Baki Yaşa ALTINOK Araştırmacı-Yazar
Bu yazıda Ahmed Yesevi hakkında bilgi verildiği gibi Aslan Baba ile arasındaki ilişkiden de bahsedilmektedir. Yesevi ismini almasında etkili olan olayla birlikte gelişen gelişmeler hakkında bilgi verilmektedir. Melametilik ekolü ve Ahmet Yesevi’nin eserlerinden bahsedilmektedir.
Ahmed Yesevi, Orta Asya'daki siyasi ve iktisâdi yapının hızlı değişime uğradığı bir dönemde yaşamıştır. Melik Şah'tan sonra Aşağı Türkistan ile Horasan'ı birleştiren Sultan Sencer'in ölümünün ardında ortaya çıkan Selçuklulardan kalan boşluğu Harzemşah Devleti doldurmuştur. Bir müddet sonra Yesevi'nin yaşadığı bölgeye Selçukluların himaye ettiği Karahanlılar hakim olmuştur. Karahanlılar da önceki yönetimler gibi ilim adamlarının çalışma sahalarını genişlettiler. Böylece Doğu Türkistan ve Orta Asya'da önemli kültür merkezleri kuruldu. Orta Asya İslam kültürü bu dönemde önemli sayılacak derecede gelişmeler göstermiştir. Ahmed Yesevi de bu ortam içinde ilmi ve tasavvufî gelişmesini sağlamıştır. (1)
Ahmed Yesevi hakkında detaylı bilgiye sahip olmamız için biraz gerilere gitmek gerekmektedir. Horasanlı bir Türk olan Eba Müslüm'ün öncülüğünde İranlılarla Türkler, ortak düşmana karşı inançta ve siyasette birleşerek, Ehlibeyt'e ve kendilerine zulmeden Emevi hanedanını ortadan kaldırıp Abbasileri iktidara taşımışlardır.
Abbasiler döneminde ordu ve devlet kademelerinde önemli görevler üstlenen Türkler, Kerbela kırımından sonra kendilerine sığınan Ehlibeyt'in mazlumlarına derinden bağlılık duydular. Bu diyalog neticesinde Müslüman Türk'te Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisi doruk noktasına ulaşmış bulunuyordu. Bu gelişmeleri nazari dikkate aldığımızda ise her Müslüman Türk'ün meşrep olarak Ali'ye sevgili ve birer Alevi olduğunu söyleyebiliriz. (2)
Bu sevgi dolayısıyladır ki, Türkistan tasavvuf okulundan yetişen Ahmed Yesevi'nin Vahdet'i Vücut'a dayalı tasavvuf anlayışı bu atmosfer içinde filizlenmiştir.
Ahmed Yesevi XI asrın ikinci yarısında Batı Türkistan'ın Çim kent şehrine bağlı Sayram (Akşehir) kasabasında doğmuştur. Babası çevrede tanınan ve soyca Hz. Ali evlatlarından Şeyh İbrahim adıyla bilinen bir zattır. Annesi Musa Şeyh'in kızı Ayşe hatundur. Çocukluk yıllarında babasında dersler almış bu zaman içinde anne ve babasını kaybetmiş ve kız kardeşi Gevher Şehnaz'ın himayesinde büyümüştür. Çocukken ablasıyla birlikte Sayram'dan ayrılarak Yesi şehrine yerleşen Ahmed Yesevi, hayatının önemli bir kısmını Kazakistan'ın Türkistan şehrinde geçirdi. Tahsilini o dönemin bilim ve kültür merkezi olan Buhara'da yaptı. Burada büyük gönül adamı ve eğitimci Şeyh Yusuf Hemedani'ye intisap etti. (3)
Daha çocukken Hızır Aleyhisselamın delaletine mazhar olduğu bildirilen ve kırklar ile sohbet eden Ahmed, (4) yedi yaşına kadar babası Şeyh İbrahim'den feyz almış, babasının ölümünden sonra Hz. Peygamberin manevi işaretiyle sahabeden olduğu bildirilen Şeyh Arslan Baba, Sayram'a gelerek Ahmet'i irşat eylemiştir. (5)
Arslan Baba dört yüz sene, diğer bir rivayete göre de yedi yüz sene yaşamış daha sonra Türkistan'a gelerek Ahmed Yesevi'yi irşatla görevlendirilmişti. Çünkü; Hz. Peygamberin mübarek gazalarının birinde sahabe-i Kiram aç kaldı ve Hz. Peygamberin huzuruna gelerek yiyecek istediler. Yüce Peygamberin duası üzerine Cebrail Aleyhisselam cennetten bir tabak içinde hurma getirdi. Sahabeler hurmaları yerken o hurmalardan bir tanesi tabaktan yere düşünce; Cebrail Hz. Peygambere "Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevi adlı bir erin kısmetidir" dedi.
