Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı
Toplumu meydana getiren temel sektörlerden bir tanesi sosyal sistemdir. Birbirinden bağımsız düşünülemeyen bu alt sistemlerden sosyal sektörün iyi işlememesi durumunda toplumun ayakta kalabilmesi pek mümkün değildir. Toplumun bütünleşmesini sağlayan bir takım değer ve normlardan meydana gelen sosyal sistemi besleyen, dolayısıyla toplumu kuşatan referans çerçevesi de manevi değerlerdir. Türk toplumunu tarihin her döneminde dipdiri tutan ve toplumun çözülmesine neden olabilecek anomik oluşumlara meydan vermeyen bu temellerden birini de Divan-ı Hikmet teşkil eder.
Yesevi'nin "Bismillah" la başlayan Divan-ı Hikmet'i toplumun entegrasyonuna katkıda bulunabilecek çok önemli bir misyonu yüklenmiş ve yıllarca da bunu başarıyla sürdürmüştür. Adı geçen eserde müşahhaslaşan düşüncenin başvuru kaynağını Kur'an-ı Kerim'in öğretileri ve Hazreti Peygamber'in hadisleri oluşturmaktâdır. Böylece dağınık Türk kabileleri arasında milli birliği tesis edebilecek sağlamlıkta olan bu fikirler sayesinde milletleşme süreci başarılı mecraya girebilmiştir. Bu bakımdan Ahmed Yesevi'nin İslami bilgilerle İslam ahlakını ve tasavvufi bilgileri göçebe Türkler arasında yayma teşebbüsü, tüm dağınık kabilelerin müşterek kaynaktan beslenmelerine, dolayısıyla entegre olmalarına neden olmuştur. Milli unsurların biçimlendirdiği, İslami ve tasavvufi unsurlarla örülü olan hikmetlerin, İslam dininin Orta Asya bozkırlarındaki göçebeler arasında yayılmasında önemli bir fonksiyon icra ettiği şimdi çok daha iyi anlaşılmaktadır. Şüphesiz Yesevi'nin hikmetleri İslamiyet'in Türkler arasında yayılmasına katkıda bulunurken, düşünce genişliği sağlayan tasavvuf felsefesiyle de kültürümüzü zenginleştirmiştir.
Bilindiği gibi
Yesevi'nin yaşadığı dönemde Türkler, kabile biçiminde teşkilatlanmış olarak
göçebe kültürü özelliklerine sahipti. Şüphesiz böyle bir organizasyon içindeki
toplulukların kültüründe mitolojik unsurların ağırlıklı olacağı tabiidir. Hatta
mitoloji ile beslenen kültürün inanç motifleri, yeni benimsenen inanç sistemi
içinde dominant karakterini sürdürecektir. Bu bakımdan İslamiyet'i henüz kabul
etmiş olan Türklerin, XII. yüzyılda bile İslam öncesi dönemdeki inançla ilgili
bazı unsurları devam ettirmesi normaldir. Toplumsal ilişkileri belirleyen
normla informal tarzda ve sözlü olarak bireylere aktarılması İslam öncesi
inançlarla ilgili bazı motiflerin varlığını korumasına neden olmuştur. Bu yüzden
kültürel unsurları aktaranlar, aynı zamanda bilge kimseler olarak toplumda
belli bir statü elde etmişlerdir.
Böyle bir kültürel alt
yapı içinde Ahmed Yesevi, çok iyi tanıdığı bozkır insanıyla iletişim
kurabilmiş, onların manevi telkinleri alma ve sindirme noktasındaki
yeteneklerini dikkate alarak İslam'ı basit imaj ve tasvirlerle bu topluluklara
yaymaya çalışmıştır. Bir tasavvuf filozofu olan Yesevi'nin düşünce yapısını,
İslam medeniyetinin önemli kültür merkezlerinden biri olan ve Rönesans'ın yapı
taşlarından biri olduğunu bizzat Batılı bilim adamlarının teslim ettiği Buhara
muhiti oluşturmuştur.
