tag:blogger.com,1999:blog-66579970923001092512024-03-19T01:54:55.789-07:00yeseviyiz.bizHoca Ahmet YeseviMustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comBlogger39125tag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-80570428465882904682012-11-21T13:04:00.000-08:002012-11-21T13:04:06.724-08:00Hüseynîlerdeniz<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 18px;"><span style="font-size: xx-small;"><b>Hilmi Dede</b></span></span><br />
<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;">Âbidân-ı Mustafayız biz Hüseynîlerdeniz</span><br style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;">Âşıkan-ı Mustafayız biz Hüseynilerdeniz</span><br style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;">Başımız top eyledik Şah-ı şehidân aşkına</span><br style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;">Cân-fedâ-yı Kerbelâyız biz Hüseynîlerdeniz</span><br style="background-color: white; color: #333333; line-height: 18px;" /></span>Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-47155768204596081892012-11-18T18:04:00.003-08:002012-11-18T18:10:22.660-08:00Kitap Tanıtımı : Türkistan Rüyası<b style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: x-small; text-align: justify;">Dr.Hayati BİCE</b><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bu roman nice zamandır yayınlanmak üzere, bilgisayarda demleniyordu. Romanda bahsedilen olaylarda ismi geçen ve çoğu hayatta olan kişileri incitmeme duygusu ile eserinin yayınını geciktiren Oğuz Karaçay, bu isimleri gerçek hayattaki şekliyle verip vermemekte tereddüt içerisindeydi. Eserde bahsedilen kişilerden bazılarının bekâ âlemine göç etmiş olmaları da, konuya “kul hakkı” zaviyesinden yaklaşıldığında, işi ister istemez daha da çetrefil bir hale getiriyordu. (…)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"></span></div>
<a name='more'></a><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bu tereddüt yıllarca devam etti… Tâ ki, görülen bir başka rüyaya kadar…</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4s2b6D8h_uVPTW2f63T0LxAoOz6C7ru0CoByYvCstVMCvFvAmECvgjD4SwTT_lGSRhxkZnMfZAuhaxcgy4vtupwGP8_8_oy_rSJLwPuGmxy97Vpc1NnDXYYbV_xJB8C08K-5tzZ4XnM88/s1600/Truyasi_kapak1a-208x300.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4s2b6D8h_uVPTW2f63T0LxAoOz6C7ru0CoByYvCstVMCvFvAmECvgjD4SwTT_lGSRhxkZnMfZAuhaxcgy4vtupwGP8_8_oy_rSJLwPuGmxy97Vpc1NnDXYYbV_xJB8C08K-5tzZ4XnM88/s1600/Truyasi_kapak1a-208x300.jpg" /></a><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Son dönemde yaşamış ve 13 Ocak 2004 tarihinde terk-i dünya eylemiş olan Allah dostlarından Mustafa İhsan Karadağ, bir başka rüyada yazara şu mesajı iletti: “Oğlum, kitabını yayınla; gerçekleri yazdığına göre isimleri de dilediğin gibi verebilirsin…”</span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">http://hayatibice.net/</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-3252328687792939632012-11-18T17:49:00.003-08:002012-11-18T17:54:03.059-08:00Kitap Tanıtımı : Yesili Hoca Ahmed<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small;"><b>Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU</b></span></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Arslan baba yüzyıllardır beklenilen bir haberin öğrenildiği anda bedende de ruhta da çarpıcı değişmelere sebep olacağını düşünmüştü hep; böyle bir mutluluğa erişebilmek için kaç nesil dualar etmiş, umutlar beslemiş büyütmüş, ömrünün taçlanması olabileceğini düşünmüştü kim bilir?</span></div>
<br />
<a name='more'></a><div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEheWjQE6J_TeCKQg1jqwYEC-evMB_rzNj-PbFFgknJl-ZipWWlP4QE9m7PJlExLFx7kdvHMYWhwOYBFZ48CqDuL4al4sK9SDNhSo8P8YvDe1mCCIBrowx42n2a7YlEItvS2n246DkMVqk4-/s1600/yesili_hoca_ahmet.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEheWjQE6J_TeCKQg1jqwYEC-evMB_rzNj-PbFFgknJl-ZipWWlP4QE9m7PJlExLFx7kdvHMYWhwOYBFZ48CqDuL4al4sK9SDNhSo8P8YvDe1mCCIBrowx42n2a7YlEItvS2n246DkMVqk4-/s1600/yesili_hoca_ahmet.jpg" /></a><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kendi özünden biliyordu yüce bir peygamberin emanetini teslim edeceği sahibin kendi zamanına denk düşmesi, kutsallığı art arda yüzyılları beklemiş bir hurma tanesini kendi eliyle onu bekleyen çocuğa teslim edişi, çocuğun bütün canlılığı ve gerçekliği ile yüzyıllar önce tanımlandığı gibi gelişi Allah'ın en seçkin kurallarından birine nasip olabilirdi. </span></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"></span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Olsa olsa o seçkin kişi Kanturalı oğullarının en seçkin Arslan babası olarak, öncekilerden de sonrakilerden de ayrıcalıklıydı… Peki, kimdi bu çocuk?</span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">http://www.aygazete.com</span></div>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">
</span>Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-90461827328631913502012-11-18T17:41:00.002-08:002012-11-18T17:54:24.513-08:00Kitap Tanıtımı : Ahmet Yesevi Yolu Ve Hikmetler <span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small;"><b>Namık Kemal ZEYBEK</b></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Daha önce "Ahmet Yesevi Yolu" adıyla yayımlanan kitaba, Ahmet Yesevi'nin "Hikmetler"i, günümüz Türkiye Türkçesine çevrilerek ilave edilmiştir. </span><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Yazar, kitabın yazılış amacını açıklarken; "Büyük Şair Yahya Kemal Beyatlı, 'Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın, göreceksiniz... Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız' demektedir.</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana, sans-serif; text-align: justify;"> "Milliyetimizi asıl onda bulacağımız" insan nasıl bir insandır? Ne yapmıştır ki; ne söylemiştir ve sözleri nasıl bir etki oluşturmuştur? Milliyetimizle Ahmet Yesevi'nin bu yakın ilişkisinin açıklaması nedir?</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bu soruların cevabını bulma çabası, elinizdeki kitabın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ahmet Yesevi hakkında daha araştırılacak çok konu ve yazılacak çok şey olduğuna inanıyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Ahmet Yesevi'nin baş eseri "Divan-ı Hikmet" defalarca yayımlanmıştır. Şimdi yeni bir zaman gelmiştir. Yeni zamana göre Ahmet Yesevi'nin söyleyeceği sözler nelerdir: Bu sorunun da tam zamanıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Milliyetimizi asıl onda bulacağımız "ulu kişi"nin, milliyetimizin içinde bulunduğu sorulara cevapları ne olacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXYVeqeBn-wVJeICxIIg9Z66GuDDoSejKWlJRwTk547R58265iIf6GyhHMnfOmCwLPzvnkQegSHp-f3dvDC45sx5zfipuhEkE4JM8JYBLXbknO6WIhMqUs4nRGVZp-d5Ui3PsThsrV5frO/s1600/ahmet_yesevi_kitap.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; display: inline !important; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXYVeqeBn-wVJeICxIIg9Z66GuDDoSejKWlJRwTk547R58265iIf6GyhHMnfOmCwLPzvnkQegSHp-f3dvDC45sx5zfipuhEkE4JM8JYBLXbknO6WIhMqUs4nRGVZp-d5Ui3PsThsrV5frO/s1600/ahmet_yesevi_kitap.jpg" /></a><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bu kitabı yazmadım, sadece derledim. Bahçe çok büyüktü... Güller... Çiçekler.. Benim ellerim küçüktü. Takatım yetersiz.. Ne kadar derleyebildiysem onu size sunuyorum. Bunlar solmayan güllerdir. Bu kitabı seven olursa, bir kere değil, sık sık okumasını dilerim. Ben öyle yapmak istiyorum. Belki bir gün, derlediklerim beni etkiler de, adıma uygun olurum. Tanrı'dan ümit kesilir mi" demektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Akıcı bir üslûp içerisinde kaleme alınan kitap, 2 bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde makaleler yer almış. "Allah'a Giden Yol" yazısıyla başlayarak, "Allah'a Aşk ile Ulaş", "İhlas, İçtenlik, Riyasızlık", "Hangi Hoşgörü?", "Yesevi Yolunda Kadın Nerede?", "Emek Sömürüsü Yok", "Yolun Temeli Bilimdir"... gibi başlıklar halinde devam etmiş.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">İkinci bölümde ise "Hikmetler'den Seçmeler" bölümü yeralmış. Ahmet Yesevi'ye ait 130 "Hikmet", yazar tarafından günümüz Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. (Bilig Yayınları - Tel: 0312 309 58 37) http://www.aygazete.com</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-90076083967341675942012-11-18T13:14:00.002-08:002012-11-18T13:15:22.608-08:00Kazakistan’ın Türk Tarihindeki Yeri ve Önemi<br />
<h1>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169102">Mustafa GÖKGÖZ</a></span></h1>
<h1>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169102">TÜRK BOZKIR
KÜLTÜRÜ ÇEVRESİNDE KAZAK TÜRKLERİNİN YERİ</a><o:p></o:p></span></h1>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Her millet bir kültürü ve her
kültür de bir milleti temsil eder. Beşerî ilimlerde kültür, kısaca, bir milleti
yaşatan maddi-manevî güçler bütünü diye tarif edilebilir. Dil, inanç, hukuk,
sanat, tarih birliği şuuru, örf ve geleneklerle, bunların maddi sahalardaki
yansımaları, bir kültürün müşahhas unsurlarıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 12.0pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"></span></div>
<a name='more'></a><div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Maddi olsun, manevi olsun, kültür belirtilerinden, çeşitli milletlerce
ortaklaşa benimsenen özellikler medeniyeti meydana getirir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn1" name="_ftnref1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[1]</span><!--[endif]--></span></a>. Türk
milleti muhtelif coğrafyalarda cereyan eden tarihi maceraları içinde kültürel
anlamda bir müktesebata da sahip olmuşlardır. Aynı çiçekten uçuşup başka başka
yerlerde açan tohumlar gibi muhtelif coğrafyalarda boy vermişler, devletler
kurmuşlardır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 12.0pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Millet
olabilmenin şartlarından birisi de, kültür devamlılığıdır. Eğer bir kültür
kendisini bir sonraki nesle aktaracak vasıtalardan yoksun hale düşmüşse, artık
fosil kültürler zincirinde yerini almak üzere olduğu vakıası ortaya çıkar. Bir
kültürün kendisini devam ettirebilmesi ise geçmişle geleceğini kucaklayabilmiş,
ruh derinliklerinde geçmişin manalarını taşıyan, kültürü övünülen değerler
manzumesi olarak değil, yaşanan değerler demeti halinde anlayan, yaşayan
şahıslar ve kurumlarla mümkün olacaktır. Bir kültürün diğer bir nesle tevarüs
etmesi için güçlü bir aile yapısına, tarihi geçmişe ve onu aksettiren
malzemeye, edebi bir birikime, sözlü bir kültüre netice olarak kültür hatlarına
ihtiyacı vardır. Eğer bu hatlarda kesinti olursa, geçmişten gelen sinyaller
geleceğe ulaşamayacak ve yeni nesiller başka mesajlarla başka diyarlardan gelen
menfi akımların tesirine açık bir hale gelebilecektir. Bu sebeple bir milletin
fertleri arasındaki bağın tesisi kültürel bağların ortaya konmasıyla, bir evin
başka başka odalarında ama aynı atanın çocukları, aynı millet ruhunun ve dinamiklerinin
müntesipleri olunduğu şuurunun ikmaliyle sağlanabilecektir. Bu sebeple geçmişle
geleceği kucaklayabilmek için toplumumuza ve tüm Türklük alemine geçmişteki
kültür değerlerini tanıtma gibi bir zaruret Türk münevverinin omzuna binmiş bir
yük ve öte alemler için de bir vebaldir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 12.0pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Soy, boy ve budun sözleri, kesin içtimai ölçülere göre söylenmiş deyimler
değillerdir. Zaten boy dediğimiz “insan toplulukları, çoğaldıkça parçalanan
veya yeniden türeyen sosyal birliklerdir. Her yere ve çağa göre yapıları da
değişmiştir. Bunun için bu deyimler daha çok, Türk tarihinin belirli çağlarında
yaşamış olan bazı ünlü Türk boylarını, bir ölçü ve ayırıma tabi tutmak için
kullanılmıştır”<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn2" name="_ftnref2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[2]</span><!--[endif]--></span></a>. Kazak sosyal yapısı genel
Türk çevresinde değerlendirilirken bu anlamda düşünülmelidir ve özel şartlar
altında oluşan kısımlar buna göre değerlendirilmelidir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 12.0pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazak
bozkırları uçsuz bucaksız bir ülkedir. Bu Türk kavimleri hayvancılıkla
uğraştıkları için dış kültür tesirlerinden de uzak kalmışlardır. Bundan dolayı
eski Türk kültür özlerini saklayabilmişlerdir. Altaylardan Ural dağlarına kadar
uzanan alan içinde yayılmışlardır. Güneyde Semerkand vadilerine kadar inerler,
bu Türk kavimlerinin tümüne uygun bir ad olarak </span><b style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i>Kazak</i></b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"> adı verilir </span><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn3" name="_ftnref3" style="font-family: Verdana, sans-serif;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference">[3]</span></span></a><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">. Bu
sebeple Kazak kültür yapısının tetkiki Türk Bozkır hayatının anlaşılmasında
önemlidir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Büyük devletler kuran Bozkırlı
Türklere bu gelişmeyi sağlayan araçlardan biri <em><b>Demirdir</b></em>. Demir işleyicilik, madencilikte son safha olarak
görülmektedir. Başlıca meslekleri demircilik ve madencilik olan bozkır Türk
topluluklarında bu madenler türlü amaçlara yönelik olarak işlenirdi<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn4" name="_ftnref4" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[4]</span><!--[endif]--></span></a>. Bu
cümleden Genel Türk Kültür çevresinin gelişiminde demirin çok önemli bir yeri
vardır. Bu kültür çevresinin bir uzvu olan Kazaklar ve Kazakistan coğrafyası
demir kültüründen uzak kalmamıştır. Kazakistan’ın kültür tarihi çok daha
eskilere uzanmaktadır. Kazakistan’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan
çeşitli madenlerden yapılmış olan eserler motif bakımından Yenisey motiflerine
benzemektedirler. Kazakistan ve Kırgızistan bozkırları kültür bakımından
Yenisey Türk Kültür izlerini taşır. Kazakistan’da Hun Devletine ait sarı-kol,
çingiz-tağl, Berkarın kurganlarında bulunan eserlerden ortaya çıkarılan mezar
taşları kayalar üzerindeki yazılar ile tamgaların aynını Yenisey kalıntılarında
görmek mümkündür. Özellikle son zamanlarda Kazakistan’da bulunan Köktürkçe
mezar kitabeleri üzerinde çalışan O. Avancula, A. N. Bernstam, O. Batmanov, O.
Akişev gibi Türkolog ve arkeologlar Kırgızistan’daki Türk varlığının eskiliği
konusunda çok önemli belgeler ortaya çıkarmışlardır. Bundan başka Altaylar’da
bulunan demir eritme ocaklarına Kazakistan bozkırlarında da rastlanmaktadır.
Güney Kazakistan’da ki Çangal mevkiinde oldukça yeni devirlere ait ok uçları,
tirkeş parçaları ve kama sapları bulunmuştur<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn5" name="_ftnref5" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[5]</span><!--[endif]--></span></a>.
Altaylara giden seyyahlar da ora halkının mahir demirciler olduklarını
kaydetmişlerdir. Radloff’a göre Altay bıçakçıları Rus bıçakçılara tercih
edilirmiş. Altaylı demirciler bilhassa kaynak tekniğinde çok usta imişler <a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn6" name="_ftnref6" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[6]</span><!--[endif]--></span></a>. Bu
bilgiler Kazak Türklerinin Bozkır Kültüründeki yerini tayinde önemlidir. Bu
farklı coğrafyalardaki bir çiçek türünün temel özelliklerini tespitle bu şu
çiçek ailesindendir demek gibidir. Aşağıdaki diğer unsur mukayeseleri de bu
anlamda değerlendirilmelidir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><em>At</em>ın ehlileştirilmesi ve
atlı-çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanmaktadır. At Türkler
tarafından ehlileştirilmiştir. Türkler ata binen ilk insanlar olarak
görünmektedirler. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer
kültürlerin gelişmesinde fevkalade neticeler doğurmuştur<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn7" name="_ftnref7" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[7]</span><!--[endif]--></span></a>.
Başlangıçta bozkırların doğu tarafında ehlileştirilen ve binek hayvanı olarak
kullanılan At, demirin kullanılmaya başlamasıyla daha da önemli bir konuma
gelmiştir. Bozkır Kültürünün gelişiminde bu iki unsur önemli bir yer tutmuştur.
Bu gelişim süreciyle birlikte bozkırlının ekonomik hayatında önemli bir yer
tutan at siyasi hayatında da önem kazanmaya başlamıştır. Bozkırlıya hakimiyet
ruhu aşılayarak, güçlü bozkır devletlerinin kurulmasında en önemli unsurlardan
birisi haline gelmiştir. At bozkır insanının sosyal, siyasi, ekonomik ve dini
hayatında çok yönlü olarak rol oynamış ve bozkır kültürünün oluşumundan çok
gelişiminde en önemli unsur olarak etkisini hissettirmiştir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn8" name="_ftnref8" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[8]</span><!--[endif]--></span></a>.
Kazaklar da Türk’ün bu önemli icadını hayatlarının merkezine yerleştirmişler ve
bunu halen de sürdürmektedirler. Türk sosyal ve kültürel hayatında büyük öneme
haiz olan atın yetiştirilmesi işine Kazaklar da büyük önem veriyorlardı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn9" name="_ftnref9" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[9]</span><!--[endif]--></span></a>.
Bozkırın küçük, kaba kıllı atında, Arap safkanlarının zarafeti ve ateşi yoktur.
Ancak bunlar, çok dayanıklı ve süratlidirler. Savaşlarda ve bozkır sulhunu
bozan kan davalarında at hareketlilik sağlardı. Kültürün gayesi atlardı. Büyük
at sürülerinin sahibi olmak, ekonomik değerinin çok üzerinde prestij sağlardı.
Çocuklar küçük yaştan itibaren öğrenirlerdi <a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn10" name="_ftnref10" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[10]</span><!--[endif]--></span></a>.
Kazaklarda atın önemi çok büyüktü, destanlarında bile kişileştirilmiş atların
bulunduğu görülmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Modern ekonomi uzmanları
hayvancılık denince hiç olmazsa bir “Yarı-göçebelik” hayat tarzının şart
olduğuna inanmaktadırlar. Bu hayatı Türkçedeki <em>Yaylak-Kışlak</em> yani
yayla ve kışla deyişi ile anlatabiliriz. Türk tarihinde “yayla” deyiş ve
anlayışı pek fazla değişmemiştir. Kışlak yani kışla deyimi ise öyle olmamıştır.
Kışlak, bazen bir vadi, bazen bir köy, ve bazen de bir şehir olmuştur. Hiç
şüphe yok ki geniş bölgelere yayılmış Türk kavimleri arasında, bu çeşit hayat
tarzının türlü şekilleri vardır. Bölge, iklim hususiyetleri bu çeşit yaşayışlar
arasında önemli ayrıntılar meydana getirmiştir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn11" name="_ftnref11" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[11]</span><!--[endif]--></span></a>.
Yayla ve kışla sözler eski/ yeni dönemlerde Türklerin hayatlarının vazgeçilmez
iki bölümünü meydana getirirdi. Türklerde, hem yazlık ve hem de kışlık oturma
yerlerinin, ayrı ayrı değerleri vardır. Biri diğerini tamamlardı. Biri olamadan
diğerinin de önemi olmazdı. Tabii olarak, her iki kelimenin taşıdığı mana da
çok genişti. Kış evi veya kışlak ifade edildiği gibi bir köy, bir şehir
olabilirdi. Ayrıca kışlak kışın barınılabilen, rüzgarlardan korunaklı ve soğuk
olmayan evsiz bir yer de olabilirdi. Bir gerçek varsa, gerek kışlak ve gerekse
yaylağın eski dönemlerde Türklerde, kesin töre ve gelenekler ile bir düzen
altına alınmış olmasıydı. Her Türk topluluğunun nerelerde yazlayıp ve nerelerde
kışlayacakları kesin töreler ile belirlenmişti<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn12" name="_ftnref12" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[12]</span><!--[endif]--></span></a>. Bu
hayat tarzı Türklerin en eski devrilerinden itibaren görülmektedir. Mesela,
Göktürkler aslen göçebe idiler. Çin kaynaklarının da kaydettikleri gibi onlar
çadırlarda oturuyorlardı. Arabaların üzerinde keçe çadırdan evleri vardı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn13" name="_ftnref13" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[13]</span><!--[endif]--></span></a>.
Kazak Türklerinde göçebe hayat Türk kültüründeki göçebe tarzının bir örneği
gibidir. Kazaklar hakiki bir göçebe halk olup, bütün yıl boyunca bozkırda
dolaşır ve ikametgahlarını her zaman sürülerine gıda temin edebilecek yerde
kurarlardı. Gelenek, adet, düşünüş tarzı, bir kelime ile Kazakların bütün hayat
ve hareketleri mezkur hayvan göçlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Fakat Kazaklar
gibi çok hayvan besleyen halklarda plansız dolaşma katiyen tasavvur edilemez.
Hayvan besleyen kimse, pek tabii olarak her şeyden evvel sürüsü için en faydalı
yerleri düşünecektir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn14" name="_ftnref14" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[14]</span><!--[endif]--></span></a>.
Yukarıda belirtildiği gibi göç alanları gelişigüzel değildi. Her kabilenin
geleneksel bölgeleri vardı. Genellikle, kışlamak için aynı gruplar, aynı
yerlere giderdi. Burada akrabalık bağlarına göre yan yana oturulurdu. Yaz
aylarında, büyük gruplar parçalanarak, daha ufak gruplar halinde yazlıklara
çıkılırdı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn15" name="_ftnref15" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[15]</span><!--[endif]--></span></a>. Bu durum, Türk göçebe
kültürünün getirdiği hayatın gelişigüzel, kara düzen bir göçebe hayatından
ziyade plânlı bir iş olduğuna numune-i imtisal olması bakımından önemlidir.
Eski Türkler, yaz ayları için zaruri olan yaylak hayatı dışında, kışın barınmak
üzere evler inşa ediyorlardı. Kazaklardaki durum bilinen Türk göçebe hayatının
bir örneğini oluşturuyordu<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn16" name="_ftnref16" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[16]</span><!--[endif]--></span></a>.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakların pek çok özelliğinde
görüldüğü gibi <em>Ev</em> kültürlerinde de bozkır geleneğinin izleri
görülmektedir. Hayatı belirli coğrafyalar arasında devam eden bir toplum ev
kültürünü de ona göre tesis etmiştir. “Kazaklar halis bir göçebe halk
olduklarından, yaşayışları icabı, taşınabilen ikametgahlarda yani Türk ve Moğol
göçebeleri tarafından eskiden beri kullanılan yuvarlak keçe yurtlarda
otururlardı”<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn17" name="_ftnref17" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[17]</span><!--[endif]--></span></a>. Arabaları ile harekete
geçen Kazaklar bunlara bağlı olarak meydana getirdikleri bir düzen içinde
konaklıyorlardı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn18" name="_ftnref18" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[18]</span><!--[endif]--></span></a>.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
Yerleşik hayata geçmeyen ve genellikle bozkır hayatını sürdüren bu bölgenin
kavimlerinde iktisadi durumun temelinde <em>Hayvancılık</em> ön plandadır.
Bozkır Türk ekonomisinin esasını yüksek ovalar ve yaylalar olan bozkır
coğrafyasının iklim şartları icabı, çobanlık ve hayvan besleyiciliği teşkil ediyordu<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn19" name="_ftnref19" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[19]</span><!--[endif]--></span></a>.
Umumiyetle Kazaklarda zenginliğin işareti mümkün olduğu kadar çok hayvana sahip
olmaktan geçerdi. Bundan dolayı göçebe olanlar zengin, yerleşik hayat
yaşayanlar ise fakir sayılırdı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn20" name="_ftnref20" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[20]</span><!--[endif]--></span></a>.
Hayvancılık bu iktisadi sistemin temeli olarak kabul edilmektedir. Burada
yaşayan insan, hayvanların sütünden, derisinden yani hayvanın hemen hemen
bütününden yararlanmakta ve böylece yemek, giyinmek ve barınmak temel
ihtiyaçlarını hayvandan sağlamaktadır. Bu türlü bir yaşam sürdüren Kazak
toplumunda da bu hayvan yetiştiriciliğinin devam etmesi kaçınılmazdı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn21" name="_ftnref21" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[21]</span><!--[endif]--></span></a>.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Eski Türklerde <em>Toy (Devlet
Meclisi) </em>ya da <em>Kurultay </em>toplanırdı. Gök’e Yer’e, atalara ve diğer
tabiat güçlerine kurbanların sunulduğu, at yarışları, deve güreşleri vb
tertiplendiği bu toplantılarda hükümdarlıklar tasdik edilir veya yeni tanhu
seçimi yapılır, ülke meseleleri görüşülürdü<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn22" name="_ftnref22" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[22]</span><!--[endif]--></span></a>.
İdare başına gelecek kimseler için seçim usulleri ile her sene muayyen bir ay
içinde bütün Kazak mümessillerinin toplanarak, devlet işlerini müzakere etme
usulü (kurultay) vaaz’ ediliyor. Kazakların idaresi beylerin (türe bey, ak
süyek, beyaz kemik) elinde olup, hanlar bunlar arasından seçiliyor ve hanların
oğulları ve akrabaları (sultan, han namına) memleketin ayrı kısımlarını idare
ediyorlardı. Han ve beyler yanında, davalara örf ve ananeye göre halleden
hakimler (bıg < beğ) ve ayrı kabile ve boyların başında ise, ihtiyarlar
(aksakal) bulunurdu. Dünyevi işlerde “töre” ye göre karar verilirdi. Nikah,
boşanma, miras, alış-veriş, hırsızlık, cinayet vs. konular da töreye göre
halledilirdi<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn23" name="_ftnref23" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[23]</span><!--[endif]--></span></a>.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Türklerde aile <em>Baba otoritesi</em>nin
geçerli bulunduğu bir hukuki temel üzerine kurulu idi<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn24" name="_ftnref24" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[24]</span><!--[endif]--></span></a>.
Ailevi ata hakkına dayanan (patriarkal) ve dışarıdan evlenme (egzogami) içtimai
şekillerine uygun (patriyolokalite)<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn25" name="_ftnref25" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[25]</span><!--[endif]--></span></a>
nizamı esastır. Diğer tabir ile yeni kurulan aileler koca tarafını tutardı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn26" name="_ftnref26" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[26]</span><!--[endif]--></span></a>.
“Kazak” elinde geleneksel olarak kendi mensup olduğu kabileden evlenilmesi
düşünülemez ve daima diğer kabilelerden evlenilirdi<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn27" name="_ftnref27" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[27]</span><!--[endif]--></span></a>.
Evlenmeler aileler tarafından yedi göbek yakınla evlenmek yasaktır. Kazak
toplumunda egzogami (evlenecek kimsenin eşini kendi boy ya da soyunun dışından
seçmesi kuralına dayalı evlilik biçimi) vardı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn28" name="_ftnref28" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[28]</span><!--[endif]--></span></a>.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Göçebe devrin bir devamı olarak,
bu merasim ve eğlenceleri, <em>Av</em> etleri tedariki İslâmî dönemde de bütün
teşkilatıyla muhafaza edilmişti. Meselâ, Selçuklularda avcılığın bir merasim,
bir askeri spor ve manevra mahiyetinde devam etmesi, av merasimlerinden sonra
hükümdarların umumi ziyafet ve eğlence tertip etmeleri eski Türklerin dini
ayinlerinin İslâm devrine, dini mahiyetini kaybederek intikal etmesinden başka
bir şey değildi. Filhakika Türklerin totem devresinde bulunduğu zamanlarda bu
av merasimlerinin dini bir hüviyyet taşıdığı görülmektedir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn29" name="_ftnref29" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[29]</span><!--[endif]--></span></a>.
Eski Türklerin en ziyade itina ettikleri avlar, dini avlardı. Eski Türkler de
av dini ve iktisadi amaçlarla yapılırdı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn30" name="_ftnref30" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[30]</span><!--[endif]--></span></a>.
Kazaklar uzun kışlarda yapacak pek işleri olmadığından avcılıkla uğraşırlardı.
Hayvancılık ve ekincilikten başka işle uğraşmayan Kazaklarda avcılık eğlence
olarak yapılırdı. Dağ keçisi, yaban domuzu, güneyde vaşak, sırtlan, kaplan avı
yapılırdı. Avcılık kuş, köpeklerle sürgün avı ve at üzerinde yapılırdı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn31" name="_ftnref31" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[31]</span><!--[endif]--></span></a>.
Aynı düzenin Göktürklerden itibaren Türk Kültür hayatında da görülmesi Kazak
kültürünün Türk Kültür çevresindeki yerini kuvvetli bir şekilde teyit
etmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
<em> </em></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><em>Tabiat kuvvetlerine inanma ve
Atalar kültü </em>Türklerde eski zamanlardan beri görülen bir husustur. Eski
Türkler tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanıyorlardı. Dağ,
tepe, vadi, ırmak, su kaynağı, mağara, ağaç, orman, volkanik göl, deniz, demir,
kılıç. Bunlar aynı zamanda birer ruh idiler. Ayrıca güneş, ay, yıldız yıldırım,
gök gürültüsü, şimşek gibi ruh-tanrılar tasavvur edilmişti<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn32" name="_ftnref32" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[32]</span><!--[endif]--></span></a>.
Yine eski Türklerde Atalar kültü, ölmüş büyüklere tazim, atalara saygı
inançları vardı Bu inancı ataerkil bir aile yapısının sonucu olduğu
düşünülmektedir. Bu inanç tarihi nispeten en iyi bilinen en eski Türk
topluluklarından Hunlar zamanında tespit edilmektedir. Atalar kültünün Türklerin
eski inançları ararsında köklü ve sarsılmaz bir yeri olduğu görülmektedir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn33" name="_ftnref33" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[33]</span><!--[endif]--></span></a>.
Türkler Gök-Tanrı ve atalara kurbanlar sunulurdu. Hunlar, Göktürkler ve
Uygurlarda atalara, tabiat kuvvetlerine at ve koyun kurban ederlerdi. Bu
inançlar aşağıda ifade edileceği üzere Kazak Türklerinin inanç dünyasında var
olduğu gibi, Anadolu’ya gelen Müslüman Türklerin Bektaşilik<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn34" name="_ftnref34" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[34]</span><!--[endif]--></span></a>
yoluna intisap etmiş olanlarında da görülmektedir. Eski ortak inançların
coğrafya ve zaman farkına rağmen varlığını sürdürmüş olmaları inkar edilemez
bir kök birliğine işaret etmektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazaklarda ağaç kültüne ve ata
kültüne rastlanmaktadır<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn35" name="_ftnref35" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[35]</span><!--[endif]--></span></a>.
Kazaklarda kutsal kişiler öldükten sonra aziz mertebesine çıkardı. Dikkat çeken
ağaçlar, bir mezarla ilişkili olmasalar bile kutsal sayılır ve bunlara da bez
deri ve hayvan kılı şeklinde adaklar yapılırdı<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn36" name="_ftnref36" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[36]</span><!--[endif]--></span></a>.
Yine kırda tek başına biten bir ağaç ya da bir pınar ya da bir büyük taş (kaya)
bulunursa kısır kadınlar bunları ziyaret ederek kurban keserler ve orada geceyi
geçirirlerdi<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn37" name="_ftnref37" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[37]</span><!--[endif]--></span></a>. Görüldüğü gibi Kazak
Türkleri, Bozkırlı Türk Kültürünün inanç yapısı paralelinde bir inanç dünyasına
sahiptiler. Bozkır sahasındaki dini inançların Şamanlığa bağlanması adet haline
gelmiştir<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn38" name="_ftnref38" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[38]</span><!--[endif]--></span></a>. Kazaklarda da Baksılık
denen Şamanlık meselesi vardır. Bunlar acayip hareketler yapıp kendilerinden
geçerler. Dombıra, kobız çalarak oynarlardı. Bunlar hastalıkları tedaviye
çalışırlar ve fal açarlardı. Kazak Türklerinde İslam öncesi devirlere ait başka
izlerde görülür. Ölülerin arkasından oy bavrım, yüz yaralama, kara nişan dikme,
ağıt söyleme, tul yapma ve as merasimleri vardı. Genel Türk çevresinde
destanlar, kahramanlık menkıbeleri, aşk türküleri, acı tatlı hatıralar, saz
şairleri tarafından kopuz çalınarak söylenirdi<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn39" name="_ftnref39" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[39]</span><!--[endif]--></span></a>.
Bestekar ve şair şarkıcılara Ölöngçi denirdi. Bu tam bir kazak-Türk deyimidir.
Yırcılar her Türk topluluğunda olduğu gibi Kazak Türklerinde de destancılar
idiler. Destanlar veya çeşitli halk şiiri parçalarının yan yana gelmesiyle
yırlar oluşurdu<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn40" name="_ftnref40" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[40]</span><!--[endif]--></span></a>. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Musiki icra ederken çeşitli
çalgıları vardı. Türklerin ilk icat ettikleri sazlardan olan <em>Kopuz</em><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn41" name="_ftnref41" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><i><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><b>[41]</b></span><!--[endif]--></i></span></a>, Dombra, Şankobız
gibi müzik aletleri vardı. Kazak kopuzları biçim, yapılış, ses ve kullanılış
bakımından en eski Türk müzik aleti özelliğini taşıyan sazlardır. Ancak bunlar
yapılış, kök ve çalınış bakımından kemençeler idi. Parmakla çalınanları da
vardı. Güney Anadolu’da Yörük sazlarında olduğu gibi mızrapla çalınma geleneği
yoktu<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn42" name="_ftnref42" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[42]</span><!--[endif]--></span></a>. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br />
Türk Kültür hayatından alınan temel bazı unsurların Kazak Türklerinin
sosyal yapılarıyla karşılaştırmasını yapmayan çalışan bu makalede görüleceği
üzere Kazak Türklerinin, Türk Bozkır kültürünün en temel unsurlarından, inanç
yapılarına ve musiki gibi estetik unsurlarına kadar Türk milletinin bir unsuru,
bir cüzü oldukları gerçeği, yıllarca yapılan propagandaların aksine,
görülecektir. Onlar bu çalışmanın dışında kalan mevzu olan dilleri ve diğer
kültür unsurlarıyla Türk milletinin dilde, fikirde ve işte birlik çatısının
altındaki en temel parçalardan birisi durumundadırlar. Anlamak ve bilmek;
hamasette indirgenmiş kardeşlikten bilgiye dayanan bir birlikteliğe çıkmak Türk
Dünyasına en büyük hizmet olacaktır. Türk Kültür evreninin/özünün müfret bir
parçası olan Kazak Türklerinin ve diğer parçaların yerli yerine konması halinde
daha şümullü bir Türk Dünyası manzarası ayakları yere basar bir şekilde
karşımıza çıkacaktır. Belki ondan sonra gelecek yüzyılların kişiliği hakkında
bir şeyler söylenebilir. <a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn43" name="_ftnref43" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[43]</span><!--[endif]--></span></a>
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h1>
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169103"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;">KAZAKİSTAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ</span></a></h1>
<h2>
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169104"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;">Siyasi İlişkiler</span></a></h2>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılından
beri Anadolu'da ve Kazakistan Cumhuriyeti de 1991 yılından beri Orta Asya
topraklarında hür ve müstakil iki devlet olarak yaşıyor. Ama bu iki devletten
Türkiye Cumhuriyeti'nin mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu 13. asırdan ve
Selçuklu İmparatorluğu 11. asırdan itibaren Anadolu topraklarında, Kazakistan
Cumhuriyetinin mirasçısı olduğu Kazak İmparatorluğu ise 15. asırdan itibaren
Orta Asya topraklarında ömür sürmüştü. Bu manada Kazakistan-Türkiye
ilişkilerinden söz ederken 15. asra kadar inmek mümkün. Daha ötelere
gidildiğinde ise zaten bir ilişkiden değil, ancak bir birliktelikten söz
edilebilir. Çünkü Anadolu topraklan üzerinde Selçuklu ve Osmanlı devletlerini
kuran Oğuz boylarının ataları, bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti halkının da bir
parçası olduğu Orta Asya da ’ki Türkistan coğrafyasından harekete geçerek
Anadolu'ya geçmişler, ama bu yürüyüşten önce aynı coğrafya üzerinde, aynı
hayatı tek bir millet olarak yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardı. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Türkiye Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ardından 17 Aralık 1991 tarihinde bağımsızlık ilan eden
Kazakistan’ı ilk tanıyan ülkedir. Bağımsızlık kararından 2 saat sonra Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaparak Kazakistan’ı tanıdığını
duyurmuştur. 2 Mart 1992 tarihinde Almatı’da iki ülke Dışişleri Bakanları
Töleutay Süleymenov ve Hikmet Çetin tarafından Kazakistan Cumhuriyeti ve
Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ‘Diplomatik ilişkiler kurma Protokolü’ ve ‘Vize
Muafiyeti Anlaşması’ imzalanmıştı. Halen geçerli olan ‘Vize Muafiyeti Anlaşması’na
göre, iki ülke vatandaşları, karşı tarafın topraklarına 30 güne kadar vizesiz
giriş yapabilmektedirler. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">İki ülke arasında diplomatik
ilişki tesisinden geçen 15 yıllık süre zarfında Kazak-Türk temasları kardeşlik
ve dostluk, halklarımızın tarihi bağı ve kültür mirasları, oluşan karşılıklı
güven ve saygı platformu üzerine kurulmuştur. Ayrıca, iki ülke arasındaki
ticari-ekonomik ve sosyal alanda, askeri-teknik konularında dahil olduğu
bölgesel ve uluslararası güvenlik alanlarındaki sıkı işbirliği ilişkilerin
pekişmesindeki diğer önemli etkenler olarak göze çarpmaktadır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Siyasi ilişkiler. İki kardeş ve
dost ülkeler arasındaki siyasi ilişkiler en üst seviyede devam etmektedir.
Siyasi ilişkiler çerçevesinde 2003 yılı 21-23 Mayıs tarihler arasında Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nur sultan Nazarbayev ’in Türkiye Cumhuriyeti’ne resmi ziyareti
gerçekleşmiştir. 2004 Haziranda İstanbul’da gerçekleşen NATO Zirvesinde iki
ülke yöneticileri ikili ve uluslararası gündemdeki konuları ele almıştır. Bunun
dışında her sene çeşitli düzeyde iki ülke bakanlıkları ile kuruluşların en üst
yöneticilerin karşılıklı ziyaretleri gerçekleşmekte. Söz konusu görüşmeler
sırasında ikili ilişkiler gelişme düzeyinin bütün alanlarda dinamizm kazandığı
vurgulanmakta. Kazakistan ve Türkiye yakın gelecekte ikili ilişkiler konusunda
elde edilen dinamizmi muhafaza etmekle kalmayıp stratejik ortaklık düzeyinde
ikili ilişkileri pekiştirecek yeni unsurlar eklemeye gayret etmektedirler.
Bununla ilgili olarak 2005 yılı Mayıs-Haziran ayında gerçekleştirilen T.C.
Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın Kazakistan’a resmi ziyaretine iki ülke
tarafından da ayrıca önem taşıdı. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Uluslararası arenada işbirliği
konusunda ise iki ülkenin bir çok platformda bölgesel ve uluslararası nitelik
taşıyan sorunlarda tutumlarının benzerliği örnek gösterilebilir. Özellikle
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı <st1:personname productid="Sayın Ahmet" w:st="on">Sayın Ahmet</st1:personname> Necdet Sezer’in <b><i>Asya’da İşbirliği ve Güven
Artırıcı Tedbirler Konferansı</i></b> (<b>CİCA</b>)
Almatı Zirvesine katılması Ankara’nın bu foruma bölgesel ve uluslararası güvenliği
pekiştiren önemli unsur olarak gördüğünü, Kazakistan’ın Avrasya kıtasında
istenen düzeyde güvenlik ve barışı sağlayabilen bir mekanizma oluşturma
çabalarına destek ve anlayışla yaklaştığını gözler önüne serdi. Kazakistan
Türkiye’nin göstermekte olduğu daimi destek memnuniyetle karşılamaktadır. Türk
diplomatların CİCA sürecinde aktif şekilde rol üstlenmesi, somut katkılarda
bulunması Kazakistan ve CİCA ’nın geleceği için ayrıca önem taşımaktadır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakistan ve Türkiye Birleşmiş
Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, İslam Konferansı Örgütü,
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve başka da uluslararası teşkilatlar çerçevesinde
işbirliği yürütmeye ilgi göstermektedir.<a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn44" name="_ftnref44" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[44]</span><!--[endif]--></span></a></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h2>
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169105"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;">Ticari-Ekonomik İlişkiler</span></a></h2>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakistan Cumhuriyeti 2001-2005
yılları sosyal-ekonomik gelişim Konsepti uyarınca ekonomik ilişkileri
geliştirme planında öncelikli ülkelerin başını çeken Türkiye Cumhuriyetidir.
2000 yılı Kasım ve 2001 y. Şubat finans krizleri ve dünya ekonomisi
temposundaki düşüşler iki ülke arasındaki mal tedavülüne kendi damgasını
vurmakla beraber Türk şirketlerinin yatırım faaliyetlerini yavaşlattı. T.C. Dış
Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre Kazakistan’a yapılan Türk ihracatının 2003
yılındaki tutarı 232,6 milyon ABD doları, aynı dönem için ithal edilen Kazak
mallarının toplamı 266 milyon ABD doları olarak açıklandı. 2004 senesi
Ocak-Temmuz döneminde ise Kazakistan’ın Türkiye’ye ihracatı 184 milyon ABD
doları, ithalatı 164 milyon doları olarak gerçekleşti. 2006 yılında toplam
ikili ticaret hacmi 1 660 milyon dolara ulaştı. Türkiye’den ihraç edilen
ürünler ağırlıklı olarak makine ve cihazları, plastik ve plastik eşyaları,
prefabrik yapıları, mobilya ve aydınlatma cihazları belirlenmekte, ithal edilen
Kazak mallarının büyük bölümünü metalürji alanı maddeleri, buğday ve petrol
ürünleri oluşturdu. Ticari-ekonomik ilişkilerin gelişmesinde önemli bir
mekanizması da Hükümetler arası Karma Ekonomik Komisyonudur (KEK). 2006 yılı
Ağustos ayında Astana’da yapılan KEK 4.toplantısında geçtiğimiz yıllardaki
ikili ticari-ekonomik ilişkilerin bilançosu çıkarıldı ve tarafların net
faaliyetler gerçekleştirme yolu ile karşılıklı yarar güdülenen ticari-ekonomik
işbirliğini genişletme istekleri ortaya konuldu. Almatı’da bulunan
Kazakistan-Türkiye İşadamları Derneği (KATİAD), diğeri de Dış Ekonomik
İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde faaliyet gösteren Kazak-Türk İş Konseyi
tarafından gerçekleştiren bir araştırmaya göre, 2003 yılına kadar Türkiye’nin
Kazakistan ekonomisine yaptığı yatırımın toplam tutarı yaklaşık olarak 1.5
milyar ABD dolarıdır. Türk yatırımlarının yüzde 90’ı ekonomi alanındaki petrol,
iletişim ve bankacılık, ayrıca eğitim ve otelcilik sektörlerine odaklanmış.
TPAO (Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı) Kazakistan ekonomisinin petrol
sektörüne 380 milyon ABD doları yatırımda bulunmuştur. Türk şirketleri
tarafından iletişim alandaki 238.1 milyon dolarlık projelere yatırım
yapılmıştır. Türk uzmanlarının tahminlerine göre yaklaşık 204 milyon ABD doları
Türk yatırımcı tarafından bankacılık, gıda üretim ve otelcilik alanlarına,
144.9 milyon dolar ise eğitim alanına yatırılmıştır. Verilen rakamlar
Kazakistan’a yapılan Türkiye yatırımlarının üçte ikisini oluşturmaktadır. Diğer
yatırımlar ise küçük yatırımlar grubuna yer almaktadır. Son yıllarda
Kazakistan’da faaliyet gösteren Türk şirketleri ile olumlu işbirliği tecrübesi
gelişti, ki bunlar büyük Türk finansal-sanayi gruplarının Kazakistan’ın
ekonomik altyapısını güçlendirmek için geliştirilen projelere katılma, petrol, hafif,
gıda sanayi ve iletişim sektörüne yatırım yapma olanağını sunmaktadır.
Kazakistan’da halen 320’yi aşkın Türk ve ortak Kazak-Türk şirketleri faaliyet
gösteriyor. Türkiye Müteahhitler Birliği’nin verilerine göre 1993-2003 yılları
arasında Türk inşaat şirketleri tarafından gerçekleştirilen müteahhitlik
çalışmalarının toplam tutarı yaklaşık 3.5 milyar ABD doları. Sonuç olarak, BDT
ülkeleri arasında direkt dış yatırımlarının ülkeye çekilmesi alanında şüphesiz
lider olan Kazakistan’da son yıllarda yatırım ikliminin giderek
iyileştirilmesi, birçok önde gelen Türk firmalarının ilgisini çekmekle beraber
ülkeye daha fazla yatırım yapma konularında ciddi eğilime girmelerine neden
gösterilmektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoCaption" style="page-break-after: avoid;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Tablo <!--[if supportFields]><span
style='mso-element:field-begin'></span><span
style='mso-spacerun:yes'> </span>SEQ Tablo \* ARABIC <span style='mso-element:
field-separator'></span><![endif]-->1<!--[if supportFields]><span
style='mso-element:field-end'></span><![endif]-->-Kazakistan-Türkiye Dış
Ticareti Kaynak DTM Verileri</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" class="MsoNormalTable" style="border-collapse: collapse; mso-padding-alt: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 345px;">
<tbody>
<tr style="height: 24.0pt; mso-yfti-firstrow: yes; mso-yfti-irow: 0;">
<td nowrap="" style="border: solid windowtext 1.0pt; height: 24.0pt; mso-border-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 73.0pt;" valign="bottom" width="97"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Yıllar<o:p></o:p></span></b></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-left: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 24.0pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 59.0pt;" valign="bottom" width="79"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">İhracatımız<o:p></o:p></span></b></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-left: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 24.0pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 56.0pt;" valign="bottom" width="75"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">İthalatımız<o:p></o:p></span></b></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-left: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 24.0pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 36.0pt;" valign="bottom" width="48"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Denge<o:p></o:p></span></b></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-left: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 24.0pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 35.0pt;" valign="bottom" width="47"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Hacim<o:p></o:p></span></b></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 1;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1997<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">210,6<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">165,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">45,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">375,9<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 2;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1998<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">214,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">253,7<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">-39,4<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">468<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 3;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1999<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">96,6<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">295,9<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">-199,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">392,5<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 4;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2000<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">118,7<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">346,4<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">-227,7<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">465,1<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 5;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2001<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">119,8<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">90,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">29,5<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">210,1<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 6;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2002<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">158,7<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">201,6<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">-42,9<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">360,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
<tr style="height: 12.75pt; mso-yfti-irow: 7; mso-yfti-lastrow: yes;">
<td nowrap="" style="border-top: none; border: solid windowtext 1.0pt; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-left-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2003<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">91,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">138,3<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">-47<o:p></o:p></span></div>
</td>
<td nowrap="" style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: solid windowtext 1.0pt; border-top: none; height: 12.75pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .5pt; mso-border-right-alt: solid windowtext .5pt; padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;" valign="bottom"><div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">229,6<o:p></o:p></span></div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Güçlenen Kazakistan ekonomisi de
Türkiye son zamanlarda ciddi yatırımlar yapma çalışmaları sürdürülmekte.
Örneğin Kazak Bank Turan Alem Bankasının Türk Şeker bank’ın yüzde 34 hissesin
satın alması, ayrıca Ceyhan’da Petrol Rafinesi inşası projesi büyük önem
taşımakta.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h2>
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169106"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;">İnsani-Kültürel İlişkiler</span></a></h2>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">İkili ilişkilerin önemli bir
kolunu insani-kültürel alanda işbirliği oluşturmaktadır. 2002 yılının iki ülke
ilişkileri için en önemli olayı devletlerimizin arasındaki diplomatik
ilişkilerin kurulmasının 10. yılını doldurması olduğu kuşkusuz. Bu önemli
hadise öncesi Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Dışişleri Bakanları arasında
karşılıklı kutlama yazışmaları yer almakla beraber ülkelerin önemli basın-yayın
organlarında bu tarihi hadiseye ilişkin makaleler yayınlandı. Türkiye
Cumhuriyeti’nde bu önemli gün ile ilgili İstanbul ve Kocaeli’nde Güney
Kazakistan eyaletinin yatırım için elverişli iklimlere sahip olduğunu
sergileyen faaliyetler ve Uluslararası Müzik Festivali çerçevesinde Ankara’da
Kazakistan’ın ünlü sanatçıları Janiya Aubakirova ve Gauhar Mırzabekova’nın
sanat yönetmenliğini yaptığı Kazakistan Oda Orkestrasının konserleri ve
2003-2004 yılları arasında Kazakistan’ın ünlü folklor ve pop müzik grupları
“Altın Dan”, “Erke-Nur”, “Ulıtau”, “Kokşetau”, “Alatau”, “Akjarma”’nın
konserleri gerçekleşti. Ayrıca, Kazakistan ve Türkiye arasında kültürel
programlar çerçevesinde ünlü Kazak yazarları eserlerinin Türk diline çevrilmesi
faaliyetleri aralıksız sürmektedir. Bunlardan birkaç örnek olarak 2002 yılı
ünlü yazar ve devlet adamı Abiş Kekilbayev’in Türkçeye çevrilen “Efsanenin
sonu” eseri İstanbul’da, “Ürker” kitabı ise Ankara’da tanıtıldı. Şu sıralarda
İlyas Esenberlin’in “Göçebeler” romanının tercümesine başlandı. Bu güne kadar
Kazak yazarlarının 30-u aşkın eserleri Türk diline çevrildi, ki bunların
arasında Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in çalışmaları, Abay, Cambıl,
Mağcan Cumabayev, Muhtar Auezov, Oljas Süleyimenov ve Muhtar Şahanov gibi büyük
yazarların edebi eserleri yer almaktadır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Eğitim alanında Türkistan
şehrinde bulunan Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesini
geliştirme çalışmaları devam etmektedir. Şu anda söz konusu Üniversitenin 15
fakültesinde 17700 öğrenciler 102 meslek lisans ve lisans üstü eğitim almaya
devam etmektedirler. Bu öğrencilerin 1160-ı 28 farklı ülkeden olup 460 öğrenci
Türkiye Cumhuriyetindendir. Yüksek Öğretim Kurulunun verdiği bilgilere göre
1992 yılından itibaren yürütülen karşılıksız Kazak öğrencilerinin eğitimi
programı çerçevesinde 2703 Kazakistanlı öğrenci Türkiye’nin çeşitli eğitim
kuruluşlarında eğitim görmüştür. Günümüze dek tam lisans ve lisans üstü eğitim
programını tamamlayarak başarı ile mezun olan 1081 ve eğitimlerini sürdüren 794
Kazakistanlı öğrenci mevcut. Türkiye’nin eğitim alanında önde gelen Bilkent
Üniversitesinde Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev
bursunun iki öğrenciye verilmesi kuşkusuz iki ülke arasında oluşan çok sıcak
havanın bir yansımasıdır. İkili insani ve kültürel ilişkilerin perspektifli
kollarının biri de ülkelerin çeşitli bölge ve illeri arasında kardeşlik
ilişkilerin kurulmasıdır. 2001 yılında Ankara ve Astana, 2003 yılında Antalya
ve Taldıkorgan kardeş şehir ve 2004 yılında KC Almatı ili ve TC Antalya ili, KC
Jambıl ili ve TC Karaman ili kardeş iller olarak ilan edilmiş. Kardeşlik
ilişkiler çerçevesinde İstanbul’da 2002 yılı Ekim ayında ‘Almatı Kültür
Günleri’, 27 Eylül – 03 Ekim 2004 tarihinde ‘Almatı’da İstanbul Kültür Günleri’
ve 30 Kasım – 03 Aralık 2004 tarihleri arasında ‘Antalya’da Almatı ili Kültür
Günleri’ gibi düzenlenen etkinlikler Kazakistan ve Türkiye arasındaki insani ve
kültürel işbirliğine bir ivme kazandırdılar. Halen Türkistan’da yeni cami
inşaatı projesi hayata geçirilmeyi bekliyor. Bu konuda projenin son hali
Kazakistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış, Türk tarafı ise söz konusu
projeye mali destek sağlama konusunda karar almış bulunmaktadır. Yakın
gelecekte bu inşaata başlanması beklenmektedir. <a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftn45" name="_ftnref45" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[45]</span><!--[endif]--></span></a></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h1>
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169107"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;">GELECEĞE YÖNELİK YANSIMALAR</span></a></h1>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu <b>Gazi Mustafa Kemal Atatürk’</b>ün <b>29
Kasım 1933</b> ’deki öngörüsünü bu bölümde anmadan geçmek mümkün değildir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">“<i>Düşün bir kere, Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı: Demek hiçbir
şey sürekli değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki
pek az şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar.
Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa
ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı
İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi
parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler.
Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim,
bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara
sahip çıkmaya hazır olmalıyız.<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak
lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak! <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Dil, bir köprüdür; <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">İnanç, bir köprüdür; <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Tarih, bir köprüdür. <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bugün biz bu kitlelerden dil bakımından, gelenek, görenek, tarih
bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru,
onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını
bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli… Köklerimize inmeli ve olayların
böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor
bağı kurmamız lâzım… Bunları kim yapacak? Elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte
görüyorsunuz, dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor… Dilimizi, onun
diline yaklaştırmaya ve böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye
çalışıyoruz… Tarihimizi ona yaklaştırmaya çalışıyoruz, ortak bir mazi yaratmak
peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konarak yapılmaz, bunlar devletlerin
ve milletlerin derin düşünceleridir.”<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Tarihte yaşamış olan Türk
Devletleri'nin yaşamış oldukları coğrafi mekanlar üzerinde çok sayıda devlet
bulunmaktadır. Ancak bunların bir kısmı, Türk Devleti değildir. Bugün için,
dünya üzerinde, sekiz bağımsız Türk Cumhuriyeti (<i>Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan,
Kırgızistan ve Tacikistan</i>) bulunuyor. Ayrıca bağımsızlık mücadelesi içinde
olan Türk cumhuriyetleri de bağımsız olurlarsa, bu sayı hayli artacaktır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Birleşmiş Milletlerin 1990 yılına
ait istatistiklerine göre Türkçe, 165 milyon dolayında kişi tarafından anadil
olarak konuşulmaktaydı. Böylelikle dilimiz Çince, Hintçe, İngilizce ve
İspanyolcanın arkasından en büyük (yaygın) dil karakterine sahiptir. Nüfus
artışının ortalama % 1,5 olduğu varsayılırsa bu sayının artık 180 milyona
yaklaşması gerekir. Çincenin, Çin ve Tayvan dışında Güneydoğu Asya
ülkelerindeki Çin azınlık tarafından konuşulduğu, Hintçenin yalnızca Hint
Yarımadası'nda yayıldığı düşünülürse, Türkçe, İspanyolca ve İngilizce gibi
dünyada geniş coğrafyaya yayılmış diller arasında yer alır. Bunlardan
İngilizce, Büyük Britanya dışında, Kuzey Amerika kıtasında , Güney Afrika
Cumhuriyeti'nde (İngiliz kökenliler tarafından) ve Avustralya'da anadil olarak
konuşulmaktadır. İspanyolca, ispanya dışında Orta (ABD'nin güneyi dahil) ve
Güney Amerika'da (Brezilya dışında) yayılmıştır. Türkçenin ise Rusya
Federasyonu'nun Pasifik kıyılarından başlayıp, Orta Asya, Kafkasya, Anadolu ve
Trakya'yı aşıp Orta ve Batı Avrupa'daki Türklerle, ayrıca az sayıda da olsa
Kuzey Amerika'ya göç etmiş Türkler tarafından anadil olarak konuşulmakta
olduğunu, böylelikle Afrika kıtası ve Güney Asya dışında (değişik
yoğunluklarda) tüm Kuzey Yarımküre'ye yayıldığını görüyoruz</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bugün gelinen noktada farklı coğrafyalarda, farklı devlet
isimleri, farklı bayraklar altında yaşasalar da ortak tarihsel geçmişiyle,
ortak konuşma diliyle, örf adet ve gelenekleriyle, töresi ve devlet kültürüyle
birbirine bağlı Türk dünyası gerçeği bulunmaktadır. Farklı coğrafyalarda da
bulunsalar bu ülkeler ve topluluklar arasındaki işbirliğinin güçlenmesi,
başarılması zor bir düş değildir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h2>
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169108"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;">NAZARBAYEV'DEN TÜRK BİRLİĞİ ÇAĞRISI</span></a></h2>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Nursultan Nazarbayev,
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in ev sahipliğinde Antalya'da düzenlenen Türk
Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 8. Doruk Toplantısında yaptığı
konuşmada, Türk dünyasını birbirine daha da yakınlaştıracak, kardeşlik ve iş
birliğine yönelik atılacak somut adımların sıklaştırılması gerektiğini
vurguladı. Nazarbayev, şöyle konuştu: </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="page-break-after: avoid; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">''Halklarımızın ekonomik durumu
seneden seneye iyileşmektedir. Bu da eğitim ve kültür alanındaki tasarıları gerçekleştirmeye
imkan sağlamaktadır. Türk dili konuşan ülkeler arasındaki kültür ilişkilerini
geliştirerek, kendi dillerimizi, ortak tarih, sanat edebiyat ve şiir
antolojileri yayınlanması ve bu eserlerin dünya dillerine tercüme edilmesini
sağlamalıyız. Böylece tüm dünya bizi tanıyacaktır.''</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakistan'ın Türk dili konuşan
devletlerle uzay alanında bilimsel araştırmalar yapmaya hazır olduğuna da
değinen Nazarbayev, ''Kazakistan bu yıl ilk yer uydusunu fırlattı. 2008 yılında
ikinci bir yer uydusunu fırlatmayı planlamış bulunmaktadır. Bu yönde birlikte
etkinliklerde bulunabiliriz'' dedi. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Küreselleşme sürecinin Türk milli
kimliğine yönelik tehdide karşı konulması gerektiğine de işaret eden Nazarbayev,
şöyle konuştu: ''Türk dili konuşan devletlerin ortaklığıyla kurulan Türksoy
adlı kuruluşla bu işler yapılabilir. Kaynağını Göktürklerden alan ortak tarihi
genç kuşaklara aktarabilmeliyiz. Hoca Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Mevlana,
Fârâbi ve Fatih Sultan ve diğer yüce atalarımızı bilmek ve onları genç kuşağa öğretmek
ödevimiz olmalıdır. Birlik ve beraberlik bayrağımızı bu yolla yükseklere
taşıyalım. Bir diğer önemli husus da Türk dili konuşan halkların bilimsel ve
sanatsal edebiyatlarının ortak fonunu oluşturmaktır. Kültür, bilim ve eğitim
alanındaki iş birliğimizin pekiştirilmesinin yanı sıra ekonomik ilişkileri de
geliştirmeliyiz.'' </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Sadece yük taşımacılığı
meselesini çözmenin bile çok yararlı olacağına değinen Nursultan Nazarbayev,
şöyle devam etti: </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">''İlk önce Meşhet üzerinden
Almatı İstanbul konteynır yük taşıma hattını hayata geçirmek suretiyle
atalarımızın İpek Yolunu tekrar canlandırmış oluruz. Kara yolları da aramızdaki
ticaret ilişkilerini geliştirecektir. Kazak petrolünü Türk ve batı pazarına
ulaştırmayı Baku-Tiflis-Ceyhan Projesi ile sağlamış oluruz. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakistan şu anda çağımızın
taleplerine uygun milli tankerler donanmasını hazırlayıp, bu işi etkin olarak
başlatmış bulunmaktadır. Dünya ekonomisinin enerji kaynaklarına olan talebinin
artmış olduğu bilinmektedir. Kazakistan petrol ve doğal gaz konusundaki iş
birliğine önem vermektedir. Kazakistan hidrokarbon kaynaklarının dünya pazarına
götürülmesi önemlidir. Türkiye'nin, geçiş yolu fazla olan bir ülke olarak,
petrol ve doğal gazı ulaştırma çalışmaları gibi uluslararası projelere
katılmasını destekliyoruz.'' </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakistan Cumhurbaşkanı
Nazarbayev, Türk dili konuşan ülkelerin iş adamları arasındaki yakın iş
birliğinin de sistemli bir hale getirilmesi gerekliliğini vurguladı.
Türkiye'nin bu alandaki tecrübesi ve olanaklarının yeterli olduğunu kaydeden Nazarbayev,
''Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türk Dili konuşan ülkelerin ticaret ve
sanayi odalarıyla iş birliği yapmalı ve gerekirse odalar karşılıklı olarak
temsilcilik açmalı'' diye konuştu. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h2>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169109">ORTA ASYA DEVLETLERİ BİRLİĞİ</a> </span></h2>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Kazakistan'ın Dünya Ticaret
Örgütüne, Türkiye'nin de AB'ye girmesinin gelecekte Türk dünyasının ekonomik ve
finans ilişkileri aracılığıyla bütünleşme sürecine ivme kazandıracağını anlatan
Nazarbayev, şöyle devam etti:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">''Bu bakımdan Orta Asya
Devletleri Birliğini kurma girişimimiz de söz konusu süreci olumlu
etkileyecektir. Bu konudaki iş birliğinin olumlu örnekleri mevcuttur. Örneğin
Orta Asya ülkelerin uluslararası düzeydeki çevresel tehdit olan Aral Gölü
meselesini çözme çalışmasında uluslararası Aral'ı Kurtarma Vakfının kurulması
gibi birlikte oluşturulmuş başarılı adımlar mevcuttur.'' </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Türk dünyasının birlik ve
beraberlik fikrinin pekişmesiyle istikrarlı gelişme olanağının artacağı
inancında olduğunu tekrarlayan Nazarbayev, şöyle </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">konuştu:''Yüce Atatürk, yüzyılın
başında, Orta Asya ve Kafkaslarda kardeş Türk halklarının bulunduğunu ve
gelecekte onların bir araya geleceğini ileri görüşlülükle ifade etmişti. Şu
anda Atamızın o dileği kabul oldu. Şu an Türk dili konuşan kardeş ülkelerin
devlet başkanları bir araya gelmiş bulunmaktayız.'' </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h2>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6657997092300109251" name="_Toc183169110">AKSAKALLILAR KURULU</a> </span></h2>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Doruk toplantılarında çok önemli
kararlar alınmasına rağmen, maalesef bazılarının gerçekleşmeyip, rafa
kaldırıldığından da yakınan Nursultan </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Nazarbayev, ''Türk dili konuşan
devletlerin aksakallılar kurulunu oluşturup, onun üyeleri olarak Türk
dünyasındaki siyaset toplum ve sanat camiası temsilcilerini toplayalım. Bu
kurulun başkanı olarak da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i öneriyorum''
dedi. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Nazarbayev, Türk dili konuşan
ülkelerin parlamentolar arası asamblesini oluşturma girişimini de 83 yıllık
geçmişe sahip TBMM'ye önermek istediğini ifade etti. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü
desteklediğini de belirten Nazarbayev, sorunların barış yoluyla çözülmesini
istediklerini bildirdi. Nazarbayev şunları söyledi: </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">''Bütünleşmemiz, bulunduğumuz
coğrafyayı istikrara, gönence, ekonomik bağımsızlığa götürecek yoldur. Ancak
böyle Türk dünyasının parlak geleceğine sahip olabileceğiz. 21. asırda büyük
başarılara imza attık. Ekonomi, siyaset ve uluslararası ilişkilerde büyük
sonuçlara ulaştık. 21. yüzyılını, hız kesmeden, Atatürk'ün hayalini kurduğu
Türk birliği ve gelişimi yüzyılına dönüştürelim.''Şu anda, Kazakistan ve Türk
dili konuşan devletler arasında çözüme kavuşmamış herhangi bir mesele
olmadığına da dikkati çeken Nazarbayev, ''Bağımsızlığın kazanıldığı 15 yılda
askeri, ekonomik, siyasi, bilimsel, kültürel ve teknolojik ilişkiler ile
karşılıklı etkileşim giderek stratejik ortaklığa dönüştü'' dedi.</span></div>
<div>
<!--[if !supportFootnotes]--><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br clear="all" />
</span><br />
<hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<br />
<div id="ftn1">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref1" name="_ftn1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[1]</span><!--[endif]--></span></a> İbrahim Kafesoğlu,
Türk-İslam Sentezi, İstanbul, 1996, s. 47.</span></div>
</div>
<div id="ftn2">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref2" name="_ftn2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[2]</span><!--[endif]--></span></a> Bahaeddin Ögel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1988, s.298.</span></div>
</div>
<div id="ftn3">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref3" name="_ftn3" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[3]</span><!--[endif]--></span></a> Bahaeddin Ögel, Türk
Kültür Tarihine giriş, C.9, Ankara, 1987, s.435.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div id="ftn4">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref4" name="_ftn4" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[4]</span><!--[endif]--></span></a> İbrahim Kafesoğlu, Türk
Milli Kültürü, İstanbul, 1989, s.307.</span></div>
</div>
<div id="ftn5">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref5" name="_ftn5" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[5]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e.,
s.211-212; Kazakistan, Kazakistan, Türkiye – Azerbaycan Dostluk Derneği Yay.
Tanıtım Dizisi No:5, Tarihsiz, s.2.</span></div>
</div>
<div id="ftn6">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref6" name="_ftn6" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[6]</span><!--[endif]--></span></a> Bahaeddin Ögel,
İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991, s.163.</span></div>
</div>
<div id="ftn7">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref7" name="_ftn7" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[7]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1987,
s. 8.</span></div>
</div>
<div id="ftn8">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref8" name="_ftn8" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[8]</span><!--[endif]--></span></a> İlhami Durmuş, “Bozkır
Kültürünün Oluşumu ve Gelişiminde At”, G.Ü. Fen-Ed. Fak., Sosyal Bilimler
Dergisi, C.I, S.2, 1997, s.18-19. </span></div>
</div>
<div id="ftn9">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref9" name="_ftn9" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[9]</span><!--[endif]--></span></a> Alpargu, a.g.e., s. 134.</span></div>
</div>
<div id="ftn10">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref10" name="_ftn10" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[10]</span><!--[endif]--></span></a> Bacon, a.g.e., s. 37;
“Bebekler ve çocuklar hayvanlara bindirilirdi. Önce bir koyuna, biraz büyüyünce
bir sığıra ve daha büyüyünce bir ata...Böylece her Kazak kız ve erkek çocuğu,
çok küçük yaştan itibaren usta bir binici olarak yetişirdi.” Lıas, a.g.e.,
s.15; Hasan Oraltay, Hürriyet Uğrunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri, İzmir</span></div>
</div>
<div id="ftn11">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref11" name="_ftn11" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[11]</span><!--[endif]--></span></a> Bahaeddin Ögel, Türk
Kültür Tarihine Giriş, C.I, Ankara, 1991, s.39.</span></div>
</div>
<div id="ftn12">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref12" name="_ftn12" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[12]</span><!--[endif]--></span></a> Ögel, a.g.e., C.1, s.
1-3.</span></div>
</div>
<div id="ftn13">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref13" name="_ftn13" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[13]</span><!--[endif]--></span></a> Ögel, a.g.e., 1991,
s.164-165.</span></div>
</div>
<div id="ftn14">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref14" name="_ftn14" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[14]</span><!--[endif]--></span></a> Radloff, Sibirya’dan-I,
İstanbul, 1954, s. 426.</span></div>
</div>
<div id="ftn15">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref15" name="_ftn15" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[15]</span><!--[endif]--></span></a> Bacon,a.g.e., s. 38;
İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara, 1987, s. 110. Kazaklardaki
durum bilinen Türk göçebe hayatının bir örneğini oluşturuyordu; Godfrey Lıas,
Göç, (Ter. Mehmet Çağrı), İstanbul, 1992, s.10, s.13.</span></div>
</div>
<div id="ftn16">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref16" name="_ftn16" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[16]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1987,
s. 110; Godfrey Lıas, Göç, (Ter. Mehmet Çağrı), İstanbul, 1992, s.10, s.13.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div id="ftn17">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref17" name="_ftn17" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[17]</span><!--[endif]--></span></a> Radloff, a.g.e., s. 467.</span></div>
</div>
<div id="ftn18">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref18" name="_ftn18" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[18]</span><!--[endif]--></span></a> Alpargu, a.g.e., s. 138</span></div>
</div>
<div id="ftn19">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref19" name="_ftn19" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[19]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s. 304.</span></div>
</div>
<div id="ftn20">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref20" name="_ftn20" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[20]</span><!--[endif]--></span></a> Kydyraliyev, Darhan
Kydyraliyev, Mustafa Çokay ’ın Hayatı, Siyasi Faaliyetleri ve Fikirleri, İzmir,
1998, s.2, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). s.2.</span></div>
</div>
<div id="ftn21">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref21" name="_ftn21" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[21]</span><!--[endif]--></span></a> Alpargu, Onaltıncı
Yüzyılda Türk Dünyası Özbek ve Kazan Hanlıkları, Ankara, 1994, s. 134.</span></div>
</div>
<div id="ftn22">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref22" name="_ftn22" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[22]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s. 246; Ögel, a.g.e., 1988, s. 549-550.</span></div>
</div>
<div id="ftn23">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref23" name="_ftn23" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[23]</span><!--[endif]--></span></a> Abdulkadir İnan ,
Makaleler ve İncelemeler, C.II, Ankara, 1991, s. 227.</span></div>
</div>
<div id="ftn24">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref24" name="_ftn24" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[24]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1996,
s. 56.</span></div>
</div>
<div id="ftn25">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref25" name="_ftn25" title=""><!--[if !supportFootnotes]-->[25]<!--[endif]--></a> Patriyarki, hane içinde aile reisinin,
tebaası (karısı, çocukları, hizmetkarları) üzerindeki şahsi iktidarını ifade
etmektedir. patriarkal kültüre, kişilerarası hiyerarşik bağımlılık ilişkileri
hakimdir. patriyarkal otoritede, kadınlar fiziksel ve fikri güçsüzlükleri
yüzünden erkeklere, çocuklar acizliklerinden dolayı büyüklere, hizmetkarlar da
yoksun ve yoksul oldukları için efendilerine bağımlıdırlar. gelenek ve görenek
temelinde yükselen patriyarkal otoriteyi meşrulaştıran şey ise, patriyarkın
hane halkının ihtiyaçlarını tatmin etmesi ve onları dıştan gelen tehditlere
karşı koruma kapasitesidir. patriyarkal otorite, baba veya en azından baba
rolüne denk düşen bir toplumsal figürü zorunlu kılmaktadır.</span></div>
</div>
<div id="ftn26">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref26" name="_ftn26" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[26]</span><!--[endif]--></span></a> Rasoyni, Tarihte Türklük,
Ankara, 1971, s. 58; İbrahim Kafesoğlu, Türk-İslâm Sentezi, İstanbul, 1999,
s.56.</span></div>
</div>
<div id="ftn27">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref27" name="_ftn27" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[27]</span><!--[endif]--></span></a> Halife Altay, Anayurttan
Anadolu’ya, Ankara, 1981, s. 141; Hızır Bek Gayretullah, Altaylarda Kanlı
Günler, İstanbul, 1977, s. 162.</span></div>
</div>
<div id="ftn28">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref28" name="_ftn28" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[28]</span><!--[endif]--></span></a> Elizabeth E. Bacon, Esir
Orta Asya, Tarihsiz, s. 44; Rasoyni, a.g.e., s .57.</span></div>
</div>
<div id="ftn29">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref29" name="_ftn29" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[29]</span><!--[endif]--></span></a> Osman Turan, Türkiye
Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1988, s. 28-30</span></div>
</div>
<div id="ftn30">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref30" name="_ftn30" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[30]</span><!--[endif]--></span></a> Ziya Gökalp, Türk
Medeniyeti Tarihi, İstanbul, 1976, s.333, s.334.</span></div>
</div>
<div id="ftn31">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref31" name="_ftn31" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[31]</span><!--[endif]--></span></a> Radloff, a.g.e., s.
476-478; Altay , a.g.e., s. 113; Lıas, a.g.e., s. 14.</span></div>
</div>
<div id="ftn32">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref32" name="_ftn32" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[32]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s.289; Ögel,a.g.e., 1988, s. 726; <st1:personname productid="Ahmet Yaşar" w:st="on">Ahmet Yaşar</st1:personname> Ocak, Bektaşi Menakıpnamelerinde İslam
Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul, 1983, s. 27-28.</span></div>
</div>
<div id="ftn33">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref33" name="_ftn33" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[33]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s.291; Ocak, a.g.e., s. 26-27.</span></div>
</div>
<div id="ftn34">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref34" name="_ftn34" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[34]</span><!--[endif]--></span></a> Ocak, a.g.e., s.70-83.</span></div>
</div>
<div id="ftn35">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref35" name="_ftn35" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[35]</span><!--[endif]--></span></a> İnan, a.g.e., s. 258;
Bacon, a.g.e., s. 50; Bkz. Kafesoğlu, a.g.e. s.90-92. </span></div>
</div>
<div id="ftn36">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref36" name="_ftn36" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[36]</span><!--[endif]--></span></a> Bacon, a.g.e., s. 50.</span></div>
</div>
<div id="ftn37">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref37" name="_ftn37" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[37]</span><!--[endif]--></span></a> İnan, a.g.e., s. 258.</span></div>
</div>
<div id="ftn38">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref38" name="_ftn38" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[38]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s.287.</span></div>
</div>
<div id="ftn39">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref39" name="_ftn39" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[39]</span><!--[endif]--></span></a> Kafesoğlu, a.g.e., 1989,
s. 328.</span></div>
</div>
<div id="ftn40">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref40" name="_ftn40" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[40]</span><!--[endif]--></span></a> Ocak, a.g.e., s.70-83.</span></div>
</div>
<div id="ftn41">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref41" name="_ftn41" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[41]</span><!--[endif]--></span></a> İnan, a.g.e., s. 246;
Kafesoğlu, a.g.e., 1989, s. 328.</span></div>
</div>
<div id="ftn42">
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref42" name="_ftn42" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[42]</span><!--[endif]--></span></a> Ögel, a.g.e, C.9, s.242.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div id="ftn43">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref43" name="_ftn43" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[43]</span><!--[endif]--></span></a> Altan Çetin, G.Ü.
Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi, <a href="http://www.hbektas.gazi.edu.tr/portal/html/modules.php?name=News&file=article&sid=229">http://www.hbektas.gazi.edu.tr/portal/html/modules.php?name=News&file=article&sid=229</a>
Sitesinden alınmıştır.<b><br />
</b> </span></div>
</div>
<div id="ftn44">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref44" name="_ftn44" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[44]</span><!--[endif]--></span></a> Kazakistan Cumhuriyeti Ankara
Büyükelçiliği, http://www.kazakhstan.org.tr/</span></div>
</div>
<div id="ftn45">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///J:/Academic/Ahmet%20Yesevi%20%C3%9Cniversitesi/Odevler/KazakTarihi.doc#_ftnref45" name="_ftn45" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[45]</span><!--[endif]--></span></a> Kazakistan Cumhuriyeti
Ankara Büyükelçiliği, http://www.kazakhstan.org.tr/</span></div>
</div>
</div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-57831108709449724182012-11-18T13:11:00.002-08:002012-11-23T20:36:04.214-08:00Pir-i Türkistan Hazretleri<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small;"><b>Ahmet Bayram</b></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Pir-i Türkistan Hazretleri, Ay hocam,<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Sen Orta Asya’nın bozkırlarından
Sayram’da dünyaya geleli 916 sene oldu efendim. Türklük İslam’ la şereflensin
diye Alperenleri yola düşürmeseydin biz kim bilir bizi biz yapan değerlere
nasıl kavuşurduk? Arslan Baba’nın sana
eriştirdiği emaneti gönderen Allah Resulü’nün asıl emaneti olan dosdoğru,
gösterişsiz, saf, Allah’tan başkasına kul olmamayı emreden İslam’ı kim bilir
nasıl öğrenir, nasıl yaşardık? <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
</div>
<a name='more'></a><br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Daha da kötüsü sen de diğer alimlere
uyarak <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">“<i>Sevmiyorlar alimler sizin Türkçe dilini.<br /> <o:p></o:p></i></span><i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Erenlerden işitsen açar gönül ilini.<br /> </span></i><i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Ayet, hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar.<br />
</span></i><i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Anlamına erenler başı eğip uyarlar.<br /> </span></i><i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"> </span></i><i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Miskin Kul Hoca Ahmet, yedi atana
rahmet,<br /> </span></i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i>Fars dilini bilir de sevip söyler Türkçeyi</i>” </span></blockquote>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">demeyip bize dünya Türklerinin yegane
bağlacı güzel Türkçemizin yerine başka dillerle eserler bıraksaydın halimiz
nice olurdu Pirim, üstadım.<b><o:p></o:p></b></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Hükümdarlar önünde yerlere eğilirken,
sana bağlı yüzlerce insan bir lafzın için dünyayı yıkmaya hazırken tevazuu
elden bırakmayışına ne demeli? Ailenin ve cemaatinin iaşesini tahta kaşık
oyarak karşılamandan daha mühim ne olabilir? Sen dileseydin saraylarda
yaşardın, altmış üçte Allah Resulü dünyayı terk etti diye yere girdin.<span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[1]</span><!--[endif]--></span> “<i>Candan
geçmeden “Hu Hu” demenin hepsi yalan</i>” sözü riyasız tasavvufun yegane öğüdü
değil mi Efendim? <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Cenab-ı Hakk’ın Nahl suresinde
buyurduğu “<i>Rabbinin yoluna hikmetle ve
güzel öğütle çağır</i><b> </b>!” ayetini
düstur edinerek bıraktığın <i>Hikmetler</i>
bugün bile yolumuzu aydınlatmakta. Türkistan’daki Emir Timur yadigarı manevi
evin bütün görkemiyle Türk coğrafyasına feyz vermeye, yolda kalmışlara, dara
düşmüşlere, umudunu yitirmişlere yücelikteki tevazuu, azametteki zarafeti,
dehşet içermeyen haşmeti göstermeye devam etmekte. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Candan geçip cananı bulmanın, dünyaya
tapmadan şan almanın, <i>İnna fetehna</i>‘nın
anlamını sormanın yolunu bize sen öğrettin. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Gazi Alperenler işe koyulun, <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Gayrı söze vakit az verilmeli <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bidevi atlara rüzgarca soluk, <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i>Ve yıldırımlarca hız verilmeli</i><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[2]</span><!--[endif]--></span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Nasihatini alan Alperenler yola
koyulmasaydı, manevi mimarlar manevi dünyamızı inşa etmeseydi halimiz nice
olurdu? <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Ekmek,su,aş bulmak gecikebilir. <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Temele taş bulmak gecikebilir. <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Devlete baş bulmak gecikebilir. <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Adalet gecikmez tez verilmeli.<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Senden miras kalan bu düsturlar bizi
ayakta tutuyor Hazret-i Türkistan. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Cahiliye devri Arap kadınlarının
zerre kadar değeri yokken, sen kadını baş tacı eden Türk boylarına İslam’ı
anlatma da analara, bacılara büyük önem
vermiştin. Senin bıraktığın gibi, bıraktığın yerden devam etseydi kadınlar
günümüzde geri plana düşer miydi? Közü pamuğa sardığında yanmayan pamuğa,
yakmayan köze baksaydı insanlar kadına ve erkeğe kurtla kuzu muamelesi yaparlar
mıydı? ‘Eğer kadını ateş, erkeği pamuk görüyorsan veya tersini düşünüyorsan,
işte bak, ben hiçbirine zarar vermeden ikisini bir arada tutabiliyorum' demeye
getirdiğin bu görkemli kerameti tüm dünya insanları anlasalar ne güzel olurdu. <span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[3]</span><!--[endif]--></span><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Gönül kuşunu Lamekan’a ulaştıran
inci, cevherinden murat isteriz Ay Hoca. Fısk ve ve fücur kılan münafıkların
haram, şüphe yediklerini gördüğünde ağlarsın, hakikat denizindeki cevherden
nasibin ararsın<span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[4]</span><!--[endif]--></span>. Ya biz ne yapalım Ay
Hoca? Hızır’a eremeyiz, Arslan Babayı bulamayız. Aşk yolunda bülbül olsak ne
faydaki maşuka eremeyiz, altmış üçte yere giremeyiz, tarikatı bilemeyiz,
hakikate eremeyiz. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Manevi emrinle Anadolu’ya gönderdiğin
Erenler kılıç kuşanmış, ilim kuşanmış, iman kuşanmış yiğitlerdi. Daha
fethedilecek çok yer var. Gazi Alperenlerin işi henüz bitmedi. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">“<i>Aşkın
eyledi şeyda beni, cümle alem bildi beni,<o:p></o:p></i></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i><span style="line-height: 150%;">Kaygım sensin gece gündüz, bana sen gereksin</span></i><span style="line-height: 150%;">”<span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[5]</span><!--[endif]--></span>
deyişini<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">“<i>Aşkın
aldı benden beni, bana seni gerek seni</i>” diye kendi halince söyleyen Yunus’u
mu dinlemeli, kapısına varıp alıcına karşılık himmet dilediği “<i>Tabduğun kapısına kul oldum yapısına</i>”
diyerek kapı kapı mürşit-i kamil mi aramalı? Hikmetlerinden satır satır, hece
hece cevap arar oldum Efendim. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">“<i>Ey
dostlarım,ölsem ben bilmem ki halim ne olur;<o:p></o:p></i></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i><span style="line-height: 150%;">Kabre girip yatsam ben bilmem ki halim ne olur</span></i><span style="line-height: 150%;">;”<span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[6]</span><!--[endif]--></span> der
dururum senin gibi. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Lakin Miskin Kul Hoca Ahmet , yedi
atana rahmet, ne iyi ettin de Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır
emrine uydun ve ne iyi ettin de Fars dilini bilip de sevip Türkçe söyledin. Ne
iyi ettin de kadını erkeğe eş tuttun, emeği baş tacı ettin. Dilemedin
dilenmedin, yoğu var eyledin. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Ne mutlu bize ki seni tanıma imkanı
bulduk, ışığınla aydınlandık. Mekanın cennet olsun.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Yararlanılan Kaynaklar<o:p></o:p></span></b></div>
<ul style="margin-top: 0cm;" type="disc">
<li class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Divan-ı Hikmet Hazırlayan Dr.Hayati
BİCE TDV Yayınları 4.Baskı<o:p></o:p></span></li>
<li class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="http://www.aygazete.com/?11384">http://www.aygazete.com/?11384</a><o:p></o:p></span></li>
<li class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="http://www.teknikportal.com/tasavvuf-nedir-t18881.0.html">http://www.teknikportal.com/tasavvuf-nedir-t18881.0.html</a><o:p></o:p></span></li>
</ul>
<div>
<!--[if !supportFootnotes]--><br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><b><i>Kur-an’ı Kerim Nahl Suresi
125.Ayet</i></b> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">“Rabbinin yoluna
hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.
Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.”<o:p></o:p></span></div>
<hr size="1" style="text-align: left;" width="33%" />
<!--[endif]-->
<br />
<div id="ftn1">
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[1]</span><!--[endif]--></span> Hikmet 2</span></div>
</div>
<div id="ftn2">
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[2]</span><!--[endif]--></span> Niyazı Yıldırım
Gençosmanoğlu ’nun şiirinden alınmıştır.</span></div>
</div>
<div id="ftn3">
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[3]</span><!--[endif]--></span> http://arsiv.sabah.com.tr/ozel/turkiyenin954/dosya_965.html</span></div>
</div>
<div id="ftn4">
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[4]</span><!--[endif]--></span> Hikmet 29</span></div>
</div>
<div id="ftn5">
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[5]</span><!--[endif]--></span> Hikmet 35</span></div>
</div>
<div id="ftn6">
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference">[6]</span><!--[endif]--></span> Hikmet 72</span></div>
<div class="MsoFootnoteText" style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
</div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-5896705967091749722012-11-18T08:31:00.000-08:002012-11-18T08:32:28.707-08:00Ayhoca "Hoca Ahmet Yesevi'ye İthafen"<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Na4XACJs4ncAIO4g70O1wchtMTZEemPomUo8uMx7awJpw_yGKFbEd11E6I2z0T9kd65SnqUShVNLKMHQz-ytycDM-0BQ0tqSw-LW3wq7XekSJVvYagTEvFbDquNJFEmw2nxNvCODfOjc/s1600/ayhoca.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Na4XACJs4ncAIO4g70O1wchtMTZEemPomUo8uMx7awJpw_yGKFbEd11E6I2z0T9kd65SnqUShVNLKMHQz-ytycDM-0BQ0tqSw-LW3wq7XekSJVvYagTEvFbDquNJFEmw2nxNvCODfOjc/s320/ayhoca.jpg" width="320" /></a></div>
<br />Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-37920220041439670872012-11-18T08:11:00.003-08:002012-11-18T10:44:06.147-08:00Hoca Ahmed Yesevi ve Sosyal Bütünleşme<span style="font-family: Verdana;"><b><span style="font-size: xx-small;">Prof. Dr. Hüsnü Ezber BODUR</span></b></span><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi
Dekanı</b></span><br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<span style="font-family: Verdana;">Toplumu meydana getiren
temel sektörlerden bir tanesi sosyal sistemdir. Birbirinden bağımsız
düşünülemeyen bu alt sistemlerden sosyal sektörün iyi işlememesi durumunda
toplumun ayakta kalabilmesi pek mümkün değildir. Toplumun bütünleşmesini
sağlayan bir takım değer ve normlardan meydana gelen sosyal sistemi besleyen, dolayısıyla toplumu kuşatan referans çerçevesi de manevi değerlerdir. Türk
toplumunu tarihin her döneminde dipdiri tutan ve toplumun çözülmesine neden
olabilecek anomik oluşumlara meydan vermeyen bu temellerden birini de Divan-ı
Hikmet teşkil eder.</span></div>
<a name='more'></a><div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Yesevi'nin "Bismillah" la başlayan Divan-ı Hikmet'i toplumun entegrasyonuna katkıda bulunabilecek çok önemli bir misyonu yüklenmiş ve yıllarca da bunu başarıyla sürdürmüştür. Adı geçen eserde müşahhaslaşan düşüncenin başvuru kaynağını Kur'an-ı Kerim'in öğretileri ve Hazreti Peygamber'in hadisleri oluşturmaktâdır. Böylece dağınık Türk kabileleri arasında milli birliği tesis edebilecek sağlamlıkta olan bu fikirler sayesinde milletleşme süreci başarılı mecraya girebilmiştir. Bu bakımdan Ahmed Yesevi'nin İslami bilgilerle İslam ahlakını ve tasavvufi bilgileri göçebe Türkler arasında yayma teşebbüsü, tüm dağınık kabilelerin müşterek kaynaktan beslenmelerine, dolayısıyla entegre olmalarına neden olmuştur. Milli unsurların biçimlendirdiği, İslami ve tasavvufi unsurlarla örülü olan hikmetlerin, İslam dininin Orta Asya bozkırlarındaki göçebeler arasında yayılmasında önemli bir fonksiyon icra ettiği şimdi çok daha iyi anlaşılmaktadır. Şüphesiz Yesevi'nin hikmetleri İslamiyet'in Türkler arasında yayılmasına katkıda bulunurken, düşünce genişliği sağlayan tasavvuf felsefesiyle de kültürümüzü zenginleştirmiştir</span>.</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilindiği gibi
Yesevi'nin yaşadığı dönemde Türkler, kabile biçiminde teşkilatlanmış olarak
göçebe kültürü özelliklerine sahipti. Şüphesiz böyle bir organizasyon içindeki
toplulukların kültüründe mitolojik unsurların ağırlıklı olacağı tabiidir. Hatta
mitoloji ile beslenen kültürün inanç motifleri, yeni benimsenen inanç sistemi
içinde dominant karakterini sürdürecektir. Bu bakımdan İslamiyet'i henüz kabul
etmiş olan Türklerin, XII. yüzyılda bile İslam öncesi dönemdeki inançla ilgili
bazı unsurları devam ettirmesi normaldir. Toplumsal ilişkileri belirleyen
normla informal tarzda ve sözlü olarak bireylere aktarılması İslam öncesi
inançlarla ilgili bazı motiflerin varlığını korumasına neden olmuştur. Bu yüzden
kültürel unsurları aktaranlar, aynı zamanda bilge kimseler olarak toplumda
belli bir statü elde etmişlerdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Böyle bir kültürel alt
yapı içinde Ahmed Yesevi, çok iyi tanıdığı bozkır insanıyla iletişim
kurabilmiş, onların manevi telkinleri alma ve sindirme noktasındaki
yeteneklerini dikkate alarak İslam'ı basit imaj ve tasvirlerle bu topluluklara
yaymaya çalışmıştır. Bir tasavvuf filozofu olan Yesevi'nin düşünce yapısını,
İslam medeniyetinin önemli kültür merkezlerinden biri olan ve Rönesans'ın yapı
taşlarından biri olduğunu bizzat Batılı bilim adamlarının teslim ettiği Buhara
muhiti oluşturmuştur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevi kitle ile
iletişim kurmada yeni bir dil, yeni bir lehçe kullanarak başarılı olmuş, bu
İslami dil sayesinde İslamiyet'i çevreye (periferi) yayabilmiştir. İlmihal
bilgisiyle, Hz. Peygamberin hayatı ile ilgili canlı anlatımıyla ve sahabe
hayatından bazı örnekleri efsanevi formda aktararak uçsuz bucaksız bozkır
insanının gündelik hayatına etki etmiştir. Türklerin kültürel hayatlarına
yabancı olmayan bu yeni dil ve lehçe ile toplumsal hayatın tüm kesimlerine
nüfuz edilebilmiştir. Yesevi de Türk aşiretlerinin İslamiyet'i kabul etmiş
olmalarıyla aynı dili müştereken paylaşmaları sonucu, dağınıklığın üstesinden
gelinebileceğini görmüş ve tüm gücüyle bunun tahakkuku için çaba sarf etmiştir.
Yani Ahmed Yesevi'nin bilge kişiliği sayesinde bütünleşmenin dinamiklerini çok
iyi gördüğünü ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırdığını söyleyebiliriz. Yahya
Kemal Beyatlı'nın Fuat Köprülü'ye hitaben; Yesevi hazretlerinin üzerinde
çalışmanın gerekliliğini vurgulayarak, Türk Milleti'nin milli birlik ve
beraberlik şuurunun gelişmesindeki katkısını hatırlatması da bu durumu açıkça
göstermektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevi'nin Hz.
Muhammed'in her alanda örnek alınarak mükemmele ulaşılabileceği yolundaki
çabalarını, sofizme Sünni bir karakter kazandırma yolunda ciddi bir adım olarak
algılayarak dinî bölünmelerin, entegrasyonun teşekkülü karşısında önemli bir
engel teşkil ettiğini söyleyebiliriz. İşte Yesevi'nin bu tür gayretleri hayata
aktif bir ahlakî eylemlilik de kazandırmıştır. Söz gelimi; İslamiyet'in tevhit
inancı etrafında birbirine düşman olan kabileleri organize edebilmesi,
Yesevi'nin önünde önemli bir model olmuştur. Zaten Yesevi Hazretleri,
Müslümanların uymak zorunda olduğu, olmazsa olmaz türünden Allah'ın varlığına,
birliğine ve sıfatlarına dayalı tevhit inancına hikmetlerinde ağırlıklı bir yer
vermiştir. Bu yüzden de kabile düzeninin hakim olduğu bozkır insanının kalbine
bu inancı kökleştirmeye çalışmıştır. Bugün eski Sovyetlerin dağılmasıyla
ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleriyle beraber Yesevi'nin yeniden doğması, bu
kökleşen inancın yeşermesinden başka bir şey değildir. Yani Yeseviler'in
oluşturduğu İslami lehçe, dil sayesinde bu topluluklar kendilerini yeniden
üretebilmişlerdir. O halde Yesevi'nin hikmetleri, insanların davranışlarına tek
biçimlilik kazandıracak normatif bir çerçeve oluştururken, insanî ilişkilere
yeni bir mana kazandırmış ve toplumun bütünlüğünün korunmasına katkıda
bulunmuştur. Hikmetler de müşahhaslaştığı gibi, oluşturulan yeni dil sayesinde
bir yandan göçebe kabileler dağınıklıktan kurtarılarak daha organize bir yapı
kazanmaya başlamış, diğer yandan da yeni yeni oluşmaya başlayan kısmi istikrar
pekiştirilmeye çalışılmıştır. Nitekim Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması
teşebbüsünde, karşılaşılan ortak düşmanlar karşısında Türklerin bir araya gelip
birlik oluşturabilmelerinin temelinde, Yesevi gibi köşe taşlarının katkısıyla
teşekkül eden ortak kültürün payını unutmamak gerekir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Elbette kabilevi hayat
tarzının tabiatında, birlikten öte ayrılık ve düşmanlığın varlığı
bilinmektedir. Böyle bir bölünmüşlük halinin, ortak tarihi-kültürel yapının
oluşmasını engellediği de bir vakadır. İşte Yeseviler'in tüm gayret ve
çabalarının temelinde dağınıklığı sona erdirip birliğin ikame edilmesi
düşüncesi yatmaktadır. Birlik ve beraberliğe katkıda bulunacak yeni düşünceler
üretmek, eski kıymetleri muhafaza etmek kadar önemlidir. Söz gelimi eski
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinin kısmi
bağımsızlık tecrübesi yaşamalarından sonra yeniden Sovyet hegemonyası altına
girme riskinin ortaya çıkması, bu eksikliği gündeme getirmekte ve Sovyetlerin
sürekli kabilecilik şuurunu canlı tuttuğunu göstermektedir. Çünkü kabilecilik
şuuru milletleşmenin önünde ciddi bir engeldir ve bu temele dayalı olarak
kurulan devletler kısa ömürlüdür. Bu bakımdan merkezle çevre arasındaki
bağları güçlendirmeye yönelik olmayan kısır ve manipulatif düşünce ve fikirler
bu tür ayrılıkları körüklemekten başka bir işe yaramaz. O halde bir zümrenin
diğeri üzerinde kurmak istediği tahakkümane yaklaşımlar yerine, Yeseviler'in
düşüncelerini prensip edinmiş daha bilimsel ve realist perspektiflerin hayata
geçirilmesi gerekiyor.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevi'nin hikmetleri
arasında düşünce dünyamızın teşekkülünde bizlere öncülük edecek değer ve inanç
motifleri çok fazladır. Mesela;</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Sünnet imiş, kafir
de olsa, incitme sen </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Hudâ bizardır, katı
yürekli gönül incitenden</span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Allah şahit, öyle
kula hazırdır sıccırı </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Bilginlerden duyup
bu sözü söyledim işte.</span></i></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">mısraları arasına
sığdırılmış koca bir zihniyet dünyası, bugünün maddeleşmiş barbar insanına
insanlık dersi verir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yine Yesevi'nin
hikmetlerinin satırları arasında unutulmuş, fakat sosyal huzursuzlukların,
istikrarsızlığın ve çözülmelerin üstesinden gelmemize yardımcı olacak bir bakış
açısı var: </span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Gönül vermez
dünyaya, el uzatmaz harama </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Hakk'ı seven aşıklar
helalinden yemişler </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Molla müftü olanlar,
yalan fetva verenler </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Akı kara kılanlar,
cehenneme girmişler </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Kadı, imam olanlar,
haksız devam kılanlar </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Eşek gibi olarak yük
altında kalmışlar</span></i></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Açıkça görüleceği üzere
Yesevi, mal mülkü kısaca dünya hayatını ilgi nokta-i nazarından
sorgulamaktadır. Yani itibar, servet, güç gibi hırs ve tahakküm içgüdüsünü
tatmine yönelik, tamamen egoist duyguların tahrik edilmesini ilke edinmiş
maddeci kültürün oluşturduğu bencil insan tipi yerine, insani değerleri öne
çıkarmış altruistik (diğerkamcı) insan tipi ikame edilmek istenmiştir. Bu temayı
şu mısralarda da görmek mümkündür:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Dünya benim mülküm
diyen sultanlara </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Alem malın sayısız
yığıp alanlara </span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Yeme içme ile meşgul
olanlara</span></i></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<i><span style="font-family: Verdana;">Ölüm gelse, bir vefa
kılmaz imiş</span></i></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tabii ki burada
vurgulanan ve kötülük kaynağı olarak gösterilen, maddi boyutun yani bencil
alanın tamamen yok edilmesi yerine, terbiye edilerek ilahi boyutun denetimi
altına alınması mümkündür. Yesevi'nin insanın kendisini bilmesinin Hakk'ı bilip
tanıması demek olduğunu ifade etmesi, eşref-i mahlukat olan insanın, egoizmin
geçici zevkleri içinde bocalayarak yüz yüze geldiği bunalım ve yabancılaşmadan
kurtarılması yolundaki ciddi çabaları göstermektedir. Bugünün sanayileşmiş
ülkelerinde egoist dürtülerin tahrik edilmesine dayalı sosyo-kültürel ve
ekonomik gelişmeyi yani, yeni dünya düzeni olarak isimlendirilen dünya görüşünü
gelişmekte olan ülkelere benimsetme çabaları karşısında dirençli olmak
istiyorsak, kendi kültürel mirasımız içinde mevcut değerlerimizi yeniden
üretmek ve ilişkilerimize yeni anlamlar yüklemek zorundayız.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sosyal entegrasyonu
tehdit eden, sosyal huzursuzlukların, çalkantıların ve çözülmelerin temelinde
yatan rüşvet, hayali ihracat gibi gayr-ı ahlaki ekonomik faaliyetlerde
bulunanlar, Yesevi'nin; </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Rüşvet alan hakimler,
haram alıp yiyenler</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Parmağını dişleyip
korkup durup kalmışlar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ya da;</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kadı olan alimler,
rüşvet alıp yiyenler</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Altın tahta oturanlar
toprak altında kalmışlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">mısraları üzerinde çok
düşünmelidirler. Dikkat edilirse bu satırlar arasına koskoca bir zihniyet
dünyası yerleştirilerek, ölüm, ahiret hayatı, yani diyanet hatırlatılıp
dünya-ahiret dengesi oluşturulmaya çalışılmıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bugün insanlığın her
zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu şey, insan-tabiat, insan-insan ve
insan-toplum ilişkilerini tevazu, iyilik, hoşgörü ve denge temeli üzerine inşa
eden Yeseviler'in inanç ve düşüncelerini yeniden canlandırma, toplumun rasyonel
temeller üzerinde yeniden inşasında bu değerlerden yararlanma olarak
özetlenebilir. Nitekim Yesevi`nin;</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Daima iyilik kıl sen,
gidersin sen bu dünyadan </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">mısraında tüm sosyal
ilişkilerimizde iyiliğin, güzelliğin rehberliğine olan ihtiyacımız
vurgulanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, insani ilişkilerimizde iyiliği elden
bırakmamanın karşılığının iyilik olacağının belirtilmesiyle, Yesevi
düşüncesinin referans çerçevesi de açıkça görülmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Allah'ın yeryüzünde
Halifesi olan dolayısıyla çok önemli bir misyonu yüklenen insanoğlu,
karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı aklın hakim olduğu bir sosyal çevre
oluşturabilir hatta, oluşturmak zorundadır. Ancak insanın hür iradesiyle, ilmi
çabalarıyla meydana getirdiği sosyal çevrede, bütünleşmeden, uyumdan,
kardeşlikten söz edilebilir. O halde milletimizin ortak değerlerinin
teşekkülünde birer sembol olan Yesevi gibi şahsiyetlerin iyi tanınması,
anlaşılması ve fikirlerinin kimliğimizin bir parçası haline getirilmesi,
birbirimize kenetlenmemizin de dinamik unsuru olacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">KAYNAKLAR:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Ahmed-i Yesevi, Divan-ı
Hikmet, Seçmeler, Haz. Kemal ERARSLAN, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1991.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Güngör, Erol,
'Türklerin Aşiretten Devlete Geçişte Karşılaştıkları Meseleler Hakkında", Türk
Yurdu, Cilt: 8, Şubat 1987, s. 1013.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Hoca Ahmed Yesevi,
Diyanet, Sayı: 33, Eylü1 1993.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Hoca Ahmed Yesevi Özel
Sayısı, Türk Yurdu, Cilt: 13, Eylül, 1993.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Köprülü, Fuat. Türk
Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara,
1976.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Milletlerarası Ahmed
Yesevi Sempozyumu Bildirileri, 26-27 Eylül 1991, Ankara, 1992.</span></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hacı Bektaş Veli Araştırma
Dergisi http://www.hbektas.gazi.edu.tr/</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-27074181353740563832012-11-18T08:10:00.001-08:002012-11-18T10:02:09.610-08:00Tanrının Uçmağı'nda Yesevi Dervişleri<b style="font-size: x-small;">Dr. <span style="font-family: Verdana;">Hayati Bice</span></b><br />
<div align="justify">
<span style="font-size: xx-small;"><b><span style="font-family: Verdana;"><br /></span></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevi’nin “Tengri”si
başlıklı bir önceki yazım, alışıldık şablonları zorladığı için değişik yankıları
oldu. Yesevi’nin Türkçe kelimelerle kurduğu manevi evrenin önemli direklerinden
“uçmak” kelimesi ve Yesevi Hikmetleri’nde kullanımı (1) ile konuya devam etmek
istiyorum. Bu notların internette de olsa gelecek nesillere intikali ile tarihi
bir görevi yerine getirmekte olduğumuza inanıyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Uçmak kelimesi bugünkü
Türkiye’de gündelik dilimizde Tanrı kelimesi kadar kullanılmamakla beraber
literatüre girmiş olan ve Divan-ı Hikmet’teki bir çok şiirde de yer verilmiş
güzel bir kelimedir. Ruhu kuşa benzeten Türk tasavvuf geleneğinin Cennet
anlamında kullandığı kelimeyi “Uçmak” olarak seslendirmesi de bence etimolojik
açıdan anlamlıdır.</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana; text-align: justify;">Önce Divân-ı
Lügati’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmut’un “Uçmak” kelimesini “Cennet” karşılığı ile
çevirdiğini kaydedelim. (2)</span><br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevi’ye
atfedilen ve “Hikmet” olarak adlandırılan şiirleri bir araya getiren Divan-ı
Hikmet’in orijinal metninde yer alan ve “Cennet” ismine karşılık olarak
kullanılan “ Uçmak ” kelimesinin geçtiği hikmetler aşağıda bir arada
gösterilmektedir.(3)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada dikkat çeken bir
nokta bu mısralarda “uçmak” kelimesinin bazen “uçmah” daha çok da “uçmağ” olarak
iki ayrı imla ile daha yazılmış olmasıdır. Bir diğer nokta ise hikmetlerde
“Cennet” kelimesi yanında Kur’an-ı Kerim’deki “Cennet” kavramıyla ilintili
“Firdevs, İlliyyîn” gibi bazı özel isimlerin de Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği
şekilde Gök Türkçe “Uçmak” isminin alternatifleri olarak hikmetlerde yer
alışıdır. Bir hikmette de “cennet” anlamında Farsça “behişt” kelimesine yer
verilmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kıta başlarındaki
rakamlar “ Uçmak ” kelimesinin geçtiği 12 hikmetin Dr. Hayati Bice tarafından
hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında yayınlanan Divan-ı Hikmet
neşrindeki sıra numarasını göstermektedir.(4)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">2</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Cenâzesin okup yerdin
köterdiler</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir fursatda Uçmak içre
yetkürdiler</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rûhın alup İlliyyînge
kirgizdiler</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ol sebebdin altmış üçde
kirdim yerge</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">20</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Sübhân İgem bir katre
mey kılsa inâm</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Zıkr-i sırnı ayta ayta
kılsam tamâm</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hur u ğılmân cümle
melek anga gulâm</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak içre harîr tonlar
biçer dostlar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">35</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Alem barı Uçmak bolsa
cümle hûrlar karşı kelse</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah menge ruzı kılsa
menge sen ok kereksen</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak kirem cevlân
kılam ne hurlarğa nazar kılam</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Anı munı men ne kılam
menge sen ok kereksen</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">39</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Her kim senge sığınur
tamuğdın ol kutulur</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak sarı ulanur ya
Mustafa Muhammed</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">46</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Duşenbe kün Hak Mustafa
dünya koydı</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hakk Te'âlâ fermânığa
boyun sundı</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İbn Abbâs suvnı kuydı,
Ali yuvdı</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak içre hülle tonın
kiymek üçün</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">66</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kul Hace Ahmed zâhid
bolub mescid kirsem</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hâb-ı ğaflet haram
kılıb kâim bolsam</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Lebh alıb kıyâmetdin
korkub varsam</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak içre hur u ğılman
kuçar mukin?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">99</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mü'min kullar sâdıklar
sıdkı birle turğanlar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Dünyâlığın sarf etip
Uçmak hûrın kuçmışlar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">104</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Şeriatda mürşid bolğan
garib kullar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Şeriatdın alar menzil
alur bolğay</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Namâzığa şuru kılgan
mü'min kullar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak üyin ümid tutub
turur bolğay</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hoş devletdür vilayetde
padşah bolsa</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Adil bolub bir mü'minni
kadı kılsa</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Oşal kadı barça halknı
râzı kılsa</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Râzılıkdın Uçmak üyin
alur bolğay</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">108</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kul Hâce Ahmed âşık
bolsang cândın keçgil</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Andın songra şevk
şarâbın toya içgil</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Günâhıngnı sebük kılıp
munda uçgil</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Aşıkları Uçmak içre
uçar ermiş</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">135</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ol makâmnı bildürgeni
rehber kerek</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tarikatnı pişeside
safder kerek</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uşbu yolnı zabt eylegen
server kerek</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Andağ mürşid Uçmak
mülkin tayrân kılur</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Didâr tilep terk
eyleseng mâ-sivânı</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ölmez burun vücudıngnı
eyle fâni</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ve enhârun min aselin
musaffa"nı</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmağını hâs kulığa
ihsân kılur</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">141</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tevbe kılıp Hakk'a
yanğan âşıklarğa</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak içre tört arığda
şerbeti bar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tevbe kılmay Hakka
yanmağan gafillerge</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tar lahedde katığ azâb
hasreti bar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uçmak mülkin uman
kullar tevbe kılsun</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tevbe kılıp hazretige
yavuk bolsun</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hûr u kusûr ğılman
vildân hâdim bolsun</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Elvân elvân kiyer
teşrif hil'atı bar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hayati Bice</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">RTÜK,Uzman Dr.,
Araştırmacı-Yazar. 03.10.2005</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(1) Kaşgarlı Mahmud,
Divân-ı Lügati’t-Türk, “Tengri” s.551 Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2005 –
İstanbul.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(2) Kaşgarlı Mahmud,
Divân-ı Lügati’t-Türk, “uçmaq” , s. 613, Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2005 –
İstanbul.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(3)Ahmed Yesevi,
Divan-ı Hikmet , Yayına Hazırlayan : Dr. Hayati Bice ; T.Diyanet Vakfı
yayınları, 4. Baskı , 2005- Ankara.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(4) Kıta başlarındaki
rakamlar Uçmak kelimesinin geçtiği 12 hikmetin Dr. Hayati Bice tarafından
hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında yayınlanan Divan-ı Hikmet
neşrindeki sıra numarasını göstermektedir. Hikmetler nakledilirken lüzumsuz
tartışmaları peşinen önlemek kaygısıyla şiirlerin orijinal metinleri
verilmiştir.</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-56594351064710139662012-11-18T08:06:00.006-08:002012-11-18T10:01:47.129-08:00Yedi Tamu<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"> “Yedi Tamu”dan Irak Olalım!...</span>
</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Dr. Hayati Bice </b></span></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tamu kapugın açar tabar (Tamu kapısını açan maldır) Dîvân ü Lûgât-it Türk</span><br />
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevi’nin “Divan-ı Hikmet”inde Tengri ve Uçmak terimlerinin kullanımıyla ilgili önceki yazılarımı Yesevi’nin “Cehennem” anlamında kullandığı “Tamu” kelimesine ilişkin inceleme ile noktalamak istiyorum.</span><br />
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevi’nin Türk Kozmogonisinden alarak büyük bir işleklik ve
kolaylık ile kullandığı bu terimler Türklerin kadim dininin ilahi orijinli oluş
konusundaki tartışmaları noktalayacak niteliktedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yine öncelikle kaydedeyim ki Divân-ı
Lügati’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmud, Tamu kelimesine “Cehennem” anlamı vermiştir.
