Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Tasavvuf inanış ve düşüncesinin tarih boyunca dini ve bilhassa kültürel hayatımızdaki yeri ve önemi inkar edilemez bir gerçektir. Bireysel ve toplumsal hayatta tasavvufun uygulanışı, bunun kurumu olan tarikatlar ayrı ve önemli konulardır Meselenin kültürel boyutu ise, daha farklı bir husustur. Uygulama ile ilgisi olmadığı halde tasavvufun varlık görüşünü, bakış açısını, felsefi kanaatlerini, kısacası “kültür”ünü benimseyen bir kütle her zaman var olmuştur. Şiirimizi, edebiyatımızı, geniş anlamıyla sanatımızı tasavvuftan soyutlayamayız. Veya en azından, tasavvufi düşünce kültür ve sanatımızın önemli dinamiklerinden biridir.
Tarih içinde tasavvufi düşüncenin filizlendiği, boy attığı ortamlar tekkeler ve tarikatlardır. Oralardan esen rüzgar toplumun çeşitli kesimlerinde değişik ölçülerde yankı bulmuştur.
Verimli çalıştığı dönemlerde tekkeler sadece ruhi-manevi eğitim veren kuruluşlar değildi. Bir başka ifadeyle tasavvuf eğitiminin dışa yansıyan bir yönü de söz konusu idi. Bu yansıma hareketlerde, davranışlarda zarafet, incelik ve güzellik şeklinde tezahür ederdi. Mesela “İstanbul efendisi” “İstanbul terbiyesi” gibi görüntüleri olan bu “haddeden geçmiş nezaket”in oluşmasında tekke kültürünün rolü büyüktü. Tamamen görerek, bire bir örnek alarak ve bizzat yaşayarak oluşan bu incelmiş davranış biçimlerinin, ne yazık ki, zamanla unutulduğunu görüyoruz. Bugün bunların canlı örnekleri kaybolduğundan istesek de geri getiremeyeceğimizi zannediyorum.
Tekkelerin kapatılmasıyla, zaman içinde günlük hayatta ve davranış biçimlerindeki tekke ve tasavvuf kaynaklı diyebileceğimiz tavırlar ve hareketlerin devamında bir kopukluk olduğu muhakkaktır. Teorik ve fikri plan açısından meseleye bakacak olursak görülen şudur: Kapatılan sadece tekkelerin binaları olmuştur denebilir. Düşünce ve inanışın engellenemeyeceği açıktır. Bazı aksamalar olsa da, kültürde devamlılık esastır. Dolayısıyla tasavvufi düşünce ve tasavvuf kültürü belli ölçüde varlığını sürdürmüştür. Bu sanatla, yani müzikle, şiirle, romanla ve nihayet akademik çalışmalarla olmuştur.
Tekkeler kapandıktan sonra, tekke dışındaki alanlarda, yani kısaca kültürde, sanatta, edebiyatta, baştan beri var olan tasavvufi düşünce etkisi ve tezahürleri acaba nasıl bir istikamet almıştır? Bu konularda yeterli araştırma ve incelemeler yapıldığını söylemek zordur.
Ancak el yordamıyla diyebileceğimiz bir bakışla şunları ifade etmek mümkündür:
Tasavvuf veya tekke musikisinin müzik dalları içinde hatırı sayılır bir yeri vardır. Geçmişte, başta Mevlânâ dergâhları olmak üzere, çeşitli tasavvuf kurumları bu tür müziğin eğitiminin ve icrasının yapıldığı yerlerdi.
Günümüzde ise, muhtelif kesimlerde tasavvuf müziğine ilginin arttığı görülüyor. Bunun sebepleri çeşitlidir. Mesela tasavvuf müziği bizatihi güzel ve etkileyicidir. Arayış içinde olan sanatkarlar için farklı bir tat sunabilmektedir.
Çeşitli müzik türleri içinde, melodi ve enstrüman olarak tekke müziğini bir çeşni veya yardımcı unsun şeklinde kullanan sanatkarlarımız olduğu gibi, bu alanda müstakil beste çalışmaları yapanlar da vardır. Bunların değerlendirmesi elbette ehline düşer. Bu alana aşina olanlardan dinlediğime göre, yeni yapılan bestelerden “tekke tarzı” veya “tekke üslubu” denen türe en yakın olanlar, TRT Ankara Radyosu Türk Tasavvuf Müziği Korosu Şefi sayın Ahmet Hatiboğlu’nun yaptığı tasavvuf müziği beste çalışmaları ve düzenlemeleridir.
