Hoca Ahmed Yesevi ve Sosyal Bütünleşme

Prof. Dr. Hüsnü Ezber BODUR
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı

Toplumu meydana getiren temel sektörlerden bir tanesi sosyal sistemdir. Birbirinden bağımsız düşünülemeyen bu alt sistemlerden sosyal sektörün iyi işlememesi durumunda toplumun ayakta kalabilmesi pek mümkün değildir. Toplumun bütünleşmesini sağlayan bir takım değer ve normlardan meydana gelen sosyal sistemi besleyen, dolayısıyla toplumu kuşatan referans çerçevesi de manevi değerlerdir. Türk toplumunu tarihin her döneminde dipdiri tutan ve toplumun çözülmesine neden olabilecek anomik oluşumlara meydan vermeyen bu temellerden birini de Divan-ı Hikmet teşkil eder.
Yesevi'nin "Bismillah" la başlayan Divan-ı Hikmet'i toplumun entegrasyo­nuna katkıda bulunabilecek çok önemli bir misyonu yüklenmiş ve yıllarca da bunu başarıyla sürdürmüştür. Adı geçen eserde müşahhaslaşan düşünce­nin başvuru kaynağını Kur'an-ı Kerim'in öğretileri ve Hazreti Peygam­ber'in hadisleri oluşturmaktâdır. Böyle­ce dağınık Türk kabileleri arasında milli birliği tesis edebilecek sağlamlıkta olan bu fikirler sayesinde milletleşme süreci başarılı mecraya girebilmiştir. Bu ba­kımdan Ahmed Yesevi'nin İslami bilgi­lerle İslam ahlakını ve tasavvufi bilgileri göçebe Türkler arasında yayma teşeb­büsü, tüm dağınık kabilelerin müşterek kaynaktan beslenmelerine, dolayısıyla entegre olmalarına neden olmuştur. Milli unsurların biçimlendirdiği, İslami ve tasavvufi unsurlarla örülü olan hik­metlerin, İslam dininin Orta Asya boz­kırlarındaki göçebeler arasında yayılma­sında önemli bir fonksiyon icra ettiği şimdi çok daha iyi anlaşılmaktadır. Şüphesiz Yesevi'nin hikmetleri İslamiyet'in Türkler arasında yayılmasına katkı­da bulunurken, düşünce genişliği sağlayan tasavvuf felsefesiyle de kültürümüzü zenginleştirmiştir.
Bilindiği gibi Yesevi'nin yaşadığı dö­nemde Türkler, kabile biçiminde teşki­latlanmış olarak göçebe kültürü özellik­lerine sahipti. Şüphesiz böyle bir organi­zasyon içindeki toplulukların kültürün­de mitolojik unsurların ağırlıklı olacağı tabiidir. Hatta mitoloji ile beslenen kül­türün inanç motifleri, yeni benimsenen inanç sistemi içinde dominant karakte­rini sürdürecektir. Bu bakımdan İslamiyet'i henüz kabul etmiş olan Türklerin, XII. yüzyılda bile İslam öncesi dönemde­ki inançla ilgili bazı unsurları devam et­tirmesi normaldir. Toplumsal ilişkileri belirleyen normla informal tarzda ve sözlü olarak bireylere aktarılması İslam öncesi inançlarla ilgili bazı motiflerin varlığını korumasına neden olmuştur. Bu yüzden kültürel unsurları aktaran­lar, aynı zamanda bilge kimseler olarak toplumda belli bir statü elde etmişlerdir.
Böyle bir kültürel alt yapı içinde Ahmed Yesevi, çok iyi tanıdığı bozkır in­sanıyla iletişim kurabilmiş, onların ma­nevi telkinleri alma ve sindirme nokta­sındaki yeteneklerini dikkate alarak İslam'ı basit imaj ve tasvirlerle bu toplu­luklara yaymaya çalışmıştır. Bir tasav­vuf filozofu olan Yesevi'nin düşünce ya­pısını, İslam medeniyetinin önemli kültür merkezlerinden biri olan ve Rönesans'ın yapı taşlarından biri olduğunu bizzat Batılı bilim adamlarının teslim ettiği Buhara muhiti oluşturmuştur.