(1) </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“TAMUĞ” ve YESEVÎ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevi’ye atfedilen ve “Hikmet” olarak
adlandırılan şiirleri bir araya getiren Divan-ı Hikmet’in orijinal metninde yer
alan ve “Cehennem” ismine karşılık olarak kullanılan “Tamuğ” kelimesinin geçtiği
hikmetler aşağıda bir arada gösterilmektedir.(2)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada dikkat çeken bir nokta hikmetlerde
“Cehennem” kelimesi sadece 3 kez kullanılırken Kur’an-ı Kerim’deki “Cehennem”
kavramıyla ilintili Farsça “Duzah ” kelimesinin çok daha fazla mısrada
geçmesidir. Kur’an-ı Kerim’de “Cehennem” kelimesinin birebir karşılığı olarak
Gök Türkçe “ Tamuğ ” isminin de “Cehennem” kelimesinden daha fazla sayıda yer
alışı “hikmetler”deki terminoloji yönünden ilginçtir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yine hikmetlerden ikisinde “tamuğ” kelimesinin
“”yedi tamu” olarak İslami literatürde işaret edilen sayı ile geçirilmesi dikkat
çekicidir. Bunun bir tesadüf olduğunu iddia edecek olan varsa birden ona kadarki
sayılarda iki yedi rakamaının tesadüfen bir araya gelme olasılığını hesap
etsinler ! Bir de “sekiz cennet ; yedi cehennem” sözü ile “sekiz uçmaq-yedi
tamuğ” dizisinin olasılık hesabı yapılırsa ortada bir tesadüf değil ilahi
orijinli bir kozmogoninin Türk ve Arab dillerindeki iki yansıması olduğu
ayan-beyan görülecektir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"> </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kıta başlarındaki rakamlar “ Tamuğ” kelimesinin
geçtiği 8 hikmetin Dr. Hayati Bice tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları arasında yayınlanan Divan-ı Hikmet neşrindeki sıra numarasını
göstermektedir.(3)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aknı kara kılğanlar ol tamuğga kirmişler</span></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">12</span></div>
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"></span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tarikatnı yollarıdur turfa
uluğ</span></div>
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">
</span>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">
<div style="text-align: justify;">
Ruzi kılgan bendesige bolgay yavuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Uçkunige takat kılmas
yetti tamuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ey yaranlar aziz candın toydum
mena</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
20</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Muhabbetni câmın içken divâneler</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kıyamet
kün ot ağzıdın saçar dostlar</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kudret birle yaratılgan yetti
tamuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aşıklarnı narasıdın kaçar
dostlar</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
22</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Ente'l-Hâdi Ente'l-Hakk"nı zikri
uluğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Hakk zikrini vird eylegen köngli sınuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Vird eylemey şeyhmen
dese câyı tamuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kolum tutub yolğa salgıl
"Ente'l-Hâdi"</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
25</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kul Hâce Ahmed Hakk'dın kork kim korkmas
imânı yok</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aldıngdadur ol tamuğ hâzır bolğıl
seherde</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
39</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Her kim senge sığınur tamuğdın ol
kutulur</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Uçmak sarı ulanur ya Mustafa
Muhammed</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
88</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kul Hace Ahmed raks u semâ her kimge
yok</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Taklid birle ursa semâ kirgey tamuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu rivâyet pinhan erdi
aytsam kamuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Haknı tapıp raks u semâ urdı
dostlar</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
91</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bidârlarğa Hak rahmeti bolur
yavuk</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bidârlarnı köngli sınuk közi yaşlık</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Men menlikni cezâsını
bergey tamuğ</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tekebbürni duzah içre hâli
düşvâr</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
99</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Molla müfti bolğanlar yalğan fetva
bergenler</div>
</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(1)Kaşgarlı Mahmud, Divân-ı Lügati’t-Türk, “tamu” ,
s. 527, Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2005 – İstanbul.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(2)Ahmed Yesevi, Divan-ı Hikmet , Yayına Hazırlayan
: Dr. Hayati Bice ; T.Diyanet Vakfı yayınları, 4. Baskı , 2005-
Ankara.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(3) Kıta başlarındaki rakamlar Tamu kelimesinin
geçtiği 8 hikmetin Dr. Hayati Bice tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet
Vakfı yayınları arasında yayınlanan Divan-ı Hikmet neşrindeki sıra numarasını
göstermektedir. Hikmetler nakledilirken lüzumsuz tartışmaları peşinen önlemek
kaygısıyla şiirlerin orijinal metinleri verilmiştir.</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-60805319025744243482012-11-18T08:05:00.002-08:002012-11-18T10:02:51.455-08:00Yesevinin Tengrisi<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small; text-align: justify;">Hayati BİCE</b><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>RTÜK,Uzman Dr., Araştırmacı-Yazar.</b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yakın devir Türk
düşünce hayatındaki tartışmalardan birisi de “Tanrı” kelimesinin Allah anlamında
kullanılıp kullanılamayacağı etrafında cereyan etmiştir. Daha çok Türk
milliyetçiliği ile siyasi olarak ayrışan ve -arka planına bakıldığında etnik bir
karın ağrısının arkasına sığındığı- İslami söylemlerin popüler hale getirdiği bu
tartışma bazen kırıcı ve yıkıcı boyutlara taşınmıştır. Öyle ki “Tanrı” lafzını
şu veya bu şekilde konuşurken-yazarken kullananların İslam dininden çıkıp
çıkmadıkları dahi söz konusu edilmiştir.</span><br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yakut dilinde Tangara;
Kuman dilinde Tengre; Karaim dilinde Tangrı; Çuvaş Türkçesinde Tura; Hakas
dilinde Tigir; Tuva dilinde Deyri; Kırgız-Kazak Türkçesinde Tengri;Tatar dilinde
Tengre; Karaçay-Malkar Türkçesinde Teyri; Azerbaycan Türkçesinde Tarı/Tanrı;
Türkiye Türkçesinde Tanrı olarak kullanılması bile bu kelimelerin ifade ettiği
kavramın Türk halkları arasındaki ortak kullanımının işaretidir.(1)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Son zamanlarda ortaya
çıkan antropolojik veriler ve bu verilere istinaden yapılan etnografik
çalışmalar eski çağlardan bu yana, “Tengri” kelimesi ve benzerlerinin Türkler
arasında “ilahi düzen ve bu düzeni yaratıp, sürdüren “ulu bir güç kaynağı”
anlamında kullanıldığını göstermiştir. Türklerin “Tengri” anlayışı, hiçbir şey
yarata bilemeyen ve zaten kendileri de -önce kavram olarak sonrasında da somut
nesneler olarak- yaratılmış olan putlara benzer bir karşılığa sahip
olmamıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslami terminolojideki
Allah kavramının karşılığı olarak Tengri; ilk ve ilahi başlangıcı bildirir,
alemdeki her şey O’na bağlıdır ve bir şekilde O’ndan bir eser taşır. Algılanan
alemin suları-denizleri; dağları-taşları, ağaçları-kuşları kendi özgün
niteliklerinden varılabilecek “Tengri” işlevlerinin görüntüleridir.
(Tasavvuftaki Tevhid-i Efal; Tevhid-i Sıfat - Tevhid-i Zat basamakları da buna
benzer bir anlamı içerir. ) “Tengri” kavramına karşı çıkanların dayanağı olan
halk inanışları, ancak buradaki inceliği ayırd edemeyen insanlar arasında
yayılan “yanlış uygulama” ve “hurafe”lerin tenkidi anlamında bir anlam
taşımaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Divân-ı
Lügati’t-Türk’ün son olarak Kabalcı Yayınevi tarafından yapılan
güncelleştirilmiş baskısında Tengri kelimesi “Tengri: Allah azze ve celle”
karşılığı ile hiçbir şüphe olmaksızın verilmektedir. (*) </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kaşgarlı Mahmut 1074
yılında yazımının tamamladığı kabul edilen eserinde Tengri kelimesinin anlamını
verirken şu önemli tesbiti de yapmaktadır: “Kafirler –Allah’ın gazabı üzerlerine
olsun- göğe “tengri” derler, aynı zamanda azametli gördükleri her şeyi, örneğin
bir dağı ya da bir ağacı da “tengri” olarak adlandırır ve önünde secde ederler.
Bunların sapkınlıklarından kaçarak Allah’a sığınırız.” </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Görüldüğü gibi Kaşgarlı
Mahmut da Tengri kelimesinin kullanımında hiçbir sakınca görmezken bu kelimeyi
kullananların düştükleri şirk -ve hatta küfür- hatasını savunma gibi bir
yanlıştan sakınmaktadır. Bu tenzihi tavrın bilincinde olan bir insanın Allah
–azze ve celle- manasına Tengri kelimesini kullanmakla “din dışına çıkma”
tehlikesi olabilir mi? Burada da şu ebedi ve nebevi gerçek hatırlanmalıdır:
“Ameller niyetlere göredir.”</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ünlü Arab gezgin İbn
Fadlan’ın naklettiğine göre o sıralarda İslam’a henüz girmiş olan Oğuz Türkleri
herhangi bir zorluk ile karşılaştıklarında bakışlarını gökyüzüne yöneltip “Bir
Tengri” derlermiş. Başta Kaşgarlı Mahmud olmak üzere İslami dönemin tüm
yazarları Allah kastıyla “Tengri” ismini kullandıkları gibi bütün kaynaklarda
her işe; söze kutlu bir nitelik kazandırmak kastıyla ilk önce “Ulu Tengri’nin
adı” anıldıktan sonra başlanması gerektiğini bildirmişlerdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu incelemede bugün
Kaşgar’dan Balkanlara tüm Türk yurtlarında adı saygıyla anılmağa devam eden ve
kendisine atfedilen Hikmet adlı şiirleri ile Türklerin manevi hayatındaki
etkisini sürdüren Allah dostu Ahmed Yesevi’nin dilinde “Tengri” kelimesinin
nasıl kullanıldığı gösterilmektedir. Bu inceleme ile Kuran’ın gösterdiği şekilde
Esma-ü Hüsna’nın en güzide ismi olan “Allah” ile tarihimizden bugüne taşınan ve
aynı kavramsal çerçevede kullanılan “Tanrı” kelimesini “tokuşturma”nın ne
İslam’a ne de Türklere bir faydası olmayacağını Ahmed Yesevi’nin hikmetli
şiirlerinde göstermektir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türklerin hakim olduğu
tüm coğrafyalarda okunan her ezanda adı hürmetle terennüm edilen Allah’ın en
sevgili kullarından birisi olduğu –benim için- tartışılmaz olan Pir-i Türkistan
Yesevi’nin hiçbir zorlama olmaksızın kullandığı Tanrı
kelimesini<br />kullandı-kullanıyor diye hiç kimseyi tekfir etme hakkına hiç
kimsenin sahip olmadığını da altını çizerek kaydetmek isterim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tanrı’nın Yesevi
’si</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevi’ye
atfedilen ve “Hikmet” olarak adlandırılan şiirleri bir araya getiren Divan-ı
Hikmet’in orijinal metninde yer alan “Tengri” kelimesinin geçtiği hikmetler
aşağıda bir arada gösterilmektedir.(2)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada önemli olan bir
nokta da bu satırlarda bazen “Allah”a işaret eden Arapça ve Farsça isim ve
sıfatların yanında “Tengri” kelimesinin kullanılmış olmasıdır.(3) (Kıta
başlarındaki rakamlar Tengri kelimesinin geçtiği 14 hikmetin Dr. Hayati Bice
tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında yayınlanan
Divan-ı Hikmet neşrindeki sıra numarasını göstermektedir.)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">8</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ümmetlerim yazukların
her Cum'a keç<br />Alıb kelgey ya Muhammed sen munı çeç<br />Ta ki yığlab secde
eyley Tengri'ge keç<br />Mustafa'ga matem tutub kirdim mena</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">11<br />Essiz Mansur
harlık birle boldı eda<br />Bir söz birle yaranlardın boldı cüda<br />Hali dilin
heçkim bilmes Tengrim güvah<br />Kanlar yutup men hem güvah boldım mena</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">26<br />Vaderiğa mahşer
küni zahir bolsa<br />Tengri özi kazı bolub nazır bolsa<br />Yaman işim kılmışlarım
hazır bolsa<br />Ne yüz birle Hazret'ige barğum mena</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">37<br />Tengri Teâlâ
sözin Resulullâh sünnetin<br />İnanmağan ümmetin ümmet demes Muhammed</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">65<br />Her subh-dem
boynum kısıb "Rabbi" desem<br />Rabbim meni murâdımnı berer mukin?<br />Kanlar töküb
közlerimdin zâr ingresem<br />Tengrim meni hâl-i dilim sorar mukin?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">66<br />Tağdın ağır
isyanım bar ötey desem<br />Günahım köp yerge sığmas tapay desem<br />Başım alıb
biyâbânlar ketey desem<br />Rahmân Tengrim günahımdın öter mukin?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">75<br />Gafillikde
yürüdin sen it dek kezip<br />Tening yatur tar lahidde asru şişip<br />İş kılmadıng
sen Tengrige kögsin teşip<br />Sorar bolsa men kul anda ne kılğaymen?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">83<br />Alim uldur hişt
yastanıb tahsil kılsa<br />Keçe kündüz Tengri'sige zâri kılsa<br />"Fel yedhakü"
ayetini tefsir kılsa<br />Andağ alim, alim bolur dostlarım a<br />...<br />"Ve'l yebkü
kesiran" deb Tengri aydı<br />Ma'na okgan alim tınmay yığlab erdi<br />Yığlay yığlay
közleri a'ma boldu<br />Andağ alim, alim bolur dostlarım a</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">86<br />Kul Hâce Ahmed
âşık bolsang cânıng küysün<br />Sıdkıng birle Allah de gil Tengri bilsün<br />Duâ
kılğıl mü'min kullar dünyâ koysun<br />Dünyâ koyğân âhiretka yeter
dostlar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">95<br />Köz yaşıngnı
derya kılğıl rahmı kelsin<br />Garib bolub yolda yatgıl kolung alsın<br />Pinhan
yürüb tâat kılğıl Tengri bilsin<br />Hakk cemâlin körsetmese damen
bolay<br />...<br />Allah teyu fena bolgıl bağrıng küysün<br />Tünler kobub taat
kılgıl Tengri süysün<br />Andın songra has buzruklar nazar kılsun<br />Hakk cemalin
körsetmese darnen bolay</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">102<br />Aşık bolup
hikmet aytdı Kul Hâce Ahmed<br />Sıdkı birle işitkenge yüz ming rahmet<br />İmân atâ
kılğay Tengrim tâc u devlet<br />Aşık dilin safâ kılıp yürür bolğay</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">112<br />Zahid, abid, has
kullardın ulemânı<br />Alıb kelgey dergahığa uşbularnı<br />Tengrim aytgay "Ya
Muhammed asi kanı?"<br />"Asi layık emes" deban aytar ermiş</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">133<br />Derviş bolsang
tâat kılğıl kılma riyâ<br />Her gûşede tâat kılğıl Tengrim güvâh<br />Yalğan derviş
kayda barsa zevk ü da'vâ<br />Adil pâdşah tâatların isyân kılur</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">142<br />Ümmet üçün Resûl
dâim kayğu yedi<br />Tilep ümmet günâhını Hakdın aldı<br />Keçe kündüz kâim turdı
Tengrim bildi<br />Tilde ümmetmen der dilde yalğan erür</span></div>
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br />(*) Kaşgarlı Mahmud, Divân-ı
Lügati’t-Türk, “Tengri” s.551 Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2005 – İstanbul.Divân-ı
Lügati’t-Türk'ün son ve şimdiye kadarki en kaliteli baskısını yapan KABALCI
yayınevini kutlarım. (H.B.)</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(1)Celal Beydili, Türk
Mitolojisi –Ansiklopedik Sözlük-. Yurt Kitap-Yayın.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(2)Ahmed Yesevi,
Divan-ı Hikmet , Yayına Hazırlayan: Dr. Hayati Bice ; T.Diyanet Vakfı
yayınları.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(3) Kıta başlarındaki
rakamlar Tengri kelimesinin geçtiği 14 hikmetin Dr. Hayati Bice tarafından
hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında yayınlanan Divan-ı Hikmet
neşrindeki sıra numarasını göstermektedir. Hikmetler nakledilirken lüzumsuz
tartışmaları peşinen önlemek kaygısıyla şiirlerin orijinal metinleri
verilmiştir</span></div>
</li>
</ul>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-37206092582257247452012-11-18T08:04:00.003-08:002012-11-18T10:03:09.657-08:00Tasavvuf ve Tarikatlar<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small; text-align: justify;">Dr. Selçuk ERAYDIN</b><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">M.Ü. İlahiyat Fakültesi
İstanbul / 1994 / 518 shf.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">TASAVVUF</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İnsanın lehinde ve
aleyhinde olan şeyleri bilip “hal”en yaşaması olarak tarif edilmektedir. Bir
düşünceyi, bir fikri çeşitli meslekleri kendi haline terk etmek gelişmesini
engeller. Spor, bütün bedeni hareket ettirdiği gibi onu canlı bırakır,
gelişmesini sağlar. Fikirler de hal olarak yaşanırsa gelişir ve kalıcılık
sağlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvuf, her felsefi
düşüncenin ideale yöneliş esasını teşkil eder. </span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">Kali hale tebdil etmek şekliyle
ifade edilen tasavvuf, İslam Dininin ihtiva ettiği bilgi sisteminin kuvveden
fiile yani kalden hale, nazariyeden ameliyeye dönüşüdür. Tasavvuf, kalbin
masivadan alaka kesilmesiyle sağlanır.</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hakk'a kul olmanın
gerçekleşmesi, seyr-i süluk, manevi yolculukla mümkündür. insanlar bu yolculuğu
üç şekilde yaparlar:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarik-i Ahyar: Namaz,
oruç, Kur'an tilaveti gibi ibadetleri devamlı olarak yapmak </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarik-i Ebrar: Mücahede
ve riyazat ashabıdır. Kötü ahlakı iyi ahlaka çevirerek mücadele
etmek.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarik-i Şettar: Şevk,
Iştiyak, zikir, fikir, şükür yoludur. Bu ise on şekilde olur: Tevbe zühd
tevekkül, kanaat, uzlet, Allah a teveccüh, sabır, rıza, zikir,
murakabedir.</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvufta önemli olan
İslami esaslara uygun bir hayat yaşamaktır. Cüneyd-i Bağdadi'ye göre tasavvuf;
seha, rıza, sabır, işaret, gurbet, sof giyme, seyahat ve fakr gibi sekiz haslet
üzerine kurulmuştur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvuf kelimesi;
Ashab-ı Suffa, saff-ı evvel, Benu's- Sufa, safevi, savf, sofos-sophia sof
kelimelerinden türeyebileceği söylenmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvufun mevzuu;
insanın güzel ahlak ile ahlaklandırmak , hal ehlinden olmasını sağlamaktır.
Gayesi ise; Hakk'ın rızasını kazanmak, nefsi temizlemek, Allah Resulü (sav)'nün
ahlakı ile ahlaklanmaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlk mutasavvıflar ;
Hasan Basri, Süfyan-ı Sevri, Ebu Haşim, Râbiatü'I- Adeviyye sayılabilir.
Türkistan'da tasavvufun yayılmasında Hoca Ahmed-i Yesevi'nin büyük katkılan
olmuştur. Yine ilk mutasavvıflar arasında; İbrahim Edhem, Zünnun-ı Mısri, Maruf
Kerhi, Seriyy Sakati, Bişr-i Hafi, Şakik Belhi, Ebu Yezid Bistami, Hamdun
Kassar, Cüneyd-i Bağdadi sayılabilir. Bunlar hakkında da kitapta geniş bilgi
bulmak mümkündür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Velayete ulaşmanın
yollan şunlardır:<br /> </span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İbadetleri yerine
getirmekteki ihlas</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Doğruluk </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tevbe</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hakk tan haşyet
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Su-i zandan
uzaklaşmak</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Emanet </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hüsn-i zan</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Gurur ve kibirden
kaçınmak</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Muhabbet ve
buğz</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sabır</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bir insanın veli
olduğuna delil son nefesinde imanlı gitme şartıdır. Velinin kendisini bilip
bilemeyeceği hususunda tartışmalar vardır. Velayet, ikiye ayrılır: Velayet-i
Amme ve Velayet-i</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nefsin mertebeleri ise
şunlardır: Nefs-i Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiyye, Merdiyye,
Kâmile.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tevbe üçe ayrılır: Azap
korkusuyla yapılana tevbe, sevap arzusuyla yapılana inabe, sırf Allah
hoşnutluğunu kazanmak için yapılana da tevbe denir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vera, zühd başlangıcı
olarak ifade edilmiştir. Ağızdan kalbe giren ve çıkanın Allah ve Resulü
(sav)'nün arzu ettiği şeyler olmasına dikkat etmektir. Haram ihtimali olan
şeylerden çekinmektir. Dört kısımda mütalaa edilmiştir:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vera-ı adul: Fetva
ehlidir. Dinin hükümlerine riayet etmektir.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vera- süleha: Haram
ihtimali olan şeylerden çekilmektir.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vera-ı muttakıyan:
Helalde şüpheli olanlardan uzaklaşmaktır.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vera-ı sıddikin: Hakk'a
ibadette kuvvet kazanmak için, kifaf- ı nefs etmektir. (Kifaf-ı nefs; bir
kimsenin ölmeyecek kadar olan rızkı, nafakası.)</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">VAHDET -İ
VÜCUT</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Her yerde ve her şeyde
kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır. İmam-ı Rabbani tevhidi
vucudi ve şuhudi olmak üzere iki kısımda mütalaa eder. Vucudî tevhid, mümkün
olan şeylerin vücudunu Allahü Tealanın vücut denizinin dalgasını görmektir. Var
olan şeyler Allahü Tealanın varlığının tezahürüdür. Bu makama ulaşmış olanlar
Hakkın vücud denizine daldıkları için (Fenafillah) orada denizden ve dalgadan
başka birşey göremez.(Şuhudi Tevhid).Kendini de bu deryadan bir damla kabul
ederler. Vücudî tevhid, latife-i kalbin seyrinde meydana gelir. Önce imkan
dairesinde seyreder. Hallac-ı Mansur bu istiğrak halinde `Enel hak' dediği için
idam edilmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Panteizm fikrinin
sahipleri, bütün eşyanın Allah olduğunu ileri sürerler. Yani yaratan ile
yaratılanın ittihadına inanırlar. Bunu iki şekilde izah ederler.</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Gerçek olan Allah’tır.
Alem bir takım görüntülerden başka bir şey değildir.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Alem hakikidir. Allah
mevcut olan şeylerin hepsidir.</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Birbirine zıt gibi
görünen iki görüş şöyle özetlenebilir: Allah'ın vücudundan başka bütün
varlıkların bir hakikate malik olmadığını, tabiatın Hak'ta fani olduğuna Yani
sınırlının sınırsızda birleştiğine inanırlar. Bunların inancı her şey Allah diye
ifade edilebilir. Benim anladığım Vahdet-i Vücutçular mevcudun Allah'ın delil
olduğunu görür ve söylerler. Panteistler ise, mevcudu (varlığı) Allah'ın bir
cüz'ü olarak görürler ve her şey Allah'tır derler. Bu örü ün en önemli simaları
Spinoza ve Hegel’dir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">NOT: Eserdeki Vahdet-i
Vücud ve Panteizm bölümleri ehl-i halin anlayacağı ve bileceği bölümler
olduğundan anlaşılması için bizzat okunması gerekmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Behaki'nin beyanına
göre her yüz senede bir müceddid gelecektir. Bunların ilki Ömer bin Abdülaziz
ikincisi İmam-ı Safi, üçüncüsü Ebul Abbas bin Süreyc (Ebu Hasan e1 Eş’ari),
dördüncüsü E1-Bakıllani, beşincisi İmam-ı Gazali, altıncısı Fahru'r -Razi
yedincisi İbn Dakiki'l- id, sekizincisi de Zeynu'l Iraki</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">ANADOLU'DA VE
HORASAN'DA TASAVVUFİ CEREYANLAR VE İNTİŞAR EDEN TARİKATLAR</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türklerin Müslüman
olmalarından sonra miladi 11. asırda bilhassa göçebeler arasında dervişlerin
azami gayretleriyle tekke ve tarikatlar bütün Selçuklu Devleti'nde her tarafa
yayıldı. Hoca Ahmed Yesevi tarafından bilhassa Horasan ve Maveraü'n-nehir
Türkleri arasında Yeseviye tarikatı en yaygın tarikattır. Anadolu’da 13. asırda
tarikatların menşei olarak Hacı Bektaş-ı Veli görünmektedir. Bektaşî tarikatı
Osmanlı'ya kadar uzanmış Yeniçeri ocağının dayanağı olarak kabul edilmiş ve
büyük nüfuz kazanmıştır. Selçuklularda tarikat derecesinde müessir olan başka
bir teşkilat da ‘Ahilik’ müessesesidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Osmanlı'daki
Tasavvufi Cereyanlar:</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Osmanlı beyliği
kurulurken Osman Gazi Şeyh Edebali'nin kızını almıştır. O dönemde Ahi şeyhleri
de savaşlara katılmakta idi. Osmanlı’nın büyümesinde Ahiler büyük rol
oynamışlardır. Osmanlı'da ilk kurulan tarikat Nurbahşiyye Tarikatı’dir. Emir
Sultan vesilesiyle Bursa'da kurulmuştur. Bayramiyye Tarikatı özellikle Şemsiyye
(Akşemseddin), Melamiyye (Emir Sıkkini), Celvetiyye (Aziz Mahmud Hüdayi) gibi
çeşitli kollara ayrılmıştır. Irak, Suriye ve Mısır'da Kadiriyye, Rufaiyye,
Mevlevilik meşhur tarikatlardandır. İslamiyet’in Afrika'da yayılmasında en büyük
hizmeti Kadiriler yapmıştır. l9. asırda Sudan'daki öğretmenlerin hemen hepsi
Kadiri Tarikatı mensuplarıdır. Osmanlı eyaletlerini Afrika, Irak, Cezayir, Tunus
tarikatlerle idare etmiş ve kendisine bağlamıştır. Bugünkü Masonluk ve
misyonerlik faaliyetlerinin merkezi çalışmaları gibi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikat:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikat yol demektir.
Allahü Teala'ya yaklaşmak ve O'nun hoşnutluğunu kazanmak için takip edilmesi
gereken yol manasına gelir. Bu tarikatların sayısı şubeleriyle beraber 200
kadardır. Mürit, Allah’ a ulaşmak için 4 mertebeyi aşması gerekir.</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr-i ilâllah: Bu
seyir nefisten gerçek vücud tarafına sefer etmektir. Varlıktan varlığı yaratana
seferdir. Seyrilallahta Vacibü'l-Vücud ilminin denizine ulaşılır.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr fillah: Hakkın
sıfatıyla muttasıf ve O'nun ahlakıyla süslenerek “ufuk-ı a'la”ya ulaşmak bütün
beşeri sıfatları yok kabul etmektir. Ledünni ilmi keşfetmektir. Kısaca Vacibü'l-
Vücud denizinde damla olduğunu ve bu denizde kendisinin de yok olduğunu haz
olarak duymaktır.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr ma'allah: Müridin
her mertebede Allah ile olan seyridir. Burada Ehadiyyet makamınâ yükselir. Bu
mertebeye “kabe kavseyni ev-edna” da denir.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr anillah: Tekrar
Allah'tan dönüştür. İrşat ve tenvir için Hak'tan halka dönüştür.
</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Horasan'da İntişar
eden Tarikatlar: </span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkistan'da kısa
zamanda doğan ve geniş bir bölgeye yayılan tarikat <i><b>Yeseviyye</b></i>
tarikatıdır. Kurucusu <b>Ahmed Yesevi'</b>dir. Bu bölümde Yeseviyye tarikatının
adabı, önemli hükümleri anlatılmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Anadolu'da kurulan
diğer bir tarikat da <i><b>Mevleviyye</b></i> tarikatıdır. Kurucusu
<i><b>Mevlana Celaleddin-i Rumi</b></i>'dir. Bu bölümde Mevlevilik hakkında
bilgi bulunuyor.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Nakşibendi
Tarikatı:</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kurucusu Ahmed bin
Muhammed el-Buhari'dir. Diğer bir ismi Bahaddin Nakşibend dir. Buhara da dünyaya
geldi. Bulunduğu yerde Hacegan Tarikatı mevcud idi. Bu tarikatın manevi evladı
olarak kabul edilmiştir. Hacegan tarikatı aleni zikri, Nakşibendi tarikatı ise
gizli zikri ihtiyar etmiştir. Hacegan tarikatı alimleri ile beraber olmuştur.
Daha sonra kendi tarikatını kurmuştur. Tarikat; Yesevi Tarikatının bulunduğu
bölgelerde, Pakistan'da yayılmıştır. İstanbul'a ise, Fatih Sultan Mehmed
zamanında Ubeydullah Ahrar'ın halifelerinden Molla İlahi vasıtasıyla girmiştir.
Son Osmanlı padişahı Vahdettin'in Nakşi ve Halidi olduğu rivayet edilir.
Osmanlı'nın orta tabakası arasında büyük nüfuz sağlamıştır. Nakşilik tam
anlamıyla Sünni bir tarikattır. İstanbul'da 65 Nakşi dergahı bulunmaktadır. Türk
kültürünün gelişmesi, yayılması ve Anadolu'nun vahdetinde çok büyük emeği
olmuştur. Tarikat üç koldan Efendimize bağlanır. l- Hazret-i Ali, İmam Hüseyin
kolu. 2- Ebu Bekir Selman-ı Farisi kolu.3- Hazret-i Ali, Hasan Basri
kolu.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikatın kendine göre
temel prensipleri vardır. Nakşi tarikatında zikir şöyle yapılır: Önce
tevbe-istiğfar edilir. Kalp temizlenir. Kaza namazı ve ya şükür namazı kılınır.
Tekrar tevbe-istiğfar getirilir. Günlük olarak 111 defa “estağfirullah el-azim”,
l 11 defa “lailahe illallah el-melikül hakkul mubin”, sonunda da
“Muhammedü's-sadikül emin” denir. 11 l defa “Allahümme salli ala Muhammedin ve
ala alihi ve sahbihi ve sellim” denir. Ayetel kürsi, Elem neşrah, Kevser, İzaca,
3 İhlas, Muvazeteyn sureleri okunur. Sonra tefekkür-i mevt yapılır. Sabah
namazından sonra Yasin okumak, iki rekat İşrak namazı kılmak, iki rekat İstihare
kılmak, öğle namazından sonra Tebareke, ikindiden sonra Amme suresi okumak,
akşamdan sonra iki rekat Evvabin, yatsıya kadar Kur'an okumak, yatsıdan sonra
Tebareke okumak, gece iki rekattan az olmamak şartıyla teheccüd kılmak, sabaha
kadar zikirle meşgul olmak, Recepte 3, Şabanda 15, Şevvalde 6,Zilhiccede
9,Muharremin 9. ve 10. günleri oruç tutmak, pazartesi perşembe, her ayın
l3-14-15'inde oruç tutmak müridin görevlerindendir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Halvetiyye
Tarikatı:</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kurucusu Şeyh Ebu
Abdullah'tır. Zamanın büyük bir kısmını halvette geçirdiği ve halvette kalmayı
çok sevdiği için kendisine ayrıca “Halveti” lakabı verilmiştir. Bu tarikat
Seyyid Yahya Şirvani sayesinde bütün İslam memleketlerine yayıldığı rivayet
edilmektedir. Bu yüzden ona tarikatın ikinci piri denir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu tarikatın özelliği;
Esma-i Seb'a, kalbi tasfiye, her an Kelime-i Tevhid'i dilden düşürmeme,
masivadan uzaklaşıp, Zikr-i Celal ile meşgul olmaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikatın ilk dört
şubesi şunlardır: Ruşeniyye, Cemaliyye, Ahmediyye, Şemsiyye tarikatlarıdır.
Bunlar da kendi içerisinde değişik kollara ayrılırlar. Mesela; Şeyh Necmeddin
Muhammed el-Cerrahi, Halvetiyye tarikatı, Ahmediyye şubesi, Cerrahiyye kolu
müessesidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Bayramiyye
Tarikatı:</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikat ehlinin dilinde
Pir ismiyle anılan ve Bayramiyye tarikatının kurucusu olan Hacı Bayram-ı Veli,
Ankara'nın bir köyünde dünyaya gelmiştir. Bursa'da müderrislik yapmıştır. Gizli
zikri benimsemiştir. Sarık yeşil renktedir. Taçları altı terekli beyaz
keçedendir. Tarikat, Hacı Bayram'dan sonra üçe ayrılmıştır:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Akşemsettin vasıtasıyla
Şemsiyye-yi Bayramiyye</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bursalı Dede Ömer (Emir
Sıkkini) vasıtasıyla Melamiyye-yi Bayramiyye </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hızır Dede Halifesi
Bursalı Üftade Hazretleri'nin müridlerinden Aziz Mahmud Hüdayi tarafından tesis
edilen Celvetiyye tarikatıdır</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şemsiye-yi
Bayramiyye'nin kurucusu Akşemseddin'dir. Fatih'in şeyhü'l-islamıdır. İstanbul'un
fethini sağlamış ve Eba Eyyub el-Ensari'nin kabrini keşfetmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melamiyye tarikatının
kurucusu Emir Sıkkini’dir. Bu şahıs Akşemseddin'in zikir halkasından ayrılarak
bu tarikatı kurmuştur. Vahdet-i Vücud meselesinde Muhyiddin ibni Arabiyye'ye
teslim olmuştur. Orta Anadolu, İstanbul ve Edirne civarında yayılmıştır. Daha
sonra birçok şeyhi ve müridiyle beraber idam edilmiştir. Daha çok Rumeli'de
Melamiyye tekkeleri bulunmuştur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Celvetiyye Tarikatı'nın
kurucusu Üsküdar doğumlu Aziz Mahmud Hüdayi’dir. Celvet, yerini yurdunu terk
etmek demektir. Tasavvufta ise kulun Hakkın sıfatlarıyla muttasıf olarak
halvetten çıkışına ve O'nun varlığında yok oluşuna denir. Celvet gerçek
manasıyla halk arasında Hakk ile beraber olmaktır. Herkesle beraber buna rağmen
yalnız.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aziz Mahmud Hüdayi
dünya süsüne, malına, mansıbına bağlı kalmayan, aza kanaat eden, ömrünün sonuna
kadar kendisini insanları irşada ve Hakk'a davet etmeye adayan mükemmel bir
insandı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Celvetiyye, tam
anlamıyla Sünni bir tarikattır. Bu tarikatta sulûk, Esma ildir. Celvetiyye
tarikatında müridin vazifeleri şunlardır:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mürit her gün l00
istiğfar, 700 kelime-i Tevhid, beş vakit namazdan sonra</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Aleyhissalatü vesselam
Sallallahu aleyhi ve sellem”i tekrarlamak.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İki rekat işrak namazı
kılmak.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Altı rekat Duha
namazı,12 rekat teheccüd kılmak.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Boş vakitleri Kur'an-ı
Kerim okuyarak değerlendirmek.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Recep-Şaban ve Ramazan
ayını oruçlu geçirmek.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şevval ayında 6 gün
oruçlu bulunmak.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Muharrem, Rebiü'l-evvel
ve Zilhicce aylarında onar gün oruç tutmak. 8-Haftada iki gün
(pazartesi-perşembe) oruçlu olmak.</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Kadiriyye
Tarikatı:</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İran'ın Dilan şehrinde
doğan Abdu'l-kadir-i Geylani bu tarikatın kurucusudur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Gavsu's-sakaleyn”
ismiyle de anılır. Nesebi Hz. Ali'ye dayanır. Annesi 60 yaşında iken onu dünyaya
getirmiştir. Annesinin lakabı Ümmü'1 Hayr'dır. Hanbeli mezhebine mensuptu.
Çöllerde riyazet yapmıştır. Bağdat'ta vefat etmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hitabeti son derece
açık ve çok güzeldir. Üstadımızın şeyhidir. Zikir; gizli, kalb ve hafide
yapılır. Esma-i Hüsna'yı zikretmek, lisanı zikirdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Eşrefiyye Tarikatı'nın
kurucusu Eşref i Rumi (Eşref zade)'dir. İzniklidir. Dergahı da
İznik'tedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Rufaiyye Tarikatı'nın
kurucusu Ahmed er-Rufai `dir. Hz. Hüseyin'in soyundan geldiği için seyyiddir.
1160 senesinde hacca gitmiş ve Medine'de Ravza-i Mutahhara'yı ziyaret etmiştir.
Efendimiz (sav)'in kabri önüne gelince “Esselamü aleyküm ya ceddi” diye selam
vermiş ve Rasulullah (sav)'ın kabrinden gelen bir ses “Aleyküm selam ya veledi”
diyerek onun selamına cevap vermiştir. Orada bulunan herkes bu sesi işitmiştir.
Efendimiz (sav)'in kabrinden nûrâni bir el dışarı uzanmış ve bütün
ziyaretçilerin gözleri önünde o, bu eli öpmüştür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nesli; Arabistan, Irak,
Suriye, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır. Tarikat günümüze kadar
gelmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kitabın sonunda
günümüze kadar gelen tarikatların alfabetik sırası bulunmaktadır. Devamında ise
bazı tasavvufi metinler, Fuzuli'nin Su Kasidesi, Niyazi-i Mısri'nin Tevhid
Manzumesi, Mevlana'nın Mesnevisi'nin açıklaması ve bibliyografya
bulunmaktadır.</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-12223750898680879612012-11-18T08:03:00.003-08:002012-11-18T10:04:14.181-08:00Kırgızistan’da Bilinmeyen Yesevi İzbasarları : "Laçiler" <b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ali YAMAN [1]</span></b><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><span style="font-size: xx-small;"><b>Yard. Doç. Dr. , Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi</b></span></span><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu yazıda,
Kırgızistan’daki Laçilerle ilgili bilgi verilerek bunların Yesevi Tarikatı
(Yolu)’yla olan benzerlikleri ve kendine has özellikleri ele alınmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"></span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">
</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ABSTRACT</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">In this writing,
information about the Laçi in Kyrgyzstan will be presented. Their resemblances
with the Yesevi Tariqa and their peculiar characteristics are also dealt
with.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Anahtar Kelimeler:
Laçiler, Yesevilik (Yesevi Tarikatı), Kırgızistan</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Key Words: The Laçi,
Yesevi Tariqa, Kırgızistan</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">XIX. yüzyıl sonlarında
Orta Asya ve Kafkasya olarak genellenebilecek eski Sovyetler Birliği
coğrafyasında Nakşibendilik, Kadirilik, Yesevilik ve Kübrevilik olmak üzere dört
büyük tarikatın faaliyette olduğu bilinmektedir. 12.-13. yüzyıllardan itibaren
Orta Asya’da en güçlü tarikat olan Yesevilik, zamanla ya diğer tarikatlarca
özümsenmiş ya da başka adlar altında kendini kısmen yaşatmayı sürdürmüştür.
Bizim gerek kaynak gerek alan araştırmalarımıza göre Anadolu’daki
Alevi-Bektaşiler ve Kırgızistan’daki Laçiler Yesevi Yolu’na özgü bazı
özellikleri günümüzde başka şekiller altında olsa da benzer olarak
yaşatmaktadırlar. Burada Kırgızistan’daki Laçilerin geçmişi, Yesevi Yolu’yla
olan benzerlikleri ve kendine has özellikleri ele alınmaya çalışılacaktır.
Vereceğim bilgiler ve yapacağım değerlendirmeler, Bibliyografya bölümünde
verilen, Laçilerle ilgili sınırlı sayıdaki kaynağın yanı sıra 2003
Temmuz-Ağustos aylarında Laçiler arasında gerçekleştirdiğimiz alan
araştırmalarına dayanmaktadır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türk topluluklar
arasındaki Sufîliğin gelişim sürecine baktığımızda; Yeseviliğin, kendinden
sonraki Sufî yapılanmaların oluşumunda farklı düzeylerde rol sahibi olduğunu
görüyoruz. Meselâ, Tschudi’ye göre Türklerce oluşturulan tarikatların
karakteristik özelliklerini belirleyen Yesevilik olmuştur (Tschudi, 1961: 61).
Trimingham da benzeri bir düşünceyi savunarak Yeseviliğin başlangıçtan itibaren
Türklere özgü karakterinin ağırlıkta olduğunu ifade etmektedir (Trimingham,
1971: 54). Bu yönde uzmanlar arasında bir düşünce birliği vardır. Yeseviliğin
kurum ve kuralları bazı tarikatlarda daha belirleyici olurken, bazılarında da
onun nüfuzundan yararlanma yoluna gidildiği görülmektedir. Yeseviliğin
Kırgızistan’da oluşmuş bir türevi olan Laçilik adlı inanç yapılanması[2]
Yesevilik araştırmaları bakımından özel bazı niteliklere sahiptir. Bektaşilik ve
Laçilik gibi oluşumlar bize Yeseviliğin karakteristiklerine ve günümüze kadar
uğradığı değişime ilişkin bilgiler sunmak bakımından büyük önem taşımaktadır.
Burada önce kaynaklarda yer alan bilgiler sunulacak, zaman zaman da alan
araştırmalarımıza atıfta bulunulacaktır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hiç şüphesiz Yesevilik,
tarihsel süreç içerisinde benzeri oluşumları hem etkilemiş, hem de
etkilenmiştir. Şöyle ki mesela zaman içerisinde Nakşibendi tarikatının esasını
oluşturan hafi (sessiz) zikirden sapmalar meydana gelmiş ve bunun sonucunda
tarikat içerisinde zikrin hafi mi yoksa cehri mi olacağı konusunda önemli
tartışmalar başlamıştır. Zikir'e ilişkin bu değişim muhtemelen Yeseviliğin
etkisiyle oluşmuştu. Orta Asya’da Yesevilik zamanla diğer tarikatlar içerisinde
eridi. Ayrıca zaman içerisinde, onun Orta Asya’daki nüfuzundan yararlanmak
isteyen başka tarikatlar, özellikle de Nakşibendilik, onunla kendini ilişkili
göstermeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Yesevilik konusunda günümüzde de
hâlâ en büyük otorite olan M. Fuat Köprülü de Yeseviliği önce Nakşibendi
kaynaklarına dayanarak “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde
(Köprülü, 1993a) ele almış, ancak daha sonra İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı
“Ahmed Yesevi” maddesinde hata yaptığını kabul ederek Yesevîlik konusundaki
araştırmalarda izlenecek yola ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunmuştur:
“...Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfları yazarken, gerek Ahmed Yesevî’nin
sofîyane şahsiyetini, gerek Yesevî tarikatının hüviyetini tamamıyla Nakşibendî
kaynaklarının gösterdiği şekilde tasvir etmiştim. Halbuki Babaî, Haydarî ve
Bektaşî ananelerinin Ahmed Yesevî hakkındaki rivayetleri şüphesiz tarihi
hakikate daha yakındır. İlk Mutasavvıfların neşrinden sonra Bektaşiliğin
menşeleri hakkında yaptığım araştırmalar ve elde ettiğim yeni vesikalar bana bu
hususta kat’î bir kanaat vermiştir. Binaenaleyh burada Ahmed Yesevînin tasavvufi
şahsiyeti ve Yeseviye tarikatının ilk asırlardaki hususi karakteri hakkındaki
verilecek izahat ilk mutasavvıflardakinden tamamıyla farklı olacaktır...”
(Köprülü, 1993b: 212). Bugün Türkiye’de Yesevilik araştırmalarına, Köprülü’nün
bu önemli ifadeleri dikkate alınmadığından sübjektiflik hakim olmuş ve bu
araştırmalar adeta tıkanma noktasına gelmiştir. Yesevilik araştırmalarının
sorunlarını bir başka makalemde ele aldığım için burada ayrıntıya girmiyorum
(Yaman, 2002). Yesevi yolunda Nakşibendilikten farklı olarak sesli zikir (zikr-i
cehr), müzik, raks-ı sema ve kadınlı-erkekli zikir/ibadet vardır (Bkz. Yaman,
2003). Yeseviliğin bu ayırıcı özellikleri göz önüne alınarak, günümüzde bu
özelliklerin devamı şeklinde ibadet ve ritüelleri sürdüren Alevi-Bektaşiler ve
Laçiler hakkında araştırmalar yapılması gerekmektedir. Özellikle son on yıldır
Alevilik-Bektaşilik üzerinde pek çok araştırma yayımlansa da, Yesevilik ’le olan
bağlantı konusunda yeterli düzeyde çalışma yapılmamıştır. İleride bu konuda
yayımlanmak üzere bir kitap çalışmasının hazırlığı içerisindeyim. Laçiler
konusunda ise literatürde yer alan bilgiler çok daha azdır. Kadın-erkek
toplanarak Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar[3] eşliğinde söyleyen ve Alevilerdeki
semah benzeri hareketlerle coşan bu topluluk hakkında da bilgiler yetersizdir.
Laçilerin ibadet ritüeli olan zikirleri, Alevi-Bektaşilerin cem törenleri ile
pek çok ortak özelliğe sahiptir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevilik, Türkistan[4]
(Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk toplulukların yaşadıkları alanlara
yayıldı. Anadolu ve Balkanlara kadar ulaştı. Rus Alimi Gordlevski’nin[5]
belirttiği üzere “...Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta Asya Türk
mistikleri “atalar” da büyük etkide bulunmuşlardır. Bunlar, Küçük Asya’ya ,
Ahmet Yesevi’nin mezhebini ve hikmetlerini taşıyorlardı...” (Gordlevski, 1988:
319). Demek ki Yesevi Yolu zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa
devam ederek, Kırgızistan’a da Anadolu’ya da bu şekilde ulaştı. Örneğin Yesevi
Yolu’nun Kırgızistan’daki izbasarları (devamcılar), ileride söz edeceğimiz üzere
Laçilerin adı, zikir sırasında çıkarılan sese dayandırılmış, Yesevi Yolu’nun
Anadolu ve Balkanlar’daki devamcıları olan Bektaşiliğin adı ise Hoca Ahmet
Yesevi’nin halifesi olan Hacı Bektaş Veli’ye dayandırılmıştır. Orta Asya’da
hakim Ahmet Yesevi kültü, Anadolu’da yerini, yine onunla bağlantılı yerel
dedelere ve babalara bırakmıştır. Hacı Bektaş Veli de bunlardan biridir.
Yüzyıllara dayanan bu süreçte bu tür bir değişimin yaşanması çok doğaldır.
Burada bizim açımızdan önemli olan Yesevi Yolu’nun temel motiflerinin bu
topluluklarda nesilden nesil'e aktarılarak korunmuş olmasıdır. İşte bu bakımdan
Yesevi kültürü bakımından önemle incelenmeleri gerekmektedir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Biz neden
Kırgızistan’daki Laçiler, Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi-Bektaşi toplulukları
Yesevi Yolu’yla bağlantılı olarak değerlendiriyoruz? Birinci olarak bu
topluluklar kendilerini Yesevi Yolu ile bağlantılı görmektedirler. İkinci olarak
ise onların Yesevi Yolu izbasarları olduklarına dair pek çok veri bulunmaktadır.
Kırgızistan’daki Laçiler kendilerini Ahmet Yesevi’nin izbasarları (devamcıları)
olarak adlandırmakta, Anadolu ve Balkanlardaki Alevi-Bektaşiler ise kendilerini
Ahmet Yesevi’nin piri olduğu Hacı Bektaş-ı Veli’nin izbasarları olarak
tanımlamakta; dolayısıyla, pirlerinin piri olmak nedeniyle de kendilerini ona
bağlı saymaktadırlar. Bu iki toplulukta da Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”inde
belirtilen kadınlı erkekli, sesli zikri esas alan, raks, sema ve müziğe yer
veren bir ritüel ibadet işlevini görmektedir. Hem Laçiler[6] hem de
Alevi-Bektaşilerin[7] geleneksel yaşam alanlarında ağırlıklı olarak, sözlü
geleneğin hakim olduğu ve ellerinde bulunan elyazması kitaplarda Ahmet Yesevi
ile ilgili menkıbeler yer aldığı görülmektedir. Örneğin Alevi-Bektaşi grupların
içinde bazıları doğrudan Ahmet Yesevi’ye neseben mensubiyet iddia etmekte, hatta
Ahmet Yesevi adını taşıyan bir ocak da bulunmaktadır.[8] Anadolu’da yaptığım
alan araştırmalarına göre bu ocak Şah Ahmed Yesevi, Ahmed Yesevi veya Şıh Ahmed
Dede Ocağı adlarıyla anılmakta, bu ocağın Malatya, Erzincan, Tunceli ve Tokat’ta
dedeleri bulunmaktadır (Ayrıca bkz. Ali Kemali, 1932: 192). Yine Bektaşi
silsilenameleri ve icazetnamelerinde de Ahmet Yesevi mutlaka yer almaktadır.