Türk kültüründe tasavvufi duygu ve düşünceler en geniş şekilde şiir aracılığıyla yansıtılmış denebilir. Hemen her tekke büyüğünün şiirleri, bir çoğunun da Divan’ları vardır. Tekke mensubu olmayan şairlerimiz de, tasavvufi mazmun ve sembolleri yaygın şekilde kullanmışlardır. Bu geleneği Cumhuriyet dönemi şairlerimizin bir kısmının devam ettirdiği görülür. Asaf Halet Çelebi, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Bekir Sıtkı Erdoğan, Sezai Karakoç ve daha birçoklarını bu meyanda saymak mümkündür.
Bilindiği gibi edebiyatımızda Avrupai tarzda roman Tanzimat'la birlikte tercümeler yoluyla başlamış, Ahmet Midhat Efendi’den itibaren telif romanlar yazılmıştır. Tasavvufi roman türünün ilk örneklerinden biri olarak Filibeli Ahmed Hilmi (1865-1914)’nin yazdığı A’mâk-ı Hayal gösterilebilir.1
Cumhuriyet döneminde, romanlarında tasavvuf kültürüne en geniş şekilde yer verenlerden ikisini zikretmekle yetineceğim. Bunlardan Mustafa Necati Sepetçioğlu, Selçuklular ve Osmanlı tarihini konu alan romanlarında meselenin tarihi veçhesini şahıs ve fikir planında başarıyla yansıtmıştır. 2
İkinci isim olan Sâmiha Ayverdi (1905-1993), roman türü ile yazı hayatına başlayan ve yeterince tanınmayan yazarlarımızdan biridir. Kırka yakın kitabı ve yüzlerce makalesi bulunan müellifin ilk dokuz eseri, biri hariç roman türündedir. 3
Ayverdi’nin romanlarında tasavvuf ruhu ve kültürü önemli yer tutar. O, insanı, Allah’ı, kainatı tasavvuf anlayışı içinde ele alır. Tasavvufun telkin ettiği ilahi aşkı, olgunluğu, iç tasfiyesini ve üstün ahlakı bıkıp usanmadan tanıtır ve anlatır. Mütefekkir yazarımız sadece romanlarında değil, hemen her tür eserinde, bizzat kaynağından tanıdığı tasavvuf inanış ve düşüncesini başarıyla ortaya koymuş, böylece zengin bir kültür ve inanç malzemesinin günümüz insanına aktarılıp tanıtılmasında bir köprü vazifesi görmüştür. 4
O, dergahların kapalı olduğu devirlerde tasavvuf kültürünü eserlerinde yaşatmıştır. Tasavvufun adından pek söz etmeksizin, onun inanış ve kültürünü yansıtan bu kabil kitaplardan sonra, şimdi de tarihçesi, temsilcileri, teorisi ve çeşitli meseleleriyle doğrudan tasavvufu ve en geniş şekliyle tasavvuf kültürünü konu alan çalışmalardan birkaç örnek sunmak istiyorum.
Günümüzde mistisizm yükselen değerlerden sayılmaktadır. Bundan dolayı olsa gerek, tarikat adı altındaki çeşitli merkezlere karşı yoğun bir ilgi gözlenmektedir. Ama ne yazık ki, bu yöneliş ve ilginin çoğunlukla bilgiden yoksun olduğu görülüyor. Oysa bugün gerek tercümelerden, gerekse akademik çevrelerce yapılmış araştırmalardan oluşan hatırı sayılır bir tasavvuf kitapları serisine sahip bulunuyoruz. Tasavvuf klasiklerinin çoğu dilimize kazandırılmıştır. Eskiye göre günümüzde bu alanda sağlıklı me’hazelere daha kolay ulaşma imkanına kavuşmuş durumdayız.
Türkçeye çevrilmiş tasavvuf klasiklerinden bazıları şunlardır:
- Kelâbazi, et-Taarruf (Doğuş Devrinde Tasavvuf), Çeviren: S. Uludağ
- Kuşeyri, Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyri Risalesi, Çeviren:S. Uludağ
- Hucviri, Keşfü’l-Mahcub (Hakikat Bilgisi), Çeviren: S. Uludağ.
- Sühreverdi, Avarif ( Tasavvufun Esasları), Çeviren: H.K.Yılmaz ve İ. Gündüz.