Yesevi kitle ile iletişim kurmada yeni bir dil, yeni bir lehçe kullanarak başarılı olmuş, bu İslami dil sayesinde İslamiyet'i çevreye (periferi) yayabilmiştir. İlmihal bilgisiyle, Hz. Peygamberin hayatı ile il­gili canlı anlatımıyla ve sahabe hayatın­dan bazı örnekleri efsanevi formda akta­rarak uçsuz bucaksız bozkır insanının gündelik hayatına etki etmiştir. Türkle­rin kültürel hayatlarına yabancı olma­yan bu yeni dil ve lehçe ile toplumsal hayatın tüm kesimlerine nüfuz edilebil­miştir. Yesevi de Türk aşiretlerinin İslamiyet'i kabul etmiş olmalarıyla aynı dili müştereken paylaşmaları sonucu, dağınıklığın üstesinden gelinebileceğini gör­müş ve tüm gücüyle bunun tahakkuku için çaba sarf etmiştir. Yani Ahmed Yese­vi'nin bilge kişiliği sayesinde bütünleş­menin dinamiklerini çok iyi gördüğünü ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırdığını söyleyebiliriz. Yahya Kemal Beyatlı'nın Fuat Köprülü'ye hitaben; Yesevi hazretlerinin üzerinde çalışmanın gerek­liliğini vurgulayarak, Türk Milleti'nin milli birlik ve beraberlik şuurunun gelişmesindeki katkısını hatırlatması da bu durumu açıkça göstermektedir.
Yesevi'nin Hz. Muhammed'in her alanda örnek alınarak mükemmele ula­şılabileceği yolundaki çabalarını, sofizme Sünni bir karakter kazandırma yo­lunda ciddi bir adım olarak algılayarak dinî bölünmelerin, entegrasyonun te­şekkülü karşısında önemli bir engel teş­kil ettiğini söyleyebiliriz. İşte Yesevi'nin bu tür gayretleri hayata aktif bir ahlakî eylemlilik de kazandırmıştır. Söz gelimi; İslamiyet'in tevhit inancı etrafında birbi­rine düşman olan kabileleri organize edebilmesi, Yesevi'nin önünde önemli bir model olmuştur. Zaten Yesevi Haz­retleri, Müslümanların uymak zorunda olduğu, olmazsa olmaz türünden Allah'ın varlığına, birliğine ve sıfatlarına dayalı tevhit inancına hikmetlerinde ağırlıklı bir yer vermiştir. Bu yüzden de kabile düzeninin hakim olduğu bozkır insanının kalbine bu inancı kökleştir­meye çalışmıştır. Bugün eski Sovyetle­rin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleriyle beraber Yesevi'nin ye­niden doğması, bu kökleşen inancın ye­şermesinden başka bir şey değildir. Yani Yeseviler'in oluşturduğu İslami lehçe, dil sayesinde bu topluluklar ken­dilerini yeniden üretebilmişlerdir. O halde Yesevi'nin hikmetleri, insanların davranışlarına tek biçimlilik kazandıra­cak normatif bir çerçeve oluştururken, insanî ilişkilere yeni bir mana kazandır­mış ve toplumun bütünlüğünün korun­masına katkıda bulunmuştur. Hikmet­ler de müşahhaslaştığı gibi, oluşturulan yeni dil sayesinde bir yandan göçebe ka­bileler dağınıklıktan kurtarılarak daha organize bir yapı kazanmaya başlamış, diğer yandan da yeni yeni oluşmaya başlayan kısmi istikrar pekiştirilmeye çalışılmıştır. Nitekim Anadolu'nun Türk­leşmesi ve İslamlaşması teşebbüsünde, karşılaşılan ortak düşmanlar karşısında Türklerin bir araya gelip birlik oluştura­bilmelerinin temelinde, Yesevi gibi köşe taşlarının katkısıyla teşekkül eden ortak kültürün payını unutmamak gerekir.
