Hoca Ahmed Yesevi'nin Dünya Görüşü Kaynakları Üzerine

Aleksey İgoreviç PYLEV*

Hoca Ahmed Yesevî'nin dünya görüşü kaynakları meselesi, Yeseviyye tarikâtının ilkel öğretisini ve âdâbını açıklığa kavuşturma, Yesevî'nin manevî mirası olan "Divân-ı Hikmet"i kesin anlama, bu eserin tertibi ve müellifliği ile ilgili karmaşık bir sorunu çözmek için büyük önem taşımaktadır.
Elimizdeki kaynaklar, Hoca Ahmed Yesevî'nin tasavvufta bir yandan Türk ananesinin, öte yandan Farisî ananenin takipçisi olduğunu göstermektedir. Türk ananesinin temsilcileri, Ahmet'in babası Sayram şehrinde yaşayan Şeyh İbrahim ve Ahmet'in Yesi şehrindeki mürşidi Arslan Bâb sayılabilir. Yesevî, bazı kaynaklara göre 7, bazılarına göre ise 20 yıl kadar Arslan Bâb'ın ölümüne kadar onun hizmetinde bulundu. Fakat, şeyhin Türk mürşitleri üzerine hem gerçek hem de efsanevî bilgiler, yalnız 1980 yıllarında Kazakistan'da bulunmuş olan ve 1146 veya 1291 yılında Türkçe telif edilen "Nesebnâme" eserinde, daha sonraki "Reşahat", "Cevâhirü'l-ebrâr" gibi sufî kaynaklarında ve halk menkıbelerinde bulunur.
Nesebnâme'nin müellifi, Ahmed Yesevî'nin silsilesini Hz. Ali'nin oğlu İmâm Muhammed-i Hanefiyye'ye (ö1.700) dayanan İshâk Bâb'a kadar uzatır. Türkistan'a H.150/M.767-68 yılında gelen İshâk Bâb, "Nesebnâme" de Fergana, Şay ve İsfıcab (Sayrams) ahalisine Müslümanlığı kabul ettiren İslâm mücahitlerinin seçkin bir komutanı olarak görünmektedir.
Arap tarihî kaynaklarına bakılırsa, İshâk Bâb (İshâk at-Türk) Maveraünnehir'de VIII. yy.da Abbasîler'e karşı isyânı ön devri sayılır. Bu isyâna kendi insafı ve dinî hoşgörüsü ile Horasan ahalisi üzerinde büyük bir şöhret kazanmış ve haince Halifenin casuslarınca öldürülmüş olan Abbasîlerin vâlisi Abu Müslim (öl. 755)'in taraftarları katıldı. Bu isyân, tavizsiz Şiîlerce (Keysanîlerce) desteklenmiş ve Mübeyyidiyye ("beyaz elbise giyenler'') adı ile meşhur. kaîdeleri karmaşık olan mahsus bir dinî hareketin temelini atmış. Bu hareket. Maveraünnehr ve Sır-Derya havzasında hâlâ XII. asırda meşhur idi, manevî önderleri ise Bâb (kapı) ünvanını taşırdı. Bâb ise, Abu Müslim tarafından Türk göçebelerine destek bulmak için elçi olarak gönderilmiş İshâk at-Türk'ün lâkabı idi.
Bazı eserler, hem Ahmed Yesevî'nin babası İbrahim'in, hem de mürşidi Arslan Bâb'ın İshak at-Türk neslinden geldiğini savunur.l Onların Mübeyyidiyye hareketine mensup ve Şiî muhitinde büyük bir otoriteye sahip oldukları mümkündür. Böylelikle Hoca Ahmed Yesevî'nin ilk eğitimini Şiî maneviyatına uygun olarak gördüğü tahmin edilebilir. Bu arada söyleyelim ki, o zamanki Sünnî-Şiî sürtüşmeleri, esas itibariyle siyaset alanında bulunmakta olup, sonraki asırlardakinden daha hafif idi. Bununla ilgili olarak M.F.Köprülü'nün, Doğu Türkistan'da ve Sır-Derya havzasındaki Şiî hareket­lerinin tesiri altında bulunan Ahmed Yesevî'nin oldukça serbest Tasavvuf dünya görüşüne sahip olduğu ve sonraki Nakşbendiyye şeyhlerinin Yeseviyye tarikatını Şiî iptilalarından arıtmak zorunda kaldığı iddiası çok ilginç görünmektedir.2 Bazı Ahmed Yesevî'ye istinat edilen "hikmetlerde" cefakârlık kültü tavsiri, Hz. Alî ile Şiîler arasında ünlü Şeyh Mansûr Hallâc'ın (öl. 922) kahramanlıkları üzerine hikâyeler bulunabilir. Fakat Yesevî'nin dünya görüşü üzerine Şiîliğin etkisi hakkındaki düşüncemiz, tarihî kaynakların yetersizliğinden sadece varsayım halinde kalmaktadır. Zira, şimdiye kadar elimizde ne Ahmet'in Türk mürşitlerinin eserleri, ne de bilinen kaynaklarda onların görüşleri üzerine açık bilgiler bulunur.
