.
-
YAMAN, Ali (2001): Dedelik Kurumu Ekseninde Değişim Sürecinde Alevilik, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi.
-
YAMAN, Ali (2002): “Yesevilik Araştırmalarının Sorunları Üzerine Bir Deneme”, Turkologya, Türkistan, (Kırküyek-Kazan 2002), no: 1, s. 107-118.
-
YAMAN, Ali (2003): “Yesevi Jolının Negizgi Erekşelikteri Jayında”, Turkologya, Türkistan, (Navrız-Sevir 2003), no: 4, s. 99-108.
DİPNOTLAR
-
[1] Yard. Doç. Dr. , Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi
-
[2] Kaynaklarda mezhep veya tarikat şeklinde anılıyor.
-
[3] Dutar ve dombra, Orta Asya’daki Türkler arasında yaygın olarak kullanılan Anadolu’daki saz/bağlama’ya benzeyen müzikal enstrümanlardır.
-
[4] Türkistan bugün, Kazakistan’ın güneyinde bulunan Çimkent Oblastı’na bağlı bir yerleşim birimidir.
-
[5] Gordlevski’nin “İzbrannie Soçineniya (Seçilmiş Eserleri)”nde yer alan Alevilik-Bektaşilik konusunda yazdığı makalelere (Gordlevski, 1960a; 1960b; 1962) ilişkin değerlendirmelerimi içeren bir makaleyi yakında yayınlayamayı düşünüyorum.
-
[6] Laçilerden aldığımız elyazması kitapların incelenmesi henüz tamamlanmış değil. Örneğin bunlardan biri “Deste-i Gül” adlı bir eser olup içerisinde “Hikmet” benzeri şiirler bulunuyor.
-
[7] Alevi-Bektaşilerde bulunan önemli eserlerden Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli’de, Hacı Bektaş Veli ve Hoca Ahmed Yesevi ile ilgili pek çok menkıbeye yer verilmektedir.
-
[8] Alevilerde Dedelik kurumu ve Ocak sistemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. (Yaman, 2001)
-
[9] Özbek Türklerinde “dutar”, Kazak Türklerinde “dombıra”, Türkiye Türklerinde ise “saz/bağlama” boyutları ve tel sayısı farklı olabilmekle birlikte aynı enstrümanı simgelemektedir.
-
[10] Burada Hz. Ali’ye atfedilen Kırgız ve Özbekler arasında çok tanınmış bir ziyaretgâh bulunmaktadır.
-
[11] Burada köy sözcüğüne karşılık “kışlak” sözcüğü kullanılmaktadır.
-
[12] “Divane” sözcüğünün kullanımı ve değişik anlamları konusunda da birçok veri bulunmaktadır. Burada konuyu dağıtmamak için ayrıntıya girmiyorum.
-
[13] 1930’lu yıllarda Özbekistan’ın Jayılma köyünde de Laçiler yaşamaktaymış. (Mambetaliyev, 1972: 60) Bugünkü durumu ancak orayı ziyaret ettikten sonra söyleyebiliriz.
-
[14] Kırgız ve Kazaklarda “boy” karşılığı olarak “urug” sözcüğü kullanılmaktadır.
-
[15] Sovyet döneminde yaşamış bir tarihçi olan Mambetaliyev’in konuyu işçi sınıfı ile ilişkilendiren Sovyet ideolojisine uygun bir açıklama getirdiği görülmektedir.
-
[16] Laçiler, kendilerinin dışındakilerce “kadınlı erkekli ahlaksız ayinlerinde, la la diyerek çırak söndürdükleri” şeklinde gerçek dışı, kulaktan dolma dedikodularla tanınıyorlar. Bu bağlamda Anadolu Balkanlardaki Yesevi izbasarları Alevi-Bektaşilerle de benzeşiyorlar. Bilindiği üzere Alevi-Bektaşilerle ilgili de “mum söndü iftiraları” uydurulmuştur.
-
[17] Mambetaliyev, Laci Atalarının hiyerarşik olarak altında ve onların yetiştirdiği müritleri olduğunu, bunların sarkar (kalpa) olarak adlandırıldığını, Ataların altında bu kişilerin grupları yönettiğini ifade ediyor. (Mambetaliyev, 1972: 62) Bu uygulama ilk bakışta Alevilikteki dikme dede uygulamasına benziyor ancak, bu konuyu iyice açıklığa kavuşturmak lazım.
-
[18] Onların zikirleri Deste-i Gül adlı elyazması kitaplarında sık sık “Hu zikri” olarak ifade ediliyor.
-
[19] Rusça kaynakların çevirileri yardımcılarım Engin Akgün, Alişir Azim ve Gülnaz Begim tarafından yapılmıştır.