Özel arşivimde Garip Musa ve Seyyid Ali Sultan Ocaklarına ait bu tür
icazetnameler bulunmaktadır (Ayrıca bkz: Akkuş, 1999: 34; Çıplak, 2000:
293).</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ayrıca hem Laçiler hem
de Alevi-Bektaşilerde zikir esnasında kullanılan dil sade Türkçe olup, halk
dilidir. Laçiler de ağırlıklı olarak Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar[9]
eşliğinde hapız adı verilen ve Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini ezbere bilen
kişiler söylemektedir. Alevi-Bektaşilerde ise Yesevi geleneğinin Anadolu’da
yerini almış olan kişilerin şiirlerini (deyiş) mürşit/dede veya âşık/zakir gibi
adlarla anılan kişiler söylemektedirler. Her iki toplulukta da kullanılan dil
Türkçenin farklı versiyonlarıdır ve eskiden günümüze otantik hâlini yitirmeden
gelmişlerdir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Laçileri, eski
Sovyetler Birliği etki alanı dışındaki bilim çevrelerine tanıtan Fransız
araştırmacı Bennigsen olmuştur. Bu konu Sovyetler Birliği’nde de pek işlenmemiş
S. Mambetaliyev ve Y. G. Petraş gibi birkaç araştırmacının makale ve kitapları
ile sınırlı kalmıştır. Tabışaliyeva ve Maltabarov gibi araştırmacılar ise sadece
Laçiliğin, Yesevilikle olan bağı nedeniyle birkaç cümleyle değinmişlerdir
(Maltabarov, 2002: 44; Tabışaliyeva, 1993: 90). Özellikle Mambetaliyev, Özbek ve
Kırgız Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri resmî belgelerinden yararlanmak suretiyle
bazı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te bulunan
Kırgızistan İlimler Akademisi’ndeki görüşmelerimizde de bu konuda bilgi sahibi
bir uzmanla karşılaşmadığımız gibi, Laçi adının ilk kez duyulduğunu gördük. Oş
Devlet Üniversitesi’nde ise sadece Tarihçi Doç. Dr. Baybolat Kaparoviç Abıtov’un
konudan haberdar olduğunu gördük. O, Laçiler hakkında bilgi bulunmadığını,
kimsenin, bir araştırma konusu olarak, bu konu ile ilgilenmediğini Laçiler
konusunda bilinen dedikoduları yineleyerek söyleyerek başka bilgisi olmadığını
ifade etti. Bu konu ne yazık ki Türkiye’deki akademisyenlerin de pek dikkatini
çekmemiştir. Laçiler konusunda Türkistan’da bulunan Yesevilik Araştırmaları
Merkezi’nde alan araştırmalarına başlanmış olup, hâlâ da gerek kaynak tarama
gerek alan araştırmaları bakımından çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çerçevede
Yesevilik Araştırmaları Merkezi Başkanı Yard. Doç. Dr. Dosay Kenjetay ile
birlikte 2003 yılının Temmuz – Ağustos aylarında Kırgızistan’ın Batken ve Oş
bölgelerinde ve yine Özbekistan’a bağlı Şahmerdan yöresinde[10] alan
araştırmalarında bulunulmuştur. 2004 yılı Temmuz-Ağustos aylarında Özbekistan ve
Kırgızistan’da Laçilerin yaşadığı bölgelerde yeni bir araştırma gezisi yapılması
plânlanmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Laçilerin bulunduğu
bölgelerle ilgili harita</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bugün artık yavaş yavaş
gelişmiş alanlara göç etseler de, geleneksel Alevi yerleşim alanlarında olduğu
gibi Laçilerin de merkeze uzak, dağlık ve ulaşılması güç alanlarda yaşadığı
görülmektedir. Bunu anlamak için haritaya bakmak ve Laçi kışlaklarına[11] gitmek
yeterli olacaktır. Zaten Kırgızistan’ın her yanı görkemli dağlarla dolu. Başkent
Bişkek’ten, güneyde bulunan Oş’a giderken Ağustos ayında bile hâlâ karlı olan
dağlardan geçmek gerekiyor. Oş Oblastı’nda Kızıl Kiya’ya oradan Kademcay’a
oradan da Batken Oblastı’na doğru gidildikçe dağlık alanlar yoğunlaşıyor. Bu
yerleşim alanlarının kuzeyi Özbekistan tarafı daha düzlük, güney tarafı
Kırgızistan ise oldukça yüksek dağlardan oluşuyor. Özellikle Kademcay’dan sonra
gelinen Haydarkân’dan sonra Soh adlı bir yerleşim birimini etrafında yüksek
dağların uzandığı Soh Vadisi izliyor. Dağların arasındaki bu vadinin ortasından
çeşitli madenlerin karıştığı anlaşılan koyu gri renkli Karasu adlı bir ırmak
akıyor. Laçi kışlakları yoğun olarak Haydarkân’dan sonra başlayıp Soh Vadisi’nin
sonuna kadar gidiyor. Biz araştırmalarımız sırasında Kademcay’da, Kızıl Bulak’ta
ve Soh Vadisi’nin sonunda Kayındı (Raut) adlı bir Laçi köyünde misafir olduk. Bu
köylerin sonunda yol bitiyor çok yüksek dağlar başlıyor ve Tacikistan’a doğru bu
dağlar devam ediyor.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana;">Kayındı (Raut)
Köyü’ndeki Laçiler</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Laçi adının kökeni
üzerinde kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Mambetaliyev, “Liyaçi, Laaçi”
adlarını kullanmakta (Mambetaliyev, 1969: 30), zikir ettikleri zaman
söyledikleri “illahu” diyen bağırışlarından dolayı “laaçılar”; “laalar”,
“lyaçiler” diye ad verilmiş (Mambetaliyev, 1972: 62) olduğunu ifade etmektedir.
Petraş ise şöyle diyor: “...Tarikat kendi adını her hâlde yaygın Sufî formulü
“illa-hu”dan almıştır. Bunun anlamı “sadece o (Allah) birdir.” ve burada da
kısaltılmış şekli “İlyaçi, layaçi, laaçi” adlarını kullanıyor (Petraş, 1981:
84). Bize göre de Laçi veya Laaci deyimi, zikirde gerçekleştirilen eylemle
doğrudan ilintilidir. Çeşitli zikir şekilleri gördükten sonra bende böyle bir
kanaat oluştu. Şöyle ki zikir sırasında en çok kullanılanlar “İllallah”, “La
ilahe illallah” ve “Hu” gibi kutsal sözlerdir. Çeşitli zikir uygulamalarında
tekrarlanan bu sözleri düşünerek, Lahci ve Laçi sözlerinin kökenini anlamaya
çalıştım. Buna göre Laçi, Laaçi, Lyaçi gibi adların bu sözlerden dolayı ortaya
çıktığına hükmettim. Şöyle ki Laçilerin dışındaki halk onların zikir
ibadetlerine katılamamış, bilinenler dedikodu boyutundan ileri gidememiştir.
Onlara zikirlerindeki sözlerinden dolayı “La ilahe illallah diyen” anlamına
gelmek üzere “la diyen” şeklinde “La-ci/Lahci” denilmeye başlanmıştır. Türk
dilinin gramer yapısı, söyleyiş biçimi bakımından da bu açıklama doğru
gözükmektedir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Laçi sözcüğünün
günümüzde kullanımı bakımından ise şunlar söylenebilir. Laçi olmayanlarla
görüşmelerimizde onların bu sözcüğü bir küçümseme, bir alay etme aracı olarak
kullandıklarını gözlemledik. Çünkü doğrusunu bilmeseler de Laçileri hep kulaktan
dolma dedikodularla tanımışlardı. Bu dedikodularda onların ahlâksızlık içeren
ayinleri, yani zikirleri esası oluşturuyordu. Kademcay’da bir lokantada sohbet
ettiğimiz iki yaşlı kişi, Laçilerle ilgili sorularımıza, çevredekiler duymasın
diye kısık sesle ve anlattıklarına zaman zaman gülerek yanıt vermişler; bunları
görüp görmediklerini sorduğumuzda ise, görmediklerini yalnız duyduklarını ifade
etmişlerdi. Biz Laçilerle görüşmelerimizde ise Laçi adına yüklenen kötü
anlamlardan dolayı rahatsız olduklarını gözlemledik. Bazıları kendilerinin her
zaman Allah’ı zikreden bir ibadet tarzları olduğuna dayanarak Allahçı olarak
adlandırmalarının daha doğru olacağını söylüyorlardı. Bu adın onlar arasında
eskiden beri mi kullanıldığı, yoksa Laçi adının küçümseme amaçlı kullanımına
karşı geliştirilen bir isim mi olduğu konusu ise açık değildir. Ayrıca Laçilerin
kendi aralarında birbirleri için Divane sözünü de kullandıklarını gördüm.[12]
“Bizim Divaneler” şeklindeki ifadelerinden bu sözcüğü de kendilerini tanımlamak
için kullandıklarını anlıyoruz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bennigsen’in de çok
doğru olarak belirttiği üzere “...Doktrini bölgesel şartlara adapte edilmiş olan
ve İslâm öncesi Türk inanç ve geleneklerinden oldukça etkilenmiş bulunan
Yeseviyye Tarikatının, XIII. asırdan XV. asra kadar tüm Orta Asya’da, Harezm’de,
Uzak Kafkasya’nın Türkmen ülkesinde ve Orta Volga’nın Tatar ülkesinde
müntesipler bulunmuştur. Horasan, Kuzey İran ve Anadolu’da Yesevi gruplar
teşekkül etmiştir. XV. ve XVI. asırlarda Orta Volga’daki Yesevi gruplarını
Nakşbendiyye tarikatı kendi içinde eritmiştir. Hazar denizi ötesindeki Türkmen
kabilelerinde bu süreç hemen hemen tamamlanmıştır. XIX. asrın sonunda Yeseviyye
grupları kalabalık hâlde sadece Fergana vadisinde mevcuttu...” (Bennigsen, 1988:
85). Bizim de alan araştırmalarımızda gözlemlediğimiz kadarıyla Laçi
toplulukları, Fergana Vadisi ve çevresindeki bölgelerde yoğunlaşmışlardır. Bugün
bu bölge Özbekistan ve Kırgızistan toprakları içerisinde yer almaktadır.
Laçilerin yaşadıkları yerleri Petraş, Kırgızistan’ın güney bölgesindeki birçok
yerleşim birimi (Raut, Palal, Gaz, Say, Sur, Kıştut, Sogment, Sırt) ve
Özbekistan’ın Fergana Vadisi ile sınır olan bölgeleri olarak belirtiyor.
(Petraş, 1981: 83) Mambetaliyev ise onların Güney Kırgızistan’ın Batken, Frunze,
Liyaylak ve Suzak Bölgelerinde, Batken Rayonu’ndaki Say, Rabat, Gaz, Kıştut,
Raut-Kaut, Sogment Kışlaklarında; Frunze Rayonu’ndaki Sur, Ormoş, Sırt,
Yar-Kutan, Kısık kışlaklarında (Mambetaliyev, 1969: 30, 39-40) yaşadıklarını
ifade ediyor. Alan araştırmalarımızda kaynaklarda yer alan bu yerleşim
birimlerinden başka yerlerde de Laçilerin yaşadığına ilişkin veriler elde ettik.
Buna göre Güney Kırgızistan’da bulunan Oş ve Batken Oblastları ortasındaki
Kademcay ilçesi merkezinde, buraya yakın Kızıl Bulak kışlağının mezrası
niteliğindeki Ak Kiya’da, Canıkorgan ve Coşuk Kışlaklarında, yine Celalabad’ın
köylerinde ve Özbekistan’ın Yezyavan bölgesinde bulunan İşantobu köyünde de[13]
Laçilerin bulunduğunu öğrendik. Bunların daha sonra göçlerle mi oluştuğu yoksa,
geleneksel Laçi yerleşim alanları olup olmadığı konusunda henüz bilgi
edinemedik. Ayrıca Laçilerin ifadelerine göre otuzdan fazla köyde Laçiler
yaşamaktadır. Bunların bazılarını henüz ziyaret edip, bu bilgileri
doğrulayamadığımız için diğer köylerin isimlerini veremiyoruz. Bunlarla ilgili
daha ayrıntılı bir listeyi bölgeyi yeniden ziyaretimiz ardından hazırlayacağımız
çalışmalarda sunmayı düşünüyoruz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mambetaliyev,
Laçiler’in; Batken, Frunze ve Leylek ilçelerindeki Kanlı, Nayman, Kıpçak, Boston
ve Jau kesek adlı Kırgız boyları[14] arasından çıktıklarını, çoğunluğunun ise
Jau kesek kabilesinden olduklarını ifade etmektedir ki (Mambetaliyev, 1972: 62),
bizim alan çalışmalarımızda da bunun böyle olduğu anlaşılmıştır. Özbekistan’daki
Laçilerin de yine Kırgızların Kıpçak, Jau kesek ve diğer kabileleri arasında
yayıldığını ifade etmiştir ki, bunu henüz doğrulama imkanımız olmadı.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Öncelikle kaynaklarda
Laçilerin tarihi geçmişi ve inanışları hakkındaki bilgilere bir göz atalım.
Laçiler hakkında en fazla bilgiyi S. M. Mambetaliyev sunmaktadır. Yayımlanmış
biri Rusça, diğeri Kırgızca iki kitabında, Laçiler konusuna önemli yer
ayırmıştır. O da onlar hakkındaki bilgilerin yetersizliğinden bahsetmektedir.
Önce Laçiliğin ortaya çıkış tarihine ilişkin bilgilerden söz edelim. Sur
Kışlağı’nda Laçilerin en büyük İşan ailesinden gelen Hoca Yusuphan ve diğer
Laçilerle görüşmelerimizde Laçiliğin ortaya çıkışı hakkında pek bilgi sahibi
olmadıklarını gözlemledik. Yazılı kaynaklara dayanmayan, sözlü geleneğin hakim
olduğu toplulukların yapılanması böyle oluyor. Bu konuyla ilgili Petraş, bu
tarikatın XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıktığını ifade
ederken (Petraş, 1981: 84); Mambetaliyev[15], tarikatın Hokand Hanlığı’nın son
dönemlerinde ortaya çıkmış olduğunun tahmin edilebileceğini ifade ediyor. Ona
göre tarikatın ortaya çıkmasında şu faktörler rol oynamıştır. Bunlardan birisi
19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında Kırgızistan’da Müridizm’in bazı
tarikatları sömürmesi ve baskı altında almasına karşı siyasî bir tepki olarak
bazı dinî toplulukların doğması ve yayılması, diğeri ise 19. yüzyılda varolan
feodalist sistem ve despotik yönetimin dayanılmaz baskılarına karşı işçi
sınıfının karşı koymasıdır (Mambetaliyev, 1969: 29). </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yine Petraş’ın ve
Mambetaliyev’in verdiği bilgilere göre Laçi gruplarının ortaya çıkma tarihi
yeterli derecede incelenmemiştir. Laçiler hakkında yazılan bilgiler XIX. yy.ın
son çeyreğine aittir. O zamanın kaynaklarının birinde Şeyh Sanivar adlı birinin
Taşkent ve Kokan kazalarında bu tarikatı kurduğu belirtilmektedir. Laçiler
kendilerinin kurucusu olarak adsız Laçi-İşanı bilirler. O Hokand Hanlığı’nın son
dönemlerinde yaşamış ve Hudayar Han emriyle idam edilmiştir(Mambetaliyev, 1969:
30; Petraş, 1981: 83). Tarikatın kurucusu olduğu iddia edilen Laçi-İşan bir
kaynağa göre adı Şeyh Sanivar’dır. Bu bağlamda Laçi kışlaklarının sıralandığı
Soh Vadisi’ndeki yol üzerinde gördüğümüz ve Hudayar Han’ın Kalesi denilen bir
kalenin kalıntılarının varlığı da dikkat çekicidir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mambetaliyev’e göre
onlar şeriatın yazılı kurallarına uymayarak onun yerine kendi mistik
ritüellerini uygulamışlardır. Onlar gece zikirlerini müritleriyle beraber camide
değil de mürit evlerinde yapmaktaydılar. Bu evlere kadınlar ve erkekler
beraberce gelirdi. Onlar Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini okurlar, dinî ilâhiler
söylerler, kendilerinden geçerek çeşitli hareketler yaparlardı. İşte bütün bu
dinî ilâhiler, hareketler ve göz yaşlarından sonra öylesine yorgun ve bitkin
düşerlerdi ki kendilerine gelmek için sabaha kadar bu evde kalırlardı. Rakip ve
sapkın olarak gördükleri bu tarikatın yayılma eğilimi göstermesi de din adamları
ve diğer tarikat şeyhlerinin hiç hoşuna gitmiyordu şüphesiz. Müslüman din
adamları ve diğer tarikatların İşanları bu yeni tarikat mensuplarına dinsizlik
ve ahlaksızlık suçlamalarında bulundular. Bu şekilde birbirini tutmayan
gerçekdışı çeşitli dedikodular ortaya çıkmıştır. Bütün bu yanlış dedikodular
sonucunda ortaya çıkan baskılarla Laçiler sık sık yaşadıkları alanlardan göç
etmek zorunda kalmışlar içine kapanık Laçi yerleşim alanları ortaya çıkmıştır.
Laçiler hakkında kulaktan kulağa yayılmış olan dedikodular ve onlara yönelik
ahlâk dışı suçlamalar[16] nedeniyle onlar ile onların dışındaki yerli halk
arasında hiçbir ilişki kurulmamıştır. Tabiî ki bütün bunlardan sonra insanlar
ister istemez Laçiler ile ilişki kurmamışlardır (Mambetaliyev, 1969: 31-32).
Böylece onlar içine kapalı bir topluluk olarak yaşamışlardır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Var olan sınırlı
kaynaklara göre Müslüman din adamları Laçiliği bir tür sapkınlık olarak
gördüklerinden açıkça cephe almışlar ve tarikatın o dönemdeki lideri idam
edilerek öldürülmüştür. Bir başka kaynağa göre ise tarikatın kurucusu Sanivar
adlı bir şeyh idi ve Laçiler diğer Müslümanlar tarafından sapkın olarak
görüldüler. Bu tarikatın ihtilalci hareketleri her defasında bastırılıyor ve
liderleri ortadan kaldırılıyordu. Zamanın dinî otoriteleri olarak görülebilecek
Mollalar ve İşanlar bu tarikat mensuplarına her türlü baskıda bulundukları gibi,
yaşadıkları yerlerden de sürülmelerine yol açtılar. Laçilere yönelik bu
baskılara Hokand Hanlığı’nın da göz yumduğu görüldü. Daha sonra Hokand
Hanlığı’nın ardından bölgenin idaresi Fergana Yönetim Birimi olarak Ruslar’ın
hakimiyetine girdi. Rus hakimiyetinin ilk zamanlarında Laçiler gizlenmeyi
bırakıp, tarikatı açıkça icra etmeye başladılar. Ancak bu serbesti dönemi de pek
uzun sürmedi ve Ruslar da Laçilere baskı uygulamaya başladılar. Çünkü
Mambetaliyev’e göre Sovyet ideolojisi ile Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini
bağdaştırmak zordu (Mambetaliyev, 1969: 39). </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mambetaliyev’in
yararlandığı bazı resmî kayıtlara göre 1880’li yıllarda Kırgızların Jau-kesek
boyundan gelen Yazyavan şehrinin Margelan ilçesinin (Özbekistan) yerlilerinden
İşan Babacan Halife Rahmankulov, Kıştut civarındaki Sur kışlağına göçüp burada
Boston (Frunze) şehrinin Jau-kesek Kırgızları arasında bu tarikatı yaymaya
başladı. Din adamlarının ve İşanların baskı ve takipleri nedeniyle Laçilerin
İşan’ı Babacan Halife Rahmankulov, Laçileri temsilen Fergana Asker Valiliğine
kendisine karşı çıkanları şikayet etti. Fergana Yönetim Biriminin Askeri
Valiliği, Laçilerle ilgili baskıların tarikatın daha da büyümesine yol
açacağından çekinerek, onlara yönelik faaliyetlerin gizli yürütülmesine karar
verdi. Bundan sonra Laçilere karşı diğer Müslüman gruplar baskıları arttırıp,
Laçilerin önderini Sur kışlağından göçmeye mecbur ettiler. Tarikat mensuplarını
zehirlemek de dahil çeşitli baskı metotları izlediler. Böylece tarikat diğer
Müslümanların kendileri hakkındaki asılsız dedikodularından dolayı giderek içine
kapalı bir yapılanmaya bürünmek zorunda kaldı. Bütün bu baskılara karşın
yaşamaya ve hatta yayılmaya da devam etti. Şimdiki Batken ve Frunze bölgelerinde
kalabalık ve içine kapanık tarikat köyleri ortaya çıktı. Mambetaliyev, Kokand ve
Margelan ilçelerindeki Kırgız halkının arasında Laçi tarikatının ortaya çıkarak
yayılmasının sebebini, sömürülen bir toplumda mutsuz bir şekilde zor şartlarda
yaşamak zorunda kalınmasına bağlamaktadır. Bu tarikat hem Sovyet yönetiminin hem
de diğer Müslümanların bütün baskılarına rağmen bunlarla mücadeleyi sürdürerek
gizli gizli de olsa yaşamayı sürdürmüştür. Tarikat tamamen kapalı bir şekilde
yaşadı hatta dışarıya kız alıp vermeme kuralını da titiz bir şekilde uyguladı
(Mambetaliyev, 1969: 32). Laçiler, Hokand Hanlığı ve Sovyet dönemindeki dış
baskılara karşı içine kapalı bir yapılanma oluşturarak ve Ahmet Yesevi’nin
Hikmetlerini söyleyerek yapılan zikir şeklindeki kendilerine özgü ibadetlerini
sürdürerek direndiler. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Laçilerde dinî önder
yani mürşit/pir, Ata, İşan veya İşan-halife gibi adlarla adlandırılmaktadır.
Laçilerdeki bu Ata/İşanlık kurumu soy yoluyla devam ediyor.[17] Ataları
hiyerarşik olarak sarkar/kalpa izliyor. Bugün bizim gördüğümüz en tanınmış İşan
ailesinden gelen dinî önderleri Sur kışlağında bulunan Hoca Yusuphan Mahsum’dur.
Onunla ve diğer Laçilerle görüşmelerimizden, dinî önderlerin nesilden nesile
aktarılan bilgiler doğrultusunda, büyüklerinden görerek, ayinlere katılarak,
daha çok uygulamaya dayalı bir şekilde yetiştiği anlaşılıyor. Zaten yazılı
kaynaklar sınırlı, eskiden kalma el yazması 3-5 eser var. Doğal olarak bugün
yaşanan eğitim ve iletişim olanaklarındaki artış başta olmak üzere sosyoekonomik
değişiklikler Laçilerin eski yapılanmalarını geçersiz kılıyor. Laçiler yavaş
yavaş Oş, Kademcay, Kızıl Kiya gibi daha büyük kozmopolit yerleşim alanlarına
göçerek eski geleneksel değerlerinden uzaklaşıyorlar. Ayrıca kendileri ile
ilgili olumsuz kanaatlerden dolayı, yaşadıkları yerlerde kimliklerini
gizlemektedirler. Bu durumu alan araştırmalarımız sırasında açıkça gözlemledik.
Hoca Yusuphan Mahsum’un anlattıklarından da eski kitaplardaki bilgilerin veya
Hikmetlerin yeterli olamadığı, dinî konularda yayımlanmış yeni kitapları
okuduğunu gördüm. Bunlar Laçilerin geleneksel köy yaşamları bakımından önemli
değişikliklere işaret etmektedir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Petraş, Laçilerin
içlerine kapanık bir yaşam sürdüğünü, tarikatın ruhanî önderi olarak Ahmet
Yesevi’nin kabul edildiğini ve onun Hikmetlerinin kutsal olarak görüldüğünü
ifade etmektedir (Petraş, 1981: 84-85) . Gerçekten de bu toplulukta Ahmet
Yesevi’nin birincil şahsiyet olduğu görülmektedir. Onlar onu, “Kul Koja Ahmet”
olarak adlandırıyorlar. Laçilerin arasında, Anadolu’daki âşık/zakir/ozan benzeri
kişiler var. Bunlara hapız adını veriyorlar. Onların özelliği Hikmetler
eşliğinde dutar çalarak zikirde önemli bir rol üstlenmek. Hapızlar’ın önemli bir
özelliği, Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini ezbere bilmeleri. Bugün Laçiler arasında
hapız da pek kalmamıştır. Geleneksel yapı sürdürülemediğinden gençler arasında
hapız da yetişmiyor doğal olarak. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kızıl Bulak Kışlağı’nda
görüştüğümüz yaşlıların çoğu da Hikmetlerin dutar eşliğinde söylendiği
zikir/ibadetlere katılamadıklarını büyüklerinin anlattıklarını ifade ettiler. Bu
kişilerin bunu söylerken yüzlerinden nasıl özlem duyduklarını anlamak da zor
değildir. Laçilerin anlattıklarından günümüzde de gelenekleri en iyi koruyan
yerin en uzaktaki Laçi kışlağı olan, Kayındı (Raut) Kışlağı olduğunu
öğrendiğimizden oraya yanımızda yaşlı bir Laçi de olmak üzere gittik. Bu dağ
köyünde hâlâ Laçilerin hapızlarından bulunduğunu gördük. Uzun zamandır onlar da
zikir yapmıyorlarmış.[18] Onlara Laçi zikrini görmek ve kameraya kaydetmek
istediğimizi söyledik. Bunun üzerine çekinerek de olsa, büyük bir odada
toplandılar. Burada çok yaşlı olmasına rağmen hapız olan Haydar Aşirov dutarı
alarak, bir saate yakın Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini coşkuyla söyledi. Bir
başka hapız olan Molla Jarkın Dervişov da onun yanına oturdu ancak, dutar
çalmadı, dinledi. Zikir sırasında iki kişi temsili olarak raks-ı semayı da
sergiledi. Bu sırada orada bulunan Laçiler’in sessizce, huşu içinde bazılarının
gözlerinin dolarak ağlamaklı olduklarını gördüm. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onlar arasında yaygın
adıyla Şahmerdan’ın, yani Hz. Ali’nin de Laçiler arasında büyük önemi vardır.
Fergana Vadisinde bulunan ve Şah Merdan olarak adlandırılan Hz. Ali’nin türbesi,
bölgedeki en önemli ziyaretgâhtır. Ayrıca geçmişte yaşamış tanınmış Laçi
İşanlarının mezarlarını da ziyaret olarak kabul ediyorlar. İlginç bir yön de
Kayındı Kışlağı’ndaki mezarlıkta gördüğümüz, mezarların sadeliği. Mezarın
üzerine taştan veya ağaçtan her hangi bir işaret konulmamış, toprağın üzeri
otlarla kaplı. Nedenini sorduğumuzda bunun alçak gönüllülük, gösterişten uzak
olmak, turap olmak gibi anlamları olduğunu ifade ettiler. </span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fergana – Şah-ı Merdan
Türbesi</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dosay Kencetay – Ali
Yaman</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevilik Araştırmaları
Merkezi</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu araştırmada
literatürde pek bilinmeyen Laçiler hakkında, kaynaklardan ve alan
araştırmalarından elde ettiğimiz bilgileri genel olarak sunmaya çalıştık.
Laçilerle ilgili araştırmalar gerek Yesevilik araştırmaları gerekse de
karşılaştırmak bakımından Alevilik-Bektaşilik araştırmaları bakımından büyük
öneme sahiptir. Bu konuda yeni veriler elde ettikçe sunmaya devam edeceğim.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Görüşülen Kaynak
Kişilerden Bazıları:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Oş Devlet Üniversitesi
Öğretim üyesi tarihçi Dr. Baybolat Kaparoviç Abıtov (Oş Şehri)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Allam Kozıbayev(Kızıl
Bulak Kışlağı)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mekkembay Corayev(Kızıl
Bulak Kışlağı)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aytbay Tolıbayev’in (77
yaş) (Kızıl Bulak Kışlağı)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Laçilerin işanı Hoca
Yusufhan Mahsum (Sur Kışlağı)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sofubek (Sofu Allahyar)
Tarsayev (Kademcay İlçesi)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Gulamuddin
Abdurrahmanov (Oş Şehri)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hapız Haydar Aşirov
(Kayındı (Raut) Kışlağı)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Molla Jarkın Dervişov
(75 yaş) (Kayındı (Raut) Kışlağı)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nakşibendi Şeyhi İsrail
Mahsum (Yaş 75) (Kademcay İlçesi)</span> </div>
</li>
</ul>
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">KAYNAKLAR[19]</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">AKKUŞ, Mehmet (1999):
“19. Asırda Bir Bektaşi İcazetnamesi”, Tasavvuf, yıl:1, sayı:1, (Ağustos 1999),
s. 27-38.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">ALİ KEMALİ (1932):
Erzincan Tarihi, Coğrafi, İçtimai Etnografi, İdari, İhsai Tetkikat Tecrübesi,
İstanbul,</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">BENNİGSEN, Alexandre,
Chantal Lemercier-Quelquejay (1988): Sufî Ve Komiser, Rusya’da İslam
Tarikatları, Çev. Osman Türer, Ankara, Akçağ Yayınevi.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">ÇIBLAK, Nilgün (2000):
“Şükür Abdal Evladına Bektaşi Tarikatından Verilen İcazetname ve Ziyaretname
Örnekleri”, I. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, (27-28-29
Nisan 2000-Ankara), s. 286-300.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">GORDLEVSKİ, V. A.
(1960a): “İz religioznih iskaniy v Maloy Azii Kızılbaşı”, İzbrannie Soçineniya,
t. 1, Moskva, s. 241-254.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">GORDLEVSKİ, V. A.
(1960b): “İz religioznoy Jizniy Kızılbaşey Maloy Azii”, İzbrannie Soçineniya, t.
1, Moskva, s. 255-275.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">GORDLEVSKİ, V. A.
(1962): “Dervişi Bezbojniki”, İzbrannie Soçineniya, t. 3, Moskva, s.
32-37.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">GORDLEVSKİ, V. (1988):
Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. A.Yaran, Ankara, Onur Yayınları.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1993a): Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 8. b., Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1993b) : “Ahmed Yesevi” md., İslâm Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, s. 210-215.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MALTABAROV, Bakıtbek
Emir Ulu (2002): Religiya İ Sotsyalno-Politiçeskiye Protsesi V Kırgızistane,
Bişkek.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MAMBETALİYEV, Satibaldi
(1969): Perejitki Nekotorıh Musulmanskih Teçeniy V Kirgizii İ İh İstoriya,
“Mektep” Frunze. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MAMBETALİYEV, Satibaldi
(1972): Sufîzm Jana Anıng Kırgızistandagı Agımdarı, Frunze.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">PETRAŞ, Y. G. (1981):
Teni Srednevikovya, Alma Ata, Kazakstan Yayınevi.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">SUHAREVA, O. A. (1960):
İslâm V Uzbekistane, Taşkent, Özbekistan İlimler Akademisi Yayınları.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">TABIŞALİYEVA, Anara
(1993): Vera V Turkestane (Oçerk İstorii Religii Sredney Azii i Kazahstana),
Bişkek, “Az-Mak”.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">TRİMİNGHAM, J. Spencer
(1971): The Sufî Orders In Islâm, Oxford, Clarendon Press.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">TSCHUDİ, R. (1961):
“Bektashiya”, Shorter Encyclopedia Of Islâm, Ed. By: H.A.R. Gibb and J. H.
Kramers, Leiden, E. J. Bril.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">YAMAN, Ali (2001):
Dedelik Kurumu Ekseninde Değişim Sürecinde Alevilik, İstanbul Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">YAMAN, Ali (2002):
“Yesevilik Araştırmalarının Sorunları Üzerine Bir Deneme”, Turkologya,
Türkistan, (Kırküyek-Kazan 2002), no: 1, s. 107-118.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">YAMAN, Ali (2003):
“Yesevi Jolının Negizgi Erekşelikteri Jayında”, Turkologya, Türkistan,
(Navrız-Sevir 2003), no: 4, s. 99-108. </span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">DİPNOTLAR</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[1] Yard. Doç. Dr. ,
Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[2] Kaynaklarda mezhep
veya tarikat şeklinde anılıyor. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[3] Dutar ve dombra,
Orta Asya’daki Türkler arasında yaygın olarak kullanılan Anadolu’daki
saz/bağlama’ya benzeyen müzikal enstrümanlardır. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[4] Türkistan bugün,
Kazakistan’ın güneyinde bulunan Çimkent Oblastı’na bağlı bir yerleşim birimidir.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[5] Gordlevski’nin
“İzbrannie Soçineniya (Seçilmiş Eserleri)”nde yer alan Alevilik-Bektaşilik
konusunda yazdığı makalelere (Gordlevski, 1960a; 1960b; 1962) ilişkin
değerlendirmelerimi içeren bir makaleyi yakında yayınlayamayı düşünüyorum.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[6] Laçilerden
aldığımız elyazması kitapların incelenmesi henüz tamamlanmış değil. Örneğin
bunlardan biri “Deste-i Gül” adlı bir eser olup içerisinde “Hikmet” benzeri
şiirler bulunuyor. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[7] Alevi-Bektaşilerde
bulunan önemli eserlerden Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli’de, Hacı Bektaş Veli ve
Hoca Ahmed Yesevi ile ilgili pek çok menkıbeye yer verilmektedir. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[8] Alevilerde Dedelik
kurumu ve Ocak sistemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. (Yaman, 2001)
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[9] Özbek Türklerinde
“dutar”, Kazak Türklerinde “dombıra”, Türkiye Türklerinde ise “saz/bağlama”
boyutları ve tel sayısı farklı olabilmekle birlikte aynı enstrümanı
simgelemektedir. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[10] Burada Hz. Ali’ye
atfedilen Kırgız ve Özbekler arasında çok tanınmış bir ziyaretgâh bulunmaktadır.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[11] Burada köy
sözcüğüne karşılık “kışlak” sözcüğü kullanılmaktadır.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[12] “Divane”
sözcüğünün kullanımı ve değişik anlamları konusunda da birçok veri
bulunmaktadır. Burada konuyu dağıtmamak için ayrıntıya girmiyorum.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[13] 1930’lu yıllarda
Özbekistan’ın Jayılma köyünde de Laçiler yaşamaktaymış. (Mambetaliyev, 1972: 60)
Bugünkü durumu ancak orayı ziyaret ettikten sonra söyleyebiliriz.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[14] Kırgız ve
Kazaklarda “boy” karşılığı olarak “urug” sözcüğü kullanılmaktadır. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[15] Sovyet döneminde
yaşamış bir tarihçi olan Mambetaliyev’in konuyu işçi sınıfı ile ilişkilendiren
Sovyet ideolojisine uygun bir açıklama getirdiği görülmektedir. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[16] Laçiler,
kendilerinin dışındakilerce “kadınlı erkekli ahlaksız ayinlerinde, la la diyerek
çırak söndürdükleri” şeklinde gerçek dışı, kulaktan dolma dedikodularla
tanınıyorlar. Bu bağlamda Anadolu Balkanlardaki Yesevi izbasarları
Alevi-Bektaşilerle de benzeşiyorlar. Bilindiği üzere Alevi-Bektaşilerle ilgili
de “mum söndü iftiraları” uydurulmuştur. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[17] Mambetaliyev, Laci
Atalarının hiyerarşik olarak altında ve onların yetiştirdiği müritleri olduğunu,
bunların sarkar (kalpa) olarak adlandırıldığını, Ataların altında bu kişilerin
grupları yönettiğini ifade ediyor. (Mambetaliyev, 1972: 62) Bu uygulama ilk
bakışta Alevilikteki dikme dede uygulamasına benziyor ancak, bu konuyu iyice
açıklığa kavuşturmak lazım.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[18] Onların zikirleri
Deste-i Gül adlı elyazması kitaplarında sık sık “Hu zikri” olarak ifade
ediliyor. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">[19] Rusça kaynakların
çevirileri yardımcılarım Engin Akgün, Alişir Azim ve Gülnaz Begim tarafından
yapılmıştır.</span></div>
</li>
</ul>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-90112832547991926092012-11-18T08:02:00.000-08:002012-11-18T10:04:49.884-08:00Ahmed Yesevi ve Yesevilik<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Çev. Prof. Dr. Mürsel ÖZTÜRK</span></b><br />
<div align="justify">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kuruluşundan günümüze
kadar Orta Asya’da çok geniş bir bölgeyi etkisi altına alan ve varlığını
Anadolu’da da devam ettiren Yesevî tarikatının kurucusu Hoca Ahmed Yesevî’dir
[1].</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana; text-align: justify;">Ahmed Yesevî’nin doğum
tarihi Hicri. V. (Miladi. XI.) yüzyılın ortalarına rastlar. Büyük Sovyet
Ansiklopedisi, onun doğum tarihini 482/1105 yılı olarak gösterir. Anılan
ansiklopediye göre o, Kazakistan’ın güney eyaletinin bugünkü merkezi olan
Çimkent şehrinin doğusunda bulunan Sayram ’da dünyaya geldi. Bir süre sonra
Yesi’ye göç ederek Sufîler arasına girdi ve çile çekmeye başladı [2].</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî’nin tarihî
kimliği hakkındaki belgeler çok az olmasına karşın, Türkler üzerindeki büyük
etkisi, çok sayıda araştırmacıyı bu konuda araştırma yapmaya sevk etmiştir.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sonraları Türkistan
adını alan ve bugün de bu adla anılan Sayram kasabası, Ahmed Yesevî zamanında
dinî bakımından faal bir yerdi. Efsanelerde Uğur Han’ın başkenti olarak bilinen
bu şehir, Mâveraünnehr ’deki İslâm tasavvufunun merkezlerinden birisi idi. O
sırada orada Arslan Baba ve Şeyh Baba Aslan’ın şeyhliğini yaptığı bir de tarikat
mevcuttu. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî, birkaç
yıl Türkistan’da öğrenim gördükten sonra Buhara’ya gitti. Bu dönemde
Selçukluların yönetimi altına girmiş olan Buhara, Mâveraünnehr ’in en büyük
İslâm merkezi sayılıyordu ve İslâm ülkelerinden gelmiş olan binlerce öğrenciye
ev sahipliği yapıyordu.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hacegân silsilesine
mensup olması yüzünden Hoca (Hace) Ahmed Yesevî adıyla anılması ve Şeyh Yusuf
Hemedanî’nin öğrencilerinden olması, Ahmed Yesevî’nin bir mutasavvıf olduğunu
göstermektedir. IV. (X.) asırdan itibaren Horasan mütefekkirlerinin düşüncesinin
ürünü olan ve orada teşkilâtlanan tasavvuf, kısa sürede Orta Asya Müslümanları
arasına yol bulmuştu. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hicri. V. (Miladi. XI.)
yüzyılın ortalarında Hoca Yusuf Hemedanî, Orta Asya’da tasavvufun önde gelen
ismi idi. Hoca Ahmed, Türkistan’da Arslan Baba’nın yanında bir süre tahsil
gördükten sonra Buhara’da Hoca Yusuf Hemedanî’nin yanında öğrenciliğe başladı.
Aynı dönemde Yusuf Hemedanî’nin aralarında bir tarikat kurucusu olan Şeyh
Abdülkadir Gilanî’nin de bulunduğu çok sayıda öğrencisi vardı. Bartold’a göre
Hoca Yusuf, dervişlik mesleğini Orta Asya’da yaygınlaştırdı ve onun öğrencileri,
İslâm'ın Türkler arasında yayılması konusunda önemli rol oynadılar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yusuf Hemedanî, din
öğrenimini Bağdat’ta gördü ve daha sonra Merv’e yerleşti. Orada Şeyh Ebu Ali
Ferimudî’nin önderliğinde Sufiye tarikatına girdi. Rivayetlere göre 10 bin defa
Kuran’ı hatmetti ve 37 defa Hac farizasını yerine getirdi. 1140 yılındaki
vefatından önce ölümüne değin yanında bulunmuş ve onun en seçkin öğrencileri
olmuş olan Ebu Muhammed Buharaî, Hoca Ahmed Yesevî, Abdülhalik Kayrevanî,
Abdullah Berrakî gibi büyük şahsiyetleri kendisine halife tayin etti.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeyhinin ölümü üzerine
onun makamına geçen Hoca Ahmed, Yesi şehrine geri dönerek orada görüşlerini
yaymak için faaliyete geçti. Kendine özel bir tarikat kurarak, bozkırda oturan
Kazakları ve Kırgızları etkisi altına aldı ve onlar arasında büyük bir itibar
kazandı. Yetiştirdiği dervişler, onun öğretilerini Türkistan’dan Volga
boylarına, Kafkasya’ya ve Anadolu’ya kadar geniş alanlara yaydılar. Adına
kurulmuş olan “ Yeseviyye ”veya “Yesevîlik” tarikatını günümüze kadar
yaşattılar. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlk önce Seyhun
sahillerinde, Taşkent civarında ve Doğu Türkistan’da hızlı bir şekilde yayılma
gösteren Yesevîlik; Türk dili ve kültürüyle güçlendikten sonra da Mâveraünnehr
ve Harezmi bölgesine, oradan bozkırlara ve Bulgar mıntıkasına girdi. Bu hızlı
gelişim sonucunda Hicri VII. (Miladi XIII.) yüzyılda başta Hacı Bektaş Velî
olmak üzere müritleri tarafından Anadolu’ya taşındı. Orada varlığını Bektaşilîk
ve Nakşibendîlik tarikatları arasında devam ettirdi. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeyh Yusuf Hemedanî’nin
öğrencisi Ahmed Yesevî, bir yandan Horasan fikir akımlarının etkisinde kalırken,
diğer yandan da Doğu Türkistan ve Seyhun havalisinde varlığını sürdüren Şîa
akımının etkisi altında kaldı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî’nin
tebligata başladığı devirlerde Doğu Türkistan’ın her köşesinde hankâhlar
kurulmuştu ve orada tasavvufa ve dervişlere gösterilen ilgi bir hayli fazlaydı.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevî tarikatının en
önemli özelliği, tasavvuf kültürü ile Türkçenin bir araya getirilmesidir. Ahmed
Yesevî, İslâmî ilimler hakkındaki engin bilgisine ve İran edebiyatına olan
aşinalığına rağmen, düşüncelerini Türk kavimlerine tebliğ ederken, Türk halk
edebiyatından faydalanmış; tasavvuf hükümlerini açıklarken basit ve anlaşılır
bir dil kullanmış, görüşlerini Türk halk edebiyatına uyan üslup ve nazım
şekliyle ifade etmiştir. Onun en büyük eseri olan şiirlerine “Hikmet” adı
verilmiştir. Tarikatında bölgede yaşayan Türk kavimlerinin örf ve adetlerini göz
önünde bulundurmuştur. Nakşibendî taraftarlarının yazdıkları eserlerde onun
zikir meclislerine kadın ve erkeklerin birlikte katıldıklarını belirtmeleri
bunun bir sonucu olsa gerektir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî’nin sade
ve amiyane şiir türü, Türklerin oturdukları bölgelerde çok sayıda taklitçi
buldu. Şiirlerinin etkisini, yaşadıkları ülkelerde büyük bir itibar sahibi olan
ve şiirleri geniş halk kitlelerinin dillerinde dolaşan Hakim Ata, Abay, Mahtum
Kulî ve Yunus Emre gibi büyük şairlerin şiirlerinde kolayca
görebiliriz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî’nin
“Divân-ı Hikmet” adı altında toplanmış olan şiirleri, dervişlerin faziletleri
ile ilgili methiyeler, Hz. Peygamber ve büyük İslâm sufîleriyle ilgili kıt’alar,
dünyanın durumundan şikâyet, kıyametin yaklaşması, cennet ve cehennem hikâyeleri
gibi konuları ele alır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bazı araştırmacılar,
Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’teki şiirlerin tamamını yazdığı konusunda şüphe
etmekte, onların, aynı üslup ve şekille, müritleri ve takipçileri tarafından
söylenmiş olabileceğini ileri sürmektedirler. Divan-ı Hikmet’in Hicri X. (Miladi
XVI.) yüzyıldan önceki bir nüshasının bulunmamış olmasını da bu iddialarına
dayanak yapmaktadırlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bugüne kadar Divân-ı
Hikmet’in eski bir nüshasının bulunmamış olduğu doğrudur. 1929 yılında
Türkistan’a giden Gordlevskiy, orada deri üzerine yazılmış olan Divân-ı
Hikmet’in bir nüshasının Ahmed Yesevî’nin türbesinde bulunduğunu, fakat
sonraları kaybolduğunu söylediklerini anlatır. Her ne kadar Divân-ı Hikmet’in
Hicri X. (Miladi XVI.) yüzyıldan önceye ait bir nüshası bulunmamış olsa da onun
Ahmed Yesevî zamanında mevcut olduğunu karineler yoluyla söyleyebiliriz.
Fazlullah b. Ruzbihan Huncî, Mihmân-nâme-i Buhara adlı kitabında Yesevî’nin
türbesinde onun kitabını gördüğünü ve okuduğunu söylemiş ve onu tasavvufî Türkçe
bir eser olarak nitelerken adını ve manzum oluşunu belirtmemiştir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mihmân-nâme-i
Buhara’nın yazarı şöyle demektedir: “İlahî feyzin bu fakire ihsan ettiği
faydalardan birisi de Hazret-i Hâce-i Yesevî’nin- Allah aziz ruhunu kutsasın-
yazdıklarından bir kitabı okumuş olmamdır. Türkçe olan o kitapta ilimlerin
inceliklerini ve tasavvufun hakikatlerini buldum. Süluk’un maksatlarında,
hakikate kavuşma mertebelerini açıklamada; saliklerin menzillerini ve vasıl
olanların makamlarını belirtme konularında onun benzerini görmedim.”</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dambery, Melioransky,
Martin Hartmann ve Brockelmann gibi tanınmış müsteşriklerin bazıları da Divân-ı
Hikmet’in Hicri X. (Miladi XVI.) yüzyıla değil, Hicri V. (Miladi XI.) yüzyıla
ait bir eser olduğunu söylerler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Her halükârda eldeki
nüshaların hiçbiri Yesevî’nin zamanına ait olmasa da Divân-ı Hikmet şiir
mecmuasının bazı şiirlerinin Yesevî’nin kendisine ait olduğuna şüphe yoktur.
Şiirlere o başlamış ve müritleri onları çoğaltılmışlardır. Şiirlerinden Hoca
Ahmed Yesevî’nin fikirleri, düşünceleri ve kişiliği hakkında bilgi edinmek
mümkündür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevî’nin hikmetleri
şu iki esas unsurdan meydana gelir: 1. İslâm, yani dinî ve tasavvufî unsur; 2.
Millî unsur yani eski Türk halk edebiyatı. Birinci unsur, tarikatın ideolojisini
ve ikinci unsur, Hoca Ahmed’in tebliğ metodunu ve şiirlerinin türünü
yönlendirmiştir. Bu durum, bu tarikatın Türk muhitinde bir Türk sufîsinin
kurduğu ilk büyük tarikat olmasına sebep oldu. Orta Asya’da büyük bir gelişme
gösterdikten sonra VII. (XIII.) yüzyılda Horasan’da Hayderiyye tarikatının, aynı
yüzyılın ikinci yarısında da Anadolu’da Babaî ve Bektaşî tarikatının ortaya
çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ehl-i sünnet tasavvuf
tarikatlarından sayılan Yeseviyye tarikatı, bütün sünnetleri, sünnet yerine
konan uygulamaları kabul etmiş, müritlerinin şeriat hükümlerini eksiksiz yerine
getirmelerini imanın şartlarından saymıştır. Görüşlerinin birçoğunun Nakşibendî
tarikatında yaşamış olmasına rağmen, Yesevî tarikatının kendine özgü inanç ve
görüşleri de vardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yeseviyye tarikatının
temel hükümlerini; marifetu’llah, doğru sözlü olmanın iyiliği, fena fi’llah ve
tam tevekkül teşkil etmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yeseviyye tarikatında
şeyhliğe ve rehberlik makamına ulaşmanın özel şartları vardır. Şeyhin,
ilmü’l-yakin, aynü’l-yakin, hakku’l-yakin, İslâm ilimlerinde derinlik, sabır ve
tahammül gibi makamlarını aşması gerekmektedir. Kemale erişmek arzusu ve zikir’e
katılma bu tarikatın gereklerindendir. Müritler için gerekli sünnetler ve iyi
ahlâk açıklanmıştır. Tarikat yolunun esasları; şeyhe saygı duymak, ona inanmak
ve eksiksiz tevazu göstermektir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevî tarikatının
uygulamasında önemli bir unsur, “halvet”tir. Halvetin süresi kırk gündür. Bu
süre zarfında müridin yapması gereken bütün görevler anlatılmıştır. Hatta
yenmesi gerekenler bile şeyhin iznine tabi tutulmuştur. Bu kırk gün kırk gecenin
çok ayrıntılı hükümleri ve çeşitli aşamaları vardır ki onların hepsini anlatmak
uzun sürer.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu tarikatta halvet iki
çeşittir: 1. Şeriat halveti, 2. Tarikat halveti. Ancak birinci halveti başarıyla
geçenler ikinci halvete girebilirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî,
kendine özel kaidelere göre müritlerini muhtelif gruplara ayırmıştır. Onun 90
binden fazla müridi olduğunu ve belli merhaleleri geçen müritlerinin bir
kısmını, kendi halifesi olarak muhtelif yerlere gönderdiği
nakledilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî,
müritlerinden başka bölge halkı üzerinde de büyük bir etkide bulunmuştur. Onun
hakkında nakledilen olayların bazıları efsaneye dayanır. Onun Hz. Peygamber’in
vefat yaşı olan 63 yaşına bastığı zaman hankâhında bulunan bir kuyuya girerek,
orada 130 yıl yaşadığını ve o süre zarfında çok sayıda keramet gösterdiğini
rivayet ederler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî’nin
kabri, Türkistan’dan ve başka yerlerden dilekte ve adakta bulunmak için gelen
çok sayıda kişinin ziyaret yeridir. Ayrıca kabrinin etrafında özel törenler
yapılır. Bu törenlerin en muhteşemi, kış mevsiminin belli günlerinde
yapılanlardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mihmân-nâme-i
Buhara’nın yazarı Hoca Ahmed Yesevî’nin kabrinin ihtiyaç sahiplerinin başvurduğu
yer olduğunu şöyle anlatmaktadır:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ey zalimin gamına
tutulmuş olan!</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesî kutbunun eteğine
yapış!</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">O, ölümsüzlük yolunun
komutanıdır.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesi şahı Hoca Ağa
Ahmed’dir o.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onun dergâhı
ihtiyaçların kabesi oldu.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onun halveti, münacaat
yeri oldu.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kambur felek, onun
avucundan su içmekte.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melek onun yüzünden
sırtına yeşil giyinmiş.</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî’nin
kabri, Hicri VIII. (Miladi XIV.) yüzyılın sonlarında yani onun ölümünden
yaklaşık 230 yıl sonra Timur’un fermanıyla seçkin ustalar tarafından onarıldı.
Binanın Timur tarafından onartılması konusunda çeşitli hikâyeler anlatılmıştır.