Hz. Peygamber ashabına dönerek "Bu görevi kim üzerine almayı ister?" dediğinde, Arslan Baba görevi üzerine alacağını söyledi. Hz. Peygamber o hurmayı Arslan Baba'nın ağzına attı. O anda hurmanın üzerinde bir perde meydana geldi ve Hz. Peygamber, Arslan Baba'ya Ahmed Yesevi'yi nasıl, nerede bulacağını tarif etti ve terbiyesi ile meşgul olmasını emretti.
Hz. Peygamber'in duasının bereketiyle uzun yıllar yaşayan Arslan Baba daha sonra Türkistan'a gelerek Yesi şehrinde Ahmed'i okula gider iken buldu. Arslan Baba çocuğa selam verdi, çocuk selamı alıp iade ettikten sonra "Ey baba, emanetimiz hani?" diye sordu. Arslan Baba soru karşısında şaşırdı ve "Ey Veli çocuk sen bu olayı nereden biliyorsun?"dediğinde, küçük Ahmed; "Allah bana bildirdi" diye cevap verdi. Arslan Baba çocuğun adını sordu ve Ahmed olduğunu öğrenince Hz. Peygamber'in emaneti hurmayı damağından çıkartarak Ahmet'e teslim eyledi ve bir müddet terbiyesiyle meşgul oldu.
Elimizde bulunan el yazma Hacı Bektaş Veli Menakıpnamesinde ise Arslan Baba Ahmed Yesevi ilişkisi şöyle anlatılmaktadır. Hz. Peygamber'in gazalarının birinde aç kalan sahabeye bir tabak içinde hurma getirilmişti. Hurmalar yenirken sahabelerden Selman, hurmalardan birini yere düşürdü. Bu sırada Cebrail Aleyhisselam Hz. Peygambere "Bu hurma ümmetinizden Ahmed Yesevi'nin kısmetidir" dedi. Hz. Peygamber ashabına dönerek şöyle hitabetti. "Bu hurma Selman'a emanettir. Selman'dan bu yolu sürenler Aslan'a ulaştıracak ve Ahmed Yesevi'ye teslim edecektir. Ahmed'den Lokman'a, Lokman'dan Hünkar'a erişecektir." Bu olayı Ahmed Yesevi bir dörtlüğünde şöyle dile getirir: (6)
Yedi yaşta Arslan Baba'm arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
Allah'a hamd olsun, gördüm dedi, izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Ahmed Yesevi'yi küçükken irşat eden Arslan Baba vefat ettiğinde pek çok Hurilerin kendisine ipekten kefen biçtiklerini ve yetmiş bin meleğin ağlaya ağlaya gelip onu cennete götürdükleri söylenir.