Elbette kabilevi hayat tarzının tabia­tında, birlikten öte ayrılık ve düşmanlığın varlığı bilinmektedir. Böyle bir bö­lünmüşlük halinin, ortak tarihi-kültürel yapının oluşmasını engellediği de bir va­kadır. İşte Yeseviler'in tüm gayret ve ça­balarının temelinde dağınıklığı sona er­dirip birliğin ikame edilmesi düşüncesi yatmaktadır. Birlik ve beraberliğe katkı­da bulunacak yeni düşünceler üretmek, eski kıymetleri muhafaza etmek kadar önemlidir. Söz gelimi eski Sovyetler Bir­liği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinin kısmi bağımsızlık tecrübesi yaşamalarından sonra yeni­den Sovyet hegemonyası altına girme riskinin ortaya çıkması, bu eksikliği gündeme getirmekte ve Sovyetlerin sü­rekli kabilecilik şuurunu canlı tuttuğu­nu göstermektedir. Çünkü kabilecilik şuuru milletleşmenin önünde ciddi bir engeldir ve bu temele dayalı olarak ku­rulan devletler kısa ömürlüdür. Bu ba­kımdan merkezle çevre arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olmayan kısır ve manipulatif düşünce ve fikirler bu tür ayrılıkları körüklemekten başka bir işe yaramaz. O halde bir zümrenin diğeri üzerinde kurmak istediği tahakkümane yaklaşımlar yerine, Yeseviler'in düşüncelerini prensip edinmiş daha bi­limsel ve realist perspektiflerin hayata geçirilmesi gerekiyor.
Yesevi'nin hikmetleri arasında dü­şünce dünyamızın teşekkülünde bizlere öncülük edecek değer ve inanç motifleri çok fazladır. Mesela;
  • Sünnet imiş, kafir de olsa, incitme sen
  • Hudâ bizardır, katı yürekli gönül incitenden
  • Allah şahit, öyle kula hazırdır sıccırı
  • Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
mısraları arasına sığdırılmış koca bir zihniyet dünyası, bugünün maddeleş­miş barbar insanına insanlık dersi verir.
Yine Yesevi'nin hikmetlerinin satırları arasında unutulmuş, fakat sosyal hu­zursuzlukların, istikrarsızlığın ve çözül­melerin üstesinden gelmemize yardımcı olacak bir bakış açısı var:
  • Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama
  • Hakk'ı seven aşıklar helalinden yemişler
  • Molla müftü olanlar, yalan fetva verenler
  • Akı kara kılanlar, cehenneme girmişler
  • Kadı, imam olanlar, haksız devam kılanlar
  • Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar
Açıkça görüleceği üzere Yesevi, mal mülkü kısaca dünya hayatını ilgi nokta-­i nazarından sorgulamaktadır. Yani iti­bar, servet, güç gibi hırs ve tahakküm içgüdüsünü tatmine yönelik, tamamen egoist duyguların tahrik edilmesini ilke edinmiş maddeci kültürün oluşturduğu bencil insan tipi yerine, insani değerleri öne çıkarmış altruistik (diğerkamcı) insan tipi ikame edilmek istenmiştir. Bu temayı şu mısralarda da görmek müm­kündür:
  • Dünya benim mülküm diyen sultanlara
  • Alem malın sayısız yığıp alanlara
  • Yeme içme ile meşgul olanlara
  • Ölüm gelse, bir vefa kılmaz imiş
Tabii ki burada vurgulanan ve kötü­lük kaynağı olarak gösterilen, maddi bo­yutun yani bencil alanın tamamen yok edilmesi yerine, terbiye edilerek ilahi bo­yutun denetimi altına alınması mümkündür. Yesevi'nin insanın kendisini bilmesinin Hakk'ı bilip tanıması demek olduğunu ifade etmesi, eşref-i mahlukat olan insanın, egoizmin geçici zevkleri içinde bocalayarak yüz yüze geldiği bu­nalım ve yabancılaşmadan kurtarılması yolundaki ciddi çabaları göstermektedir. Bugünün sanayileşmiş ülkelerinde ego­ist dürtülerin tahrik edilmesine dayalı sosyo-kültürel ve ekonomik gelişmeyi yani, yeni dünya düzeni olarak isimlen­dirilen dünya görüşünü gelişmekte olan ülkelere benimsetme çabaları karşısın­da dirençli olmak istiyorsak, kendi kül­türel mirasımız içinde mevcut değerleri­mizi yeniden üretmek ve ilişkilerimize yeni anlamlar yüklemek zorundayız.