Bunlardan birisi de şudur: Rivayete göre Timur’un fermanıyla Hoca Ahmed
Yesevî’nin türbesinin yeniden yapılmasına başlandığı zaman, birkaç defa zorlukla
karşılaşıldı. Türbenin binası biraz yükseldikten sonra aniden yıkıldı. Derken
bir gün Timur, Hoca Ahmed için görkemli bir türbe yapmak istiyorsa, önce onun
hocası Arslan Bab’ın kabrinin üzerine bir türbe yaptırması gerektiğini rüyasında
görünce hemen Arslan Bab’ın türbesini yaptırdı ve ondan sonra Hoca Ahmed
Yesevî’ninkine başladı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Arslan Bab’ın türbesi,
Türkistan şehrine yaklaşık 30 km uzaklıktaki Farabî’nin doğum yeri olan ve halen
kalıntıları bulunan Otrar şehri yakınındadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Eskiden olduğu gibi
günümüzde de ziyaretçiler, Arslan Bab’ın kabrini ziyaret ettikten sonra Hoca
Ahmed Yesevî’nin kabrini ziyaret etmek için Türkistan’a giderler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Orayı ziyaret etmiş
olan Mihmân-nâme-i Buhara’nın yazarı, kitabında şunları söylemektedir (s.261):
“Yüksek kemeri göğe değen bir mescid, Beytü’l-Aksa’nın şeklini andıran görkemli
bir bina; sofaları, büyük abidlerin mabedlerini hatırlatmakta; kapıları, ibadet
edenlerin amellerinin yüzüne sevap kapısını açmaktadır.</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Doğruluk yüzünden orada
heves sahibine yer yoktur,</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesi’deki Han camiine
bak.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onun kemeri, göğün
kemerine eşittir.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hatta gök, onun yanında
alçak kalır.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onun alanı, gök
kemerinin alanı gibidir.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İçinde göğün adı
mırıldanır.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Eğer sen ona Mescid-i
Aksa dersen,</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">O, âlemin en uc
köşesinde bulunduğu için yerinde söylemiş olursun.</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tebriz, Isfahan ve
Şiraz’dan gelip bu binayı yapan ve muhtelif yerlerini yazılarla işleyen
ustaların soyundan gelenler bugün de Türkistan’da yaşamaktadırlar. Türbe ve
yanındaki mescid, azamet bakımından Semerkand’daki Bibi Hanım Mescidiyle
karşılaştırılır. Türbenin içinde Abdü’l-Aziz Şerefeddin-i Tebrizî ustanın
yaptığı benzerine az raslanır bronz bir kazan bulunmaktadır. Boyu, orta boylu
bir insanın boyundan daha yüksek olan bu kazana bugün de ziyaretçiler adaklarını
atarlar (Hacı Bektaş türbesindeki kara kazan gibi). Bu noktada kazanın, Türk
kültüründe birliğin ve misafirperverliğin sembolü olduğunu hatırlatmak gerekir.
Çapı 2.45 m. ve ağırlığı 2 ton olan bu kazanın üzerine nakşedilmiş olan
dökümcülük, nilüfer çiçeği nakşı ve Arapça harfler, onun ustasının üstün
maharetlerini göstermektedir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî’nin
türbesinin binası, kuru soğuklara, yakıcı güneşe ve sel ve zelzele gibi çok
sayıda tabii afete dayanarak yaklaşık altı yüzyıl ilk haliyle ayakta kaldı.
Bina, dıştan tek bir bölüm gibi görünüyorsa da aslında 8 bağımsız bölümü vardır
. Merkezinde büyük kazanın da bulunduğu ilk ve esas salonu çok görkemlidir. Bu
salonun sağ ve sol köşelerinde yatacak yerler vardır. Türbenin kümbetinin çapı,
18.2 m ve kabirden kümbetin uç noktası arasındaki mesafe 37.5 m.dir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yöre halkı, Hoca Ahmed
Yesevî’yi üç defa ziyaret etmeyi bir defa Hacca gitmekle denk sayar. Bu yüzden
çok sayıda ziyaretçi, büyük bir şevk içinde, yanlarında adakları ve kalplerinde
dilekleri olduğu halde Türkistan’a giderler ve oradan döndükleri sırada Hac
ziyaretinden dönmüş gibi karşılanırlar. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî’nin
ölümünden sonra bazı kişiler, kendilerinin onun neslinden ve torunlarından
olduğunu iddia etmişlerdir. Onun İbrahim adındaki oğlunun kendisi hayattayken
vefat ettiğini göz önünde bulundurulacak olursak, sülâlesi kızı Gevher Hatun’dan
yürümüş olmalıdır. Son zamanlara kadar sadece Türkistan’da değil, Şeyh
Zekeriya-yı Semerkandî, Üsküplü Şair Ata (XVI. yüzyıl), Evliya Çelebi (XVII.
yüzyıl) gibi Osmanlı ülkesinde yaşayan çok sayıda şair ve yazar Hoca Ahmed
Yesevî’nin soyundan geldiklerini iddia etmişlerdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Son yıllarda
Kazakistan’ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra Hoca Ahmed Yesevî ile Türkistan
şehrine büyük önem verilmeye başlanmıştır. Günümüzde Türkistan şehri,
Kazakistan’ın manevî başkenti olarak telâkkî edilmekte olup, gelecek yılın
yazında bin beş yüzüncü kuruluş yıldönümü kutlanacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bugünkü Kazakistan için
Türkistan şehri manevî değerinin yanında çok sayıda tarihî eserlere ve mekânlara
sahiptir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî,
Kazakistan için millî ve İslâmî benliğini tanıma aracıdır. O, Kazakistan’ı hem
Rus kültürü istilâsından hem de Mâveraünnehr, Özbekistan, Kırgızistan ve
Tacikistan gibi ülkelerde yaygın olan tarikatların etkisinden
korumaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kazakistan devletinin
yanında Türkiye Cumhuriyeti devleti de Türklerin eski kültür merkezlerinden
birisi olarak kabul ettiği Türkistan şehrine büyük bir önem vermektedir.
Türkiye, büyük bir köyden farksız olan oraya, Hoca Ahmed Yesevî’nin türbesinin
yanına, giderek Orta Asya’nın en seçkin üniversitelerinden birisi halini almakta
olan Uluslararası Hoca Ahmed Yesevî Üniversitesini kurmuştur. Halen Amerika,
Çin, Mısır, İran ve Pakistan gibi ülkelerden gelen hocalar bu Üniversitede ders
vermekte olup, Türkiye’den gelen 400 öğrenci ile 40 öğretim üyesi orada öğrenim
ve öğretimle meşguldür. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Daha önceleri Türk
ustaların ve işçilerin emekleriyle yapılmış olan Hoca Ahmed Yesevî türbesi,
bugün de Türk sermayesi ve ustaları tarafından yeniden onarılıp yapılmaktadır.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yüzyıllardır Orta
Asya’nın hatta bütün Türk dünyasının tarihinde büyük bir rol oynamış olan Hoca
Ahmed Yesevî, hiç şüphesiz bundan sonra da Kazakistan’ın itikadî ve içtimaî
hayatında büyük rol oynayacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">DİPNOTLAR</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ol>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu kısım, Mehdi Senayî,
Tarikat-i Yeseviyye ve nakş-i ân der gösteriş-i İslâm der Asyâ-yi merkezî,
Nâme-i Ferheng, sayı: I (Tahran 1377ş. / 1998), s. 169- 175 adlı makalenin
çevirisidir. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî ve
Yesevîlik hakkında geniş bilgi için bak. Fuad Köprülü: Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar, 3. bs., Ankara 1976; Fuad Köprülü- W. Bartold: İslâm Medeniyeti
Tarihi, Ankara 1973, s.189-199; Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu
Bildirileri: 26-27 Eylül 1991, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1992.</span></div>
</li>
</ol>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-15348180429479925222012-11-18T08:00:00.004-08:002012-11-18T10:05:09.388-08:00Pîr-İ Türkistan Hoca Ahmed Yesevî'de Tasavvuf Düşüncesi<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yrd.Doç.Dr. Rıdvan
Canım</span></b><br />
<div align="justify">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî ismi,
bugün dünyanın belli bir coğrafyasında, ölümünün üzerinden asırlar geçmiş
olmasına rağmen bir bayrak gibi dalgalanmaya devam etmektedir. Orta Asya'da
asırlardır maruz kaldığı haşin rüzgarlara, acımasız fırtınalara inançla dayanan
bu güzel bayrak, gölgesine Anadolu'muzu da almayı unutmamış. Asrın son
çeyreğinde dünyamızın siyâsî arenasında olup bitenler, bir anda belki de
iletişim dediğimiz olgunun da tesiriyle değişik kültürleri yüz yüze getirmiş
bulunmaktadır. </span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">Millet olarak mensubu bulunduğumuz kültürün geçmişini araştırmak,
inanç sistemimizi, gelenek ve göreneklerimizi şekillendiren, yaşama tarzımızı ve
dünya görüşümüzü oluşturan, kaybolmaya yüz tutmuş kültür kaynaklarını arayıp
bulma, inceleme ihtiyacını duyuyoruz. Bu kaynaklardan biri de Pîr-i Türkistan
unvanıyla bilinen ve şöhreti günümüze kadar ulaşmış bulunan Hoca Ahmed
Yesevî'dir. </span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî'yi ve
Yesevîyye tarikatını sıradan bir tasavvuf hareketi olarak düşünmek, kanaatimce
asırlardır üzeri küllenmiş bir sosyal realiteyi bütün yönleriyle kuşatamamaktır.
Bundan 7-8 asır önce Orta Asya'da ortaya çıkmış böylesine evrensel bir hareketin
toplum üzerinde yapmış olduğu tesirleri tahlil edebilmek demek; bir anlamda
günümüz kültürünün dokusunu derinlemesine görebilmek demektir. Asırlar sonra
kaybolan bir hazinenin bulunması gibi tekrar bütün ilgi ve dikkatlerin Orta
Asya'ya çevrilmesi, yeniden birtakım inceleme ve araştırmaların başlatılması son
derece anlamlıdır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslâmiyet, daha
hicretin ikinci asrında eski haline göre önemli sayılabilecek bazı değişiklikler
göstermeye başlar. Bunun en büyük nedenlerinden biri de kuşkusuz tasavvuf
cereyanı idi. Suriye'de İlk zaviyeyi kuran Kûfeli Ebû Hâşim'den sonra Süfyân-ı
Sevrî, Horasanlı Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansur, Cüneyd Bağdâdî değişik
fikirlerle ortaya çıktılar. Bunları izleyen Kuşeyrî, Gazali, Suhreverdî,
Abdülkâdir Geylânî bu alanda kendilerine inanıp bağlanan binlerce insan
buldular. Eski İran geleneklerinin en yakın takipçilerinden Horasan, İslâmiyet
in kabulünden sonra tasavvufun başlıca merkezlerinin başında yer alırken,
Mâveraünnehr bölgesinin de Müslüman oluşuyla tasavvuf cereyanına Türkistan yolu
görünmüştü. III.asırda Herat, Nişabur ve Merv gibi merkezlerin ardından
IV.asırda da Buhara, Semerkand ve Fergana da mutasavvıflarla dolmaya başlamıştı.
Ahmed Yesevî'nin ortaya çıkış devirlerinde ise Türk âlemi epey uzun bir zamandan
beri tasavvuf fikrine alışmış, mutasavvıfların menkıbe ve kerâmetleri sadece
şehirlerde değil, göçebe Türkler arasında bile az çok yayılmıştı. (1)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî,
ortaya koydukları ile yüzyıllardır "pîr" unvanı ile anılıyor. Benim kanaatime
göre bir tasavvuf terimi olan bu tabiri, Türk insanı, asırlardır ilâhî aşk
yolculuğunda erişilmesi güç bir zirve, rehber ve önder karşılığında
kullanmıştır. Bu terimin bir tarikat şeyhi anlamı dışında, özellikle Ahmed
Yesevî için düşünüldüğünde, çok daha evrensel bir boyutu olabileceği gözden uzak
tutulmamalıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî'nin Yesi
şehrinde irşada başladığı sıralarda Türkistan'da, özellikle Yedisu civarında
kuvvetli bir İslâmlaşma yanında İslâm ülkelerinin her tarafına yayılan tasavvuf
hareketleri de vardır. Medreselerin yanında kurulan tekkeler, tasavvuf
cereyanının merkezleri durumundaydı. Yine bu yıllarda Mâveraünnehr' i kendi
idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş(ll57), Harezmşahlar
kuvvetli bir İslâm devleti haline gelmeye başlamışlardı. Bu uygun şartlar
altında Ahmed Yesevî, Taşkent ve Siriderya yöresinde Seyhun'un ötesindeki
bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında kuvvetli bir nüfuz sahibi olmuştu.
İslâmî ilimlere vakıf olan, Arapça ve Farsçayı da bilen Ahmed Yesevî'nin,
çevresinde toplananlara İslâm ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının
adap ve erkânını öğretmek amacıyla söylediği "hikmet"ler ise, bu büyük insanın
maddî olduğu kadar mânevî hayatına dair son derece kıymetli bilgileri bize kadar
ulaştırmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Rivayetlere göre Ahmed
Yesevî'nin on iki bini kendi yaşadığı çevrede, doksan dokuz bini de uzak
ülkelerde bulunan müritleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği
pek çok halifesi bulunmaktaydı. Mürşidi Şeyh Yusuf Hemedânî gibi Ahmed Yesevî de
Hanefî Sünnî bir âlimdir. İlmi sağlam, tasavvuf bilgisi de çok güçlüydü. İslâm
dinine ve Hz. Peygamber'in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevî'nin
şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında
süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara
tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur.(2) Bu arada yeri gelmişken Ahmed
Yesevî'nin Hacı Bektaş-ı Velî ve Sarı Saltuk gibi Anadolu ve Rumeli erenleri ile
ilgisinin ise daha çok Menkıbevi olduğunu, bu konuda bilinenlerin de sadece
Evliya Çelebi ve tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî'nin naklettiklerinden ibaret
olduğunu belirtelim. XIII.yüzyılda Anadolu'da Yesevîliğin izleri görülmekle
beraber bu tarikatın zamanla özellikle Haydarîlik ve Bektâşîlik tarikatı
içerisinde kaybolup gittiğini söylemek mümkündür. (3)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bir inanç sistemi ve
yaşama biçimi olarak Yeseviyye tarikatının temelinde iki şey bulunmaktaydı.
Bunlar; "ilim ve hikmet" ile "Hanefî fıkhı"dır. İki kategoride ele alınabilecek
bu hususlar; hakikaten ismiyle müsemmâ olan Hoca Ahmed Yesevî tarafından marifet
ve şeriat isimleri ile "tasavvuf" bayrağı altında bir araya
getirilmiştir.Yesevîlik ; her şeyden önce son derece olumsuz şartlar içerisinde
doğdu. Maniheizm, Mazdakîlik ve Zerdüştlük gibi farklı inançların yoğun biçimde
ilgi gördüğü bir zeminde İslâm adıyla ortaya çıktı. (4) Tahmin edilebileceği
gibi İslâm dininin sonraki asırlarda insanların her zaman birbirlerine karşı
gösterilmesini öngördüğü hoşgörüyü de pek göremedi. Yesi'liler tarafından otuz
yıl süreyle taşlanan, horlanan, iftiralara maruz kalan ve hatta bu yüzden oğlu
öldürülen (5) gönüller sultanı bu büyük insan Ahmed Yesevî, buna rağmen
mücadelesinden dönmedi. İslâmiyet'e yeni girmiş olan ve büyük çoğunluğu okuma
yazma bilmeyen göçebe Türkler arasında bu dinin yerleşmesi ve yayılması için,
İslâm dinini o insanların anlayabileceği şekilde ve seviyede anlatmayı
başarmıştır. Çok sade bir Türkçe ile ve Türklerin hiç yabancısı olmadıkları
millî şiir vezni ile, hece vezni ile "hikmet"lerini yazmıştır. Yani, onlara bu
yeni dinin inanç ve ibadetle ilgili esaslarını kendi dilleri ile anlatmıştır.
Hoca Ahmed Yesevî'nin anlaşılmasında ve yüzyıllarca bütün Türklerin gönüllerinde
taht kurmasında bu anlatım biçiminin çok büyük payı vardır. Diğer taraftan o,
sade deyişleri ile İslâmiyyeti tanıtır ve yayarken bu dinin iyiyi, güzeli,
doğruluğu, iyi insan olmayı, özellikle insanları her şeyden önce insan oldukları
için sevmeyi, insanlara iyilik yapmayı ve onlara her bakımdan faydalı olmayı
telkin eden esaslarını anlatmaya önem vermiştir. (6)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bütün tarikatlarda
olduğu gibi Yeseviyye tarikatı sâlikleri için de uyulması gereken bir adap
vardı. Ana hatları itibariyle diğer tasavvuf mesleklerinden pek farkı olmayan,
ancak ayrıntılardaki bazı özellikler bakımından dikkate değer esaslar şunlardı :
Her şeyden önce mürit, hiç kimseyi şeyhinden üstün görmemeli, mutlak bir
teslimiyet içerisinde olmalıdır. Mürit zekî, uyanık ve dikkatli olmalı, şeyhinin
bütün işaretlerini anlamalı, şeyhinin bütün sözlerinden ve işlerinden razı
olmalıdır. Yine mürit hocasının kendisine verdiği görevleri büyük bir
ağırbaşlılıkla yerine getirmeli, ağırdan almamalı, isteksizlik, gevşeklik
göstermemeli, bütün bunların şeyhinin rızasızlığına sebep olabileceğini
bilmelidir. Mürit, sözünde sadık, sağlam ve güvenilir olmalı, hocasının
büyüklüğü konusunda hiç bir zaman şüpheye düşmemelidir. Mürit, hocasına ait özel
birtakım sırları saklamasını bilmeli, bunları olur olmaz yerlerde ifşa etmekten
şiddetle sakınmalıdır. (7)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî'nin
söylediği hikmetlerin her biri gerçekten bütün insanlık için saadet ve
mutluluğun sırrını taşımaktadır. Ahmed Yesevî'ye göre hakiki bir sûfînin riyazet
ve mücahedeye alışması, yeme içme nimetinden, halvet, şehvet ve işretten uzak
kalması lazımdır. Yeseviyye tarikatında halvetin özel bir önemi vardır. Halvet
esnasında nefse ve şeytana ait hazlar yanıp mahvolur. (8) Aslında şeriat ile
tarikat birbirinden ayrı şeyler değildir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kul Hâce Ahmed kırka
girdin kır nefsini </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada ağlayıp ahirette
temizle kendini</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İman postu şeriattır,
tarikat bil esasını</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikata giren Hak'tan
nasîb aldı dostlar</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeriata dayanmayan
tarikat bâtıldır. İmanın postu şeriat, içi ve özü ise tarikattır. Aslında bu
anlayış sadece Yesevî hazretlerine mahsus olmayıp bu devir sûfîlerin çoğunda
bulunmaktadır. (9)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikata şeriatsız
girenlerin</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeytan gelip imanını
alır imiş</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İşbu yolu pîrsiz dâvâ
kılanları</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şaşkın olup ara yolda
kalır imiş</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî hazretleri
herkese iyilik eder, hiç kimse kendisinde rahatsız olacak bir hal göremezdi.
Bütün insanların dünya ahiret saadeti ve rahatları için gayret ederdi. Dergahı
fakir ve yoksullar, yetim ve çaresizler için sığınak yeriydi. Allahın rızasını
kazanmanın yollarının başında insanların rızasını kazanmak gelir. İnsan ancak bu
şekilde Allah'ın yakın dostlarından olabilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nerde görsen gönlü
kırık, merhem ol sen</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Öyle mazlum yolda
kalsa, hemdem ol sen</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mahşer günü dergâhına
mahrem ol sen</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ben sen diyen
kimselerden geçtim işte</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kâfir bile olsa hiç
kimsenin kalbinin kırılmasını istemezdi. Bunun Allahü Teâlâyı incitmek anlamına
geldiğini de her zaman söylerdi.Şeriattan ayrılanlar, haksızlık yapıp zulmeden
idareciler sonunda hesap günü çok zor durumda kalacaklardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Molla müftî bolganlar
yalgan fetvâ birgenler</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aknı kara kılganlar ol
tamugga girmişler</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Rüşvet algan hâkimler
haram alıp yigenler</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Öz parmagın dişleben
korkup turup kalmışlar</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Molla müftü olanlar
yalan fetva verenler, akı kara kılanlar Cehenneme girmişler, rüşvet alan
hâkimler haram alıp yiyenler, parmağını dişleyip korkup durup
kalmışlar"</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilindiği gibi Kurân-ı
Kerim'in önemli bir bölümü peygamber kıssalarını ihtiva eder. Eski kavimlerin
durumu anlatılarak insanların bunlardan ibret almaları istenir.Aynı hatalara
düşmemeleri hususunda insanlar ikaz edilir. Ahmed Yesevî Kurân'ı rehber kabul
eden bir sûfî olduğu için hikmetlerinde sık sık bunu dile getirir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zekeriyyâ gibi başıma
bıçkı koysam</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Eyyüp gibi hem tenime
kurtlar salsam</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mûsâ gibi Tûr dağında
tâat kılsam</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu iş ile yâ Rab seni
bulur muyum ?</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yunus gibi deniz içinde
balık olsam</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yusuf gibi kuyu içinde
vatan tutsam</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yakup gibi Yusuf için
çok ağlasam</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu iş ile yâ Rab seni
bulur muyum ?</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kur‘ân-ı Kerim yüce
Allah'ın yolunda mücadele edenlerin, insanları iyiye, güzel, doğruya
çağıranların Allah'a iman edenlerin mükâfatlandırılacağını müjdeler. Bu yol aşk
yoludur, ama çetin bir yoldur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aşık değil sevdiğine
can vermese</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Köylü değil çapa yapıp
nan vermese</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada ağlayıp ahirette
can vermese</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yolda kalır Hudâ
lûtfunu alan yok</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">...</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seherde erken kalkıp
kanlar yut sen</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pîr-i mugan eteğini
muhkem tut sen</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hakka âşık olsan eğer
candan geç sen</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Candan geçen gerçek
âşık üryân olur</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu yol zorluklarla dolu
sonu ölüme kadar varabilen bir yoldur. Ama yüce Allah'ı seven bunlara katlanır.
Aşk insanı ölüme götürebilir ama âşık bundan korkmaz. Çünkü mükâfatı büyüktür.
Hz. İbrahim bunun en güzel örneğidir. Ahmed Yesevî bunu da şöyle dile getirir.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Allah diyerek ateşe
girdi Halîlullah</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">O ateşi bostan kıldı
görün Allah</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Baş eğerek ağlayıp dedi
şey'en lillâh</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fakir miskin ateşte ne
diye hevâ kılsın</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İnsanlar kusurdan uzak
değildir. Zaman zaman hata yaparlar, günah işlerler. Böylece iyiyi ve güzeli
emreden yüce Allah'ın emrine muhalif davranışta bulunmuş olabilirler. Bundan
derhal tevbe etmeleri gerekir. Allah tevbeleri kabul edendir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Cennet mülkünü anlayan
kullar tevbe kılsın</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tevbe kılıp huzuruna
yakın olsun</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Huri, köşkler, gılman,
vildân hizmet kılsın</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türlü türlü giydiği
şeref hilatı var (l0)</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İnsan, Allah'ın sevdiği
bir kul olmak isterse bu yolda zahmet ve sıkıntı çekmeli, birtakım zorluklara
katlanmalı, nefsini yere vurabilmeli ve her türlü fedâkârlıktan çekinmemelidir.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Gece yatmayıp uykusunu
haram kılsa </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kalp zikrini sır
zikrini tamam kılsa</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bin bir adını tesbih
edip dile alsa</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kul ne diye dergâhında
hatâ kılsın</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Her yerde olduğu gibi
zâlimlerin, yetim hakkı yiyenlerin mahşer gününde hesaplarının çok çetin olacağı
kesindir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zâlim olup zulmeden
yetim gönlün ağrıdan</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kara yüzlü mahşerde
kolunu arkada gördüm</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvufî remzleri
anlamak herkesin harcı olmadığı gibi bunu söyleyen Hak âşıkları da çok
zahmetler, sıkıntılar çekmişlerdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilmediler mollalar
Ene'l-Hakk'ın mânâsın</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kâl ehline hâl ilmin
Hak görmedi münâsip</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ana hatları ile Ahmed
Yesevî'de tasavvuf düşüncesini ele aldığımız bu çalışmada sözlerimizi yine sesi
asırların ötesinden bize kadar ulaşan bu büyük insanın dizeleriyle
bağlayalım.</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ey müminler tâat kılıp
dayanmayın</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Emânettir aziz câna
inanmayın</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Haram mekruh yığılmış
mala güvenmeyin</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mallarını karış adlı
yılan kılar</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu dünyaya bina koyan
Kârun hani</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dâvâ kılan Fir'avn ile
Hâmân hani</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vâmık Azrâ Ferhâd Şirîn
Mecnûn hani</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kahr eylese bir lâhzada
yeksân kıl</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">KAYNAKLAR :</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ol>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">l. Prof.Dr. Fuad
Köprülü : Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.
Ankara l976. s.l4</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Prof.Dr. Kemal Eraslan
: Türkiye Diyanet Vakfı İ.A. Cilt.2. s.l60-l6l.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Prof.Dr. A.Yaşar Ocak :
Anadolu Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik. Türk Dili Aylık Dil Dergisi
Hoca Ahmed Yesevî Özel Sayısı. .Sayı: 504 Aralık l993, s585-586.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Doç.Dr. Aşirbek
Kurbanoğlu Müminov : Yeseviyye Tarikatının Doğuşu Hakkında. Çev: Aşur Özdemir.
Yedi İklim. Sanat Kültür Edebiyat Dergisi. Beşinci Cilt. 5, Sayı: 42 Eylül l993.
s.l0-l3.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Doç.Dr. Aşirbek
Kurbanoğlu Müminov : Adı geçen makale.s.l2.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Prof.Dr. Reşat Genç :
Türklerde Dînî Tolerans ve Hoca Ahmed Yesevî. Türk Dili Aylık Dil Dergisi. Hoca
Ahmed Yesevî Özel Sayısı.Sayı: 504 Aralık l993, s.565-566.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Prof.Dr. Fuad Köprülü :
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara l976.
s.98</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Prof.Dr. Fuad Köprülü :
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara l976.
s.l02-l03.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ahmed Yesevî. Divan-ı
Hikmetten Seçmeler. Haz: Prof.Dr. Kemâl Eraslan. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Ankara l983. s.37.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">l0. Prof.Dr. Hayrani
Altıntaş : Ahmed Yesevî Düşüncesinin Kur‘ânî Kaynakları.Türk Dili Aylık Dil
Dergisi Hoca Ahmed Yesevî Özel Sayısı. .Sayı: 504 Aralık l993,
s.609.</span></div>
</li>
</ol>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-44222310585131700002012-11-18T07:59:00.004-08:002012-11-18T10:05:23.581-08:00Ahmet Yesevi'nin Fakrnâmesi İle Hacı Bektaşi Veli'nin Makâlâtında Dört Kapı Kırk Makam’ın Mukayesesî<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL</b><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü ve G.Ü.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Başkanı</b></span><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span>
<br />
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana;">In this article Dr. Güzel compares
Ahmet Yesevi's work "Fakr-name" with Hacı Bektash Veli's "Makâlât". By doing
this he proves the relationship between the two writers in their attitudes
towards human being, religion, and Islamic mysticism. Dr. Güzel defends Hodja
Ahmet Yesevi's and Hacı Bektash Veli’s "Dört Kapı-Kırk Makam" thought and their
basic ideas are the same.<br /> </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvufi düşüncenin
esasını ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler teşkil eder, ayet-i kerimeler
Kur'an-ı Kerim'le sabit olduğu için üzerinde herhangi bir ihtilaf söz konusu
değildir. Ancak hadis-i şerifler, sonradan toplandıkları için Hz. Peygambere ait
sözlerin bir kısmı sahih kaynaklar olarak bilinen hadis kitaplarında
yoktur.</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">Mesela sûfîlerin sahih hadis olarak naklettikleri "Ben bir gizli
hazine idim, bilinmekliğimi istedim ve kâinatı yarattım" mealindeki hadis, belli
başlı hadis kitaplarındâ bulunmamaktadır. Sûfiler böyle durumlarda mânâ aleminde
Hz. Peygamber ile görüşüp, hadisi bizzat ondan öğrenmek ve hadisin sıhhatini
bizzat ona tasdik ettirmek yoluna gitmişlerdir ( 1 ) ve diğerleriyle birlikte bu
hadisleri de düşüncelerine temel olarak kabul etmişlerdir.<br />Sûfilerin zikir ve
fikirlerinin esasını bu ayetler ve ayetlere mutabık hadisler teşkil eder.
Bilhassa üzerinde yaşadıkları âleme karşı aldıkları tavırlarda, dünyayı bir lâşe
kadar değersiz görmelerinde aşağıda mealen zikredeceğimiz hadislerin tesiri
olmuştur:</span><br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Allah indinde dünyanın
sinek kanadı kadar değeri olsaydı, hiç bir kâfura bir içimlik su vermezdi."
(2)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Ahirete nazaran
dünyanın değeri, sizden birinin parmağını denize daldırmasına benzer, parmağı
ile denizden aldığı suyu göz önüne getirsin." (3)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Her ümmet için bir
fitne sebebi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır." (4)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Dirheme kul olanın
burnu yere sürülsün, dirheme köle olan kahrolsun, kesesine esir olan hor ve
hakir olsun." (5)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Dünya bir lâşedir, onu
isteyen köpektir." (6)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Fakirlerle birlikte
oturup kalkmak tevazudandır ve üstün bir vasıftır." (7)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Allah'ım beni fakir
olarak yaşat, fakir olarak öldür." (8)</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Dünyada ya bir garip
veya bir yolcu gibi ol, kendini kabirlerde olanlardan say."
(9)</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu zikredilen
hadislerde ifadesini bulan dünya görüşünü bizzat Hz. Muhammed'in hayatında da
görmekteyiz. İslâm'ı tebliğ yıllarında, Mekkeli müşrikler kendisine davasından
vazgeçmesi karşılığında Onu Mekke'nin en zengini yapacaklar, kendilerine emir
seçeceklerdi ve Mekke'nin en güzel kızlarını nikahlayacaklardı. O, Islâma
karşılık teklif edilen bu servet bu şöhret ve şehveti red etmiştir. Bununla
birlikte Hz. Muhammed bunca varlığa rağmen fakirliği seçmiş "El-FakruFakrî (Fakr
benim iftiharımdır)" (10) demiş fakirliğiyle övünmüştür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Levlâke levlâk lema
halaktü'1-eflâk" (11) hitabına mazhar olan ve kendisinden "Habib'im" diye
bahsedilen, buna rağmen fakirliğiyle övünen Hz. Muhammed'i diğer peygamberlerden
üstün kılan işte bu mümeyyiz vasfıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu sebepledir ki Hz.
Muhammed'in yolunda Sufiler, fakirliği seçmiştir ve Dini ve Tasavvufi Türk
Edebiyatı'nda da Fakr-nâmelerdeki fakr kelimesinin lügat manalarının şu şekilde
olduğunu görmekteyiz:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Kamus-ı Türkî'de: El
Fakr, yoksulluk manasındadır, gınâ (zenginlik) mukabilidir. Fakr, mastar-ı
metruk olup isim olarak kullanılır. Sofiyye istılahında fakr, mefhum olan
varlıktan kurtulmak, fenafillah'a mazhar olmak yerinde kullanılan bir
tabirdir.(12).</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">A. Gölpınarlı;
Tasavvufta ıstılah olarak kullanılan fakr`ın, bildiğimiz yoksulluk olmadığını,
buna mukabil manevi yokluk olduğunu ifade etmektedir. Diger taraftan mevhum ve
nazarî olan varlığı terk eden ef’al, sıfat ve zâtın Hak'ta fani kılan kimse
hakiki fakr'a erişmiş ve fakr tamamlanınca Allah kalır mealindeki hadis
mucibince fakr edilecek fakr'a erişmiş olur. Böyle olan adamın isterse sayısız
malı, mülkü olsun hiçbirine gönül bağlamayacağı ve tasavvufi tabiriyle malına
kul olmayıp, mali kendisine kul edeceği için hiç bir zararı yoktur (13)
demektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fakr kelimesinin
müştaklarından olan fakir kelimesi ise Kamus Tercümesinde şu şekilde ifade
edilmektedir: El-Fakir, Fakr u Fakke sahibi kişiye denir. Cem'i fukara gelir.
Milennesi fakire ve cem'i fekâ'ir'dir. Malum ola ki fakr'ın miktar-ı derecesi
hemen iyâlini idare edecek nesneye iktidarı olmamak demek olur. Zahiren bu
müreccahtır. Ehl-i Arabbiye fakir ile miskin beyinlerini fark ederler ki: Fakir
şol kimsedir ki sedd-i ramak edecek kût ve gıda bulur ola miskin asla bir
nesnesi olmaya. Ve inde'1-ba'z fakir muhtaç ve geda ve miskin ve zelil ve hakire
denir. Zillet ve hakareti gerek fakr'u fakke sebebiyle ve gerek ahval-i saire
sebebiyle olsun.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslâm Ansiklopedisi ise
fakiri: Maddî ve manevî bakımdan sıkıntı içinde olan, mukabili gani. Fakir
sonraları bilhassa Allah'a muhtaç olan ve her ne suretle olursa olsun tevekkül
eden manasına gelmeye başlamıştır. Bu telakkinin sevki ile Arapça konuşulan
memleketlerde "dilenci, derviş" manasında da kullanılmıştır, şeklinde ifade
eder.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Agâh Sırrı Levent, Fakr
kelimesinin tasavvufi manasına dikkat çekerek; Fakr, tasavvufta tarikata yeni
giren sâlikten istenen, dünya nimetlerini hiçe sayarak azla yetinmek, alçak
gönüllü olmak, nefse düşkünlük göstermek, dünya ile ilgiyi kesmek, (Alayık
kaydından çözülmek), Tanrı'dan gayriyi düşünmemek (masivadan geçmek) ve kendini
Tanrı'ya vermektir. Salik tarikattaki dereceleri birer birer geçerek seyr-i
sülükı tamamlarken bu vasıfları da kazanmış olur. Nihayet son bir mertebe kalır
ki o da fenafillah mertebesidir. Bu kendi varlığını Tanrı'nın varlığında yok
etmektir ( 14) demektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Görüldüğü gibi
fakrk'lık zahiri olarak yoksul bir hayat sürmek olduğu kadar, kişinin
fenafillah'a ulaşmak için yapacağı bir takım mücahadeleri ve geçeceği makamları
ifade eden tasavvufi bir ıstılahtır. Bu makamları anlatan eserlere Fakr-nâme
denir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dinî-Tasavvufi Türk
Edebiyatı'nda; fakr'ı ve makamlarını anlatan Aşık Paşa'nın Fakr-Nâme adlı
mesnevisinde olduğu gibi müstakil eserler olmakla birlikte, çeşitli tasavvuf ve
tabakat kitaplarında da muhtelif bölümler hâlinde fakr-nâmeler ele
alınmıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nitekim Ahmet
Yesevi'nin Divan-ı Hikmet'inin Kazan ve Taşkent baskılarının mukaddimesinde
böyle bir Fakr name mevcuttur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Biz bu tebliğimizde
Ahmet Yesevi'nin mezkur Fakr-nâmesi ile Hacı Bektaş Veli'nin Makâlât'ındaki Dört
Kapı-Kırk Makam arasındaki benzerliklere işaret edeceğiz. Bu şekilde Velayetnâme
ile bizzat veya Şeyh Lokman-ı Perende vasıtasıyla birbirine bağlanan (15) bu iki
Türk mutasavvıfının fikrî müştereklerine dikkat çekmek istiyoruz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Çalışmamızda kolaylık
sağlaması açısından Yesevi'nin Fakr-nâme'sini "Y" harfi ile Hacı Bektaş'ın
Makâlât'ını ise "M" harfi ile göstermeyi uygun bulduk.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevi' de dört makam
kırk kapı şu şekildedir:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">a) Şeriattaki on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hak Teâlânın birlikige,
barligıga, sıfatıga ve zatıga imân keltürmek. (Hak Teâlânın birliğine,
varlığına, sıfatına ve zâtına iman getirmek.)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Namaz okumak (Namaz
kılmak) </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Rüze tutmak (Oruç
tutmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zekât bermek (Zekât
vermek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hac kıymak (Hac
farizasını yerine getirmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mülayim sözlemak
(Yumuşak konuşmak) </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlm örgenmak (İlim
öğrenmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hazret-i Rasul-i Ekrem
sallallahu aleyhi ve sellemning sünnetlerini becây keltürmak (Hazret-i Resul'ün
sünnetlerini yerine getirmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Emr-i ma'rufnı becây
keltürmak (Şeriat bakımından yapılması gerekli şeyleri yerine getirmek)</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nehy-i münker kılmak
(Şeriatın yasakladıgı şeylerden kaçınmak)</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">b) Tarikattaki on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tövbe kılmak (tevbe
etmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pirge kol bermak (Pire
el uzatmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Havf (korku)</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Recâ (Tanrı'nın
rahmetinden ümitli olmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vird-i evkâtını becây
keltürmak (Belirli vakitlerde Kur'ân'dan sureler veya dualar okuyarak yapılan
ibadeti yerine getirmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pürni hizmetide bolmak
(Pirin hizmetinde olmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pirning icazeti birle
sözlemak (Pirin izni ile konuşmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nasihat eşitmek
(Nasihat dinlemek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tecrid bolmak (Tecrit
olmak) </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tefrid bolmak (Tefrit
olmak)</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">c) Marifetteki on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fenâ bolmak (Fena
olmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Deıvişlıknı kabul
kılmak (Dervişliği kabul etmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Her işke tahammül
kılmak (Her işe taharnmül etmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Helal tayyib taleb
kılmak (Helal ve güzel istekte bulunmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ma'rifet kılmak.</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeriat ve tarikatını
ber-pây tutmak (Şeriat ve tarikatını ayakta tutmak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dünyanı terk kılmak
(Dünyayı terk etmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahiretni ihtiyar kılmak
(Ahireti seçmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vücud makamını bilmak
(Varlık makamını bilmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hakikat bilinak
(Hakikat sırlarını bilmek)</span> </div>
</li>
</ul>
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">d) Hakikattaki on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hâk-râh bolmak
(Herkesin yolunun toprağı olmak, alçak gönüllülük)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yahşı yamannı tanımak
(İyiyi kötüyü tanımak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yurun lokmage kol
salmaslik (Bir parça lokmaya el uzatmamak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Özini lokmasını
sebil-rah kılmak (kendisini lokmasını hak yoluna sebil etmek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kişinin azar bermemek
(Kimseyl incitmemek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fakirlıkga münkir
bolmamak (Fakirlığı inkar etmemek)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr-i sülûk
kılmak.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Her kimdin sırrın
saklamak (Herkesten srrınıı saklamak)</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeriat, tarikat,
marifet ve hakikat makamını bilimek ve amel kılmak. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hazret-i
Rabbı'1-İzzet'e ulaşmak (*)</span> </div>
</li>
</ul>
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hacı Bektaş Veli'nin
Makâlât'ında Dört kapı, kırk makam ise şu şekildedir: </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">a) Şeriatte on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İman getirmek: Çalap
Tanrı'ya inanmak, buyruğun tutmak imandandır. Feriştelerine (melaike) inanmak,
Tanrı'nın Kur'ân'ına ve kitaplarına inanmak, dostlarına inanmak, kıyamete
inanmaktır (16).</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlim öğrenmek</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Namaz kılmak, zekat
vermek, oruç tutmak, gücü yetene hacca gitmek, seferberlik olunca kaçmayıp
düşmana karşı gelmek ve cenabetten temizlen</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Helal kazanmak, faizi
haram bilmektir.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nikah kıymaktır.</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hayz ve lohusalıkta
cinsi münasebeti haram bilmektir.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sünnet ve cemaat (Ehl-i
sünnet ve '1-cemaat) ehlinden olmak,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şefkat,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Temiz yemek ve temiz
giyinmek, </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Emr-i bi'1-ma'ruf nehyi
ani'1mûnker yani iyiliği emredip yaramaz işlerden sakındırmaktır (17).</span>
</div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">b. Tarikatte on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pirden el alıp tövbe
etmek, 2. Mürid olmak,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Saç kesmek,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nefs savaşında
(mücahade etmek) olgunlaşmaktır, pişmektir.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hizmet etmektir.</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Havf yani korkudur.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ümid etmektir.</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hırka, zenbil, makas,
seccaade, subha (yüz taneli tesbih), ibrat (iğne) ve asadır.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sâhib-makam (makam
sahibi), sâhib-cemiyet (cemaat sahibi), sâhibnasihat (nasihat sahibi) ve
sâhibmuhabbet (muhabbet sahibi) olmaktır.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aşk, şevk, sefa ve
fakirliktir ( 18) </span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">c. Marifette on
makam:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Edeb </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Korku</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Perhizkârlık</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sabır ve kanaat
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Utanmak</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Cömertlik </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlim</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Miskinlik </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Marifet</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kendini bilmek
(19)</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">d. Hakikatte on makam:
</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Toprak olmak,</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yetmişiki milleti
ayıplamamak, </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Elinden geleni
esirgememek,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dünyada yaradılmış
bütün nesnelerin kendisinden emin olmasıdır.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mülk sahibine yüzünü
sürüp yüz suyunu (yaratılış sebebi olan Muhammed nurunu) bulmak,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sohbette hakikat
sırlarını söylemek,</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr-i sülûk
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sır</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Münacaat</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Çalap Tanrı'ya
ulaşmaktır. Kavuşma bundadır (20).</span> </div>
</li>
</ul>
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Mukayese: Her iki eserin ortak ve
farklı makamları şu şekildedir: Madde sonlarındaki harf esere, rakam ise makam
sıra numarasına işaret etmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">B) Ortak Makamlar
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">a) Şeriatta:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İman: Y/ 1-M/ 1
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Namaz: Y/2-M/3
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Oruç:
Y/3-M/3</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zekat: Y/4-M/3
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hac: Y/5-M/3</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlim: Y/7-M/2</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sünnete riayet:
Y/8-M/7</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Emr-i maruf a riayet:
Y/9-M/ 10</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nehyi-i münker'e
riayet: Y/ 10M/ 10</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">b)
Tarikatta:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tevbe: Y/ 1-M/
1</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">El almak: Y/2-M/ 1
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Havf: Y/3-M/6</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Reca: Y/4-M/7</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pire hizmet:
Y/6-M/5</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nasihat dinlemek:
Y/8-M/9</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tecrld: Y/9-M/4 8.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tefrid: Y/
10-M/4</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">c)
Marifette:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fena: Y/ 1-M/8</span>
</div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tahammül:
Y/3-M/4</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Helal ve güzeli isteme:
Y/4-M/ 4</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Marifet kılmak: Y/5-M/9
5. Dünyayı terk: Y/7-M/8</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vücud makamını bilmek:
Y/9M/ 10</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hakikat esrarını
bilmek: Y/ 10M/9</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">d)
Hakikatte:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Alçak gönüllük:
Y/1-M/1</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kendini ve malını Hak
yoluna sebil etme: Y/4-M/3</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kimseyi incitmemek:
Y/5-M/4 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyr-i süluk kılmak:
Y/7-MJ7 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sır sklamak:
Y/8-M/8</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeriat, tarikat,
marifet, hakikat makamını bilmek ve amel kılmak: Y/9-M/7</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hazret-i
Rabbı'1-İzzet'e ulaşmak: Y/ 10-M/ 10</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">C) Farklı
Makamlar</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">a) Şeriatta:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yumuşak konuşmak:
Y/6</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Helal kazanmak ve faizi
haram bilmek: M/4</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nikah kıymak:
M/5</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hayz ve lohusalıkta
cinsi münasebeti haram bilmek: M/6</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şefkat: M/8</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Temiz yemek ve temiz
giyinmek: M/9</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">b)
Tarikatte:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Vird-i evkatını yerine
getirmek: Y/5.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Pirin icazeti ile
konuşmak: Y/6 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mürid olmak:
M/2</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Saç kesmek: M/3
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Havf M/6</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hırka, zenbil, makas,
seâaade, subha, igne, asa: M/8</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aşk, şevk, sefa ve
fakirlik: M/ 10</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">c)
Marifette:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dervişliği kabul
kılmak: Y/2</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şeriat ve tarikatı
ayakta tutmak: Y/6</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">3.Ahireti ihtiyar
kılmak: Y/8 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sabır ve kanaat:
M/4</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Miskinlik: M/8 6.
Marifet: M/9</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kendini bilmek: M/
10</span> </div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">d)
Hakikatte:</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İyiyi kötüyü bilmek:
Y/2</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bir parça lokmaya el
uzatmamak: Y/ 3</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fakirliği inkar
etmemek: Y/6 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yetmiş iki milleti
ayıplamamak: M/2</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">5.Mülk sahibine yüzünü
sürmek, Muhammed nurunu bulmak: M/5 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sohbette hakikat
sırlarını söylemek: M/6</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Münacat: M/9</span>
</div>
</li>
</ul>
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana;">NETİCE</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Maddeler halinde
gösterdiğimiz müşterekler ve farklar tetkik edildiğinde görülecektir ki, Şeriat
kapısında Ahmet Yesevi'nin zikrettiği on makamdan dokuz'u Hacı Bektaş'ta da
aynıyla görülmektedir. Yalnız Hacı Bektaş' da namaz, oruç, hac, zekat makamları
tek maddede toplanmış buna ilave olarak helal kazanç, nikah, haram, şefkat ve
temizlik maddeleri zikredilmiştir. Farklı olarak görülen bu ifadeler Ahmed
Yesevi'nin Emr-i maruf Nehyi münker makamlarından başkası değildir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarikat kapısında
Yesevi ile Hacı Bektaş'ın yedi makamı müşterektir. Yesevi' de bulunmayan saç
kesmek ile hırka, zembil ve asa gibi maddi unsurların sonradan ilavesi kuvvetle
muhtemeldir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Marifet ve Hakikat
kapısında da yedişer makamın müşterek olduğunu görmekteyiz. Diğer üçü ise özde
aynı, fakat ifadesi farklı makamlardan ibarettir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dört kapıda zikredilen
kırk makamdan otuzu birbiriyle ayniyet derecesinde benzerlik arz etmektedir.
Diğer on tanesi birbirini nakzedecek kadar olmayıp, sadece ifade farkından
ibarettir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Haddizatında bu kadar
küçük farklılığın bir eserin iki nüshasında bile görüleceğinden bunları fark
olarak bile telakki etmemek gerekir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hal böyle olunca bu
küçük mukayese bize gerek Yesevi'nin, gerekse Hacı Bektaş'ın aynı geleneğin yani
Türkistan'da başlayan tasavvuf geleneğinin temsilcileri olduklarını; her kişinin
de maddeten olmasa bile manen mürşit-mürid münasebetinde olduklarını
göstermektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmet Yesevi ile
Hacı Bektaş Veli'nin mezkur eserleri arasındaki bu kısa mukayeseden de
anlaşılacağı üzere, bu tür eserler, Türk milletinin fikri, ilmi, sosyal ve
benzeri konularda gelişmesini sağlayan ortak kıymetlerinin hülasasıdır.
Milletimizin bekasında birer kilometre taşları olan Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş
Veli’nin fikir birliği sağladıkları milli ve dini değerler, bu gün her
zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz milli birlik ve beraberliğimizi
besleyecek kaynaklardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">DİPNOTLAR: </span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(1) (1) İsmail Hakkı
Bursevi, Kenz-i Mahfi, Misvak Neşriyat, İst., 1980, s. 10-11. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(2) Tirmizi, Zühd,
13.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(3)Müslim, Cennet, 55.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(4) Tirmizi, Zühd,
26.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(5) Mustafa Kara,
Tasawuf ve Tarikatler, Dergah Yayınları, İst., 1985, s. 71-72; Buharî, Rikak,
10; İbni Mace, Zühd, 58.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(6) Acluni, I,
499.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(7) M. Kara, a.g.e., s.
86-87; Aclunî, I, 329.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(8) El-Leâlî, II,
325.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(9) M. Kara, a.g.e.,
71; Buhâri, Rikak, 3 </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">( 10) El-Aclunî,
Keşfü'1-Hafâ, II, 87.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(11) "Sen olmasaydın
âlemleri yaratmazdım." Acluni, II, 104.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(12) M. Zeki Pakalin,
Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, İst., 1946, s. 585; Kemal
Eraslan, "Yesevi'nin Fakrnâmesi" LÜ.T.D. ve E. Dergisi, XXII, İst. 1977, s.
46.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">( 13) A. Gölpınarlı,
Kaygusuz-Vizeli Alaaddin, İst., 1932; Kemal Eraslan, a.g.m., s. 46. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(14) K. Eraslan,
a.g.m., s. 48.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(15) Fuat Köprülü. Türk
Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ank., 1981, s. 48-54.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(16) Türk Kültürû ve
Hacı Bektaş Veli, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, Ankara, 1988, s.
54-56.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(17) Esat Coşan-Hüseyin
Özbay, Makâlât, Kültür Bakanlığı, Ank. , 1990, s. 13-14. (18) E.Coşan H.Özbay,
a.g.e.. s. 15-18. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(19) E.Coşan-H.Özbay.
a.g.e., s. 19.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">(20) E.Coşan-H.Özbay,
a.g.e., s. 20.</span></div>
</li>
</ul>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-50986949939701630742012-11-18T07:58:00.003-08:002012-11-18T10:05:51.089-08:00Bir Şiir Mecmuasında Ahmed Yesevi<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Prof. Dr. Hüseyin Ayan</span></b><br />
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Türkiyat Araştırmaları Dergisi Sayı: 3, Konya
1997, s. 79-84</span></b><br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bugünkü bilgilerimize
göre, Türklerin İslâmiyet'i kabulünden sonra, birden bire iki büyük ve mükemmel
edebî eserle karşılaşıyoruz:</span></div>
<a name='more'></a><ol>
<li><div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dîvânü
Lügâti't-Türk</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kutadgu Bilig</span>
</div>
</li>
</ol>
<span style="font-family: Verdana;">Öteden beri vatanımız olarak bilinen
Orta Asya, İslâmiyet'in Türkler arasında yayılması ve İran'ın Arap-İslâm
ordularına yenik düşmesi sayesinde Batı hududumuz bir set olmaktan çıkmış, geniş
İslâm dünyası haline gelmiştir. Daha XI. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu,
Türklerin idaresine girerek, Türk vatanının batı sınırı Ege kıyılarına
dayanmıştır. Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılan Türklerin Edebiyatı da
haliyle bu geniş alanda teşekkül edecekti. İslâm öncesi kaynaklardan da izler
taşıyan edebiyatımız, İslâm'ın tesiriyle Orta Asya'da gelişerek, Türklerin
gidebildikleri yerlere kadar ulaşmış bulunuyordu.</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türk Divan şiirinin ilk
örneğini veren Yusuf Has Hâcib (1019-1070'ten sonra)'in Kutadgu Bilig'i, İslâm
medeniyeti tesiri altında vücûda getirilen, Türkçenin bilinen ilk ve en eski
eseridir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aynı yıllarda yazılan
Divanı Lügâti't-Türk (Kaşgarlı Mahmut (466 H.-1072 M.), İslâm öncesinden gelen
bazı örnekleri, İslâmî sahaya aktarmıştır. Her iki eserin de eğitim gayesi
güttükleri ortadadır. Sanat ikinci plândadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">On birinci yüzyıldan bu
iki mühim eser bize ulaşırken XII. yüzyılda Orta Asya'da ilmî ve edebî hayat çok
canlı olmasına rağmen, Batıda yerleşme devam etmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yûsuf Hemedânî'nin
üçüncü halifeliğini kabul eden Ahmed Yesevî (1083 ? - 1167 ?)'nin hayatı
menkıbelerle örülmüştür. O'nun gerçek hayatı ile menkıbeleri, gerek Moğol
istilâsından Batı'daki Türk yurtlarına kaçan tarikat mensubu dervişlerin (Alp
erenlerin) dilinden varılan yerlerdeki Türk halkına ulaştırılmış ve canlı
kalması sağlanmıştır. Ahmed Yesevî "Hikmet'leri yeni Türk yurtlarında okunmuş ve
ağızdan ağza geçerek, yeşermeye çalışan Türk edebiyatının asıl dokusunu teşkil
etmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilindiği gibi, Ahmed
Yesevî'nin manzumelerine, hangi nazım şekliyle yazılırsa yazılsın "hikmet" adı
verilmiştir. Bunun mânâsını açıklamaya gerek yoktur. Ancak hikmetsiz söz de kuru
lâf kalabalığından ibarettir» Tekkelerde, tekke şeyhinin, daha geniş manâsıyla,
mürşit'in sözlerinde bir hikmet görüp sezememek ise büyük gaflet sayılır. İster
Hoca Ahmed Yesevî tarafından, ister O'nun yolunda giden dervişler eliyle olsun,
onun şiirlerine h i k m e t ve bunların bir araya getirildiği kitaba da "Dîvân-ı
Hikmet" denmiştir. Daha sonraları ise bu tarzda yazılan şiirlere h i k m et adı
verile gelmiştir.<br />Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Yesevî'nin hikmetleri, yüzyıllar
boyunca, O'nun dervişleri tarafından büyük bir vecd içinde okunmuş, bestelenerek
ilâhî şeklinde terennüm edilmiştir. Tekke mensubu olan şâirler, bu yolda benzeri
manzumeler yazmışlar, geleneğe uyularak onların şiirlerine de h i k m e t
denmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Alp erenler veya
Horasan erleri olan şairler bu ekolü Anadolu'ya taşımışlar, XIII. yüzyılın
sonlarında XIV. yüzyılın başlarında Sultan Veled, Yûnus Emre ve Âşık Paşa'ların
yetişmesine müessir olmuşlardır. Kısa bir zaman içinde Yûnus'un pürüzsüz ve
lirik şiirleri, Anadolu'daki Türk yurdunda Yûnus ekolünün oluşmasına yol
açmıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Edebiyat tarihimizin
kaynakları zikredilirken önce şuarâ tezkireleri ve tarihler, arkasından da
devrin şiir mecmualar (mecmûa-i eş'âr) ve cönklerden söz edilir. Hiç şüphesiz
şiir mecmuaları, onu derleyenin ve derlendiği devrin şiir ve edebiyat zevkini
ortaya koyması bakımından çok önemlidir. Kütüphanelerimiz şiir mecmuaları
(mecmûa-i eş'âr) bakımından ?oldukça zengindir. Bunların taranması,
araştırılması ve günümüz okuyucusuna ulaştırılması, edebiyatımızın ve kültür
tarihimizin geleceği bakımından büyük önem taşır. Bizim elimizin ulaşabildiği
mecmuaların, yazıldıkları bölgeye göre de tasnifleri mümkün görülmektedir. Hele
Orta Asya ve Anadolu'da derlenen şiir mecmualarının kıyaslanması da gereklidir.