Elimizdeki kaynaklar, Yesevî'nin Türk mürşitlerinin tasavvufi görüşlerini de adeta hiç nakletmez. Yalnız "Neseb-nâme", Ahmet'in babası Şeyh İbrahim'in "sofra tutmak" (Tasavvufu yaymak) amacıyla müritlerini başka yörelere gönderdiğini nakleder. Buna rağmen, fikrimize göre Tasavvuf cereyanının, Orta Asya Türkleri arasında artık XI. asırda mevcut olduğu muhakkaktır. Yusuf Balasagunî'nin "Kutadgu Bilig” adlı eserinde ( 1070 y.) rastlanan münzevi Odgurmış tipi ve bu tipin zuhd ve takvâ vaazı gibi Sufi motifleri içermesi bunu ispatlamaktadır.
Takipçisinin Almed Yesevî olduğu Tasavvufta Farisî anne. ilk başta Buhara'da öğrenim gördüğü zaman kendisinin mürşidi olan Abu Alî Yakup Yusuf Hemedani (H.440/M.1049-H.535/M.1140) tarafından tahsil edilmekteydi. Bu Suni mürşidi. Orta Asya'da Tasavvufun gelişmesinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Batı İran'ın Hemedani vilayetinde dünyaya gelen mutasavvıf, gençlik yıllarında Bağdat'ta fıkıh ilmini ve "ilmü'n Nazar"ı (hukuk deliller bilimi) öğrenmiş. Orta yaşlarında fıkıh ve kelâm ilmi ile uğraşmaktan vazgeçen Yûsuf, dünya işlerinden el çekerek kendini Allah'ın hizmetine vakfetmiş ve gezici bir sunî mürşidi olarak yaşamaya başlamış. O sıralarda daha çok Merv ve Herat'ta otururmuş, bazı kaynaklara göre ise Harezm Buhara ve Semerkand ziyaret edermiş.
Yusuf Hemedânî'nin Orta Çağ'da telif edilen yaşam öyküsü V.V. Bartold. M.F. Köprülü ve W. Madelung tarafından araştırıldı. Bu alimlerce halîfesi Abdü'l-Hâlık Cucduvânî (ö1.1220) tarafından telif edilmiş veya onun sözüne istinat edilerek müritlerince yazılmış Yûsuf un biyografisinin hayali ayrıntı, mübalağa ve kronoloji uyuşmazlıkları ile dolu olup, yeteri kadar güvenilir olmadığı düşünülmektedir. W. Madelung, "Yusuf el-Hemedânî ve Nakşibendiye'' adlı makalesinde 3Gucduvânî'nin, Yûsuf'un Buhara ve Semerkand'da yaşamış olması, kendisi ve Ahmed Yesevî ile tanışması hakkında verdiği malûmattan ve Yesevî'ııin 1166 yılında ölmüş olmasından bile şüphelenir. Fakat. fikrimizce bu şüpheler ve uyuşmazlıklar inandırıcı sayılmaz. Gucduvânî'nin XIl. asırdaki tarihî olaylar ile ilgili anlattığı hikâyesindeki uyuşmazlıkların sebebi, genç yaşında Yûsuf la görüşen suninin, ihtiyarlığında anılarını anlatıp yazdırması olabilir.
Yusuf Hemedânî'nin öğretisi, W.Madelung'un iddialarına aykırı olarak, bütün kaynaklarda takriben aynı şekilde anlatılmaktadır. İnsanları mütevazi bir hayat sürmeye davet eden şeyh, kendisi de zahit olarak yaşamış. Günlük hayatında çok az ile idare eder, rençperlik ve esnaflık ile uğraşır, hiçbir zaman dilencilik yapmaz ve bunu müritlerine de ciddi olarak yasaklarmış. Beş vakit namazı kılan Yusuf, yılda bir çilede (40 günlük inzivada) oruç tutarmış. Hiçbir zaman hükümdarlara yaranmaya çalışmaz, fakirlerle iştigal ederek Allah'ın kendine verdiği her şeyi onlarla paylaşırmış. Yemek yerken Yûsuf daima son derece titizlikle haramı helâlden ayırırmış. Nakşbendiyye ananesi, Yûsuf'u sufi pratiğinin ilk dört kaîdesinin (hûş der dem, nazar ber kadem, sefer der vatan ve halvet der encümen) kurucusu saymaktadır. Elimizdeki kaynaklarda tavsif edilen Yûsuf Hemedânî'nin dünya görüşü, Yesevî'nin "hikmetleri"ndeki nasihatlere tamamen uymaktadır.