- Serrac, el-Luma, (İslam Tasavvufu) adıyla eseri çeviren Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, kitabın ikinci bölümü olarak, tasavvufla ilgili sorulmuş çok sayıda güncel soruyu cevaplamaktadır.
- Daha çoğaltılabilecek bu eserlerden başka, süfilerin hayat hikayeleriyle ilgili olarak da şunlar zikredilebilir:
- Attar, Tezkiretü’l-Evliya, Çeviren: S. Uludağ.
- Şa’rani, et Tabakatü”l-Kübra. Aynı kitap Veliler Ansiklopedisi adıyla da çıktı.
- Cami, Nefahatü’l-üns, Hazırlayanlar: S. Uludağ ve M. Kara.
Ayrıca tasavvufi konuları anlatmak üzere günümüzde akademik çevrelerce çok sayıda eser yazılmıştır. Bunlardan bazılarını sayabiliriz:
- Mahir İz, Tasavvuf.
- Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar
- Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü
- Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Bursa da Tarikatlar ve Tekkeler I-II, Niyazi Mısri, Bursa Tekkeleri (Yadigar-ı Şemsi).
- Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf.
- Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim ve Sünnete Göre Tassavvuf, Hallac-ı Mansur ve Eseri, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Kuşadalı İbrahim Halveti.
- H. Kamil Yılmaz, aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetilik, Tasavvuf ve Tarikatlar, Gönül Erleri,
- İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebeti, Gümüşhan-evi ve Halidiye Kolu, Tarikatlar ve Silsilesi (sadeleştirme).
- Osman Türer, Tasavvuf Tarihi, Sufi ve Komiser (çeviri)
- Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Sülemi Risaleleri (çeviri)
- Erhan Yetik, İsmail-i Ankaraevi.
- Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri,
- Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Marifetnamede Tasavvuf.
- Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Veli.
- Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar.
- Mustafa Tahralı, Fususu’l-Hıkem Terceme ve Şerhi I-IV.
- Mehmet Demirci, Yunus Emre’de İlahi Aşk ve İnsan Sevgisi, Yahya Kemal ve Mehmet Akif’te Tasavvuf, Türkistan Notları, Mevlana’dan Düşünceler.
Son olarak da tasavvuf çevresinin konu edildiği, sosyoloji alanına ait iki doktora çalışmasının ismini vermek istiyorum:
- Fulya Atacan, Sosyal Değişme ve Tarikat, Cerrahlar, Hil Yayınları.
- Tayfun Atay, Batı’da Bir Nakşi Cemaati: Kıbrıslı Şeyh Nazım Örneği, İletişim Yayınları.
Bu tür yayınlarla ilgili listeyi çeşitlendirerek daha bir hayli uzatmak mümkündür. Sonuç olarak günümüz Türkiye’sinde, teorik ve kitabi seviyede olmak üzere, tasavvuf kültürüyle ilgili olarak çok sayıda neşriyata ve geniş imkanlara sahip bulunmaktayız.
DİPNOTLAR:
Vahdet-i vücud düşüncesini temel alan bu eser 1326/1908 yılından itibaren birkaç defa Osmanlıca, daha sonra ise sadeleştirilerek yeni Türk harfleri ile basılmıştır. Melasa bkz., A’mâk-ı Hayal, Tercüman 1001 Temel Eser, nr. 35.
Bkz. Mustafa Necati Sepetçioğlu, 1-Kilit, 2-Anahtar, 3-Kapı, 4-Konak, 5-Çatı, 6-Üçler Yediler Kırklar, 7-Bu Atılı Geçide Gider, 8-Geçitteki Ülke, 9- Darağacı.
Yayınlanış sırasına göre isimleri şöyledir. 1- Aşk Budur (1938), 2. Batmayan Gün(1939), 3. Mabette Bir Gece (Kısa hikayeler) (1940), 4. Ateş Ağacı(1941), 5. Yaşayan Ölü (1942), 6- İnsan ve Şeytan (1942), 7. Son Menzil(1943), 8. Yolcu Nereye Gidiyorsun? (1944). 9. Mesih Paşa İmamı (1944). Bu eserlerin yeni baskıları Kubbealtı neşriyatı arasında çıkmaktadır.
Ayverdi’nin eserleri için bkz. Kazım Yetiş, “Samiha Ayverdi Hayatı ve Eserleri”, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1993, Kubbealtı Akademi Mecmuası, yıl: 17, sayı:4, S. Ayverdi Hatıra Sayısı.