Azrail gelip Arslan Baba'mın canını aldı;
Hûriler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere. (7)
Dörtlüğünün son dizesinde de belirttiği gibi, Hz. Peygamber 63 yaşında toprağa girdi. Bende bu yaştan sonra toprağın altında yaşamalıyım diyerek, kendisine toprak altında bir hücre yaptıran Ahmed Yesevi'nin o günlerde meydana gelen bir olay, şöhretinin bütün Türkistan havalisine yayılmasına vesile olmuştu. Menkıbeye göre; Maveraünnehir ve Türkistan da Yesevi adlı bir hükümdar saltanat sürüyordu. Kışın Semerkand'da, yazları da Türkistan dağlarında yaşayan ve av meraklısı olan bu padişah, avlanmasına mani olan sarp Karaçuk dağını ortadan kaldırmanın çarelerini arıyordu. Bilgi edinmeye meraklı olan bu padişah bir kitabı okurken "Benim ümmetlerim içinde öyle veliler vardır ki bir nefesiyle dağları eritir. "Hz. Peygamberin sözü olduğu bildirilen yazıyı okuyunca oturduğu yerden irkiliverdi. Daha sonra kendi hükmettiği yerlerde ne kadar veli varsa hepsini topladı ve dualarıyla bu dağı ortadan kaldırmalarını istedi. Bütün Türkistan evliyası, Hükümdarın bu arzusunu kabul ettiler ihram bağlayıp üç güne kadar dağın ortadan kalkması için duada bulundular fakat umulanın aksine yapılan dua ve niyazlar neticesiz kaldı. Sebebi araştırıldığında Şeyh İbrahim'in oğlu Ahmet'in henüz pek küçük olduğu için çağrılmadığı anlaşıldı. Derhal Sayram şehrine adam gönderip çağırdılar. Ahmed ablasına danıştı. Ablası dedi ki "Babamızın vasiyeti vardır. Senin meydana çıkma zamanın gelip gelmediğini belli edecek sır, babamızın mabedi içindeki bağlı duran bir sofradır. Eğer onu açmaya kâdir olursan git, senin meydana çıkma zamanın gelmiş demektir." Çocuk mabede gitti, sofrayı açtı ve meydana çıkma zamanının geldiğini anladı. Hemen sofrayı alarak Yesi şehrine geldi. Bütün evliya orada hazırdılar. Ahmed onlara sofrasındaki ekmeği bölüştürdü ve niyaz gösterdi, hep birlikte kabul edip Fatiha okudular. Evliyadan ve Hükümdarın ümera ve askerinden doksan dokuz bin kişi orada hazır bulunuyordu. Ahmed, babasının emaneti hırkayı giydi duasını etti ve birden bire gökyüzünden seller boşandı, her yer suya boğuldu, orada bulunan şeyhlerin seccadeleri dalgaların üstünde yüzmeye başladı. Bunun üzerine bağrışıp niyaz ettiler. Hoca Ahmed hırkasından başını doğrulttu, hemen fırtına kesilerek güneş açıldı. Baktılar ki, Karaçuk dağı ortadan kalkmış, hazır bulunanlar onun ilim ve irfanını kabul edip tasdik eylediler. (8)
Ahmet'in adının ebedileştiğini gören Hükümdar Yesevi, kendi adının da kıyamete kadar dünyada baki kalmasını Ahmed'den niyaz etti. Ahmed dedi ki: "Âlemde her kim bizim adımızı anarsa senin adın ile birlikte ansın". (9)
Yukarda belirttiğimiz gibi Ahmed Yesevi daha sonra zamanın önde gelen mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedani'ye intisap ederek ondan feyiz almıştır. Yusuf Hemedani M. 1048 yılında Hemedan civarındaki Bozencird kasabasında dünyaya gelmiş, Herat'tan Merv şehrine giderken yolda M. 1140 yılında Bamyin'de vefat etmiş, Merv şehrine defnedilmiştir. (10) Kendileri Yesevi'ye, Nakşibendi'ye, Hacegan ve Lokman Perende yoluyla da Bektaşi'ye silsilelerinin Ser Halkasıdırlar. (11) Yusuf Hemedani'yi Türkçe bilmiyordu sözleriyle adeta Araplaştırmaya çalışan bazı yazarlar, ne yazık ki onun Hemadanlı bir Türk olduğunu unutmuş gözükmektedirler.