Yesevi kitle ile
iletişim kurmada yeni bir dil, yeni bir lehçe kullanarak başarılı olmuş, bu
İslami dil sayesinde İslamiyet'i çevreye (periferi) yayabilmiştir. İlmihal
bilgisiyle, Hz. Peygamberin hayatı ile ilgili canlı anlatımıyla ve sahabe
hayatından bazı örnekleri efsanevi formda aktararak uçsuz bucaksız bozkır
insanının gündelik hayatına etki etmiştir. Türklerin kültürel hayatlarına
yabancı olmayan bu yeni dil ve lehçe ile toplumsal hayatın tüm kesimlerine
nüfuz edilebilmiştir. Yesevi de Türk aşiretlerinin İslamiyet'i kabul etmiş
olmalarıyla aynı dili müştereken paylaşmaları sonucu, dağınıklığın üstesinden
gelinebileceğini görmüş ve tüm gücüyle bunun tahakkuku için çaba sarf etmiştir.
Yani Ahmed Yesevi'nin bilge kişiliği sayesinde bütünleşmenin dinamiklerini çok
iyi gördüğünü ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırdığını söyleyebiliriz. Yahya
Kemal Beyatlı'nın Fuat Köprülü'ye hitaben; Yesevi hazretlerinin üzerinde
çalışmanın gerekliliğini vurgulayarak, Türk Milleti'nin milli birlik ve
beraberlik şuurunun gelişmesindeki katkısını hatırlatması da bu durumu açıkça
göstermektedir.
Yesevi'nin Hz.
Muhammed'in her alanda örnek alınarak mükemmele ulaşılabileceği yolundaki
çabalarını, sofizme Sünni bir karakter kazandırma yolunda ciddi bir adım olarak
algılayarak dinî bölünmelerin, entegrasyonun teşekkülü karşısında önemli bir
engel teşkil ettiğini söyleyebiliriz. İşte Yesevi'nin bu tür gayretleri hayata
aktif bir ahlakî eylemlilik de kazandırmıştır. Söz gelimi; İslamiyet'in tevhit
inancı etrafında birbirine düşman olan kabileleri organize edebilmesi,
Yesevi'nin önünde önemli bir model olmuştur. Zaten Yesevi Hazretleri,
Müslümanların uymak zorunda olduğu, olmazsa olmaz türünden Allah'ın varlığına,
birliğine ve sıfatlarına dayalı tevhit inancına hikmetlerinde ağırlıklı bir yer
vermiştir. Bu yüzden de kabile düzeninin hakim olduğu bozkır insanının kalbine
bu inancı kökleştirmeye çalışmıştır. Bugün eski Sovyetlerin dağılmasıyla
ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleriyle beraber Yesevi'nin yeniden doğması, bu
kökleşen inancın yeşermesinden başka bir şey değildir. Yani Yeseviler'in
oluşturduğu İslami lehçe, dil sayesinde bu topluluklar kendilerini yeniden
üretebilmişlerdir. O halde Yesevi'nin hikmetleri, insanların davranışlarına tek
biçimlilik kazandıracak normatif bir çerçeve oluştururken, insanî ilişkilere
yeni bir mana kazandırmış ve toplumun bütünlüğünün korunmasına katkıda
bulunmuştur. Hikmetler de müşahhaslaştığı gibi, oluşturulan yeni dil sayesinde
bir yandan göçebe kabileler dağınıklıktan kurtarılarak daha organize bir yapı
kazanmaya başlamış, diğer yandan da yeni yeni oluşmaya başlayan kısmi istikrar
pekiştirilmeye çalışılmıştır. Nitekim Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması
teşebbüsünde, karşılaşılan ortak düşmanlar karşısında Türklerin bir araya gelip
birlik oluşturabilmelerinin temelinde, Yesevi gibi köşe taşlarının katkısıyla
teşekkül eden ortak kültürün payını unutmamak gerekir.