Bizim görebildiklerimiz kadarıyla, Orta Asya ve Anadolu'da kaleme alınan şiir
mecmuaları, muhteva yönünden olduğu gibi dış yönüyle de farklılıklar arz
etmektedir. Böyle bir mecmua; ne zaman ve nereden gelerek bilinmemekle beraber,
Konya'mızın Mevlânâ Müzesi'ne konmuştur</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">2460 numara ile kayıtlı
bulunan bu mecmua, 21 x 13; 16,5 x 8,5 cm. ebadında ve 168 yapraktan ibarettir.
Sahifelerdeki satır sayıları değişiktir. Meşin ciltli, sahife kenarları
cetvelsiz; aralardan bazı yaprakları eksik, sonunda dört ve arada bazı yapraklar
boş bırakılmıştır. Ketebe kaydı bulunmamaktadır. Yazı çeşidine bakarak,
mecmuadaki şiirlerin aynı kişi tarafından istinsah edildiğini söylemem
mümkündür. Kağıt ve yazı, mecmuanın kaleme alındığı devirlerdeki Mâveraünnehr ve
Türkistan karakteri taşımaktadır. MUHYİ (s. 182-195)'nin 14 ve CAMİ (veya
HÂMİ)'nin 2 Farsça gazeli dışında bütün manzumeler Türkçe (Çağatay
lehçesiyle)'dir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Çağatay sahasında
derlenmiş olan bu mecmuada ilk isim: Ahmed Yesevî'dir. Mecmua, Ahmed
Yesevî'nin:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">"Arif "âşık sohbetidin
behre alğan <br />Hudâyığa yakın boldı bildim muna <br />Pîr-ı Kâmil mükemmelğe
hizmet kılıp <br />İhlâs birle sır esrarın bildim muna </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">dörtlüğüyle gelişen
hikmetiyle başlar (2 b; sonradan konan sahife rakamlarına göre ise 1). Yesevî
hikmetlerinden sonra ikinci isim: Hakîm Süleyman ATA (BAKIRGANİ)dır. Hemen
hepsinin Ahmed YESEVİ'nin dervişi veya muakkibi olan diğer şâirlerin,
bazılarının adlarına, bazılarının da hayat hikâyelerine ve edebî kişiliklerine
Edebiyat tarihlerimizde veya şuarâ tezkirelerinde rastlanamamaktadır. (Prof. Dr.
Kemal ERASLAN, Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler, Ankara, 1983,
Başbakanlık Basımevi, s. 49'da bu mecmuadan faydalandığını söylemektedir.) Prof.
Kemal ERASLAN eserinde bazılarının adlarını zikretmekle beraber, bu mecmuadaki
şairlerin hayat hikâyeleri araştırılmalı ve edebiyatımızdaki yerleri
belirlenmelidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şiir mecmuasında,
şiirlerinin sırasına göre: MEŞREP'İN 3 gazel, 1 hikmet'i; UBEYDİ'nin bir
gazel'i; İKANİ'nin 4 gazel'i; GÜLŞENİ'nin 2 muhammesi HÜDÂYİ'nin 1 gazel, 1
hikmeti; HÜYEYDA'nin 1 Muhammesi; KÂRÎ'nin 1 gazel, 1 mesnevisi; GARİB'in 1
hikmet'i; HAYALİ'nin 1 gazel'i; GEDAYİ'nin 1 gazel'i; ŞEMS-İ ÖZKENDİ'nin 1
gazel'i; KUL SEVDAYİ'nin 2 hikmet'i; ASİ'nin 1 mesnevisi, 2 hikmet'i (birisi:
mevlid); TALİB'in 1 gazel'i; HAMİ (CAMİ)'nin 2 Farsça gazeli; UMURİ'nin 1
gazel'i; MUHLİS'in 1 mesnevi, 5 muhammes, 1 müseddes, 1 müsemmen'i; HAZRET KULI
(SEYYİD KULI)'nın 2 mesnevi, 2 hikmet'i; ZÜLALİ'nin 1 mesnevisi; RÜSTEMİ'nin
tercî-i bend olarak yazdığı bir sâkî-nâmesi; AZİM'in 7 gazeli; CÜRMİ'nin 1
gazeli, YUSUF'un 1 gazeli, "ŞEMS (ŞEMS-İ KEMİNE, ŞEMS-İ ASİ)'in 3 hikmeti ve
MUHYİ'nin 14 FARSÇA gazeli bulunmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu mecmuada Ali Şîr
NEVAİ'nin üç tane gazeli de yer almaktadır. Adlarını saydığım ve mecmuada
şiirleri bulunan şairler içinde, şuarâ tezkirelerinden çağrışım yapan ve
kulağımıza yabancı gelmeyenler de vardır. Lâkin araştırıldığı takdirde, bunların
adları veya mahlaslarını bildiğimiz kişilerle ilgisi ya hiç kurulamamakta veya
yeni bir edebî kişilikle karşı karşıya olduğumuzun şüphesi içine düşülmektedir.
Bu bakımdan da mecmua ayrı bir değer taşımaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">2460 numaralı mecmuada,
Ahmed YESEVİ'NİN, en kısası 5, en uzunu da 32 bend'den müteşekkil olan 14 tane
"Hikmet'i bulunmaktadır. Bunlar, hakkıyla mecmuanın baş tarafına alınmıştır.
Zaten bu neviden mecmualarda, asırlara göre, öncekiler daima baş alınmaktadır.
Burada da öyle yapılmıştır. O, XII. yüzyılda edebiyatımızın en üstün siması; hem
Yesevîliğin kurucusu oluşundan hem de kendisinin yüzyıllar içinde asla azalmayan
şöhretinden dolayı daima ön safha yer almıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hakim Süleyman Ata'nın,
hemen Ahmed Yesevî'nin arkasından yer alması da sebepsiz değildir. Zira Hakim
Süleyman ATA, Ahmed Yesevî'nin en önemli halifesidir. Yaşadığı yıllarda ve daha
sonraları Türkistan ve Kuzey Türk illerinde eksilmeyen bir şöhret yapmıştır.
Şiirleri ve eserleri defalarca basılmış ve elden ele dolaşmıştır. Bu mecmuada
onun 7 tane gazeline "Hikmet" başlığı konmuştur. Ama Ahmed Yesevî'nin hikmetleri
tarzında yazdığı ayrıca iki hikmet vardır ki bunlardan birisi 29
bend'dir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Mevlânâ Müzesi'ndeki
2460 numaralı bu mecmuada 98 manzume bulunmaktadır. Hemen hepsi Ahmed YESEVİ'NİN
"Hikmet'leri ile, muhteva yönünden yakınlık içindedirler. İçlerinde nazım şekli
olarak, GAZEL, MUHAMMES, MÜSEDDES, TERCİ-İ BEND, MESNEVİ'LER görülüyor. Şöyle
bir dökümü yapılınca, bazı şairlerin (Meşrep, Hudâ yi, Garip, Zülâlî'nin birer
tane; Kul Sevdâ yi, Âsî ve Hazret Kulu'nun ikişer tane; Şems (Şems-i Kemine,
Şems-i Âsî)nin ise üçer tane murabbaı yani "Hikmet'i ele geçmektedir. Nazım
şekline bakılmaksızın, başlarına "HİKMET" kaydı düşülen bu şiirlerin 36 tanesi
murabba olup 15 şair tarafından yazılmışlardır. Bunlardan 14 tanesi Hoca Ahmet
YESEVİ'ye ait olup, bazıları "Dîvan-ı Hikmet'lerde de bulunmamaktadır. Mecmua bu
bakımdan da önemlidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Manzumelerin nevilerine
gelince, içlerinde mevlit, naat, nübüvvet, menakıp, hikâye ve kıssa, vasiyetnâme
ve sâkî-nâmeler görmekteyiz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Benden önce bildirisini
okuyan eşim Doç. Dr. Gönül AYAN, Yesevî tesirinde yazıldığını iddia ettiği iki
tane Yûsuf u Züleyhâ hikâyesinden bahsetti. Yesevî'nin, İslâmiyet'ten önceki
nazım şeklimizi, kendisinden sonra geleceklere aktarmayı başardığı "hikmet";
Türk şairlerinin, uzun konuları, hikâyeleri yazabilmek için ellerinde mesnevi
nazım şekli bulunduğu halde, şüphesiz O'nun tesiriyle, Yûsuf u Züleyhâ kıssasını
ve hattâ Mevlit konusunu işlediklerini görüyoruz. Bu mecmuada, şimdiye kadar bir
başka örneğini göremediğim, dörtlüklerle yazılmış (83 bent) çok güzel bir M E V
L İ D de vardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yukarıda sözünü
ettiğimiz ASİ mahlasını kullanan bir şaire ait olduğu sandığımız bu MEVLİT,
Ahmed YESEVİ tesirinde yazılmış ve Türk edebiyatında benzeri bulunmayan bir
manzumedir. Konuyu, eldeki mevlit'lerden özellikle Süleyman ÇELEBİ'NİN
Vesîletü'n Necât'ından farklı bir şekilde ele almıştır. Hoca Ahmed Yesevî tesiri
hemen hissedilmektedir. Bu mevlidin yazarının aynı mecmuada 37 beyitten ibaret
olan ve Hz. Peygamberi öğen bir mesnevisi de bulunmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zâten Ahmed Yesevî'nin
manzumeleri hangi nazım şekliyle yazılmış olursa olsun, "Hikmet" adını almıştır.
Bu mecmua da aynı geleneği yaşatmaktadır. Yesevi hikmetleri 30 bendi geçmezken,
Asi'nin Mevlit'i 83 bende kadar uzamış ve Hz. Peygamber'in doğumuna tekaddüm
eden ve doğum esnasındaki harikuladelikleri dile getirmiştir.<br />Ahmed YESEVİ de
hikmetleriyle yazılması zor konuları, denemiştir. Örnek olarak: Mi'râc Hikâyesi
(Hikâyet-i Mi'râc) böyledir. Mi'râc hâdisesinde, pek çok şâirimizin mesnevi ile
izah edemeyip yer yer nesre başvurdukları kısımlar vardır. Örnek olarak: bizim
İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde yayınladığımız Abdülbâkî Ar Efendi'nin
mi'râciyyesi (İlahiyat Fakültesi Dergisi: Yıl: 1986, Sayı: 2, Sarnfe: 1-11)
böyledir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Prof. Dr. Kemal
ERASLAN, Divan-ı Hikmet'ten yayımladığı seçmelerinde, Hikâyet-i Mi'râc'ı 28
kıt'a olarak tesbit ettiği halde Taşkend (Ahmed Yessevi Hikmetler, Yengi yol
kitap fabrikası, Yengi yol şehri. 1991, s. 208-211.) baskısı bir azaltarak 27'ye
indirmiştir. Bu mecmuada ise 32 kıt'a olarak yer almaktadır. Bu fazlalığın
nereden geldiği araştırılabilir.<br />Mevlânâ Müzesinde, Ahmed Yesevî hikmetlerini
ihtiva eden ikinci bir mecmua daha bulunmaktadır (2583 numaralı bir mecmuanın
99b-145b yapraklan Yesevî hikmetlerine ayrılmıştır). Her ikisi de Yesevî
hazretlerini ve asırlar içinde ulaştığı tesir sahasını anlamamız bakımından son
derece önemlidir. Yesevî'yi günümüze taşıyan unsurların başında YESEVİLİK
tarikati gelmektedir. Yesevîliği XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya geçmesi,
Hacı Bektaş-ı Velî ve Sarı Saltuk gibi dervişler ve muakkıbler bulması
Bektaşîlik ve Nakşibendîlik üzerinde müessir olması da asla
unutulmamalıdır.</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-42113364819317534212012-11-18T07:57:00.002-08:002012-11-18T10:06:10.406-08:00Hoca Ahmed Yesevi<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hamdi Mert</span></b><br />
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Diyanet İşleri
Başkanlığı Emekli Başkan Yardımcısı </span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmet Yesevi, Kur’an ve
sünnet temeline dayalı, saptırılmamış arı-duru Müslümanlığın Türk kültür ve
yaşayışı ile hayata uygulanmış, yaşanmış yorumunun ilk temsilcisidir. Hoca Ahmet
Yesevi, Ortaasya’dan-Balkanlara Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı borçlu olduğumuz
büyük velî...</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;"> “Dil”imizin gelişmesini, zenginleşmesini, “Din”imizin sapık
görüşlerden arındırılmış, doğru yorumunu, “Millî Kültür”ümüzün, inançlarımıza
sımsıkı bağlı oluşumunu ona borçluyuz. Onun yaşadığı çağda Ortaasya Türk
toplulukları İran üzerinden gelen dinî ve kültürel bir istilânın tehdidi altında
idi. Türkçe konuşan Türk kavimlerinde bile dersler Farsça veya Arapça veriliyor;
şiir ve yazı dili olarak bu diller tercih ediliyordu. Göçebe, yerleşik, dağınık
Türk topluluklarının hepsi İslâmiyet’e girmiş değillerdi. İslâmiyet’e girenler
de, henüz bu yeni dinin esaslarını tam özümsememişlerdi. Hoca Ahmet Yesevi, tam
bu sırada ortaya çıktı. Doğumu ve nesebi Kazakistan’ın Sayram Kasabası’nda
doğdu. Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Babası İbrahim Ata (şeyh İbrahim),
annesi İbrahim Ata’nın bağlılarından Sayramlı Musa’nın kızı Ayşe Hatun... Ahmet
Yesevi, anne-baba ve aile muhiti itibariyle saygın, dinine bağlı bir manevî
ortamda doğdu; aynı ihtimamla yetiştirildi. Babası İbrahim Ata “Nesebnâme” adlı
eserin sahibi. Çevresinde manevî bağlıları olan, saygı duyulan bir kişi. Annesi,
aynı dinî muhitin yetiştirdiği seçkin bir Müslüman-Türk kadını. Fuad Köprülü,
Ahmet Yesevi’nin Hz. Ali soyundan geldiğini ifade eder. (Prof. Dr. M. Fuat
Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976, s.27.) Babası
İbrahim Ata, “Nesebnâme” adlı eserinde, kendi şeceresini tek tek isimlendirerek
Hz. Ali’ye kadar bağlar. (Doç. Dr. Muhammedrahim Carhummed-Uli, Yesevilik
Bilgisi, Ankara, 1998, s.182-188.) Kazak bilim adamı Muhammedrahim
Carhummed-Uli, bu nesebî irtibatın olabilirliğini, “ilk dönemlerde Arabistan’dan
İslâmiyet’i yaymaya gelen tebliğcilerin, yerlilerle kız alıp vermeleri”
gerekçesine dayandırır. (Carhummed-Uli, a.g.e., s.184.) Hoca Ahmet Yesevi’nin,
Hz. Ali ile neseb irtibatını, konu ile ilgilenen başka yazarlar da ifade
etmişlerdir. Künyesi İsmi Ahmet, lâkabı “Yesevi”. Yesi’li Ahmet/ Ahmet Yesevi.
Künyesini, doğduğu yer olan “Sayram”dan değil, “ilk” öğrenimini yaptığı;
müfekkiresinin oluştuğu, ününü ve hizmetlerini kıt’alar ötesine taşıyacak fikrî
yoğunluğun saf, temiz, gencecik sînesine yüklendiği “Yesi”den aldı. “Yesi”, Oğuz
Han’ın başkenti olmuş kutlu bir şehirdi. (Zeybek, Türk Olmak, Ankara, 1997,
s.38.) Adını Sayram’lı Ahmed’e verdi; Sayram’lı Ahmet’e Yesi’li Ahmet denildi.
Ahmet Uluğ Türkistan’da, Kafkasya’da, Anadolu’da, Balkanlarda ve
yakındoğudan-uzakdoğuya bir büyük coğrafya’da ünlenince bu defa “Yesi” onun
adını aldı; “Türkistan” oldu. Onunla ünlendi, bereketlendi. O ün ve bereketle
bugünlere geldi. Eski “Kültür” ve “Devlet” Bakanı, “Ahmet Yesevi Sistemi”nin
kurucusu ve başı, değerli devlet adamı Namık Kemal Zeybek, “Türk Olmak” adlı
eserinde bu oluşumu (ad alışverişini) kendine mahsus üslûbuyla izah eder. (Namık
Kemal Zeybek, a.g.e., s.38.) Buna göre “Yesi”, Ahmet Yesevi’ye takılan “Pir-i
Türkistan”, “Hazret-i Türkistan” lâkabıyla anılır olmuş ve zamanla kısaltılarak
“Türkistan” olmuştur. Ahmet Yesevi “Tayy-ı zaman”, “Tayy-ı mekân” esprisi ile
fikirleri ve hizmetleri kıt’adan kıt’aya taşarken bile gönlünü “Yesi”de
bırakmış; bu mütevazı, ama tarihî şehri, Mekke ve Medine’den sonra, Türklerin
üçüncü kutlu kenti yapmıştır. Öğrenimi Ahmet Yesevi “Yesi” denilen bu
“Bereket”li, kutlu topraktan iman dünyasına doğarak, önce “Pir-i Türkistan”,
“Ata Yesevi” ve sonunda bütün görkemi ile “Hoca Ahmet Yesevi” oldu. İlk
öğrenimini “Yesi”de yaptı. Halk müfekkiresinde Hz. Peygamber’in sohbetinde
bulunduğuna ve o ulu Peygamberden “Yesi’li Ahmet”e bir “Emanet” getirdiğine
inanılan “Arslan Baba”ya intisap etti. (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun
Ruhu ve Tarikatlar, İstanbul, 1988, s.122-132; Yesevilik Bilgisi, Ahmet Yesevi
Vakfı, Ankara, 1998, s.209.) Arslan Baba’nın vefatına kadar onun tedris
halkasından ve Yesi’den ayrılmadı. Bu “ilk öğretmen”inin irtihalinden sonra ünlü
mutasavvıf Yusuf Hemedani’ye bağlandı. O devrin ilim merkezi Buhara’ya geldi;
Buhara Medresesi’nde İslâm ilimleri tahsil eti. Bir taraftan o devrin bütün
ilimlerini en üst seviyede tahsil ederken, diğer yandan ünlü Hemedani’den manevî
eğitim aldı. Ahmet Yesevi’nin şeyhinin vefatı üzerine Buhara’da bir süre
kaldığını; onun halifesi olduğunu; olgulaşmasını burada hem kendi kendini
geliştirerek, hem öğrendiklerini çevresine tedris ederek sürdürdüğünü görüyoruz.
Fakat onun gözü-gönlü, ilk öğrenimini yaptığı; Arslan Baba’dan “Peygamberî
emanet”i teslim aldığı “Yesi”de idi. Oraya döndü. Ömrünün sonuna kadar orada
kaldı. 10 binlerce öğrencisini orada yetiştirdi. Sadece Maveraünnehir değil, bir
eliyle uzak doğuyu, diğer eliyle Avrupa içerilerini ve bu ikisi arasında kalan
ne kadar “bölge”, “ülke” varsa oralar insanını Kur’an ve sünnet temelinde
tutarak “Müfredat”ını, “Program”ını orada geliştirdi, pekiştirdi. Böylece Yesi,
Ahmet Yesevi’ye hem onu barındıran bir kutlu beşik; hem bildiklerini öğrencileri
üzerinde deneyerek tecrübeye dönüştürdüğü bir laboratuar; hem de ilk
“Hoca”sından aldığı “Emanet-i Peygamberî”yi bir dönülmez iman, sarsılmaz irade
ve hayat veren ideolojiye olarak bilediği ocak oldu. Mesajı Hoca Ahmet
Yesevi’nin dinî mesajı, İslâmiyet’in bütün zamanları, bütün mekânları kuşatan
evrensel yorumudur. Bu yorum etnik/ırkî, siyasî/dünyevî... emperyal
mülâhazalardan uzak; ilâhî vahyin bütün kıta’ları/ülkeleri kavrayan ve kapsayan
ebedî mesajıdır. Ahmet Yesevi, bu evrenselliği İslâmî hükümlerin kişi, toplum ve
ülkelerin kendi mahallî/millî şartlarına, ihtiyaçlarına; bu şart ve ihtiyaçların
gerektirdiği “maslahat” ve “ictihad”a göre değişkenliği prensibinde görür. Bu
aynı zamanda “Kur’an” ve “Sünnet”te öngörülen prensip ve usûldür. Kıyas/içtihat
ve farklı “Mezheb”lerin varlık gerekçesi de budur. Başka bir ifadeyle
İslâmiyet’in evrenselliğini sağlayan, mahallî şart ve ihtiyaçlara cevap verme
özelliğidir. İslâmiyet, bu suretle toplumların/ülkelerin tarihî,
millî/geleneksel şartlarına kolayca intibak etmiş; daha doğru bir ifadeyle
toplumlar/ülkeler tarih ve geleneklerinden, coğrafî şartlarından, siyasî
yapılarından doğan farklılıkları İslâmî hükümlerin değişkinliğine kolayca
intibak ettirmişler; böylece İslâmiyet zamana ve ülke/bölge, kültür
farklılıklarına uyum ve intibakını yani evrenselliğini sağlamıştır. Ahmet
Yesevi’nin yaşadığı dönemde İran dili, kültürü ve farklı İslâmî yorumu Uluğ
Türkistan bölgesinde de egemenlik iddiasında idi. Ahmet Yesevi, o dönemin Türk
aydınları “Arapça” ve “Farsça” yazarken, hitab ettiği Türk topluluklarına kendi
dilleriyle; Türkçe hitabetmiş; “Hikmet”lerini Türkçe yazmış/Türkçe söylemiş;
dinî yorumlarını göçebe ve yerleşik Türk topluluklarının kabûlünü
kolaylaştıracak sadelikte sunmuş ve ulaşabildiği insan gruplarının ve
toplulukların İslâm’a girmelerini kolaylaştırmıştır. Aslında bu, “Kur’an” ve
“Sünnet”te öngörülen mesajdır. Doğru Müslümanlığı temsil etti Onun önemli bir
hizmeti de, Müslümanlık yorumudur. Ahmet Yesevi, Kur’an ve sünnet temeline
dayalı, saptırılmamış arı-duru Müslümanlığın Türk kültür ve yaşayışı ile hayata
uygulanmış, yaşanmış yorumunun ilk temsilcisidir. İslâmiyet’in, mahallî şartlara
intibakı yoluyla, farklı kültür ve coğrafyalarda kolayca kabul görmesini;
denizaşırı/kıta’lar ötesi ülkelere yayılmasını sağlayan bu yorum, gerçekte
İslâmiyet’in evrensel yorumudur. İslâmiyet’i bir kabile, aşiret, bölge, kıt’a,
hatta küre dini olmaktan ötelere taşıyan bu yorum ve anlayışın sahipleri
çevrelerine hoşgörü ile bakmışlar; inanan-inanmayan herkese ellerini uzatmışlar;
gönüllerini açık tutmuşlar; yaratılanı-Yaratan hatırına hoş tutmuşlar; böylece
İslâmiyet’in çeşitli ırktan, kültürden topluluklarda kolayca kabul görmesini
sağlamışlardır. Ahmet Yesevi ve izleyicilerinin İslâm’ı tebliğ metodu sevdirici,
bütünleştirici, güler yüzlü bir metot idi. Cenab-ı Hakk’ın Nahl sûresi’nin 125.
ayetinde “Rabbının yoluna hikmetle, güzel sözle davet ediniz” ilâhî emrine uygun
olarak yaptığı tebliğlerine “Hikmet” denilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır.
İslâmiyet’in Türk kavimleri arasında yayılmaya devam ettiği bir dönemde tercih
edilen bu yumuşak ve hikmetli üslûp, Müslümanlığı henüz tanımayan geniş halk
kitlelerinin İslâm’ı seçmelerini ve İslâm’a geçmelerini kolaylaştırmıştır.
İrtihali ve mirası Ahmet Yesevi, 1166 yılında Yesi’de vefat etmiştir. Doğum
tarihi kesin olarak bilinmediğinden kaç yaşında vefat ettiği de kesin olarak
belli değildir. Ahmet Yesevi’nin saygınlığı irtihalinden sonra da devam etmiş;
kabri bir ziyaretgâh hâline gelmiştir. Bugün Ortaasya’dan-Avrupa içerilerine
kadar uzanan Türk toprakları üzerinde Ahmet Yesevi kadar yaygın şöhreti olan bir
başka kişiyi bulmak zordur. Zira ilk Buhara’lı dervişten-Türk İstiklâl
Savaşı’nın manevî mimarlarına kadar bütün Türk gönül adamları onun evlâdı ve
varisleridirler. Allah’ın rahmeti onunla olsun.</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Diyanet Aylık Dergi
(Sayı:159)</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-59532072554367405442012-11-18T07:56:00.004-08:002012-11-18T09:33:43.596-08:00Yusuf Hemedani Kimdir?<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">ATAVATAN: TÜRKMENİSTAN </span></b><br />
<div align="justify">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Milli Gazete</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Selami
Çalışkan, Necmettin Çakmak</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><b>37 kez yürüyerek
Hacca giden Hoca</b><br />Hâce Yûsuf-i Hemedânî, 441 senesinde Hemedân’da doğmuş.
18 yaşında ilim tahsili için Bağdat’a gitmiş. Burada Şafiî fakih ve Nizamiye
Medresesi’nde Ebû İshâk Şirazî’den ders almış. Fıkıh, hadis, kelam ve cedel
ilmini okuyan Hemedânî Horasan, Isfahan, Semerkand ve Buhara’da hadis
alimlerinden hadis öğrenmiş. 65 yaşlarında vâiz ve sûfî unvanıyla tekrar
Bağdat’a dönmüş. Ömrünün son yıllarını Merv ve Herat’ta irşad ile geçiren büyük
sûfi Hemedânî, Hicri 535 (1140)’de Herat’tan Merv’e dönerken yolda vefat etmiş.
Vefat ettiği yere defnedilmiş. Bir müddet sonra kabrini Merv’e nakletmişler.
Rutbetü’l-hayat, Keşf, Risâle, Tarikat Adabı Risalesi, Ahlâk ve’l-münâcaât adlı
risalelerin yazarı Hemedani, eline ne geçerse muhtaçlara verir, kimseden birşey
istemezmiş.</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">İmam-ı Azam’ın torunu olan Hoca Yusuf Hemedani, çok yumuşak ve
merhametliymiş. Nakşibendi silsilesinin üstatlarından. Devamlı Kur’an okuyan ve
binlerce insanın hidayetine vesile olan Yusuf Hemedânî’nin Hızır Aleyhisselâm
ile sohbet ettiği rivayetler arasında. 37 defa yürüyerek Hacca giden Yusuf-i
Hemedani hazretlerinin Abdullah-i Berki, Ahmed Yesevi ve Abdülhalık-ı Gücdüvani
gibi yüzlerce talebesi varmış. Hemedani, bir taraftan insanlara din bilgilerini
öğretirken, bir yandan da ağrılara ve yaralara ilaç yaparak herkesin derdine
deva bulmaya çalışırmış.<br />Hemedani’ye sual soranların hali: <br />Ebu Said
Abdullah, İbn-üs-Sakka ve Seyyid Abdülkadir-i Geylani ilim öğrenmek için
Bağdat’a giderler. Yusuf-i Hemedani’nin, ders okuttuğu Nizamiye Medresesi’ne
giderken, İbn-üs-Sakka; “Ona bir soru soracağım ki cevabını veremeyecek” der.
Ebu Said Abdullah; “Ben de bir soru soracağım. Bakalım cevap verebilecek mi?”
der. Abdülkadir-i Geylani ise: “Allah korusun. Ben bir şey sormadan bekler, onu
görmekle şereflenir, bereketlenirim” der. Onlar daha bir şey söylemeden Yusuf
Hemedani Hazretleri, İbn-üs-Sakkâ’ya dönerek; “Yazıklar olsun sana! Demek bana,
cevabını bilemeyeceğim sual soracaksın ha! Senin sormak istediğin sual şudur.
Cevabı da şöyledir. Senden kâfirlik kokusu geliyor” buyurur. Sonra Ebu Said
Abdullah’a dönerek; “Sen de bana bir sual soracaksın ve bakacaksın ki, ben o
sualin cevabını nasıl vereceğim. Soracağın sual şudur ve cevabı da şöyledir.
Fakat sen de edebe riayet etmediğin için, ömrün sıkıntı ile geçecek” der. Daha
sonra Abdülkadir-i Geylani’ye döner ve: “Ey Abdülkadir! edebinle, Allahü
Teâlâ’yı ve Resulünü razı ettin. Senin Bağdat’ta bir kürside ders okuttuğunu,
bütün evliyanın, takvan karşısında boyunlarını eğdiklerini görüyorum” buyurur.
Aradan yıllar geçer. Abdülkadir-i Geylani zamanındaki evliyanın, baş tâcı olur.
<br />Güzel konuşması sayesinde şöhreti zamanın sultanına ulaşan İbn-üs-Sakka,
elçi olarak Bizans’a gönderilir. Hıristiyanların gösterdiği ilgiye aldanarak
Hıristiyan olur. Ebu Said Abdullah diyor ki: “Hayatım sıkıntılar içinde geçti.
Yusuf Hemedani hazretlerinin, her üçümüz hakkında da söylediği aynen meydana
geldi.”</span>Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-33879115864822190712012-11-18T07:55:00.001-08:002012-11-18T10:08:07.789-08:00Yesevilik Kültürü ve İlmi Ateizm<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Dosay KENJETAY</b><br />
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana;"><span style="font-size: xx-small;"><b>Araştırma
Görevlisi, Ahmet Yesevî Üniversitesi</b></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkler
arasında İslâm’ın yayılmasında en önemli unsurlardan birinin de tarikatlar
olduğunda şüphe yoktur. İşte, ilk Türk tarikatının temelini atan Ahmet Yesevî,
kurduğu Yesevîlik ile Türk milletinin manevî hayatında derin izler bırakan,
dikkate değer bir şahsiyettir. Yesevîlik kültürünü, yani, Türk sûfî geleneğini
oluşturma bakımından da Ahmet Yesevî’nin manevî faaliyeti ilk örnektir, önemi
büyüktür. Bu yüzden, Fuat Köprülü onu ilk mutasavvıf olarak nitelendirmiştir.</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">
</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada “Yesevîlik
Kültürü” kavramının muhtevasından, “Türk Sûfîliği” “Türkistan Sûfî Tarikatları”,
“Türk Halk Müslümanlığı” veya genel olarak “Türk Müslümanlığı” anlaşılmalıdır.
Böyle bir kanaate, Çarlık Rusya Türkologları ve Oryantalistleri’nin yaptığı
çalışmalarında rastlamaktayız.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türk kültürü, folkloru,
inancı, dili, edebiyatı, mitolojisi, gelenek ve görenekleri üzerinde Çarlık
Rusya'sı tarafından yoğun çalışmaların yapıldığı, bugün herkesin malûmudur.
Sovyet iktidarı veya komünist rejim tarafından, bize karşı asimilasyon,
dinsizleştirme ve tüm kültürel değerlerimizden uzaklaştırma politikasında bu
“birikmiş malzemelerin” çok büyük payı olmuştur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İşte, yazımızda, bu
“birikmiş malzemeler” içerisindeki Yesevîlik kültürünün komünist rejimi
tarafından nasıl kullanıldığını anlatacağız.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkistan’daki sûfî
gelenek, “tarikatlar, tasavvufî düşüncenin olgunlaşmasından sonra ortaya
çıkmıştır “ diyenlerin yanı sıra, “İslâmiyet, tarihte ilk defa XII. asırda
istilâcı gayr-i Müslimler (Doğu’da Karahıtaylar, Batı’da Haçlılar) tarafından
tehdit edildiği zaman, tasavvuf, imanın müdafii rolünü üstlenmiş ve halka ait
bir kitle hareketi pozisyonuna bürünmüştür. İmana saldırının ( fiziki veya
manevî ) başladığı, dış ve iç düşmanların ( imana karşı ) çoğaldığı sırada, bir
şeyh etrafında toplanan, hayatlarının her ânını tanzim eden, mecburî kurallara
bağlı ilk tarikatlar işte, bu çağda ortaya çıkmışlardır” diyenler de
mevcuttur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Gazali’nin tasavvufun
imanı savunma, koruma bakımından Batınîlik, kelâm ve felsefe metotlarından üstün
olduğu kanaatini, taşıdığı herkesin malûmudur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu iki husus, komünist
rejim ideologlarının gözünden kaçmamıştır. Tasavvufî düşünceyi, onun dayandığı
ilke ve yöntemleri, kendi yararları açısından kullanmada, tarihî “Diyalektik
Maddeciliğin Marksist Yorumunu” benimsemişlerdir. “Hiçbir şey yoktan var
olmaz...Dolayısıyla, biz elde var olan malzemelerden yeni sosyalizm sistemini
kuracağız” şeklinde, Lenin’in meşhur bir sözü vardı. İşte, komünist rejimde
Ateizm, Marksist ve Leninist dünya görüşünün ayrılmaz bir parçası olarak
görülmüş ve “ilmî ateizm” adıyla takdim edilmiştir. “İlmi ateizm, kendini,
teorik ve pratik açılardan ateizmi yaymanın yöntemi, yani, bir anlamda onun
eğitim sistemi olarak görmüştür.”</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Komünist rejim, ateist
eğitim sistemini icat etmede, teorik ve pratik açıdan Yesevîlik kültürü
“malzemelerinden” istifade etmiştir. Komünist rejim ateist Sovyet doktrinlerini
yaymada kültürel değerlerimizi yani, Yesevîlik kültürünü kullanırken, bunu
kendilerine teorik ve pratik olarak nasıl zemin uydurabilmişlerdir? Nasıl bir
metot kullanmışlardır? Çalışmamız, bu sorular çerçevesinde teşekkül
edecektir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik Kültürünün
Tarihî Diyalektik Materyalist Metodu Açısından Yorumu<br />Ahmet Yesevî’nin
tasavvufî aşk geleneği, Türkistan’da Komünist rejimde bile kaybolmuş değildir.
Komünist rejim ideologları bu kültürü, geleneği, Ateizmin önünde tehlikeli bir
güç olarak tanımlamışlar ve bunu gücü “bilimsel açıdan” yeniden yorumlayarak,
“toplum yararına” sunmayı hedefleyerek kendi ateist propaganda yöntemlerinde
kullanmışlardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Lenin’in deyimiyle
“Elde bulunan malzemelerin sosyalizm inşası için kullanması” açısından, “mevcut
sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasî hayatın tamamını yeniden yapılandırmak
üzere Tarihi Diyalektik Materyalizmin Marksist yorumu” yegâne
silahtı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Karl Marx ( doktrini )
ile “Ahmed Yesevî’nin hikmetlerini bağdaştırmak zordu” diyenler, sos yo-ekonomik
açıdan tarihî Marksist diyalektik doktrinin metodolojisi önünde, boyun
eğmişlerdi. Burada Diyalektik Materyalizmin, âlemin yeniden organizasyonunu
mümkün gören, bunu canlı bir organizasyondan çok zihinde evrimleşen fikirler
sistemine benzeten, bu evrimleşmeyi de tez, antitez ve sentez safhalarıyla izah
eden maddeci anlayış “olduğunu yani, tarihin maddeci yorumu, felsefenin temel
problemlerini materyalist açıdan ele alan ve tarihin evrimi ile insan
faaliyetlerinin şekillerini genelde, sosyolojik açıdan araştıran, toplum
hakkındaki felsefî bir doktrin olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar vardı.
Çünkü, zıtlıkların yani, Yesevî doktrini ile Marx dogmasının nasıl bir sentez ve
birbirinin tamamlayıcısı olduğunu “ispatlayan” dayanaklar, yukarıda adını
zikrettiğimiz metodolojide bulunmaktaydı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Marx’ın öğretisinde
tarihî evrimi gösteren beş türlü ekonomik sisteme dayalı toplum devreleri
vardır. Buna göre, İslâm dini de, toplum devrelerinden biri olan feodalizmin
ortaya çıkması ile birlikte zuhur etmişti. Bu toplum, yani feodalizm, dini
beraberinde getirmişti. Çünkü toplumdaki, sömüren ile sömürülen sınıflar (
fakirler ) arasında “dengenin” sağlanması için sömürücü sınıfın yararına bir
araç gerekliydi. O da ( güyâ ) dindi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tüm Ortaçağda, onlara
göre, toplum hayatında dinin yaygın olduğu dönemde, iktidar ( sömürücü ) kitleye
karşı mücadele, tabî olarak gayri dinî şekil içinde, yani zındıklık ile
mezhepler şeklinde sürdürülmüştür. Bu olayları, yani, zındıklık ile mezheplerin
zuhûrunu dine ve iktidarlara karşı komünist devrimciliğin ilk tecellileri olarak
göstermeye çalışmışlardır. Mesela, Abbasî Arab hilafetine karşı isyanlar
İran’da, Orta Asya ve Kazakistan’ın güneyinde Zerdüştîlik Mazdakilik,
Maniheylik, Karmatilik ve sûfîlik hareketleri altında gerçekleşmişti. Bu
isyanların tümünün dinî formda olması tabiîdir. Çünkü, o devirlerde, devrim
ancak dine karşı, dinî mezheplerin zındıklık eylemleri altında olabiliyordu.
İsyanların ve devrimci reaksiyonun kaynağı, toplumdaki sosyal adaletsizlik ile
sosyal eşitsizlik olmuştur. Bu durum, evrensel hümanist değerleri arzulayan,
çeşitli İslâmî mezhepleri mensuplarından, sosyal ütopistlerin ortaya çıkmalarına
neden olmuştur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvufun ilk
devirlerindeki züht hareketi Emevî hilafeti iktidar kitlesine ve onların lüks
hayatında zenginleşmesine ve toplumdaki cereyan eden ahlâkî normlara karşı tepki
olarak ortaya çıkmıştır. Bu başkaldırı, tepki komünist devrimciliğin en ilkel ve
pasif şeklidir. “Zühd, Müslüman toplumdaki sosyal eşitsizliğe cevap olarak
kendini gösterdi.” Yani, sûfî hareketlerin temelinde sosyal eşitliğe ve adalete
doğru, pasif bile olsa, bir ilerleme vardı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tajikova: “Sûfîlerin
panteizminde cevheri birlik, vahdet-i vücut şeklinde bilinmektedir. Bu da,
“Allah, aynı zamanda hem yaradan hem yaratılmış varlıktır ve hem tektir, hem de
çoktur” -diyerek imkânsızı kendi tez’ine uydurmaya çalışmaktadır. Daha sonra, bu
teori, Allah’ın sudûr undan, yani Allah’tan maddeye, ışıktan ( nurdan )
karanlığa, sınırsızdan sınırlıya ve nihayet bir tezattan ikinci bir türe geçecek
değişim düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Aslına bakarsak, âlem, ilk temelinden
koparak nur ile karanlığın, tek cevher -Allah- ile dünya, yani, tez ve
antitezler birliğine, nihaî noktada sentez’e dönüşecektir. Maddî âlem Allah’tan
bir çeşit sudûr ile meydana gelecektir, oradaki İlâhî ruh yavaş yavaş maddî
sıfata bürünecektir” demekle, Materyalist Diyalektiğin metodolojisinin cübbesini
hiç zorluk çekmeden, tasavvufa ve vahdet-i vücuda giydirmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sovyet ideologlarının
İslâm’ı genelde Batı gözlüğüyle değerlendirdikleri malumdur. Örneğin İslâm’a
giriş yaparken hep Hıristiyanlığı öne çıkarırlar. “Ortaçağ Doğu panteizmi Batıda
olduğu gibi natüralist ve mistik istikamette gelişmişti” diye giriş yaparak,
Yesevîlik kültürünü “Batı ölçüsüne” göre ölçüp, biçmişlerdir. Aslında,
aydınlanma dönemiyle birlikte ortaya çıkan ve modern dönemde iyice belirginleşen
din düşmanlığının temelinde, Ortaçağda kilisenin Tanrı adına yapmış olduğu
insanlık dışı uygulamalarının büyük rolü olmuştur. Marx’ın tüm eleştirileri,
teorisinin temel kaynağı veya dayanağı Batı kültürü ve Hıristiyanlık olmuştur.
Bugün Marx’ı yaptıklarıyla olumlu ve “kendi toplumunun sosyo-ekonomik, dinî ve
siyasî meseleleri karşısında insanı savunan bir eşsiz düşünür” olarak
değerlendirenler de mevcuttur. İşte biz kendimize, kendi gözlüğümüzle bakma
cesaretini nedense bulamıyoruz maalesef. Bugün bile, kendimize “Batı
penceresinden” bakmayı bir üstünlük alâmeti olarak görüyoruz. Ama, kültürümüzün
Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Mevlâna vb. gibi manevî devrimin büyük önderleri,
“önce, kendini tanı” diye, hâlâ uyarıp duruyorlar. Yani, işe, kendimizden
başlamayı öğütlüyorlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sovyet ideologları,
hiçbir şekilde materyalist bir düşünceye sahip olmayan İbn Sina ( 980 - 1037 ),
Farabi ( 870 - 950 ) gibi büyük düşünürleri bile kasıtlı olarak dinin aleyhtarı
ve “tabiat olguları ile insanı sistematik bir şekilde ele alan natüralist,
panteist, Ortaçağın hür düşünürleri” olarak takdim etmektedirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlmî ateizm uzmanları,
tasavvufun muhabbetullah kavramı ve “aşk, marifetullah’ın kendisidir”,
anlayışını esas alarak, geleneksel İslâm düşüncesinin bunun tam tersi olduğunu,
İslâm’ın sevgi değil, korku dini olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Allah’a
aşkla yaklaşmakta olan “panteist anlayış,” insanı tanrılaştırma düşüncesini
beraberinde getirdiği için, sömürücü, iktidar kitlenin ideolojisi olan İslâm’ın
dinî otoritesini kaldıran reaktif bir düşünce olmuştur, kanaatine
ulaşmışlardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlkin, tasavvufun
içtimâî sosyo-siyasî yönü çok zayıftı. Onların devrimci düşünce alanı, genelde
toplum düzenini tenkit etmekle, âdil padişah iktidarı altındaki “Faziletli
Devleti” arzulamakla ve istemekle sınırlıydı, gibi hükümleri, sûfîlerin çözümü,
zorlukla, silahla yapılacak siyasî devrimde değil de, manevî devrimde
bulduklarını anlamamaları doğrusu şaşırtıcı gelebilir... Onlar dini ve Yesevîlik
kültürünü, her zaman “sömürülen canlı varlıkların nefesi, kalpsiz dünyanın
kalbi” olmaktan öteye gidemeyen, dünyayı değiştirmenin net ve peşin yolunu
göstermeyen doktrinler yığını şeklinde suçlamaktadırlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Marksist ve Leninist
klâsiklerin gösterdikleri gibi, Ortaçağ’da, ideoloji adına sadece din ve teoloji
bilindiği için, halkın isyanı ve mücadelesinin de dinî formada, net biçimde sûfî
tarikatlar alanında geliştiğini belirterek, onların Müslüman ideolojisine karşı,
İslâm’ın kendi ilke ve delilleriyle mücadele etmesinin yerinde olduğu kanaatini
benimsemişlerdi. Bir başka İlmî Ateizm uzmanı şöyle diyor: “Resmi din olarak
İslâm’ı kabul eden Karahanlı Devleti de, tasavvufa muhalefetin bir çeşidi olarak
bakmışlardı.” Ahmet Yesevî’nin kendi devrinde düşüncelerinin Orta Asya ve
Kazakistan bozkırlarında yaşayan Türkler arasında ilgi ve saygı görmesinin
nedeni olarak, yukarıda da değindiğimiz onun geleneksel İslâm’a olan muhalefet
düşüncesini göstermişlerdi. Göçebe halkın buna ihtiyacı vardı ve Yesevî’nin
hikmetleri bu ihtiyacı karşılayabilmîştir. Çünkü, Yesevî fakir ve yoksulların
taraftarı olarak, iktidarı ve mevcut düzeni tenkit etmişti.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onlara göre, Ahmet
Yesevî doktrininin, feodal kitle, iktidarlar hakkındaki görüşleri ve ayrıca
iktidar ideolojisine karşı olan muhalefetini, sadece Divan-ı Hikmet’in
metinlerinden değil, birçok tarihî vesikalarda da bulmak mümkündür. Onlara göre,
bu kanıtların biri de, Yeseviyye Tarikatı’nın İslâm’ın genel dogmatik kanun
esaslarına aykırılığıdır. Yine Ahmet Yesevî’nin sürekli sürgünde veya halvette
bulunması bu hususta da delil olarak gösterilmektedir. Buna daha Barthold’un
“Ebu Seyid Şeyh’in devrindeki iktidarın, Buğra Han’ın Meveraünnehir’deki tüm
sûfîleri yok etmek istediğini ve bu bölgeden birçok şeyh’in gizlenerek Merv’e
sığındığını” gösteren eserleri de eklemektedirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Feodal sömürücü
iktidar grubu ve onların yanında bulunan resmî ulemâ, İslâm’ı geniş kitleye
yaymak için dinî eserleri okutacak, İslâm’ı öğretecek medreseler kurmuşlardı.
Ama, bunların yanı sıra Ortaçağda Kazakistan’da özel medreseler yani, tekke,
dergâh, çilehâneler de mevcuttu. Ancak, Ahmet Yesevî’nin eserleri, herhangi bir
devletin, yöneticinin yetkisiyle veya desteğiyle yazılmamıştır. Bundan da
sûfîlik öğretisinin resmi İslâm ideolojisiyle bağdaşmadığını görmek mümkündür”
demektedirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onlara göre, Ahmet
Yesevî’nin halk arasında çok büyük saygınlığından istifade etmek isteyen Emir
Temir, onun mezarı başına muazzam bir türbe yaptırmıştı. Uzağı görebilen,
hilekâr siyasetçi, bu türbeyi, Ahmet Yesevî’nin İslâm’ı yaymadaki hizmeti için
değil de, o bölgedeki çoğunluğun gönlünü almak için yaptırmıştı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik kültüründe,
oppozisyon ( muhalefet ) sûfîliğin tüm esas ilkeleri mevcuttur. Örneğin,
Yesevî’ye göre, insanın en önemli hazinesi, fakirliktir. Fakirlik makamı ise,
yukarıda da değindiğimiz gibi, zenginliğin karşıtı ve iktidara karşı muhalefet
şeklini almaktadır. Yani, Yesevî işçi-sömürülen fakirlerin yanında, iktidara
karşı cephe almıştır. Yesevî, dinî –mistik hikmetleriyle, mutlak ahlâkî
faziletleri, eşitlik, adalet, iyiliği öne sürerek, Karahanlı Devleti ve üst
düzey idarecilerinin yolsuzluklarına karşı çıktı, tenkit etti. Bunun gibi
hareketler mistik şeklinde olsa bile, progressiftir. Çünkü, halkın çoğunluğunun
irade, istek, talep ve arzularını aksettirmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yine onlara göre,
Kur’an ve Sünnet’e göre, kadın erkeklerden aşağı derecededir. Daha doğrusu,
kadın ev kölesine dönüştürülmüştür ve sosyal müesseselere kendi başına
gidemiyor, yabancı insanlar önünde yüzünü de açamıyor, vesaire.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Buna karşın Yesevîlik
kültüründe uygun bir şekilde kadınlar da zikre iştirak etmektedirler. “Bunun
gibi belgeler ve deliller Yesevîlik kültüründe, kadınlarla ilgili meselede,
İslâm eserinin payı olmadığı kanaati vermektedir.”</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ancak, Hoca Ahmed
Yesevî zamanında kadınların da zikre iştirak ettikleri hususu, erken dönem
kaynaklarda tam olarak sabit değildir. Ancak onun ölümünden çok sonra kırsal
kesimlerde kadınların zikre katılımından, muhtemelen söz edilebilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Yesevîlik kültüründe,
irade ve davranış hürriyeti bariz bir şekilde gözükmektedir! Kuran’da ise, insan
hiçbir irade hürriyetine sahip değildir, o sadece, Allah’ın iradesini yerine
getirici olmaktan öteye gidememektedir. (Haşa!) Yesevî, kendi müritlerine, kendi
kendilerini yetiştirmeye ve geliştirmeye davet etti ve “insanî faziletlerin
Allah’tan kaynaklandığı düşüncesinden uzak durdu”. Bu ise, Ahmet Yesevî’nin
indeterminizmini göstermeye yeterli delildir. “Yesevî indeterminizmi, Müslüman
fatalizmine ( kaderciliğine ) karşı sadece teorik düzeyde değil, aynı zamanda
pratik hayatta da uygulamıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ortaçağ Kazakistan’ı,
mistisizm bayrağı altında gerçekleşen feodalizm karşıtı mücadelelerle doluydu.
Mistisizm ise, feodalizme karşı devrimci muhalif özelliğini taşıya gelmiştir.
Ancak, mistisizm, “devrimci muhalefetin” gizli biçimi ve feodalizm ile ideolojik
bir mücadele şeklinde gözükse bile, o devrimci hareketin aktif şekli hâlinde
ortaya çıkmamıştı. Mistisizmdeki devrimci hareketin tabiatı, sadece züht,
Allah’a münacat ve ahirette tüm iyiliklere lâyık olmak için terk-i dünya gibi
eylemlerle görünmüştü.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onlara göre, Yesevînin
teist olmadığının ve geleneksel İslâm’ın taraftarı olan Sünnî tarikata bağlı
bulunmadığının bir göstergesi de, onun kendi devrinin sosyal nizam ve düzenini
tenkit etmesidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İşte, Ahmet Yesevî
doktrini ve Yesevîlik kültürünü, sosyal hayatın tarihî süreç içerisindeki yerini
Marksist diyalektik metot açısından değerlendirenlerin kanaatini ortaya koymuş
bulunuyoruz. Doğrusu Marksist metotla, bu kanaatlerin dışında başka bir sonuca
varmak mümkün görünmemektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İlmî Ateizm, Yesevîlik
kültürünü, Marksist diyalektik metotla yorumlayarak, elde ettiği dayanakları
pratik hayatta, Yesevîlik kültürünün bazı kavramları ile yöntemlerini ateist
propaganda eğitiminde uygulamışlardır. Bunlardan birkaç örnek vermekte yarar
vardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Fakr, Arapça
yoksulluk, ihtiyaçlık gibi manaları ifade eder. Istılahî olarak fakr, manevî
ihtiyaçlılık hâlidir. Nazarî olan mevhum varlığını terk eden Hak’ta fâni olan
kimse, hakiki fakra ulaşmış kişidir. Böyle birinin ne kadar malı olursa olsun
hiç birine gönül bağlamaz. Böyle birinin malı cebindedir, gönlünde değildir.