Şeyh Yusuf Hemedani'nin vefatından sonra Abdullah Berki ve Hasan Andaki sırasıyla halkı irşat etmişlerdir. Üçüncü halife olarak halkı irşada başlayan Ahmed Yesevi, görevini dördüncü halife Abdülhalık Gücdüvani'ye bırakıp Yesi'ye dönmüştür. Vefat tarihi M. 1166 yılına kadar halkı irşada devam etmiştir. (12)
Taşkent, Sir-i Derya ve Seyhun'un ötesindeki bozkırlarda yaşamakta olan göçebe Türk toplulukları arasında büyük nüfuz sahibi olan Ahmed Yesevi, İslam'ın temel esaslarını, şeriatın hükümlerini ve tarikatının adap ve erkanını Türk topluluklarına öğretmek gayesi ile oldukça sade bir dil kullanmış, halk edebiyatından aldığı hece vezniyle manzumeler söyleyerek "Hikmet" adını verdiği bu manzumelerini kendi dervişleri vasıtasıyla en uzak bölgelerdeki Türk topluluklarına ulaştırmayı başarmıştır.
Bu Hikmetler Türkler arasında düşünce, dil ve inanç birliğinin kurulmasında önemli faydalar sağlamıştır. Bunun sonucunda da Ahmed Yesevi'nin şöhreti bütün Türk illerinde saygı ve hürmetle anılır ve bilinir olmuş, Yesevilik, Türkler arasında gittikçe büyüyen ve yaygınlaşan bir tarikat halini almıştır.
Hiçbir kimseden ulufe almayan alnının teri ve elinin emeği ile geçinen, yine zamanın batın ve zahir erbabının en üstünü olan, Türkler arasında Kara Ahmed unvanıyla anılan Ahmed Yesevi'nin bir öküzü vardı. Bu öküzün sırtına bir heybe atar ve heybeye tahtadan kendi eliyle yaptığı kaşık ve kepçeleri doldurur, öküzü şehrin sokaklarına salardı. Öküz, şehrin sokaklarında sabahtan akşama kadar dolaşır, kaşık ve kepçe almak isteyenler parasını yine heybeye bırakırlardı. Şayet kaşık ve kepçe alıp da parasını vermeyen olursa, öküz o kişinin peşini hiç bırakmazdı. ta ki parasını alıncaya kadar.
Çalışarak emeğiyle geçinmeyi kendilerine prensip edinen Nişabur ve Horasan erenleri, Hz. Peygamberin yüce yolu olduğu kabul edilen Melamet ekolünü benimsemişlerdir. Sevgi ve hoşgörünün kaynağı bu akımın en büyük temsilcilerinden biri olan Ahmed Yesevi, Melamilik ekolünün esaslarını ele alarak, insanları kendi kendini tahlil ve tenkit etmeye davet etmiş, içiyle dışı bir olmayanları eleştirmiş, söylemiş olduğu hikmetleriyle de bu düşüncesini açıkça ortaya koymuştur.
Oruç tutup halka riya kılanları,
Namaz kılıp tespih ele alanları,
Şeyhim deyip başka bina kuranları
Son deminde imanından cüda kıldım.
Bu öğretiler ışığında melametilikte tarihsel şöyle bir sıralama yapılır;
Kur'an, Arabistan'da.
Hadis, Şam'da.
Fıkıh, Irak'ta.
Tasavvuf, Basra'da.
İman, Horasan'da.
Akıl, Türkistan'da.
Bu altı madde kısaca şöyle açıklanabilir: Hz. Peygamberin M. 632'de vefatıyla birlikte yavaş yavaş Kur'an ahkamından uzaklaşma başlamış, Emeviler'in iktidarı saltanata dönüştürme çabalarının karşısına dikilen Kuran'a karşı yine Kuran'la örtüşmeyen bir çok hadis üretilerek saltanata dayanak yapılmıştır. Zamanla derinleşen siyasal anlaşmazlıklar hadis ve fıkıh yoluyla giderilemeyerek Müslümanlar birbirinin boğazına sarılmaya ve kanını dökmeye yıllarca devam etmiştir.