Ahmed Yesevî'nin hocası Yusuf Hemedânî'nin en ünlü mürşidi, XI. asrın meşhur mutasavvıf şairi Abdullalı Ansârî el-Herevî ( 1006-1089) idi. En mutaassıp Hanbelî mezhebinin taraftarı olan Ansârî için Tasavvuf, yalnız Kurân-ı Kerîm'in ve Sünnetlerinin manasını kavramayı kolaylaştıran ve bunların devamı olan Hak üzerine öğretiydi. Bu şeyh birçok tasavvuf şiiri yazmış ve "Divân-ı Hikmet"te de bir Türkçe örneği bulunan "Münâcât" (Allaha yalvarma konulu manzume) tarzının kurucusu sayılmış. Gençliğinde Ansârî, kendini Bayezit Bistâmî'nin (öl. 875) mânevî evlâdı sayan ünlü mutasavvıf Abu'I-Hasan Herekânî'nin (ö1.1033-34) meclisine devam eder­miş. Ansârî'nin öğretisi, pratik Tasavvufun iki ekolü olan Cüneyt Bağdâdî'nin(ö1.910) "ayıklık" ekolü ile Bistâmî'nin "şükür" (İlahi Sevgiden sarhoşluk) ekolünün kaîdelerinin manasını çıkarma ürünü olmuş.
Yusuf Hemedânî'nin diğer bir mürşidi, Cüneyt'in "ılımlı" tasavvuf ekolünün taraftarı ve meşhur "Risâle fi ilmü't-Tasavvuf'un müellifi olan Abû,l-Kâsım Kuşeyrî'nin (986-1072) müridi ve kendi sunî meclisini idare eden (şeyhu's-suhbe) Abû Alî Fermezî at-Tûsî (ö1.1084) imiş.
Yesevî'nin bütün Farisî mürşitlerinin, Kurân-ı Kerîm ve Hadislerin okunmasına büyük önem veren, kendi hareket tarzında Şeriat kurallarından hiç uzaklaşmayan mutaassıp Sünniler oldukları bilinir.
Böylelikle Ahmed Yesevî'nin, Horâsân sufi okulunun kısmen tesiri al­tında bulunduğu halde, Cüneyt Bağdâdî'nin ayıklık" okulu, yani "ılımlı" Tasavvufun takipçisi olduğu tahmin edilebilir. Dîvân-ı Hikmet"in Ahmed Yesevî'nin yaşam öyküsünü anlatan kısmındaki tasavvuf fikirleri ve sufi terimlerin kullanılması bunu tasdik etmektedir. "Hikmetler"i, "Cevâhiru'l Ebrâr" ve "Nesebnâme" eserlerindeki sözleri, şeyhin ayrıca Melâmetiyye öğretisinin tesirinde kalmış olabileceğini göstermektedir. Bu öğretinin, Yusuf Hemedânî'nin icat ettiği "halvet der encümen" (toplumda olduğu halde yalnız olma) kaîdesine tesir ettiği kabul edilirse, bu iddia gerçek sayılır. Yesevî'nin dünya görüşünün Türk kökenleri ise, en erken tarihî kaynakların araştırılması ve şeyhe istinat edilen "Dîvân-ı Hikmet"in devamlı incelenmesi yoluyla açıklığa kavuşturulabilir.
Dipnot
* St.Petersburg Devlet Üniversitesi. şarkiyat Fakültesi Asistanı, RUSYA FEDERASYONU.
  1. A.K. Müminov. "Mübeyyidiyye-Yeseviyye Alâkası Hakkındâ, Bir. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi. Sayı: 1. İstanbul 1964, s.120.
  2. MF..Köprülü. ".Ahmet Yesevî" Maddesi. İslam Ansiklopedisi. Cilt 1, İstanbul 1941. s.212.
  3. Wilford Madelung i Yusuf al-Hamedani and the Naqsbandiyya, 1989 p. 499-509