Fakra ulaşan kişi, malın kölesi değildir. Bilâkis mal onun
kölesidir.”</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ateist ajitprop (
nasihat ve propagandacıları ) uzmanları: “...Biz de fakiriz, bizim için de,
fakirlik övünçtür. Çünkü, kurduğumuz, devlet fakirler devletidir. Sovyet insanı
demek, fakir insan demektir. Lenin’in ifade ettiği gibi bizim milliyetimiz
yoksulluk, fakirliktir”. Yesevî’nin de arzuladığı, fakirler ( proletarya )
diktatoryası ( iktidarı ) işte budur, vs.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zikir, Arapça,
unutmanın zıddı olan hatırlamayı ifade eden bir kelime. Zikrin hakikati
zikredilenden ( Allah’tan ) başkasını unutmaktır. “Bir şeyi seven, onu çok
anar.” “Dervişin fikri neyse zikri de odur.”</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zikir her an Allah’ı
anmaktır. Ateist “ajitprop” uzmanları, Allah’ı her an yok saymayı aşılamayla
uğraşmışlardı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zikir, Allah’ı anmak (
tez ), ateizm Allah’ı yok saymak ( antitez ), olduğu için ikisi eritilmeye
çalışılsa bile, başarılı bir sonuca ulaşılamamıştır. Zikirde Allah vardır ve O,
her an anılır; Ateizmde (Mutlak veya teorik anlamda Allah’ı yok bilmek söz
konusu değildir), Allah’ı yok saymak (pratik ateizm) vardır. Zikirde sağlam
temel ve aşk vardır. Pratik Ateizmin belirtileri, Müslüman’ım diyenlerde bile
fuhuş, zina, rüşvet, yalan şeklinde kendini göstermektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyri sülûk, yürümek,
yolda gitmek, seyahat gibi anlamlara gelmektedir. Hakk’a ermek için bir rehberin
öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevî ve ruhî yolculuk. Saîr ve sâlik ( ehli
sülûk ) denilen yolcu ( misafir ), nefsindeki kötü huylardan arındığı ve iyi
huylar edindiği ölçüde bu yolculukta mesafe alır. Sulûk’un sonunda Allah’ı
sevmek tefekkürü verilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik kültüründe,
göçebeler arasında seyri-i süluk, Sal-serilik adıyla yaygındır. Yeseviyye
Tarikatı’nın mensupları veya muhatapları, çoğunlukta göçebeler olduğu için
seyri-i sülük, yani, “Sal-serilik” şekil değiştirmişti. Daha açıklayacak
olursak, sal-serilik’in seyr-i sulûk ile muhtevası aynıdır, sadece, göçebelere
Allah sevgisi, iman nurunu yaymak için, sürekli gezmişler ve yanlarına da
pehlivanlar, sanatçılar, oyuncular gibi bir ekip bulundurmuşlardı. Bunlara
“gezginciler” adı da verilmektedir. Göçebeler o, gezgincilerin ne zaman, hangi
gün ve hangi köyde olacağından sürekli haberdar olmuşlardı. İslâm’ın Kazak
bozkırlarında yaygınlaşmasında, Yesevîlik kültürünün, sal-serilik geleneğinin
önemi büyüktür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yukarıda da
değindiğimiz gibi, İlmî Ateizm uzmanları, din aleyhtarı propagandasında bütün
kitle iletişim vasıtalarını kullanmışlardı. Bu vasıtalardan “gezici sergiler,
yayladaki çobanları eğitmek için yaptıkları düzenlemeler ve din aleyhtarı oto
kulüplerin” uygulamaları, “Sal-serilik” geleneğinin aynen komünist rejimindeki
“yeniden canlanması” gibidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sonuç olarak, Yesevîlik
kültürü, yaşanan dinî tecrübenin derûnî boyutudur. Yetmiş yıldır süregelen
komünist rejime hiç taviz vermemiş, uzlaşma kabul etmemiş ve ateist eğitimin
“sentezi” önünde erimemiştir. O, hiçbir rüzgârın, propagandanın, baskının
karşısında kendini kaybetmemiştir ve Türk kültürü yaşadıkça da böyle devam
edecektir. O, kalplere nakşedilen Allah sevgisidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkistan’da dinin
ekonomik ve sosyal temellerini ebediyen yıkmış olduğunu iddia eden bir rejimin
zafere ulaşmasından yetmiş yıl sonra, İslâm’ın ve imanın çeşitli gelenek ve
uygulamaları hâlâ varlığını sürdürüyorsa, muhakkak ki bunda, Yesevîlik
kültürünün etkisi çok büyüktür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Komünist rejim,
tarihteki kelâm ve tasavvufun, “ulema ile sûfîlerin” çatışmalarından,
anlaşmazlıklarından çok ustaca istifade etmiştir. Günümüzde de, maalesef bu iki
sahada anlaşmazlıkların varlığını sürdürmekte olduğunu üzülerek müşahede
etmekteyiz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Son olarak, “Siz, biz
diyen halayıktan kaçtım, işte” diyen, Ahmet Yesevî hazretlerinin uyarısına
ilâveten, kendi kültürümüze sahip olma hususunda, “Allah bize, ‘Biz’ olmayı
nasip eylesin!” deriz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hikmet<br /><br />Rabbim
yâdı ulu yâddır, söyler olsam<br />Ballar gibi tatlı olur dilim benim.<br />Kendim
fakir, ikrar ettim, oldum bakir;<br />Kanat çırpıp uçar kuş gibi gölüm
benim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Türlü ayşım, türlü
işim, dertli başım;<br />Eridi canım, gitti aklım, aktı yaşım;<br />Günah ile
tamamen doldu içim, dışım;<br />Niyazsızım açıversin yolum benim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Gözüm düştü, gönlüm
uçtu, Arş'a aştı;<br />Ömrüm geçti, nefsim kaçtı, bahrım taştı;<br />Kervan göçtü,
menzil aştı, yorgun düştü;<br />Sır ulaştı, nasıl olacak benim hâlim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Sûret burada, sîret
burada, kudretinde;<br />Uzun gecede, parlak günde, gönlüm orada;<br />Geçen gecede,
olup bende, hepsi nerede,<br />Sorsa orada, günahkârdır dilim benim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />İçtim şarap, oldum
harap, aslım türap;<br />Görmeğe geldim, yaş dolu gözüm, gönlüm serap;<br />Hak'tan
hitap gelse, kullar görmez azap;<br />Pınar gibi akar gözden yaşım
benim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Düşüm uzar, Burak
tozar, gitse Pazar;<br />Dünya Pazar, içine girip kullar azar;<br />Başım bîzar,
yaşım sızar, kanım tozar;<br />Adım Ahmed, Türkistan'dır ilim benim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed
Yesevî*</span></div>
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet'ten
Seçmeler, haz: Kemal Eraslan, Ankara 1983, ss. 139 - 141</span>Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-20170996648414957472012-11-18T07:54:00.002-08:002012-11-18T10:06:48.329-08:00Hoca Ahmed Yesevi'nin Dünya Görüşü Kaynakları Üzerine<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small; text-align: justify;">Aleksey İgoreviç
PYLEV*</b><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hoca Ahmed Yesevî'nin
dünya görüşü kaynakları meselesi, Yeseviyye tarikâtının ilkel öğretisini ve
âdâbını açıklığa kavuşturma, Yesevî'nin manevî mirası olan "Divân-ı Hikmet"i
kesin anlama, bu eserin tertibi ve müellifliği ile ilgili karmaşık bir sorunu
çözmek için büyük önem taşımaktadır.</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana; text-align: justify;">Elimizdeki kaynaklar,
Hoca Ahmed Yesevî'nin tasavvufta bir yandan Türk ananesinin, öte yandan Farisî
ananenin takipçisi olduğunu göstermektedir. Türk ananesinin temsilcileri,
Ahmet'in babası Sayram şehrinde yaşayan Şeyh İbrahim ve Ahmet'in Yesi şehrindeki
mürşidi Arslan Bâb sayılabilir. Yesevî, bazı kaynaklara göre 7, bazılarına göre
ise 20 yıl kadar Arslan Bâb'ın ölümüne kadar onun hizmetinde bulundu. Fakat,
şeyhin Türk mürşitleri üzerine hem gerçek hem de efsanevî bilgiler, yalnız 1980
yıllarında Kazakistan'da bulunmuş olan ve 1146 veya 1291 yılında Türkçe telif
edilen "Nesebnâme" eserinde, daha sonraki "Reşahat", "Cevâhirü'l-ebrâr" gibi
sufî kaynaklarında ve halk menkıbelerinde bulunur.</span><br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Nesebnâme'nin müellifi,
Ahmed Yesevî'nin silsilesini Hz. Ali'nin oğlu İmâm Muhammed-i Hanefiyye'ye
(ö1.700) dayanan İshâk Bâb'a kadar uzatır. Türkistan'a H.150/M.767-68 yılında
gelen İshâk Bâb, "Nesebnâme" de Fergana, Şay ve İsfıcab (Sayrams) ahalisine
Müslümanlığı kabul ettiren İslâm mücahitlerinin seçkin bir komutanı olarak
görünmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Arap tarihî
kaynaklarına bakılırsa, İshâk Bâb (İshâk at-Türk) Maveraünnehir'de VIII. yy.da
Abbasîler'e karşı isyânı ön devri sayılır. Bu isyâna kendi insafı ve dinî
hoşgörüsü ile Horasan ahalisi üzerinde büyük bir şöhret kazanmış ve haince
Halifenin casuslarınca öldürülmüş olan Abbasîlerin vâlisi Abu Müslim (öl.
755)'in taraftarları katıldı. Bu isyân, tavizsiz Şiîlerce (Keysanîlerce)
desteklenmiş ve Mübeyyidiyye ("beyaz elbise giyenler'') adı ile meşhur.
kaîdeleri karmaşık olan mahsus bir dinî hareketin temelini atmış. Bu hareket.
Maveraünnehr ve Sır-Derya havzasında hâlâ XII. asırda meşhur idi, manevî
önderleri ise Bâb (kapı) ünvanını taşırdı. Bâb ise, Abu Müslim tarafından Türk
göçebelerine destek bulmak için elçi olarak gönderilmiş İshâk at-Türk'ün lâkabı
idi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bazı eserler, hem Ahmed
Yesevî'nin babası İbrahim'in, hem de mürşidi Arslan Bâb'ın İshak at-Türk
neslinden geldiğini savunur.l Onların Mübeyyidiyye hareketine mensup ve Şiî
muhitinde büyük bir otoriteye sahip oldukları mümkündür. Böylelikle Hoca Ahmed
Yesevî'nin ilk eğitimini Şiî maneviyatına uygun olarak gördüğü tahmin
edilebilir. Bu arada söyleyelim ki, o zamanki Sünnî-Şiî sürtüşmeleri, esas
itibariyle siyaset alanında bulunmakta olup, sonraki asırlardakinden daha hafif
idi. Bununla ilgili olarak M.F.Köprülü'nün, Doğu Türkistan'da ve Sır-Derya
havzasındaki Şiî hareketlerinin tesiri altında bulunan Ahmed Yesevî'nin oldukça
serbest Tasavvuf dünya görüşüne sahip olduğu ve sonraki Nakşbendiyye şeyhlerinin
Yeseviyye tarikatını Şiî iptilalarından arıtmak zorunda kaldığı iddiası çok
ilginç görünmektedir.2 Bazı Ahmed Yesevî'ye istinat edilen "hikmetlerde"
cefakârlık kültü tavsiri, Hz. Alî ile Şiîler arasında ünlü Şeyh Mansûr Hallâc'ın
(öl. 922) kahramanlıkları üzerine hikâyeler bulunabilir. Fakat Yesevî'nin dünya
görüşü üzerine Şiîliğin etkisi hakkındaki düşüncemiz, tarihî kaynakların
yetersizliğinden sadece varsayım halinde kalmaktadır. Zira, şimdiye kadar
elimizde ne Ahmet'in Türk mürşitlerinin eserleri, ne de bilinen kaynaklarda
onların görüşleri üzerine açık bilgiler bulunur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Elimizdeki kaynaklar,
Yesevî'nin Türk mürşitlerinin tasavvufi görüşlerini de adeta hiç nakletmez.
Yalnız "Neseb-nâme", Ahmet'in babası Şeyh İbrahim'in "sofra tutmak" (Tasavvufu
yaymak) amacıyla müritlerini başka yörelere gönderdiğini nakleder. Buna rağmen,
fikrimize göre Tasavvuf cereyanının, Orta Asya Türkleri arasında artık XI.
asırda mevcut olduğu muhakkaktır. Yusuf Balasagunî'nin "Kutadgu Bilig” adlı
eserinde ( 1070 y.) rastlanan münzevi Odgurmış tipi ve bu tipin zuhd ve takvâ
vaazı gibi Sufi motifleri içermesi bunu ispatlamaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Takipçisinin Almed
Yesevî olduğu Tasavvufta Farisî anne. ilk başta Buhara'da öğrenim gördüğü zaman
kendisinin mürşidi olan Abu Alî Yakup Yusuf Hemedani (H.440/M.1049-H.535/M.1140)
tarafından tahsil edilmekteydi. Bu Suni mürşidi. Orta Asya'da Tasavvufun
gelişmesinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Batı İran'ın Hemedani
vilayetinde dünyaya gelen mutasavvıf, gençlik yıllarında Bağdat'ta fıkıh ilmini
ve "ilmü'n Nazar"ı (hukuk deliller bilimi) öğrenmiş. Orta yaşlarında fıkıh ve
kelâm ilmi ile uğraşmaktan vazgeçen Yûsuf, dünya işlerinden el çekerek kendini
Allah'ın hizmetine vakfetmiş ve gezici bir sunî mürşidi olarak yaşamaya
başlamış. O sıralarda daha çok Merv ve Herat'ta otururmuş, bazı kaynaklara göre
ise Harezm Buhara ve Semerkand ziyaret edermiş.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yusuf Hemedânî'nin Orta
Çağ'da telif edilen yaşam öyküsü V.V. Bartold. M.F. Köprülü ve W. Madelung
tarafından araştırıldı. Bu alimlerce halîfesi Abdü'l-Hâlık Cucduvânî (ö1.1220)
tarafından telif edilmiş veya onun sözüne istinat edilerek müritlerince yazılmış
Yûsuf un biyografisinin hayali ayrıntı, mübalağa ve kronoloji uyuşmazlıkları ile
dolu olup, yeteri kadar güvenilir olmadığı düşünülmektedir. W. Madelung, "Yusuf
el-Hemedânî ve Nakşibendiye'' adlı makalesinde 3Gucduvânî'nin, Yûsuf'un Buhara
ve Semerkand'da yaşamış olması, kendisi ve Ahmed Yesevî ile tanışması hakkında
verdiği malûmattan ve Yesevî'ııin 1166 yılında ölmüş olmasından bile şüphelenir.
Fakat. fikrimizce bu şüpheler ve uyuşmazlıklar inandırıcı sayılmaz.
Gucduvânî'nin XIl. asırdaki tarihî olaylar ile ilgili anlattığı hikâyesindeki
uyuşmazlıkların sebebi, genç yaşında Yûsuf la görüşen suninin, ihtiyarlığında
anılarını anlatıp yazdırması olabilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yusuf Hemedânî'nin
öğretisi, W.Madelung'un iddialarına aykırı olarak, bütün kaynaklarda takriben
aynı şekilde anlatılmaktadır. İnsanları mütevazi bir hayat sürmeye davet eden
şeyh, kendisi de zahit olarak yaşamış. Günlük hayatında çok az ile idare eder,
rençperlik ve esnaflık ile uğraşır, hiçbir zaman dilencilik yapmaz ve bunu
müritlerine de ciddi olarak yasaklarmış. Beş vakit namazı kılan Yusuf, yılda bir
çilede (40 günlük inzivada) oruç tutarmış. Hiçbir zaman hükümdarlara yaranmaya
çalışmaz, fakirlerle iştigal ederek Allah'ın kendine verdiği her şeyi onlarla
paylaşırmış. Yemek yerken Yûsuf daima son derece titizlikle haramı helâlden
ayırırmış. Nakşbendiyye ananesi, Yûsuf'u sufi pratiğinin ilk dört kaîdesinin
(hûş der dem, nazar ber kadem, sefer der vatan ve halvet der encümen) kurucusu
saymaktadır. Elimizdeki kaynaklarda tavsif edilen Yûsuf Hemedânî'nin dünya
görüşü, Yesevî'nin "hikmetleri"ndeki nasihatlere tamamen uymaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî'nin hocası
Yusuf Hemedânî'nin en ünlü mürşidi, XI. asrın meşhur mutasavvıf şairi Abdullalı
Ansârî el-Herevî ( 1006-1089) idi. En mutaassıp Hanbelî mezhebinin taraftarı
olan Ansârî için Tasavvuf, yalnız Kurân-ı Kerîm'in ve Sünnetlerinin manasını
kavramayı kolaylaştıran ve bunların devamı olan Hak üzerine öğretiydi. Bu şeyh
birçok tasavvuf şiiri yazmış ve "Divân-ı Hikmet"te de bir Türkçe örneği bulunan
"Münâcât" (Allaha yalvarma konulu manzume) tarzının kurucusu sayılmış.
Gençliğinde Ansârî, kendini Bayezit Bistâmî'nin (öl. 875) mânevî evlâdı sayan
ünlü mutasavvıf Abu'I-Hasan Herekânî'nin (ö1.1033-34) meclisine devam edermiş.
Ansârî'nin öğretisi, pratik Tasavvufun iki ekolü olan Cüneyt Bağdâdî'nin(ö1.910)
"ayıklık" ekolü ile Bistâmî'nin "şükür" (İlahi Sevgiden sarhoşluk) ekolünün
kaîdelerinin manasını çıkarma ürünü olmuş.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yusuf Hemedânî'nin
diğer bir mürşidi, Cüneyt'in "ılımlı" tasavvuf ekolünün taraftarı ve meşhur
"Risâle fi ilmü't-Tasavvuf'un müellifi olan Abû,l-Kâsım Kuşeyrî'nin (986-1072)
müridi ve kendi sunî meclisini idare eden (şeyhu's-suhbe) Abû Alî Fermezî
at-Tûsî (ö1.1084) imiş.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevî'nin bütün Farisî
mürşitlerinin, Kurân-ı Kerîm ve Hadislerin okunmasına büyük önem veren, kendi
hareket tarzında Şeriat kurallarından hiç uzaklaşmayan mutaassıp Sünniler
oldukları bilinir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Böylelikle Ahmed
Yesevî'nin, Horâsân sufi okulunun kısmen tesiri altında bulunduğu halde, Cüneyt
Bağdâdî'nin ayıklık" okulu, yani "ılımlı" Tasavvufun takipçisi olduğu tahmin
edilebilir. Dîvân-ı Hikmet"in Ahmed Yesevî'nin yaşam öyküsünü anlatan kısmındaki
tasavvuf fikirleri ve sufi terimlerin kullanılması bunu tasdik etmektedir.
"Hikmetler"i, "Cevâhiru'l Ebrâr" ve "Nesebnâme" eserlerindeki sözleri, şeyhin
ayrıca Melâmetiyye öğretisinin tesirinde kalmış olabileceğini göstermektedir. Bu
öğretinin, Yusuf Hemedânî'nin icat ettiği "halvet der encümen" (toplumda olduğu
halde yalnız olma) kaîdesine tesir ettiği kabul edilirse, bu iddia gerçek
sayılır. Yesevî'nin dünya görüşünün Türk kökenleri ise, en erken tarihî
kaynakların araştırılması ve şeyhe istinat edilen "Dîvân-ı Hikmet"in devamlı
incelenmesi yoluyla açıklığa kavuşturulabilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Dipnot</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">* St.Petersburg Devlet
Üniversitesi. şarkiyat Fakültesi Asistanı, RUSYA FEDERASYONU.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ol>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">A.K. Müminov.
"Mübeyyidiyye-Yeseviyye Alâkası Hakkındâ, Bir. Türk Dünyası İncelemeleri
Dergisi. Sayı: 1. İstanbul 1964, s.120.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MF..Köprülü. ".Ahmet
Yesevî" Maddesi. İslam Ansiklopedisi. Cilt 1, İstanbul 1941. s.212.</span> </div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Wilford Madelung i
Yusuf al-Hamedani and the Naqsbandiyya, 1989 p. 499-509</span>
</div>
</li>
</ol>
<br />Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-19235228894268559142012-11-18T07:53:00.000-08:002012-11-18T10:07:02.954-08:00İrene Melikoff Röportajı<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Milliyet Gazetesinden
alınmıştır.</b><br />
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>http://www.milliyet.com.tr/1998/05/27/entel/ent.html</b></span><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana;">Türkolog İrene Melikoff, "Benim işim
inanmak değil, öğrenmek ve anlamaya çalışmaktır" diyor.</span></div>
<a name='more'></a><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">*Aleviliğin kökleri,
Sünnilik ile farkları nedir? Nerden gelir? <br />Alevilik bir dünya, Sünnilik ayrı
bir dünya. Mukayese etmemek lazım. İkisinin de ayrı hayatı oldu. Alevilik
sözcüğü 19. asırda ortaya çıktı. Köklerinden söz edeceksek, Alevilik sözcüğünü
kullanmak doğru değil. 13. asırda yaşayan Hacıbektaş ile başlayan bir olay,
onunla başlayalım. Hacı Bektaş, Ortaasya'dan Horasan'dan gelen bir halk
dervişiydi, abdaldı. Babai isyanına karıştı. Ama son savaşlarda bulunmadı,
herhalde saklandı. İsyandan birkaç yıl sonra ortaya çıkmış karizmatik bir
şahıstır. Hacı Bektaş'ın bir tarihi hayatı var. Ama daha çok efsanevi bir hayatı
var. Mucizeler yapan bir kişi. Aşıkpaşazade diyor ki, aziz bir kişi. Çepni
aşireti arasında görüyoruz onu. <br />13. asırda birçok derviş, halk azizleri
vardı. Sarı Saltuk Baba, Burak Baba, Tapduk Emre gibi. Hacı Bektaş onlardan
farklı değildi. Birdenbire 14. asırda Hacı Bektaş tarikatı, bir halk tarikatı
ortaya çıktı. Böylece onun ismi öne çıktı, diğer bütün isimleri bastırdı. Bu
tarikat onun müritlerinden Abdal Musa tarafından kuruldu. Hacı Bektaş, ölmeden
evvel manevi kızı, Velayetname'ye göre manevi karısı, (Hacı Bektaş mücerretti,
yani evlenmiyordu) Kadıncık Ana'ya bütün kerametlerini nakletti. Bu kadın Abdal
Musa ile birlikte bir tarikat kurdu ve buna Hacı Bektaş tarikatı dendi.
<br />*Bektaşi tarikatının ilk Osmanlı sultanlarının himayesinde olduğu
söylenir...<br />Evet. Hacı Bektaş'ın şöhretini Gazi Osman ve Gazi Orhan yaptı.
Osmanlılarla Hacı Bektaş aynı soydandı. Ortaasya'dan gelen Türkmenlerdendiler.
Zannediyorum ki, bunun da rolü oldu. Birdenbire Bektaşiler Osmanlı himayesine
girdiler. Osmanlıların zafer döneminde, birçok dervişler gazi oldu. Osmanlıların
zaferlerinde yer aldılar. Onların arasında Abdal Musa da vardı. Osmanlılar ilk
Bektaşi dervişlerinden Ömer Lütfü Barkan'ın dediği gibi kolonizatör dervişi
olarak yararlandılar. Trakya ve Balkanlar'da Bektaşilik çok gelişti. Onların
rolü, ele geçirilen yerleri Türkleştirmek ve İslamlaştırmaktı.
<br />*Türkleştirmek ve İslamlaştırmakta Bektaşiler nasıl etkili
oldu?<br />Bektaşilerin dini Batinidir. Şamanizm'in, Türklerin İslam öncesi
dinlerinin etkileri görülür. Eski geleneklerinden kalan kalıntılar vardır.
Bunlar yeni fethedilen halkın onları kabul etmesini kolaylaştırıyordu.
Bektaşilikte Senkretizm vardı. Karışık bir dindi. Oturduğu yerlerin
geleneklerini alabiliyordu. Trakya ve Balkanlarda Bektaşilik çok gelişti,
tekkeler, zaviyeler kuruldu. Bektaşilik yerleşik oldu. <br />* Peki, Anadolu
Aleviliğinde ne gibi bir gelişme oldu? Bu sonradan Alevilik - Bektaşilik farkını
oluşturdu...<br />Anadolu'dakiler geleneklerini, göçebe hayatlarını
sürdürüyorlardı. Yerleşik değillerdi. Muhtelif tesirlerin altında kaldılar.
Bektaşiler de kaldı ama halk daha çok kaldı. İlk tesir Ahilik oldu. Ahiler çok
kuvvetliydiler. Esnaf loncaları Ahiydi. Ankara bir ara Ahilerin elindeydi.
Ankara kalesinin yanında Şerafettin Ahi'nin camisi vardır hala. Ahilerde Şiilik
vardı. Onların piri Selmani Farsi idi. Farsi ilk Arap olmayan Müslüman'dı. O
Bektaşiliği ve Aleviliği etkiledi. Selmanı Farsi'nin Şiiliği modere bir
Şiilikti. Koyu bir Şiilik değildi. Peygamber'in ailesini sevmek, Kerbala için
ağlamaktı. İlk Şii tesirleri Alevilere Ahiler tarafından geçti. <br />*Hurufiliğin
de önemli bir etkisi oldu Alevilik üzerinde...<br />14. asırda ise Hurufilik
tesiri oldu. Fazlullah Astarabadi Hurifiliği Bakü'de yayıyordu. Astarabadi, yeni
bir mezhep kelimesini sevmiyorum, yeni bir inanç getirdi. Azerbaycan'da
Fazlullah Timurlenk tarafından asılınca müritleri Anadolu'ya kaçtı. Şeyh Nesimi
onlardandı. Hurufiler Bektaşilerin arasına gizlendi. Hurufi inanışına göre,
insanda Tanrı mayası, nüvesi vardı. İnsan Allah'ın parçasıdır. Onun için her
insanın yüzünde Tanrı'nın, Ali'nin ismini görebilirsiniz. Hilmi Dede Baba,
"Aynayı tuttum yüzüme, Ali göründü yüzüme" sözüyle, bunu en iyi şekilde ifade
etmişti. Harflerin kutsallığına inanılıyordu. İnsanın yüz hatlarında harflerden
oluşan alfabenin varlığı inancı Aleviliğe Hurufilikten gelmiştir. Kaşlar, burun
Ali'nin adını tanımlayan harflerdir. Bıyık da bu adı tamamlar. Bunun için
Aleviler bıyığa önem verirler. Hurufilik ile Şiiliğin tesiri daha gelişti. Bu On
iki İmam Şiiliği değil, aşırı Şiilikti. Mademki Ali Tanrı oluyor, Tanrı insan
biçimini alıyor, bu aşırı Şiilikti. Onlar reenkarnasyona inanıyorlardı.
Ortaasya'da da bu ruh geçmesine inanılıyordu. <br />İslam bir anda Anadolu'ya
gelmedi, Türkler birdenbire Müslüman olmadı. Bu asırları buldu. <br />*Sonra da
Kızılbaşlığın etkisi oldu...<br />En büyük tesir Kızılbaşlıkla oldu. Safaviler
vardı Azerbaycan da. Safaviler'le kavga eden Cüneyt isimli birisi 15. asırda
Akkoyunlular'a geldi. Şeyh Cüneyt Şii oldu. Allah insanda tecelli eder inancı
Türkmenlerde vardı. Cüneyt sonra da oğlu Haydar Türkmenleri etkiledi.
Kızılbaşların etrafında 7 Türk aşireti geldi. Bu arada Şah İsmail 13 yaşında
kral oldu. Onu başa getiren Kızılbaşlardı. Başlarına 12 parçalı kırmızı bir
takke giydikleri için Kızılbaş deniyordu. Kızılbaşlar ile Şii etkisi yoğunlaştı.
Şah İsmail Çaldıranda mağlup olunca Kızılbaşlığı terk etti. Kızılbaşlar da ona
gücendi. Anadolu'da bu hareket devam etti. İran'ın Şiiliği ve Anadolu
Kızılbaşlığı arasında bir fark oldu. Şah İsmail'in oğlu Şah Tahmasb,
Kızılbaşları İran'dan atmaya çalıştı. <br />İran Şiiliği daha moderne oldu.
<br />İran desteğiyle olan dini isyanlar nedeniyle Kızılbaş kelimesi kötü bir
manaya büründü. <br />*İran Şiiliği daha modere oldu dediniz. Anadolu Aleviliği de
modere, yumuşak hale gelmedi mi?<br />Aşırılık ve modere kelimelerini inanç
bakımından kullanıyorum. İran'daki Şiilikle Anadolu'daki Alevilik bambaşka.
İran'da şeriatçılık görüyoruz. Alevilik de bu yoktur. Anadolu Aleviliği dinler
üstü, toleranslı, insan sever. Senkretizm, yani bağdaştırma var. Şamanizm var,
Budizm var, manikeizm var, Hıristiyanlıktan gelen etkiler var. Karışık bir
inanç. Osmanlı baskısında kaldığı için, baskı altında kalan insanlara karşı bir
sevgi duyuyorlar. Her dini kabul ediyorlar, Sünnilikten başka. Sünniliğe karşı
mesafeliler, onların baskısı altında kaldıkları için. <br />*Bu arada Bektaşilik
ile Alevilik farklılaşıyor..<br />Kökleri aynı. Yaşam tarzı farkı. Bektaşiler
Balkan ve Trakya'da idi, yerleşikti. Aleviler köyde kaldılar, göçebe kaldılar,
cahil kaldılar. İlerici, münevver oldular. Türkiye Balkan ülkelerini kaybedince
Bektaşilik düştü, Alevilik kalktı. Bektaşilerin güçlü tarafı Alevilere geçti.
Aleviler artık okula, üniversiteye gittiler. Kültür seviyeleri yükseldi.
<br />*Dinlerin aydınları kendi inançlarından halkı etkilemeye, örgütlemeye
çalışır. Bektaşiler Alevilerden kendilerini sakındılar. Önemli Bektaşi babaları,
"biz Alevi değiliz" diyordu. <br />Çünkü onlar tarikatlaşmış. Esasta aynılar ama
ayinlerinde bazı farklar var. Semah yok, musahiplik yok. Yeniçeriler ile
Bektaşiler arasında sıkı ilişkiler vardı. 1826'da Yeniçeriler ortadan
kaldırıldı. Bektaşi tekkeleri kapatıldı, sürgün edildiler, öldürüldüler. O zaman
Bektaşiler kendilerini korumak için Far - masonluğa girmeye başladılar. Böylece
bir fark daha oluştu. Alevilik ise farmason değildir. <br />*Farmasonlar ile
Bektaşilerin inançları birbirini uyum sağladı mı?<br />Far - masonların
hürriyetçi, dini otoriteye karşı olma, örfe boyun eğmeme özellikleri nedeniyle
bir yakınlaşma oldu. Tekkelerin, ayinlerin düzeni açısından benzerlikler ortaya
çıktı. Üçler, beşler, yediler kavramı örneğin masonluktan gelmedir. Birinci
derece üçler, ikinci derece beşler, üçüncü derece yediler olarak. Bektaşiler
ise, üçlere Allah, Muhammed, Ali diyebilir. Ama mason etkisidir. Alevi
dedelerinin ise Masonlukla ilişkileri yoktur. <br />* Sonra ne oldu da Bektaşilik
Osmanlı'nın gözünden düştü?<br />Şah Kalender isyanında Kızılbaşlara, Bektaşiler
yardım ediyorlardı. Yavuz'dan sonra Bektaşilere kötü bakıldı. Bektaşi
tekkelerine yardım kesildi. Osmanlılar için Şiilik problemi değildi. Problem
İran'la ilişkilerdi. Kızılbaşlara yardım etmeleriydi. Ne zaman ki İran yardımı
kesti, ayaklanmalar sosyal oldu. 17. asırdaki isyanların nedeni ekonomikti,
yoksulluktu. <br />* Günümüzde ise Şiiliğin etkisine Aleviler değil, İslamcılar
girdi.<br />Alevi İslamcı olamaz. Aleviler ne kadar insan kırıldığını unutmuyor,
her alevinin aklındadır. Bir gecede 40 bin insan kırdı Yavuz. Kırılacak
insanların listeleri yapıldı. Hangi köyden hangi aile vb. Aleviler bunu
unutamaz.<br />Türkiye'deki Sünniler İslamcılık açısından etkilendiler. Sünni
İslam İran Şiiliği'ne daha yakın. Rejimi ele geçirmek, iktidara gelmek yakın bir
nokta. Alevilerde böyle bir durum yok. <br />*İslam'da reform tartışması var.
<br />Her şeyin reforma ihtiyacı var. Zamana uymak lazım. İslamiyet'te reform
hareketi vardı. İran'da Bab hareketi gibi. Bahailer İslam'ı reform etmek
hareketiydi. Ama bu politikaya alet oldu. En büyük merkezleri İsrail'de.
<br />*Aleviliği İslam'ın reforme edilmiş bir şekli olarak görebilir
miyiz?<br />Ortodoks İslam'a karşı yenilik var Alevilikte. Batıniliğe dayanıyor.
Olumlu unsurları alarak, yorumlayarak ileriye gidiyor.<br />Alevilik İslam
çerçevesindedir. Sünniliğe ve şeriatçılığa karşı bir tepkidir.<br />İslamlaşma
hareketi karşısında, şeriata karşı bir duvardır Alevilik. <br />Alevilik bir
sentezdir. Eski Türk geleneklerinden, Şamanizm'den, Manikeizmden alan bir
sentez. Bu sentez içinde, Sufi ve Oniki İmam temelli, Ali'nin Tanrısallığı
görüşünün de katıldığı, ruh göçüne inanç, Hurufiliğin kabalisttik(Tevrat
gelenekli) öğretileri, Ahilik, Hızır adı altında bazı azizlerin kutsanışının
arkasındaki Balkanlar'daki Hıristiyanlık etkisi vardır. Yine, Yezidilerin bazı
inançları, eski Türk geleneklerinin etkileri olarak kadınların merasimlere
katılması, içkiye hoşgörü; Turnaya verilen önem, Güneş'in doğuşunda doğuya dönüp
Ali'ye niyaz etme şeklindeki eski bir Güneş inanışı, bütün bunlar senkretik,
bağdaştırmacı bir inanç karışımı, sentezidir. <br />İnsanı merkeze koyan bir
öğretiye dönüşüyor. <br />*Tarikatların rolünü nasıl görüyorsunuz? <br />Nurculuk
herhalde tehlikeli, o din değil artık politika. Nakşilik de öyle. Bir seferinde
İran Azerbaycan'ındaydım. Orda Kırklar diye bir grup var. Şah İsmail'i hala
Tanrılaştırıyorlar. Bir gün onların bir zikir törenine girdim. Ali'ye Allah
diyorlar. Onlar gibi sallandım. Kalktığım zaman kendimi o kadar iyi hissettim
ki, sanki uyuşturucu almışım gibi. Bıraktığınız zaman sizde fiziki bir tesir
yapıyor. Sigarayı bırakmak gibi. O zaman anladım ki tarikatlar çok tehlikeli.
<br />*Çok rahatladığınızı söylemenizden sonra, "tarikatlar iyidir" demenizi
bekliyordum.<br />Size sevinç veriyor, fizik en rahatlatıyor. Birdenbire sarhoş
oluyorsunuz. Tarikat nedir? Haşhaş içmekle aynı şey. Droge olmak gibi. Zikirler,
sallanmalar, saatlerce aynı şeyi söylüyorsunuz..<br />*Tasavvuf dini yumuşatmıyor
mu? O da tarikatlarda yaşamıyor mu?<br />Tasavvuf bir felsefedir. Bir felsefe
kendisini böyle gösterirse, ilkel bir biçimde, tehlikeli olabilir. Küçük
yaştakiler zikre götürülmemeli. Ortodoks dininde de aynı zikirleri yapanlar var.
Bu biçim hareketler hangi dinde olursa olsun tehlikeli olabilir. Alevilikte yok
böyle bir şey. Mevlevilikte bunu gördüm ama onun artistik kültürel bir yanı
var.</span></div>
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İrene Melikoff
kimdir?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">1917 yılında Ekim
devrimi başladığı gece, Petrograd'da doğan İrene Melikoff'un babası Bakülü bir
Türk, annesi Rustu. Petrolcülük işleriyle uğraşan ailesi Ekim Devrimi olunca
Finlandiya'ya kaçar. Oradan Fransa'ya giderek Paris'e yerleşirler. Melikoff
babasının kütüphanesinde 14 yaşındayken Hafız Divanı'nı, Ömer Hayyam'ı ve Sadi
Şirazi'yi okur. Sorbon Üniversitesi'nde önce İngiliz edebiyatını bitirir. Daha
sonra ise Şark dillerine ve Türkoloji'ye devam eder. Fars dili ve edebiyatını
öğrenir. Safaviler üzerine çalışır. Prof. Adnan Adıvar'ın öğrencisi olur. Ünlü
İslam araştırmacısı Louis Massignon onu Sufiliği araştırmaya yöneltir. Fuat
Köprülü ve Ömer Lütfi Barkan'la yakın ilişki içinde olur. Türk destanları
üzerine çalışan Melikoff mistisizmi öğrenmek isterken Alevilikle karşılaşır.
Çalışmalarını Alevilik üzerine yoğunlaştırır. Türkoloji'ye katkısı 1968 yılında
Strasbourg Türk Etüdleri Enstitüsü direktörü olmasıyla hız kazanır. 1970
yılından beri yayınlanan önemli bir Türkoloji dergisi olan Turcica'nın da
kurucusu olur. Ünlü matematikçi Salih Zeki'nin oğluyla evlenen Melikoff bir süre
de Türkiye'de yaşar. Türkçede Cem Yayınları'ndan "Uyur İdik Uyardılar" kitabı
yayınlanan ve yakında Çağdaş Yayınları'ndan "Efsaneden Gerçekliğe Hacı Bektaş"
isimli bir kitabı daha yayınlanacak olan İrene Melikoff ile arkadaşımız Naki
Özkan konuştu. </span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-38493672631035346872012-11-18T07:51:00.003-08:002012-11-18T10:07:12.654-08:00İslam Felsefesi Açısından Horasan Erenleri<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">İrfan GÖRKAŞ</b><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Öğretmen</b></span><br />
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><b>İSLAM FELSEFESİ VE
FİKRÎ KÖKLERİ </b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam felsefesi, VIII.
yüzyıldan itibaren İslam dünyasında yer aldığı kabul edilen bir disiplindir.
Disiplinin varlığı bir taraftan Batı’dan, diğer taraftan Doğu’dan yapılan
tercümelere dayandırılır. Öncelik ise “yerli kaynak” adını verdiğimiz “Kur’an”
ve “Hadis”e aittir.</span></div>
<a name='more'></a><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam felsefesinin
problemlerinden birisi, onun ne olduğu, bir başka deyişle tabirin ne ifade
ettiğidir. Her şeyden önce iki kavram ve tamlama, kelime itibariyle İslam’ın
felsefe yapması anlamına gelir. Bu şekliyle tabir, Descartes felsefesi, Eflatun
felsefesi, Fârâbi felsefesi kavram ve tamlamalarındaki anlamı ifade eder. Ancak
birinci kavramın İslam, yani bir din olması, felsefenin ise “insana ait bir
ürün” olması bu anlamın kabulünün anlamsızlığını ortaya koyar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bazılarına göre tabir
felsefenin “İslam”ı ele almasını, alınması gerektiğini ifade eder.[1] Bu anlamda
o, bir din felsefesidir. Fakat din felsefesinden farkı “özel bir tek dinin, yani
İslam’ın felsefesi olmasıdır. Onun bu anlamda kabul edilmesi, İslam felsefesinin
“konu ve alan” bakımından daraltılması demek olur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Üçüncü olarak o,
umumiyetle bu şekilde kabul edilir, İslam Tarihi, İslam Sanatı, ... gibi
örneklerdeki anlamı ifade eder. Yani İslam felsefesi, bir medeniyet
felsefesidir.[2] İslam, bu medeniyet içersinde yer alan, ona katkıda bulunanları
ifade eder. İslam medeniyetine katkıda bulunanların başında da Türkler,Araplar,
Farslar,... gelir. Bu açıdan İslam felsefesinin fikrî kökleri içersinde Türk
düşüncesi, Arap düşüncesi, Fars düşüncesi,... gibi düşünceler yer alır. Bu
sebeple o, bazılarının kabul ve iddia ettiği gibi tek bir millet ait felsefe
değildir. İslam felsefesi bir bütün olarak bir millete mal edilemez ve
edilmemelidir. Bir millete ait felsefe ancak İslam felsefesinin bir bölümü-cüz’ü
olur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">YAZILI TÜRK
DÜŞÜNCESİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam felsefesinin
fikrî köklerinden olan Türk düşüncesinin pek çok problem alanı vardır. Bu
alanlardan birisi, onun, yazılı ve şifahî olmak üzere iki düşünce geleneğine
sahip olmasıdır. Birinci gelenek Türk düşüncesinin “yazılı”, ikinci gelenek
“sözlü” anlatımla aktarılma geleneğidir. Yazılı metinle aktarılan Türk
düşüncesinin Tarihsel gelişmeye bağlı olarak farklı alfabeler ve farklı dillerde
ortaya konduğunu biliyoruz. Bu durum onun tarihsel gelişmesinin, sürekliliğinin
engeli, günümüzde ilgilenilmesinin, üzerinde çalışılmasının sebebidir. Fakat biz
burada “yazılı Türk düşüncesi-felsefe” alanına girecek değiliz. Asıl üzerinde
duracağımız konu bu alan dışındaki “sözlü Türk düşüncesi” alanıyla ilgili
olmalıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam tefekkürü
tarihinde Türk coğrafyasına bağlı olarak Türk düşüncesini ihtiva eden iki
ekolden bahsedilir. Biri “Maturidî”, diğeri “Yesevî” ekolüdür. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Maturidî ekolünün
kurucusu nisbesini, Semerkand dolaylarında küçük bir yer olan Maturid’den alır.
Orada doğar. Semerkand ’daki Hanefî mektebinin istikametinde “fıkıh” okur.
333/944’te vefat eder. Doğum tarihi bilinmez. Fakat 256/870[3] veya 248/862[4]
gibi IX.asrın ikinci yarısındaki birbirine yakın tarihlerde doğduğu tahmin
kelam, fıkıh ve tefsir alanlarında eserleri olduğu kabul edilir. Saman
oğulları’nın hakim olduğu bölge, sakin ve ilim için müsait bir muhittir. Ama
halifelik merkezinden uzaktır. Maturidî’nin merkeze uzak, hilafetin doğu
bölgesinde yaşaması, kendisinden bahsedilmesi gereken pek çok eserde sükut
edilmesine sebep olur.[5] Watt’a göre bu sükutun bir sebebi de Hanefilerin
mezhepler tarihi tetkikine ve kendi mekteplerinin önde gelen mensuplarının hayat
hikayelerine dikkat etmemeleridir. Maturidî ve Maturidî ekolün karanlıktan
çıkışı, Hanefilerin Selçuklu ve Osmanlı desteği ile İslam topraklarının
merkezinde ehemmiyet kazanmalarıyla mümkün olabilmiştir. Hilafet merkezinde
hakim ekol, Eşarilik’tir. Eşariler’in Maturidî’ye yer vermesi ancak VIII/XIV.a
sırda Taftazanî ile başlayabilmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Maturidilik’in
evveliyatı yukarıdaki satırlardan anlaşılacağı gibi, Hanefiliktir. Kurucusu Ebu
Hanife Numan b. Sabit (80/697-150/767) tir. O yaygın olarak ne kadar fıkıh
mektebinin reisi kabul edilirse, el-Fıkhu’l-Ekber, el-Vasiyye gibi eserleriyle
de en az o kadar İslam tefekküründeki yerinin ehemmiyeti itiraf edilir. Çünkü o,
İslamî tefekkürün oluşum dönemindeki mümtaz simalarından biridir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hz. Peygamber’in
vefatıyla gündeme gelen, Hz. Osman’ın şahadetiyle gelişen, insanları etkileyen
meselelerin başında “siyaset-halifelik” sorunu gelir. Halifelik sorunu, toplumda
kargaşaya, gruplaşmalara, hatta savaşlara sebep olur. Pratik hayattaki bu sorun
teorik hayatta görünür, tartışmalara yol açar. İman, iman-amel ilişkisi, insan
fiilleri ... gibi konular halifelik meselesinin bir sonucu olarak tartışma
mevzuları arasında yer alır. Bu tartışmalara taraf olanlar üç ana grupta
toplanabilir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Birincisi
“İsyancılar”dır ki “Hariciler” olarak adlandırılır. Onlara göre fiil, yani amel,
imanın bir parçasıdır. Dolayısıyla “kötü fiil-büyük günah” sahibi bir kimse
imanını kaybeder. Kafir olur. Sonuç önermenin iki anlamı vardır. Birinci anlam,
imanını kaybeden kötü fiil sahibi yöneticiye karşı “silahlı eylem”e girişmenin
mazeretini teşkil etmesidir. Bu dini bir yükümlülüktür. İkinci anlam, aynı
zamanda birinci anlamın sonucu ve tamamlayıcısı olmasıdır. Bu anlam, kötü fiil
sahibinin toplumdan-ümmetten çıkarılmasıdır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Çıkışı itibariyle
isyancılardan sayılabilecek bir grup da “Taraftarlar-Şia”dır. Onların isyanı
“üstün” kabul ettikleri halifenin hakkının, önceki halifelerce engellenmesini
hatta gaspını anlatır. Halifelerin idareye geliş “keyfiyeti”ni hedef alır, takip
edilen idareye geliş keyfiyetine karşı çıkarlar. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tartışmanın ikinci
tarafı Sünnete riayet edenler, sünneti takip edenlerdir ki “Ehli Sünnet” olarak
adlandırılırlar. Onlara göre halife tayinle değil seçimle yönetime gelir.
İçlerinde Ebu Hanife vardır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Eş’arî’nin verdiği
bilgiye göre Ebu Hanife “iman”ı, Allah’ı bilmek-marifet ve Allah’ı ikrar ile
resulü(Hz. Muhammed’i) bilmek ve onun Allah’tan getirdiği vahyi ikrar etmek,
olarak tarif eder. Yine “iman, cüzlere ayrılamaz, artıp eksilemez ve insanlar
iman konusunda birbirlerinden üstün değillerdir.[6] İmanla ilgili önermelere
bakılırsa Ebu Hanife’ye göre iman: bilgi-kabul-açıklamadan ibarettir. Yani iman,
marifet-tasdik-ikrar safhalarından oluşur. Temelinde bilgi yer alır.[7] İman
bilgiye dayalı olarak gerçekleşir ve ikrar ile “topluma katılım” ilan edilir.
Yine iman, iman olma bakımından aynıdır. Kişilere göre farklılık arzetmez ve
bölümlere ayrılamaz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilgiye dayalı imanın
gerçekleşmesi, bu gerçeğin ilanı bir topluma katılımı ifade eder. Bu bakımdan
bütün insanlar aynıdır. Dolayısıyla iman etme bakımından imanların aynılığı
“ümmete mensubiyeti” ve bu mensubiyette farklılıkların olmadığını gösterir. Bir
başka deyişle iman, insanı toplumun-ümmetin mensubu kılan şeydir. Bu açıdan onun
parçalanması toplumun parçalanmasını getirir. Buna göre Ebu Hanife,
parçalanmanın karşısında yer almaktadır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fıkh-ı Ekber’de Ebu
Hanife “biz, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin işi hakkındaki kararı Allah’a bırakırız.
Her hangi bir kimseyi günahları yüzünden bir kafir(mükeffiru) olarak ilan
etmeyiz ve kimseyi imandan dışarı çıkarmayız.” demektedir. Bu ifadeleri
sebebiyle o, Eş’ari tarafından “sapık bir mürciî” olarak nitelendirilir. Halbuki
Ebu Hanife’nin ircaında, yukarıdaki sözlerinden de anlaşıldığı gibi, sapıklık
değil “edep ve saygı” vardır. Eş’ari bu nitelendirmeyi “mutezilî” döneminde
yapar.[8] IX.yüzyıla gelindiğinde Vasiyye’de yer alan “Muhammed ümmetinin
günahkarları-âsûn-kafir değil, tamamen mümindir fikri benimsenir. Neticede
fiille ilgili ifadelerden hareketle Ebu Hanife’nin önce “irca”, daha sonra kötü
fiil sahibinin “mümin” olduğu fikrine ulaştığını söyleyebiliriz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tartışmaların üçüncü
tarafı “Ayrılanlar”dır ki “Mutezile” olarak adlandırılırlar. Onların ayrılmaları
da bu konuyla ilgilidir. Onlara göre kötü fiil sahibi ne mümin, ne kafirdir. O
ikisi arasında bir yerdedir. Yani “fâsık”tır. Bir başka deyişle büyük günah
işleyen belki ümmetin dışında değildir ama içende de sayılamaz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Her üç grup birlikte
değerlendirildiğinde ulaşılan sonucun temelde “değer tartışması” olduğu görülür.
Birinci ve üçüncü gruba göre kişisel tavırlardaki değişmeler “değer
değişmesi”nin bir sonucudur. Birinciye göre ilk değer “inkar-red” edilmiş,
yerine bir başka değer kabul edilmiştir. İkinci yani üçüncü gruba göre kişinin
sözlerinden yeni bir değer kabul ettiği sonucuna ulaşılamasa da davranış
değişikliğinden, ilk değerin olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Aksi halde
davranışlarda bir değişme olmaması gerekirdi. Buna göre birinci grubun fert
açısından çok sert, toplum açısından parçalayıcı özelliğini, üçüncü grubun
yumuşattığı fakat temelde bu fikrinden vazgeçmediği görülür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İkincisine göre kişi
davranışlarındaki değişmeler temel değerlerin değişmesi veya “inkar”ıyla ilgili
değildir. Eğer böyle kabul edilirse ulaşılacak sonuç, o değerlerin oluşturduğu
toplumun parçalanması, nihayet yok edilmesidir. Toplumun parçalanması ve yok
edilmesi ise değerlerin hayatiyetinin yok edilmesi anlamına gelir. Halbuki
davranış değişmesi değer değişmesinin bir sonucu olabileceği gibi değer
değişmesi olmadan da davranış değişmeleri meydana gelebilir. Bu demektir ki
değer-davranış arasında, sebep-sonuç ilişkisi bakımından her zaman “tek tip ve
zorunlu” bir sonuçtan(determinizm) bahsedilemez. Temel toplum değerleri, toplumu
parçalayacak şekilde kullanılamaz. Zira fertlerin davranışlarındaki
farklılıklar, toplum değerlerini yok edemez, etmemelidir. Kişisel davranış
farklılıkları her zaman değerlerin reddinden kaynaklanmaz, “değer reddi” ile de
izah edilemez. Bu sebeple Ebu Hanife’nin içinde bulunduğu ikinci grup fert-insan
planında “hoş görülü-müsamahalı”, toplum planında “bütüncü”dür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">SÖZLÜ TÜRK
DÜŞÜNCESİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam felsefesinde Türk
düşüncesinin sözlü geleneği “Horasan erenleri” ile söz konusu edilir. Türk
düşüncesinin bu geleneği “sözlü bilgi”yi ifade eder. Sözlü bilgiyi öğrenme ise
çıraklıktan, yani müritlikten geçer. Yöntemi ise dinleme, dinleneni tekrarlama,
ata sözlerine ve bunların yeniden tertiplenmeye hakim olma veya kalıplaşmış
deyişlerle özgün deyişler oluşturma, ortak geçmişe tek vücut olarak bakıp
katılmadır.[9]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenleri tabiri
Ahmed Yesevî bağlıları için kullanılır. Onların sayısında muhtelif rivayet
vardır. Bir rivayete göre doksan dokuz bin, bir diğer rivayete göre on iki
bindir. Yine rivayete göre bağlıların on iki bini Yesevî’nin yaşadığı muhitte,
doksan dokuz bini uzak ülkelerdedir. Bunlara ilave olarak Horasan erenleri
XIII.yüzyıl Anadolu Selçukluları devrinde kendisinden en çok söz edilen
topluluktur.[10] Tarihçilerin en çok söz ettiği yönleri ise “Velayet-meab,
keramet-iktisap” yani “kamil” birer insan olmalarıdır.[11] Onlardan Anadolu’ya
gelenler arasında adı geçenler ise Niyazabad’da Avşar Baba, Merzifon’da Pir
Dede, Karadeniz-Batova’da Akyazılı, Filibe yolu üzerinde Ada tepe’de Kıdemli
Baba Sultan, Bursa’da Geyikli Baba, Abdal Musa, Unkapanı’nda Horaz Dede,[12]
600/1203-4’de Anadolu’ya gelen Bozok sancağı civarında Osman Dede tekkesini
yaptıran Emir Çin Osman, Zile’de Şeyh Nusret, Tokat’ta Gajgaj
Dede’dir.[13]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hacım Sultan
Velayetnamesi’ne göre Hacı Bektaş’ta bir Horasan ereni, yani Yesevî bağlısıdır.