Çekişmelerden bıkan bir kısım insan Basra'ya çekilerek yöneticileri sessizce protesto etmeye başlamışlar, egemenlerle dinsel ve siyasal mücadeleyi olanaksız gören bu insanlar, kurtuluşu ruhun yücelmesinde görüp uzlete çekilerek tasavvuf okulunu kurmuşlar ve geliştirmişlerdir.
İslamiyet Orta Asya Türkleri arasında yayılmaya başladığı dönemlerde özellikle Horasan ve civarında gelişen tasavvuf okulunun mensupları her türlü mezhepsel farklılıkları bir kenara iterek, kişinin hangi mezhep mensubu olduğuna bakmaksızın o kişinin Allah'a Hz. Peygamber'e ve Kuran'a iman edip bağlılığını yeterli görmüşler, bireysel ibadete dayalı ritüelleri kişinin kendi hür iradesine bırakmışlardır. Bu okulun öncüsü Hoca Ahmed Yesevi bir dörtlüğünde konu hakkında düşüncesini şöyle açıklamaktadır.
Kul Hace Ahmed bendeyim diyip vurma sen laf;
Riya ile kıldığın taatların hepsi güzaf;
Şeriatta, tarikatta işin hilaf;
Ahirette yalancıları üryan kılar.
Varlığın başı akıldır. (13) Aklı ön plana çıkartan Türkistan âlimleri arasında Abdullah bin Mübarek el-Türki hadis, tefsir ve fıkıhta. Süleyman bin Tarhan ve oğlu Muammer, hadis ve gazâlar ilminde. Ali bin Hasan, İbn Tarhan lâkabıyla, musikişinaslara ve kuşlara dair değerli eserleriyle tanınmıştır. Muhammed el Fergani Avrupa'da tercüme edilen eserleri ile Alfraganus adı ile kendisini kabul ettirmiştir. Şiir, Edebiyat, Matematik ve geometri ilimleri de yine Türkistan'da yükselmiş gözüküyordu. İslam hukukunda Özkentli Ahmed bin Tayyib ile Fârâb'da doğan büyük filozof Uzluk oğlu Fârâbi bu ilk devir Türkistan'ında ilim ve medeniyetin ne derece yükseldiğini göstermektedir. (14)
120 yıl yaşadığı kesin olmamakla birlikte M. 1166'da vefat eden Ahmed Yesevi'nin okulunda yetişenler, Orta Asya'dan Anadolu'ya gelerek göçebe Türk topluluklarını eğitmede ve devlet adamlarına öncülük etmede büyük başarı sağlamışlar, başarı sağlayanlar içinde en belirginleri ise Hacı Bektaş Veli'dir.
Türk kültür ve edebiyatımızın önde gelen simalarından biri olan Ahmed Yesevi, bu kültüre yatkın olan göçebe Türklere görüş ve düşüncelerini şiir anlatımı şeklinde aktarmıştır. Fakrname ve Divan-ı Hikmet adlı iki eseri bulunan Ahmed Yesevi'nin Divan-ı Hikmet'i Hakaniye Türkçesi lehçesiyle yazılmıştır. Yusuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilig'te kullandığı lehçe aynen Ahmed Yesevi tarafından kullanılmıştır. Eserinde kullandığı dilin halk kitleleri tarafından anlaşılır olması özellikle göçebe Türkler arasında etkisinin sürekli artmasına ortam hazırlamıştır. (15)
Eserlerinde İslâm dininin insanı eğitici ve terbiye edici esasları anlatılmaktadır. Bireyin yaratılış gayesi, kendine ve diğer yaratılanlara karşı görevlerinin neler olduğu bildirilmektedir. Dünya ve ahiret hayatının bir bütün olduğu yanı sıra, insanların bu dünyada yaptıklarının karşılığı olarak elde edecekleri nimet ve azaptan haber verilmektedir. Doğruluk üstünde çok duran Ahmed Yesevi, insanların ahlaki bakımdan nasıl olması gerektiğini eserlerinde derinlemesine işlemiş ve verdiği nasihatlerle yüz yıllar boyunca kitleleri etkilemeyi başarmıştır. (16)