Elbette kabilevi hayat
tarzının tabiatında, birlikten öte ayrılık ve düşmanlığın varlığı
bilinmektedir. Böyle bir bölünmüşlük halinin, ortak tarihi-kültürel yapının
oluşmasını engellediği de bir vakadır. İşte Yeseviler'in tüm gayret ve
çabalarının temelinde dağınıklığı sona erdirip birliğin ikame edilmesi
düşüncesi yatmaktadır. Birlik ve beraberliğe katkıda bulunacak yeni düşünceler
üretmek, eski kıymetleri muhafaza etmek kadar önemlidir. Söz gelimi eski
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinin kısmi
bağımsızlık tecrübesi yaşamalarından sonra yeniden Sovyet hegemonyası altına
girme riskinin ortaya çıkması, bu eksikliği gündeme getirmekte ve Sovyetlerin
sürekli kabilecilik şuurunu canlı tuttuğunu göstermektedir. Çünkü kabilecilik
şuuru milletleşmenin önünde ciddi bir engeldir ve bu temele dayalı olarak
kurulan devletler kısa ömürlüdür. Bu bakımdan merkezle çevre arasındaki
bağları güçlendirmeye yönelik olmayan kısır ve manipulatif düşünce ve fikirler
bu tür ayrılıkları körüklemekten başka bir işe yaramaz. O halde bir zümrenin
diğeri üzerinde kurmak istediği tahakkümane yaklaşımlar yerine, Yeseviler'in
düşüncelerini prensip edinmiş daha bilimsel ve realist perspektiflerin hayata
geçirilmesi gerekiyor.
Yesevi'nin hikmetleri
arasında düşünce dünyamızın teşekkülünde bizlere öncülük edecek değer ve inanç
motifleri çok fazladır. Mesela;
-
Sünnet imiş, kafir de olsa, incitme sen
-
Hudâ bizardır, katı yürekli gönül incitenden
-
Allah şahit, öyle kula hazırdır sıccırı
-
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
mısraları arasına
sığdırılmış koca bir zihniyet dünyası, bugünün maddeleşmiş barbar insanına
insanlık dersi verir.
Yine Yesevi'nin
hikmetlerinin satırları arasında unutulmuş, fakat sosyal huzursuzlukların,
istikrarsızlığın ve çözülmelerin üstesinden gelmemize yardımcı olacak bir bakış
açısı var:
-
Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama
-
Hakk'ı seven aşıklar helalinden yemişler
-
Molla müftü olanlar, yalan fetva verenler
-
Akı kara kılanlar, cehenneme girmişler
-
Kadı, imam olanlar, haksız devam kılanlar
-
Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar
Açıkça görüleceği üzere
Yesevi, mal mülkü kısaca dünya hayatını ilgi nokta-i nazarından
sorgulamaktadır. Yani itibar, servet, güç gibi hırs ve tahakküm içgüdüsünü
tatmine yönelik, tamamen egoist duyguların tahrik edilmesini ilke edinmiş
maddeci kültürün oluşturduğu bencil insan tipi yerine, insani değerleri öne
çıkarmış altruistik (diğerkamcı) insan tipi ikame edilmek istenmiştir. Bu temayı
şu mısralarda da görmek mümkündür:
-
Dünya benim mülküm diyen sultanlara
-
Alem malın sayısız yığıp alanlara
-
Yeme içme ile meşgul olanlara
-
Ölüm gelse, bir vefa kılmaz imiş
Tabii ki burada
vurgulanan ve kötülük kaynağı olarak gösterilen, maddi boyutun yani bencil
alanın tamamen yok edilmesi yerine, terbiye edilerek ilahi boyutun denetimi
altına alınması mümkündür. Yesevi'nin insanın kendisini bilmesinin Hakk'ı bilip
tanıması demek olduğunu ifade etmesi, eşref-i mahlukat olan insanın, egoizmin
geçici zevkleri içinde bocalayarak yüz yüze geldiği bunalım ve yabancılaşmadan
kurtarılması yolundaki ciddi çabaları göstermektedir. Bugünün sanayileşmiş
ülkelerinde egoist dürtülerin tahrik edilmesine dayalı sosyo-kültürel ve
ekonomik gelişmeyi yani, yeni dünya düzeni olarak isimlendirilen dünya görüşünü
gelişmekte olan ülkelere benimsetme çabaları karşısında dirençli olmak
istiyorsak, kendi kültürel mirasımız içinde mevcut değerlerimizi yeniden
üretmek ve ilişkilerimize yeni anlamlar yüklemek zorundayız.