Sosyal entegrasyonu tehdit eden, sos­yal huzursuzlukların, çalkantıların ve çözülmelerin temelinde yatan rüşvet, hayali ihracat gibi gayr-ı ahlaki ekono­mik faaliyetlerde bulunanlar, Yesevi'nin;
Rüşvet alan hakimler, haram alıp yiyenler
Parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar
ya da;
Kadı olan alimler, rüşvet alıp yiyenler
Altın tahta oturanlar toprak altında kalmışlar.
mısraları üzerinde çok düşünmelidirler. Dikkat edilirse bu satırlar arasına kos­koca bir zihniyet dünyası yerleştirilerek, ölüm, ahiret hayatı, yani diyanet hatırlatılıp dünya-ahiret dengesi oluşturulmaya çalışılmıştır.
Bugün insanlığın her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu şey, insan-tabiat, insan-insan ve insan-toplum iliş­kilerini tevazu, iyilik, hoşgörü ve denge temeli üzerine inşa eden Yeseviler'in inanç ve düşüncelerini yeniden canlan­dırma, toplumun rasyonel temeller üze­rinde yeniden inşasında bu değerlerden yararlanma olarak özetlenebilir. Nitekim Yesevi`nin;
Daima iyilik kıl sen, gidersin sen bu dünyadan
mısraında tüm sosyal ilişkilerimizde iyi­liğin, güzelliğin rehberliğine olan ihtiya­cımız vurgulanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, insani ilişkilerimizde iyiliği elden bırakmamanın karşılığının iyilik olacağının belirtilmesiyle, Yesevi düşün­cesinin referans çerçevesi de açıkça gö­rülmektedir.
Allah'ın yeryüzünde Halifesi olan do­layısıyla çok önemli bir misyonu yükle­nen insanoğlu, karşılıklı sevgi ve saygı­ya dayalı aklın hakim olduğu bir sosyal çevre oluşturabilir hatta, oluşturmak zorundadır. Ancak insanın hür iradesiyle, ilmi çabalarıyla meydana getirdiği sosyal çevrede, bütünleşmeden, uyum­dan, kardeşlikten söz edilebilir. O halde milletimizin ortak değerlerinin teşekkü­lünde birer sembol olan Yesevi gibi şah­siyetlerin iyi tanınması, anlaşılması ve fikirlerinin kimliğimizin bir parçası hali­ne getirilmesi, birbirimize kenetlenme­mizin de dinamik unsuru olacaktır.
KAYNAKLAR:
Ahmed-i Yesevi, Divan-ı Hikmet, Seçme­ler, Haz. Kemal ERARSLAN, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
Güngör, Erol, 'Türklerin Aşiretten Devle­te Geçişte Karşılaştıkları Meseleler Hakkında", Türk Yurdu, Cilt: 8, Şubat 1987, s. 10­13.
Hoca Ahmed Yesevi, Diyanet, Sayı: 33, Eylü1 1993.
Hoca Ahmed Yesevi Özel Sayısı, Türk Yurdu, Cilt: 13, Eylül, 1993.
Köprülü, Fuat. Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Ya­yınları, Ankara, 1976.
Milletlerarası Ahmed Yesevi Sempozyu­mu Bildirileri, 26-27 Eylül 1991, Ankara, 1992.
 
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi http://www.hbektas.gazi.edu.tr/