"Ahmed Yesevi, insancıllığı, maneviyat dünyasının çekiciliğini, gönüllerdeki duyguların temizliğini, doğruluğunu, insanın insana kötülük etmemesini şiirlerinde yüceltti. Hayattaki sosyal anlaşmazlıkları, hataları gördü ve daima olumsuzlukları eleştirdi. Başkasının hakkını yiyen insanları, kötü yolda olan dalkavukları, açık gözleri acımasızca teşhir etti. Doğruluğa meyletmeyi hakikatin önünde baş eğmeyi; namusun, insanlığın, temiz kalpliliğin ölçüsü olarak yüceltti. Yüksek değerleri öven Ahmed Yesevi, insanları adil, hayırsever, cömert, namuslu ve alçak gönüllü olmaya çağırdı. O, halka, iyiliğin yollarını öğüt vererek anlatmakla birlikte, temel insani değerleri bizzat kendi yaşamında uyguladı. (17)
Divan-ı Hikmet'in destan tarzı mısraları yüzyıllar boyunca Türk illerinde dilden dile dolaşarak halkın dinî ve milli bakımdan eğitilmesinde önemli başarılar sağlamıştır. Orta Asya'dan Anadolu bozkırlarını etkileyen Tasavvufi Halk Şiiri Başta Yunus Emre, Karacaoğlan ve Pir Sultan olmak üzere Anadolulu bir çok şairi etkilemiştir.
KAYNAKÇA
- M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı, S. 156, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1981.
- Baki Yaşa Altınok, Alevîlik Hacı Bektaş Veli Bektaşîlik, S. XIV-XV, Oba Yayınları, Ankara, 1998.
- Hasan Basri Erk, İslâmi Mezhepler Tarikatlar, S. 77, Varol Matbaası, İstanbul, 1954.
- Hazini, Cevahirü'l-Ebrar min Emvâci'l-Bihâr, S. 66, (Yesevi Menakıbnamesi), Doç. Dr. Cihan Okuyucu, erciyes Üni. Gevher Nesibe Tıb Tarihi Enst. Kayseri, 1995.
- Hoca Ahmed Yesevi, Divan-ı Hikmet, S. 7, Dr. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vak. Yayınları, Ankara, 1993.
- Hacı Bektaş Veli Menakıbnamesi, El Yazma Osmanlıca, yap. 3.
- Ahmet Yesevi (Hikmetler) Haz. İbrahim Hakkulov, Çev. ve Sadeleştiren, Erhan Sezai Toplu, S. 64, M.E.B. Çağdaş Yazarlar Dizisi, İstanbul, 1992.
- Ahmed-i Yesevi, Divan-ı Hikmet'ten Seçmeler, S. 17-18, Haz. Prof. Dr. Kemal Eraslan, Kültür Bak. Yayınları, 1000 Temel eser Dizisi, 98, Ankara, 1983.
- W. Barthold, Ancyolopedi de İslam, Ghuss Mad.
- Ali Şir Nevayi, Nesayimü'l-Muhabbe min Semayimi'l-Fütüvve, Haz. Kemal Eraslan, İstanbul, 1979.
- Hasan Lütfi Şuşud, İslam Tasavvufunda Hacegan Hanedanı, S. XI, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1992.
- Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, S. 72, Diyanet İşleri Başk. Yayınları.
- Prof. Dr. Cavid Sunar, Tasavvuf Felsefesi Veya Gerçek Felsefe, S. 85, Ankara Üni. İlahiyat Fak. Yayınları, CIXX.
- İbn Esir, C. 5. S. 206. C. 6. S. 68.
- İbn Nedim, S. 319, Abdulkadir Kuraşi, Tabakat-ul-Hanefiyye, Haydarabad, C. 1. S. 281-282.
- Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, Edip Ahmet Atabet-ül Hakayık, S. 39, 100 Büyük edip 100 Büyük Şair, Toker Yayınları, 1984.
- Bodroğligeti, AJE: Ahmad Yasavi's Concept of, Daftar-i Sani, Milletlerarası Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, 26-27 Eylül 1991- Ankara. Kültür Bak. Yayınları Ankara, 1992.