Sosyal entegrasyonu
tehdit eden, sosyal huzursuzlukların, çalkantıların ve çözülmelerin temelinde
yatan rüşvet, hayali ihracat gibi gayr-ı ahlaki ekonomik faaliyetlerde
bulunanlar, Yesevi'nin;
Rüşvet alan hakimler,
haram alıp yiyenler
Parmağını dişleyip
korkup durup kalmışlar
ya da;
Kadı olan alimler,
rüşvet alıp yiyenler
Altın tahta oturanlar
toprak altında kalmışlar.
mısraları üzerinde çok
düşünmelidirler. Dikkat edilirse bu satırlar arasına koskoca bir zihniyet
dünyası yerleştirilerek, ölüm, ahiret hayatı, yani diyanet hatırlatılıp
dünya-ahiret dengesi oluşturulmaya çalışılmıştır.
Bugün insanlığın her
zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu şey, insan-tabiat, insan-insan ve
insan-toplum ilişkilerini tevazu, iyilik, hoşgörü ve denge temeli üzerine inşa
eden Yeseviler'in inanç ve düşüncelerini yeniden canlandırma, toplumun rasyonel
temeller üzerinde yeniden inşasında bu değerlerden yararlanma olarak
özetlenebilir. Nitekim Yesevi`nin;
Daima iyilik kıl sen,
gidersin sen bu dünyadan
mısraında tüm sosyal
ilişkilerimizde iyiliğin, güzelliğin rehberliğine olan ihtiyacımız
vurgulanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, insani ilişkilerimizde iyiliği elden
bırakmamanın karşılığının iyilik olacağının belirtilmesiyle, Yesevi
düşüncesinin referans çerçevesi de açıkça görülmektedir.
Allah'ın yeryüzünde
Halifesi olan dolayısıyla çok önemli bir misyonu yüklenen insanoğlu,
karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı aklın hakim olduğu bir sosyal çevre
oluşturabilir hatta, oluşturmak zorundadır. Ancak insanın hür iradesiyle, ilmi
çabalarıyla meydana getirdiği sosyal çevrede, bütünleşmeden, uyumdan,
kardeşlikten söz edilebilir. O halde milletimizin ortak değerlerinin
teşekkülünde birer sembol olan Yesevi gibi şahsiyetlerin iyi tanınması,
anlaşılması ve fikirlerinin kimliğimizin bir parçası haline getirilmesi,
birbirimize kenetlenmemizin de dinamik unsuru olacaktır.
KAYNAKLAR:
Ahmed-i Yesevi, Divan-ı
Hikmet, Seçmeler, Haz. Kemal ERARSLAN, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1991.
Güngör, Erol,
'Türklerin Aşiretten Devlete Geçişte Karşılaştıkları Meseleler Hakkında", Türk
Yurdu, Cilt: 8, Şubat 1987, s. 1013.
Hoca Ahmed Yesevi,
Diyanet, Sayı: 33, Eylü1 1993.
Hoca Ahmed Yesevi Özel
Sayısı, Türk Yurdu, Cilt: 13, Eylül, 1993.
Köprülü, Fuat. Türk
Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara,
1976.
Milletlerarası Ahmed
Yesevi Sempozyumu Bildirileri, 26-27 Eylül 1991, Ankara, 1992.
Hacı Bektaş Veli Araştırma
Dergisi http://www.hbektas.gazi.edu.tr/