Hacı Bektaş Velayetnamesi ve Künhü’l-Ahbar’a göre ikisi arasında “Lokman
Perende” vardır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HORASAN ERENLERİNİN
ÖZELLİKLERİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Anadolu’ya intikal eden
Horasan erenlerinin, vesikalara-menkıbelere göre şu hususiyetleri göze çarpar.
</span></div>
<ul>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Perendelik: Perende
“uçan” demektir. Perendelik, zahir ve batın ilminde derinleşme ve neticede bazı
olgu ve olaylarda “tasarruf” sahibi olma demektir.</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Alp-gazi: erenlerin
“taç, kılıç, tuğ ve alemleri vardır. Onlar savaşlara giderler. Zaman zaman esir
düşerler. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şahin, doğan gibi
hayvanların formuna-kıyafetine girer, Gazi-Alplere yardıma gider, belde halkını
İslam ederler. Bir başka deyişle “tay-i mekan”dırlar. İslam’ın tebliğcisi ve
öğreticisidirler. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Onlar “öğretme”
konusunda “görevli”dirler. Görevli olduklarına dair “tac, hırka, sofra ve
seccade”den oluşan “emanetler”e sahiptirler.</span></div>
</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Taşıdıkları özelliklere
göre hem “savaşçı”, hem İslam dininin “temsilci”si ve “öğretici”si Horasan
erenlerine bu görevi kim veya kimler verir? Onları kim veya kimler
yönlendirir?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenlerini
yönlendirenler veya görevlendirenlere geçmeden, “tasavvuf ve hareketleri”
üzerinde durulması gerekir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TASAVVUF VE
KARAKTERİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvuf İslam
dünyasının tarih bakımından ortaya çıkan ilk fikir akımı olarak bilinir ve kabul
edilir. Tasavvuf, “sufi” adı verilen ahlakçı ve dindar düşünürlerin sistemine
verilen addır. [14] Bu sistemde gaye samimi dindarlık ve ahlaktır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ortaya çıkan bu ilk
fikir akımı “zahidler hareketi” olarak da adlandırılır.[15] Zahitler
hakikate-sırlara inanç yolu, sevgi metodu ve her tür maddi alakalardan
temizlenmek suretiyle ulaşılacağı fikriyle ortaya çıkmışlardır. Bu İslam’ın
idealist karakteridir ve istilacı-opportuniste karakterine karşı bir reaksiyon
olarak ortaya çıkmıştır.[16] Bu reaksiyon hareketi, temelini medenî ayetlerde
bulan “teşkilatçı ve yeryüzünü fethetmek isteyen anlayışa ve bu anlayışın
getirdiği maddi imkanlara karşı, Mekkî ayetlere dayanan “mistik karakter”
üzerinde duran bir anlayıştır. Horasan erenlerinde her iki karakteri de bulmak
mümkündür.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada hemen üzerinde
durulması gereken, zaman zaman biri diğeri yerine kullanılan iki kavramın
belirlenmesidir. Bunlar sufî-mutasavvıf kavramlarıdır. Türediği kök kelimenin
anlamı ne olursa olsun basitçe ifade edersek sufî,, “yaşayan”; mutasavvıf,
tasavvuf ilmini bilen, teorisini yapan kişidir.[17] </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sufî olarak
adlandırabileceğimiz zahitler hareketi, tasavvufun ilk döneminde vuku bulur.
İslam-Arap imparatorluğunun dünyevî bir saltanat halini alması, israf ve
safahatın ön plana geçmesi zahidî reaksiyonu ortaya çıkarır. Tasavvufun bu
reaksiyonerliği, tarihi boyunca onun en önemli niteliği olur. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zühd hareketi, Haris
Muhasibi (781-837) ye kadar sürer. Muhasibi’ye kadar sufiler, Allah korkusu ve
Allah sevgisinden bahseder, evrene karşı menfi tavır takınmayı, ondan
uzaklaşmayı ifade ederler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TASAVVUFUN KISIMLARI VE
MEKTEPLERİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tasavvuf iki kısma
ayrılır. Ahlak ve Tevhid.[18] Pratik ve teorik de diyebiliriz. Tasavvuf zühdden
doğduğu için pratiktir, teorisi oradan çıktığından ilk büyük mutasavvıflar hem
zahit, hem sırrı tecrübe sahibi, hem de nazarî izah sahibidirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Doğduğu merkezlere göre
tasavvuf hareketini üçe ayırabiliriz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">1.Kufe, </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">2.Basra, </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">3.Bağdat tasavvuf
hareketleri. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam’ın yayılmasıyla
bu merkezlere “Horasan Mektebi” katılmış, Anadolu’ya da mutasavvıflar, Moğol
istilası ile gelmişlerdir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Basra mektebinde
yetişen en büyük mistik-mutasavvıflardan bir kaçı Hasan Basrî, Zünnun Mısrî,
Abdülhamid Zeyd ve Antakî’dir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hasan Basrî zühd
tavrına ilave olarak, büyük günahı reddeder. Ebedi olarak cehennemde yanmayı
kabul etmez.[19] İnsan hürriyeti konusunda Mutezile ile Cebriye arasında yer
alır. Hürriyeti kabul eder, fakat onu ilahî bir yakîne bağlar. İmamî-Haricî,
Ali-Muaviye ihtilafında tarafsız kalır. Bu sebeple tevfiz-rıza düşüncesinde
fatalizme kapı araladığı iddiasıyla hücuma uğrar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bağdat mektebinde
yetişenler Maruf Kerhî, Cüneyt, Haris Muhasibî gibi mutasavvıflardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HORASAN-TÜRKİSTAN
MEKTEBİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Muhtelif medeniyetlerin
temas noktasında meydana gelmesi mektebin en önemli niteliklerinden birisidir.
Yetiştirdiği sufi mütefekkirlerden tespit edebildiklerimiz şunlardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İbn Kerram
(190/830-255/895), mektebin ilk büyük mütefekkiridir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kerram, “mümkünü
zaruri, immanantı transcendant” ile izaha çalışır. Ona göre Allah alemden
ayrıdır. Allah zaruri ve mütealdir. Alem mümkün ve mündemiçtir. Allah alemin
prensibidir. Bütün hadiseler Allah’ın zatında zuhur eder, fakat ondan
ayrıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kerram’ın İslam
felsefesine katkılarının başında, onu Doğu Horasan’dan, Afganistan’dan Hind’e
kadar yayması başta gelir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HakimTirmizî
(ö.258/898) İslam felsefesi üzerinde tesirleri bulunan bir başka mutasavvıftır.
Tirmizî “alem-i Kübra ve alem-i suğra” ile Farabi’ye, kelimelerin “sırrî-derunî
anlam”ları olduğu fikriyle İbn Arabî (1165-1240)’ye ve Bektaşilik’e tesir
etmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenleriyle
ilgili olarak kendisine yer verilmesi gereken, hatta zaruri olan bir başka isim
Ahmed Yesevî’dir. Çünkü o, Horasan ortamında yetiştiği gibi Anadolu’ya gelen
Yesevî erenleri de Horasanlı olarak nitelendirilirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî’nin doğum
tarihi bilinmez. Tarihler hayatıyla ilgili çok şey söylemezler. Daha sonraki
dönemler dikkate alınmazsa Yesevî’nin hayat hikayelerine yer verenler Reşehat
Ayni’l-Hayat sahibi Hüseyin Vaiz Kaşifî, Cevahirü’l-Ebrar müellifi Hazinî gibi
menakıp yazarları veya velayetname müellifleridir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî “Akşehir”
de denilen “Sayram”da doğar. Babası Şeyh İbrahim vefat ettiğinden yedi yaşında
öksüz olarak ablası Gevher Şehnaz’ın elinde kalır. Menkabeye göre Yesevî adı,
daha küçük yaşta “Karacuk” dağını ortadan kaldırması ile Türkistan hükümdarı
“Yesevî” tarafından “iltifat” olması için verilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkistan(Yesi)da
bulunduğu sırada, Hz. Muhammed’in sahabesinden olan Arslan Baba’dan, dört yüz
yıldır sakladığı, Allah Rasulü’nden aldığı emaneti sorar ve alır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Arslan Baba’dan sonra
o, Buhara veya Semerkand’da Şeyh Yusuf Hemedanî (1049-1140) adlı büyük alim ve
mutasavvıfın yanında görünür. Tefsir, hadis, ... gibi zahir ilimlerde üstün ve
sağlam bir Hanefi alimi olan Hemedanî, sünnete dayalı, zengin ve engin bir
tasavvuf hazinesine de sahiptir.[20] Üçüncü halifesi olarak Yusuf Hemedanî’nin
yerine geçen Yesevî, aldığı manevi işaretle yerini, Abdülhalık Gucduvanî
(ö.1220)’ye bırakarak Yesi’ye döner. Genellikle kabul edildiği şekliyle 1166’da
vefat eder.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevî ile ilgili
anlatılanların başında, altmış üç yaşına geldiğinde yerin altında bir hücre
yaptırması ve hayatının geri kalanını orada geçirmesi gelir. O bunu, Hz.
Muhammed altmış üç yaşında vefat ettiğinden kendisinin de yer üstünde ondan
fazla kalmayı ona muhalefet saydığından, ona benzemek isteğiyle
yapmıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">O boş zamanlarında
tahtadan kaşık-kepçe yapıp satarak geçinir. Soyunun Hz. Ali’ye ulaştığı
söylenir. Bu mensubiyeti ifade etmek için “Hace” lakabıyla anılır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fahrettin Olguner’in
ifadesiyle, aslında Hace Ahmed Yesevî’nin başarısı, kurduğu tarikata girenlerin,
ya da ona doğrudan doğruya mürit olanların sayısında değil, onun başarısı, onun
meydana getirdiği ve İslam dünyasının aşağı yukarı yarısı yakınına hâkim olan
zihniyettir. Ve bizce bu, çok daha önemlidir. Bu zihniyet, dine Sünnî-tasavvuf
açısından bakma zihniyetidir.[21] </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Olguner’e göre
teferruat paranteze alınırsa dünyaya ve insanlığa bakan iki zihniyetin var
olduğu görülür. Birisi insanın insana hakimiyeti demek olan zihniyettir. Bu
zihniyete göre insan tabiatı-yaratılışı itibariyle kötüdür, kötüye meyilli,
istismara hazırdır. O zalim, gaddar ve kan dökücüdür. O kin ve intikam,
kıskançlık ve öfke gibi duygularla dopdolu ... bir varlıktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu zihniyete göre
mademki insan menfi karakterlerle-şer güçlerle dopdolu bulunmaktadır. Şu halde
mal, para, kadın, ırz, iffet, ... gibi bir takım “değerler” ona emanet edilemez.
İnsanlar, onlarla yalnız başına ve kontrolsüz bırakılamaz. Bu insanın anlayacağı
tek dil, kuvvet ve ceza, sonuç olarak “korku”dur. Öyleyse insan, bir takım
sosyal müesseseler, kanunlar ve müeyyidelerle sımsıkı ve kıskıvrak
bağlanmalıdır. İşte bu takdirde ancak, insanı korumuş, onu kötülüklerden
kurtarmış oluruz. İşte bu totalitarizm, komünizm, sosyalizm, ... gibi isimlerle
ortaya çıkan cereyanların altında yatan zihniyettir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İkinci zihniyet insanın
insandan korunduğu ve yardım gördüğü zihniyettir. Bu zihniyete göre insan
mürekkep-kompoze bir bütündür. Menfi güçlere mukabil insanda, adalet, merhamet,
sabır, mülayemet, iffet, muavenet, ... gibi duygularla dolu, müspet karakterli
ve adına “ilahî nefis” veya “ilahî ruh” denilen bir “güç kaynağı” da
bulunmaktadır. İnsanda bu gücün hakimiyet kazanması, insanın otokontrole
geçmesini sağlar ve bu takdirde ancak, insanın menfi güçlerinin onu yoldan
çıkarması mümkün olmaz. Suç ve istismar konuları olan para, mevki, kadın, erkek,
... nin ortada bulunması insana kötülük yaptıramaz. Fakat bununla birlikte
insanlar içinde otokontrole-iç murakabeye hiçbir zaman ulaşamayacak kimseler
olacaktır. İşte ceza kanunları, insana fazilet kazandırmak için değil, faziletle
yaşamakta ve yaşayacak olan kişiyi ve kişileri bunların kötülüğünden-şerrinden
korumak için bulunacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî, zihniyeti
ve tarikatının gereği yaptığı “zikir” ve “meclisleri” sebebiyle eleştiriye
uğrar. O bu eleştiriye müritleri arasından seçtiği Celal Ata’nın elinde ağzı
kapalı bir hokka ile cevap verir. Hokkayı açan eleştiriciler hokkanın içinde yan
yana “ateş” ile “pamuk”un durduğunu, ateşin sönmemiş, pamuğun yanmamış olduğunu
görür ve Yesevî’nin hakîmce verilmiş edebî cevabını anlarlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Anadolu’daki tasavvufu
ve hareketlerini etkileyen, burada belirtmemiz gereken iki isimden birisi
Necmeddin Kübra, birisi de Muhyiddin b. Arabî’dir. Anadolu öncesi Türk
coğrafyası veya Horasan erenleri açısından etkili olanı ise Necmeddin Kübra’dır.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Necmeddin
Kübra</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Necmeddin Kübra
(ö.618/1221), Harezm’in Hayvek-Hivek köyümde doğar. Hadis ilminde derinleşir.
İsmail Kasrî (ö.589/1193) den ve onun işaretiyle Ammar b. Yasir (ö.582/1186) ve
Ruhban Kebir Mısrî (ö.584/1188)den ders alır ve Harezm’de irşad görevi
üstlenir.[22] Cengiz orduları Semerkant’a yaklaştıklarında, Celaleddin Harzemşah
kaçtığında, arkadaşlarını toplar ve “Artık diyar-ı Rum’u irşad etmelerinin
mukadder” olduğunu söyler. Kendisi Moğollarla savaşır ve şehid olur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Necmeddin Kübra kendisi
Anadoluya gelmez. Öğrencileri ve fikirleriyle XIII.yüzyıl Anadolu tasaffuf
hareketlerine tesir eder. Onun tesiri Mevlana Bahaeddin Veled ve Necmeddin Daye
vasıtasıyla gerçekleşir. Ayrıca yüzlerce talebe ve müridinin Anadolu’ya geldiği
kabul edilir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Necmeddin tarikatının
on ameli esasından birisi “sema”dır. Semanın yani musiki ile yapılan dinî raksın
Necmeddin’e göre üç kaidesi vardır. Elverişli zaman, mekan ve ihvan. Ona göre
sema arkadaşları, yani ihvan, “nebi sesli ve aynı düşüncede” olmalıdır. “Manevi
zevk” ancak bu durumda mümkündür. Necmeddin kitaplarında onlu tasnif kullanır.
On sayısı ise Ülken’e göre Türkmenler’in yani “Onoğuz”ların adları olup “uğur”
ve “yetkinlik” alametidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kübreviyye’nin seması
Ahmed Yesevî’nin “zikir meclisleri”nde olduğu gibi bütün eleştirilere reğmen
Anadolu’ya intikal eden ve Mevlevilik’te mükemmelleşen bir tasavvufî Türk
geleneğidir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HORASAN ERENLERİNE
ATFEDİLEN NİTELİKLER </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenlerinin
menakıpnamelerinden ve devrin tarihsel kayıtlarından onlara ait olduğu iddia
edilen hususiyetleri şu şekilde tespit edebiliriz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">1.Horasan erenleri
rehber oldukları kitleden yüksek seviyeyi temsil etmezler. Pek çoğunun
okuması-yazması yoktur. Horasan bölgesinde öğrendiklerini
öğretirler.[23]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">2.Onlar haricî, Batınî,
ibahî, rafızî hatta dinsizdirler. Devlete karşı isyan içersinde ve
başıbozukturlar.[24]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">3.Haricî kıyafetleriyle
“Türk Şamanlarını hatırlatırlar. Batınen “hulul” ve “ittihad” fikirlerine
sahiptirler.[25]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">4.Onlar(Babalar), eski
Türk Şamanlarının “haricen İslamlaşmış” bir devamıdırlar.[26]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">5.Alevî ve
heteredoxturlar, taassuptan uzaktırlar. Mahrematı mubah addederler. Göçebe veya
yarı göçebedirler. Eski Şamanların varisleri, eski dinlerin “büyücü
rahipleri”dirler.[27]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">6.Dünyevî kayıt ve
alakalardan tamamen azadedirler, geleceği düşünmezler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">7.”Tecerrüdü, fakr ve
tese’ülü, melameti” şiar edinirler. Hedef-i melamet için saçı, sakalı, kaşları
kazıtmayı (çar-ı darb), dinin tekliflerine karşı mübalatsızlığı ihtiyar
edinirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">8.Sufî düşünce ve
tecrübelerine kabiliyetsizdirler. Aşağı tabakadandırlar. Panteist itikada, yani
“devr-ü seyran, hulul ve tenasuh” gibi inançlara sahiptirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">9.Kendilerine has
“bayrakları ve “dünbelekleri vardır. Kalabalık kitleler halinde şehir şehir
dolaşırlar.[28]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tespitlerden hareketle
Horasan erenlerine atfedilen nitelikleri üç temel noktada toplayabiliriz.
Birincisi eğitim seviyeleri, ikincisi dış görünüşleri, üçüncüsü ve bizi de asıl
ilgilendiren yönü olan düşünce dünyalarıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenlerinin
birinci temel niteliği, sufi çevrelerinin sahip olduğu nitelikten farklı
değildir. Bir mutasavvıf sufi kültür ve geleneklerini aktarırken hiçbir zaman
karşısındakinde yüksek eğitim seviyesi aramaz. O herkese hitap eder. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İkinci temel nitelik
diğer sufi çevrelerden farlılıktır. Bu farklılık onun İslam öncesi kimlik ve
kültürüyle alakalıdır. Bu farklılık, sufi çevrelerdeki diğer milletlerin
farklılığından ayrı değildir. Asıl ele alınması ve değerlendirilmesi gereken
temel nitelik düşünceyle ilgili olanıdır. Bu nitelik haricî, batınî, ibahî,
rafızî, dinsiz, başıbozuk, hulul, ittihad, haricen islamlaşma, şaman, heterodox,
büyücü rahip, tecerrüdü-fakirliği-dilenciliği-melameti şiar edinme, dinin
tekliflerine karşı mübalatsız, panteist yani hulul, tenasüh gibi inançlara
sahip,sufi düşünce ve tecrübeye kabiliyetsiz ... gibi kavramlarla
belirtilmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu nitelikle ilgili
“tavsif ve değerlendirmeler”e baktığımızda Horasan erenleriyle ilgili iki tür
çelişkinin varlığını görüyoruz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Birinci çelişki
menkabelerden yansıyan fenomen ile tarihçilerin izafe ettiği fenomen
arasındadır. Menkıbe fenomenine göre Horasan erenleri, “gaza-cihad”la
meşgullerdir. Tarihçi fenomenine göre devlete karşı “isyancı-yani haricî” ve
“başıbozuk”turlar. Yine menkabelere göre onlar İslam’ın temsilcisi ve
tebliğcisidirler. Bununla “görevli”dirler. Tarihçilere göre “haricen-ismen”
İslamlaşmışlardır. Ayrıca dinin tekliflerine karşı mübalatsızdırlar. Hulul ve
tenasüh gibi fikirlerin sahibidirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İkinci çelişki
tarihçilerin kendi eserlerindeki çelişkidir. Tarihçilere göre Türklerin
İslamlaşması, Türk inanışları ile İslam itikadının büyük ölçüde benzerliği
sebebiyle, baskı ve zorlama-kılıç zoru olmadan kısa zamanda kitleler halinde
gerçekleşir. Dikkat edilirse tarihçilerin ifadelerinin gerisinde İslam’ın büyük
bir coşkuyla ve içtenlikle kabulleniliş gerçeği vardır. Halbuki yukarıya
alıntıladığımız XIII.yüzyıl Türk göçmenlerinin tavırları ve fikriyatıyla ilgili
tarihçilerin ifadeleri bunun tam aksini söylemektedir. O halde mesele nedir?
Tarihçilerin eserlerine bakılırsa onlar, bu nitelendirmeleri “Babailer İsyanı”
dolayısıyla belirtirler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BABAİLER İSYANI VE
HARİCEN İSLAMLAŞMA</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Babailer isyanı, XIII.
yüzyılın Anadolu’daki en önemli olaylarından birisidir. Onu önemli kılan
sebeplerden birincisi “ilk gayri sünni cereyan” olarak değerlendirilmesi,
ikincisi bu isyanı “Türkmenler”in gerçekleştirmesi, başlarında da “baba”ların
bulunmasıdır. İddiaya göre “abdalân-ı rum” ile “Bektaşilik” onlardan neşet
etmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilindiği gibi baba,
Selçuklu devrinden itibaren tasavvuf terminolojisinde kullanılan bir kelime olup
“ata” manasına gelir. Hürmete layık olan kimsedir.[29] Türkmenlerin din
ulularıdır.[30] Buna göre babaların biri dinî, diğeri siyasî olmak üzere iki
niteliği bulunmaktadır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Babaî hareketinin itici
gücü Vefaîlik’tir. Vefaîlik’i, XIII.yüzyıl Anadolu’sunda Türkmenler arasında çok
güçlü bir varlık ortaya koyan Baba İlyas Horasanî temsil eder. Vefaîlik,
Tacularifin Seyyid Ebu’l-Vefa Bağdadî (ö.1105) tarafından
kurulur.[31]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Baba İlyas, muhtemelen
Moğol istilası sırasında yıkılan Harzemşahlar Devleti sahasından beraberindeki
Türkmenlerle Anadolu’ya göç eder. Amasya’nın Çat köyüne yerleşir. İslamiyete
girmeleri üzerinden fazla zaman geçmediği için henüz eski inançlarını belli
ölçüde koruyan ve okuma yazma bilmeyen yarı göçebe Türkmenler’e yaşantılarına
uygun bir tasavvuf anlayışı sunar. 1240 yılında Selçuklu II.Gıyaseddin
Keyhüsrev’e karşı iktidarı ele geçirmek maksadıyla ayaklanır. Önceleri başarı
elde etse de daha sonra yakalanarak idam edilir.[32]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">A Yaşar Ocak, Simon de
St.Quentin’den hareketle Baba İlyas’ın “Tanrı’dan gelen meleğin kendisine zafer
vaat ettiğini, taraftarlarına hiçbir şeyden korkmamalarını, düşman silahlarından
yaralanmayacaklarını” söylediğini belirtir. İlyas, taraftarlarının yaralanma ve
ölmeleri, kendisini yalancılıkla suçlamaları karşısında “Tanrı ile konuşacağı,
talihsizliğin nedenini soracağını” söyler.[33]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">A.Yaşar Ocak ve İrenne
Melikof, Baba İlyas’ı “rasul”, “peygamber” olarak nitelerler. Çevresindekilerin
Baba İlyas’ı “insanüstü kuvvetlere sahip bir varlık” olarak algıladıklarını
düşünürler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Baba İlyas zindanda
iken kırkıncı günde, hücre duvarı yarılır, ortaya çıkan boz atına binerek,
“dünya hayatının sona erdiğini” söyleyip göğe doğru havalanır ve kaybolur.[34]
Baba İlyas’ın “göğe çıkış sahnesi” tarihçilere, Gök Tanrı’yla buluşmak için
atının üstünde göklere çıkan Şamanları hatırlatır. Boz at üstünde göğe çıkış
sahnesi ufak bir farkla “veleyetname”de de vardır. Hacı Bektaş öldüğü gün boz
bir atın üstünde kaybolur. Hem Şamanların hem Hacı Bek taş’ın göğe çıkışından da
anlaşılmaktadır ki Baba İlyas’ın göğe çıkışı fiziki değil, manevi bir
yüceliştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Baba İlyas’ın
peygamberlik iddiası, dolayısıyla şaman olduğu fikri tartışmaya açık bir
iddiadır. Zira Türkmen çevreleri ve o günün iktidarıyla doğrudan ilişkisi
olmayanlar böyle bir iddiaya yer vermezler. Aksine resmi görevli olan veya
devrin iktidarıyla ilişkili olanlar bu iddiayı ortaya atarlar. Dolayısıyla isyan
düşünüldüğü gibi bir heterodox-sünnî mücadelesinin sonucu değildir. Aksine o,
bir “iktidar mücadelesi” olarak gözükmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkmenlerin Anadolu’da
siyasetle ilişkileri I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in kardeşi Rükneddin Süleymanşah
tarafından tahttan indirilmesi, dokuz yıl sürgünde kalmasıyla başlar.
I.Gıyaseddin uçlardaki Türkmenlerle irtibat kurar. Onların yardımı ile
601/1204’te yeniden tahtına kavuşur. Bu “siyasi tutum”u oğulları I.İzzeddin
Keykavus ve I.Alaadin Keykubad devam ettirir. Özellikle ikincisi zamanında pek
çok “Türkmen şeyhi” yönetimden “himaye” ve “iltifat” görür.[35]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Moğol yanlısı
II.Gıyaseddin iktidarı ise Mevlana Celaleddin, hocaları Şems Tebrizî,
Burhaneddin Muhakkik gibi meşayıhı himaye eder. Babası, amcası ve dedesinin
Abbasi halifeliği ile başlattığı, geliştirdiği “iyi sayasi ilişki”yi terkeder.
Cülusunu hilafet merkezine bildirme gereği bile duymaz. Bu yeni “siyasi tavır”
Türkmen çevrelerinde hoşnutsuzluğa yol açar. Bunu farkeden iktidar, vezir
Sadeddin Köpek’i öldürtür. Ahi ve Türkmenler ile “babaîler”i tutuklatır.
Tutuklananlar arasında Ahi Evren,[36] Ahi Ahmed ve Baba İlyas da
vardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarihçilerin
tartışmalarından anlaşıldığı kadarıyla isyan, “yolsuzluk, zulüm ve
adaletsizlik”e karşı yapılır. Fakat isyanın lideri, Ocak’ın TDVİA’ne daha sonra
yazdığı Baba İlyas maddesinde önceki fikirlerinin aksine benimsediği gibi,
peygamberlik değil, “mehdilik” iddiasında bulunur.[37]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarihçilerin “Türkmen
babalarının haricen-ismen İslamlaştıkları” yargısına katılmak iki açıdan mümkün
görünmemektedir. Birincisi “din”, ikincisi “babaların eserleri”dir. Dine göre
İslamlaşma “kabul”den ibarettir. İnsan bir dini ya kabul veya reddeder.
Tarihçilerin söylediği şekliyle üçüncü bir ihtimal düşünülürse Türkmen babaları,
dinin tabiriyle “münafık” olur ki, onlarda böyle bir özellik görülmez. Sözgelimi
Ahmed Yesevî’nin, Hacı Bek taş’ın, Yunus Emre’nin eserlerinde İslam’ı “tam bir
kabul” vardır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Haricen İslamlaşma”,
“ismen İslamlaşma”, “islam altında Şamanî inançları sürdürme” gibi tabir ve
deyimler[38] tarihçilerce, Türkmen çevrelerini, medrese çevrelerinden ayrı
tutma, ayrı olduklarını anlatma gayesiyle kullanılmış olmalıdırlar. Fakat “bu
gaye” başka bir şey, Türkmen babalarının, bir başka deyişle Horasan erenlerinin
“haricen-ismen İslamlaşmaları” başka bir şeydir. Onların Heterodoks olduğu
iddiaları devrin iktidar yanlısı tarihçi ve düşünce gruplarınca, Türkmenleri
mahkum etmek amacıyla efkar-ı umumiye de kullanılan “siyasi” maksatlı
söylemlerdir. Bu siyasi maksada rağmen bazı günümüz tarihçilerinin de aynı iddia
ve söylemleri sürdürmeleri ilginçtir.[39]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Hacı Bektaş Veli ve
Makalat’ı üzerinde doçentlik çalışması yapan Esad Coşan’ın belirttiğine göre
Fuat Köprülü’nün, Hacı Bektaş Veli’nin “on iki imamcı Şii” olduğu iddiası
Makalat’a müstensihin eklediği mukaddimeye dayanmaktadır.[40] Dolayısıyla iddia
mesnetsizdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">YESEVÎ
TİPOLOJİSİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Fuad Köprülü Ahmed
Yesevî ile ilgili yaptığı çalışma ve yayınlarda iki Ahmed Yesevî tipi çizer.
Birincisi şeriata bağlı, zahid, sünnî bir mutasavvıftır.[41] İkincisi Heterodoks
bir sufidir.[42] Divan-ı Hikmet nüshaları esas alınırsa Köprülü’nün çizdiği
birinci Ahmed Yesevî’den bahsedilebilir. Divanlardaki Ahmed Yesevî, ayrıca
“coşkun, cezbeli ilahi aşk”ı terennüm eden Ahmed Yesevî’dir. Birinci Ahmed
Yesevî Divan’lara ilave olarak Ali b. Hüseyin el-Vaiz (XV.yüzyıl) Reşahatu
Ayni’l-Hayat, Hazinî (XVI.yüzyıl) Cevahiru’l-Ebrar min Emvaci’l-Bihar gibi
kaynaklara dayalı ve medrese bilgilerini de ihtiva eden tasavvufu temsil eden
Yesevî’dir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İkinci Yesevî,
Köprülü’nün sonraki yıllarına ait Yesevî olup, “nakşi gelenek” dışı kaynaklara
göre ele aldığını söylediği Yesevî’dir. Köprülü’ye göre birincisi XV.yüzyıl,
ikincisi XII.yüzyıl İslam düşüncesinin Yesevî’sidir. Bir başka deyişle ikinci
Yesevî tarihsel önceliğe sahip ve aslına daha uygun bir Yesevî, birinci Yesevî
tarihsel yönden daha sonra olup yorumlanmış, yani istenilen formda ifade edilmiş
ve asli yetinden uzaklaştırılmış bir Yesevî’dir. Köprülü’nün Yesevî tipolojisi,
ikincisinin doğruluğundan yana tercih kullanması, günümüzde tartışılan “Türk
Müslümanlığı” fikrinin çıkış ve üzerine oturuş temelini teşkil etmektedir.
Halbuki tarihçilerin tartışmalarına yansıdığı kadarıyla birinci yorum, en az
ikincisi kadar hakikattir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevî tipolojisi ile
ilgili bir başka problem, Yesevî gelenekleri-zihniyeti de diyebiliriz-nin devam
edip etmediği veya nerede, kimlerde devam ettiğidir. Köprülü tipolojisinden
hareketle Yesevî geleneklerinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Birinci yoruma
göre “sünnî çevrelerde” özellikle “nakşi gelenek” içersinde,[43] ikinci yoruma
göre “Bektaşi muhiti”nde devam etmektedir. Bu bakımdan Yesevî düşünce ve
gelenekleri söz konusu olduğunda biri diğerine tercih edilmemelidir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HORASAN ERENLERİ
DÜŞÜNCESİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenlerinin
tarihçilere konu olan bir başka yönü onların melamet iliği ve kalender iliğidir.
Her iki kavram zaman zaman biri diğerinin yerine kullanılır. O halde kavramlar
neyi ifade ederler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melametî, “iyilik”i
açıklamayan, “kötülük”ü gizlemeyen kimse olarak tanımlanır.[44] Sühreverdi
melametiyi “ihlas” kavramından istifade ile anlatmaya çalışır. İhlas, ibadet ve
taate ait olup gönüldeki “mana”yı muhafazaya yöneliktir. “Mana”nın muhafazası
için hayır, ibadet ve salah yani “iyi amel”ler gizlenir.[45] “Kötü sıfat”ları
uygulayarak kendilerini halktan ve alemden gizlerler. Burada “kötü”nün
işlenilmesi bir gaye değil, sıradan biri olmanın vasıtasıdır. Sıradan biri olma
fikri ise melameti için sadece “görüntü”dür. Hakikatte ise o “ehas”tır. Sıradan
biri görüntüsündeki “ehas” olmak, her zaman kolay olmamaktadır. Bu sebeple ehas
olmak için ortaya konulan tavırların veya esas olmanın zorluğu, melametilerin
anlaşılmasını, zaman zaman zorlaştırmış, tartışmalara sebep olmuştur. Onlar
tasavvufun kaynaklarında[46] yukarıdaki gibi anlaşılıp yüceltilirken daha
sonraki eserlerde ve tasavvuf harici-karşıtı yazılarda iyi gözle
bakılmamışlardır. Hatta kelimeden hareket eden dilcilerce-lügatçilerce onlar
“Kelbiyyun hakîm ve filozofları” olmakla suçlanmışlardır.[47]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bilindiği gibi
“Kelbiyyun” ilkçağ filozoflarından “Kynikler” okuluna mensup olanlara verilen
isimdir. Kynik Yunanca “Kyon-köpek”ten türeyen bir kelime olup “köpek gibi olan,
köpek tutumuna sahip olan” anlamına gelir.[48]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kyniklere göre
yaşamanın tek bir anlamı ve Gayesi “erdem”dir. Erdem ise insanın bağımsızlığı,
mutlak özgürlük içinde kendisini belirlemesi, yani mutluluğa ulaşmasıdır. Bunun
için yapılması gereken şey, her türlü ihtiyaca bağımlı olmaktan kurtulmaktır. Bu
sebeple onlar, hiçbir töreye, hiçbir nezaket ve edep kuralına saygı göstermez,
yoksulluğu tercih eder, haz ve zevk veren şeylerden kaçınırlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MELAMETİLİĞİN
DEVRELERİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melamet düşüncesine
baktığımızda onun genel olarak üç devre geçirerek bugüne ulaştığı kabul edilir.
Bunlar ilk devre melametiliği, ikinci devre melametliliği ve son devir
melametiliğidir. İlk devir melametiliği III/IX.yüzyılda Ebu Salih Hamdun b.
Ahmed el-Kassar (ö.271/884) tarafından kurulan ve Horasan’ın Nişabur kentinde
ortaya çıkanıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İkinci devre
melametiliği Bayramiyye melamiliğidir. Emir Sikkin olarak tanınan Bursalı Ömer
Dede (ö.880/1475) nin Göynük’te kurduğu Melamiliktir.[49] Üçüncü devre
melametiliği ise XII/XIX.yüzyılda Arap Hoca olarak tanınan Seyyid Muhammed Nur
el-Arabî (ö.1305/1888) nin Batı Trakya’da Üsküp şehrinde kurduğu
melametiliktir.[50]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melametilikle ilgili
eser yazanlarca insanlar üçe ayrılır. En üstünleri (ehass-ı havassı’l-havas)
melametilerdir.[51] Buna göre melamet düşüncesi tasavvuf felsefesinde “en üst
düşünce”yi ifade eder. Fakat Ankaravi’ye göre onların “muhakkik”leri ve
“mukallid”leri vardır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MELAMETİLİK
TARTIŞMALARI</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melametilik
tartışmalarının başında onun ne olduğu sorunu gelir. Ancak bu konuda yazılanlara
bakılırsa söylenilenler, kelimenin kendisinden hareketle üç devrenin tarihçesini
vermekten ibarettir. Bu konuda müstakil eser kaleme alan ve bu konuda ilk olma
özelliğini koruyan Abdülbaki Gölpınarlı’dır.[52] Fakat o, bu ilk olma
özelliğinin yanında melamilerin tarihçesini genişleterek edebi açıdan ele
almanın dışında bir şey yapmamıştır. Bu ifademiz çalışmayı değersiz bulduğumuz
anlamına gelmemektedir. Aksine o bu sahadaki çalışmalarıyla konuya dikkat
çekmiş, fakat ihtisası gereği şair melamilere, onların şiirlerine yer
vermiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">XIII.yüzyıl müellifi
sufi Sühreverdî, melametiliği, “ihlasla yaşama, halini ve amelini gizleme”
olarak tanımlar. Türer, her türlü kayıttan kendisini kurtarma, sadece Allah’a
bağlanma, iyilikleri gizleme, başkalarını kınamama, kendi nefsini kınama,
hakkında anlatılan “iyi sözler”e aldanmama, huzur-ı kalble ibadeti meşgale
haline getirme, şer’î kaidelerin gerektirdiği amellerden geri kalmama, Allah’ın
makam ve mevki karşısında kendi mevki ve makamının olmadığını açıklamak için
şer’î şerifin zıddına bazan amel edip açığa vurma hali[53] olarak tarif eder. Bu
şekliyle biz, melametin İslam mütefekkirleri arasında büyük kabul gördüğünü,
onların şahıslarında hayata geçirildiğini biliyoruz.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">XIII.yüzyıl Horasan
erenleri fikriyatına yer veren tarihçiler, melametilikle kalenderliği bazan tek
başına bazan birlikte kullanırlar. Köprülü Horasan erenlerini “kalenderî” olarak
adlandırır.[54] Köprülü, ifadeleriyle daha önce belirlediğimiz melamet
düşüncesine “ilave ikinci bir yön” daha ortaya koymaktadır. Bu yön “devr-ü
seyran, hulul ve tenasüh” fikridir. M.Zeki Pakalın’a göre sakal, bıyık ve
kaşların kazıtılmasının gerisindeki anlam, “insan yüzünün ‘zat’a, yüz hatlarının
‘sıfat’a” benzetilmesidir. Onlar bu şekilde “zata mazhar” olduklarını
düşünürler.[55]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melikof’a göre onlar
yerleşik hayata sahip değillerdir. Yerleşik olmayan hayat anlayışında,
“başladığı noktaya geri dönme” vardır. Bir başka deyişle onlar “ebedî dönüş
çemberi” anlayışına sahiptirler. Bu anlayışta doğrusal ve ilerleyen bir zaman
yerine “dönen bir zaman” vardır. Gün gecenin, bahar yeniden gelişin, kış
bitkilerin ölüşünün, yaşam ölümün yerini alır. Yaşam göçebeliğe uygun olarak
“mevsimlere, doğal güçlere ve güneşe” bağlıdır.[56] Melikof bu anlayış
sahiplerinin “Şaman inançlı Türkler” olarak niteler. Öncüleri
“kamlar-ozanlar”dır. Gökyüzü Tanrı’sı ile doğa güçlerine taparlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ocak’a göre onların
içinde “tasavvuf tefekküründen yoksun kimseler, Hind menşeili fikirler
taşıyanlar, köy ve kasabalarda dilenerek yiyecek temin edenler, bekar hayatı
yaşayanlar, ahlak ve din kaidelerine riayet etmeyenler” vardır. Onlar şarap içip
esrar kullanır, kendilerini derviş ilan ederler.[57]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Tarihçilerin Horasan
erenleriyle ilgili söylediklerine bakılırsa onlar, iki grubu tek bir düşünce
altında birleştirmektedirler. Bu birleştirmeyi melami şeyhlerinden Sarı Abdullah
Efendi’nin torunlarından Halvetî şeyhi Lalizade Abdülbaki Afendi de yapar. O
Lalizade Risalesi ve Menakıb-ı Melamiyye-i Bayramiyye isimleriyle şöhret bulan
Sergüzeşt risalesinde, Bayrami melamiliğini “melami meşrep ve kalenderane
tavırlı” olarak birlikte nitelendirir, onlara uyduğunu, onları takip ettiğini
söyler.[58]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Melametilik
tartışmaları konusunda, XIII.yüzyıl kalenderileriyle ilgili olarak belirtmemiz
gereken husus, haklarındaki iddiaların büyük ve çirkinliğine rağmen “din ve
devlet ricali”nin onlara müdahale etmemesi, halkın herhangi bir tepkisinin
bulunmamasıdır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HORASAN
MELAMETİYESİ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">XIII.yüzyıl Horasan
erenlerinin tasavvuf anlayışı, “Horasan melametiyesi” olarak adlandırılır.[59]
Bu adla anılmalarının sebebi, Horasan sahalarından gelmelerinden dolayıdır.
Horasan ise 1040 Dandanakan-Taşrabat Savaşının neticesinde yerleşilen
yerdir.[60] Nişapur, Merv, Serahs, Tus ve Belh gibi şehirleri ve civar köyleri
içine alır. Bu saha, İslam düşüncesi ile Budist, maniheist, Şamanist kültür
sahalarının birleştiği yerdir. Bir başka deyişle saha “çok düşüncelilik”e
sahiptir. Bu çok düşüncelilik, Horasan öncesi tasavvuf anlayışını etkiler, ona
yeni şekil verir. Bu anlayış “sevgi”nin şekillendirdiği “hoşgörü” ve “kendini
kınama” temellerine oturan bir anlayıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu anlayışta sevgi,
kaynağını “Tanrı”dan alır, insana yönelir. O bu yönüyle “humanizm”den farklıdır.
Hoşgörü ise farklı düşüncelerin aynı sahadaki birlikteliği ile melamet sahibinin
düşüncesindeki tutarlılığını ve kendine güvenini ifade eder. Kendini kınama ise
her şeyden önce düşüncenin temelini oluşturan ve “dışa bağımlılığı azaltan
tavrı”n arkaplanını ifade eder. Bu açıdan o, baş tarafta belirtilen yazılı
düşüncenin bir pratiğidir denilebilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Anadolu’ya intikal eden
XIII.yüzyıl Horasan melametiyesinin en önemli iki grubu, Ocak’a göre
Kalenderiler ve Yeseviler’dir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kalenderiler’i
XII.yüzyılın sonunda teşkilatlayark Kalenderlik’e varlık kazandıran Cemaleddin
Savî (ö.630-32/1233-34) dir. Savî’ye intisap eden Şems Tebrizî, bilindiği gibi
Mevlana’ya tesir eder. Tarihçilere göre Savî, “İranî düşünce”ye sahip bir
kimsedir. Bu tesir yanında Mevlana’nın Türkçe bilmemesi bilse bile eserlerini
Farsça yazması ve Türkmen çevrelerine siyasi muhalefetinden dolayı Mikail
Bayram, onu, “İranlı” olarak nitelendirir. Aynı sebeplerden dolayı Claude Cahen
ise “yarı İranlı” olarak isimlendirir.[61]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yine Bayram’a göre
İranî çevrelerle-Mevlevilerle Türkmen çevreler arasında “siyasi, kültürel ve
siyasi” muhalefet vardır. Muhalefetin evveliyatı Harezm’de vuku bulan “Fahreddin
Razî-Baha Veled” ihtilafına dayanmaktadır. İki mütefekkir arasındaki ihtilaf ise
bilginin kaynağı noktasında yoğunlaşır. Yani problem “rasyonalizm-sezgicilik”
problemidir. Bayram’ın söylediklerinden öyle anlaşılıyor ki kültürel
farklılıkların destekleyerek geliştirdiği bu epistemolojik problem, Harezm’de
olduğu gibi Anadolu’da da “siyasal” alanda tezahür eder. Bir başka deyişle
problem zamanın güç kaynağı iktidara nüfuz etme, siyasi nüfuzla kitlelere ulaşma
ve hakim olma problemidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">SONUÇ</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Horasan erenleri Türk
düşüncesinin “şifahi-sözlü” alanını oluşturmaktadırlar. Sözlü alanın varlığı,
Türk varlığına bağlı olarak Türk coğrafyasında var olur ve göçlere bağlı olarak
Anadolu’ya intikal eder. İntikal eden bu düşünce tasavvuf formu içersinde
“erenler” ismiyle var olur, var oluş merkezine bağlı olarak isim
alırlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Çalışmamız sonucunda
biz,Horasan’dan Anadolu’ya intikal eden “erenler” içersinde tasavvufî düşünceye
ait “iki akım”ın varlığını buluyoruz. Birincisi Melamilik, ikincisi
Kalenderilik’tir. Horasan erenleri tabiri tarihçilerce Türkmen çevrelerini ifade
etmek üzere kullanılır. Başlarında “baba”lar vardır.Onlar “genç delikanlılarla
sema etme, hanım müritlerle bir arada bulunma” gibi davranışlarından dolayı
“dinî” açıdan tenkide uğrar, çirkin ithamlara maruz kalırlar. Babalar,
dolayısıyla Türkmen çevreleri melamî düşünceye sahiptirler. Horasan erenlerinde
melamilik, iyi fiili gizleme, kınayanın kınamasından korkmadan kötü fiili açığa
vurma” tavrı olarak görünür. Onlar İslam öncesi Türk düşünce ve inanışlarından
izler taşırlar. Bu izler tarihçileri, XIII.yüzyılda onların “ibahi-din dışılığı,
günümüzde “ismen İslamlaşması yargısına götürür. Halbuki benzeri tavrı gösteren
ve itham edilen ikinci bir akım daha vardır. O da Kalenderilik’tir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Kalenderilik’in XIII.
yüzyılda iki tabakası vardır. Mevleviler ve Konar göçer gruplar. Mevleviler üst,
konar göçer gruplar alt tabakayı oluştururlar. Konar göçer grup Türkmen
çevreleri içinde görünür. Mevleviler, Babalarla aynı düşünce ortamına ait
olmakla birlikte Şems Tebrizî’yle birlikte İran düşüncesine ait tesir alırlar.
Dolayısıyla kalenderilik, bünyesinde İslam öncesi Hind, İran düşüncesi
tesirleri, hatta Hıristiyanlık teolojisi etkileri taşır. Onların bu nitelikleri,
saray çevrelerine yakın olanlarca-mesela Mevlevilerce- “siyasi maksatlarla”
kendi konumlarını güçlendirmek, iktidarların Türkmen çevreleriyle-babalarla
aralarını açmak, üzerlerinde baskı oluşturmak için malzeme yapılır. Türkmen
çevreleriyle iktidarlar arasında ortaya çıkan problem “dinî” nitelikli olarak
değerlendirilir. Bütün bu değerlendirmeler günümüz Türk düşüncesine bir problem
olarak yansır. Türk düşüncesi açısından yapılması gereken ise her iki akımda
dışa yansıyan ve öne çıkan “iyiyi gizleme, kınayanın kınamasından korkmadan
kötüyü açığa vurma” tavrının düşüncedeki “arka plan”ının tespit edilmesidir.
Tavrın arka planı ise ancak bu tavra sahip olanların eserlerinden hareketle
yapılabilir. Öyleyse ilk yapılacak olan baba-erenlerin eserlerinin aslına uygun
olarak tespit edilmesidir. Yapılacak böyle bir tespit, İslam öncesi Türk
düşüncesinin tasavvufî düşünce formunda ne kadarının Anadolu’ya getirildiğinin
tespiti ile Türk tasavvuf düşüncesinin belirlenmesine de zemin
hazırlayacaktır..</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[1] .Şahin Filiz, İslam
Felsefesinin Serüveni, İstanbul-1996, s.1-5</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[2] .Konu için bak.
Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, Ankara-1988, s.8-11; Fahrettin
Olguner, Türk-İslam Düşüncesi Üzerine, İzmir-1993, s.5-6; Ayrıca bk. Henry
Corbin, İslam Felsefesi tarihi, Çv.Hüseyin Hatemi, İstanbul-1994, s.11-14; Macit
Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, Çv. Kasım Turhan, İstanbul-1987, s.1-9</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[3] .Montgomery Watt,
İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çv.Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara-1981,
s.389</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[4] .Şerafettin Gölcük,
Kelam Tarihi, Konya-1992, s.76</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[5] .Bk.İbn Nedim,
el-Fihrist, Eser 378/988’de yazılmıştır. İbn Hallikan (681/1282), Tabakat. Eser
isimleri için bk. Dipnot 3</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[6] .Watt, age,
s.166</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[7] .Hanifi Özcan,
Epistemolojik Açıdan İman, İstanbul-1992; Ayrıca bk. Hüsamettin Erdem,
Din-Felsefe Münasebeti, Konya-1997, s.156-164</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[8] .Watt, age,
s.177</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[9] .Daha fazla sözlü
bilgi için bk.Valter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Çv.Sema Postacıoğlu Banon,
İstanbul-1995, s.21</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[10] .Fuad Köprülü,
Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu, ... gibi tarihçi zevatın Selçuklu devri
araştırmaları, eserleri.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[11] .Fuad Köprülü,
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara-1981, s.34</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[12] .Fuad Köprülü,
age, ve yer. A.Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul-1996,
s.59</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[13] .Mustafa Âli,
Künhü’l-Ahbar, V/58-61; Evliya Çelebi, Seyahatname, V/60-67</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[14] .Nihat Keklik,
Felsefenin İlkeleri, İstanbul-l982, s.6l; Ferit Kam, “marifet mesleği”olarak
niteler.Bk.Vahdet-i Vücut ve Panteizm, İstanbul-l992, s.75</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[15] .Erol Güngör,
İslam Tasavvufunun Meseleleri, İstanbul –l982, s.86</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[16] .M.Hodgson,
İslamın Serüveni, İstanbul-l995, II/86, Yenişafak neşri. Bk.H.Ziya Ülken, İslam
Düşüncesi, İstanbul-l995, s.86 </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[17] .Nihat Keklik,
age, s.63 </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[18] .H.Ziya Ülken,
age, s.91</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[19] .H.Ziya Ülken, age
ve yer. Ülken’in aksine Hasan Basrî, ebedi cehennemde yanmayı kabul etmekte,
çıkışın ise Allah’ın affı ile gerçekleşeceğini söylemektedir. Bk.A. b. Cevzi,
Hasan Basrî, Çv. M.Kaya, İstanbul-1992, s.119</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[20] .Fahrettin
Olguner, age, s.92; Aynı yazar, Tasavvuf Dünyası İçinde Hâce Ahmed Yesevî,
Erdem, c.7, sy.21, s.942; Ayrıca bk. Adı geçen sayıdaki makaleler ve F.Köprülü,
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.64-72</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[21] .Fahrettin
Olguner, age, s.96</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[22] .Mustafa Kara,
Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul-1990, s.291</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[23] .Erol Güngör, age,
s. 186; F.Köprülü, Anadoluda İslamiyet, s.43-46</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[24] .Ocak, age,
s.73</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[25] .F.Köprülü, age,
s.58; İ.Melikof, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul, 1994, s.195</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[26] .F.Köprülü,
Osmanlı Devletinin kuruluşu, İstanbul-1981, s.96 </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[27] .İ.Paul Roux,
Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çv. Aykut Kazancıgil, İstanbul-1994, s.32;
Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Çv.T.Yazıcı, İstanbul-1989,
I/540</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[28] .F.Köprülü,
Anadoluda İslamiyet, s.50</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[29] .M.Zeki Pakalın,
Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul-1971, I/136; F.Köprülü,
İslam Ansiklopedisi Baba maddesi, II/165; Süleyman Uludağ, TDVİA Baba Maddesi,
IV/365</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[30] .İ.Melikof, age,
s.31</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[31] .Babaîler isyanına
eserinde yer verenler incelendiğinde onların ikiye ayrıldığı görülür. Babailer’e
muhalif olanlar, muhalif olmayanlar. Muhalif olanlar İbn Bibi, Niğdeli Kadı
Ahmed, Aksaraylı Kerimüddin, Ebulferec Gregory, Sadr Konevî(Ebu Bekr b. Zeki),
Sultan Veled, Eflaki, Sipehsalar Feridun’dur. Muhalefet etmeyenler ise Elvan
Çelebi, İbn Batuta, Aşıkpaşazade, Şikari, Taşköprüzade ve Menakıb-ı Evhadeddin
Kirmani müellifi’dir. Muhaliflerin hemen hepsi ya o günkü iktidarın resmi
görevlisi veya iktidarla maddi ilişkisi olan kimselerdir. Bk. Mikail Bayram,
Babailer İsyanı, Hareket Dergisi, Mart 1981, s.17-19</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[32] .A.Yaşar Ocak,
TDVİA Baba İlyas Maddesi, IV/368</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[33] .A.Yaşar Ocak,
Babailer İsyanı, İstanbul-1980, s.125</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[34] .Elvan Çelebi,
Menakıbu’l-Kudsiyye fi Menasibu’l-Ünsiyye, Konya Mevlana Müzesi Ktp, nr.4937,
38b-39a. Eser İsmail E. Erünsal-A.Yaşar Ocak tarafından Türk Tarih Kurumu
yayınları içersinde 1995 yılında neşredilmiştir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[35] .Mikail Bayram,
Babailer İsyanı Üzerine, s.18-19</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[36] .Asıl adı Şeyh
Nasireddin’dir. Hoy’ludur. Bk.Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının
Kuruluşu, Konya-1991.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[37] .Bk. 32.dipnot.
İslam toplumlarının problemli devirlerinde tezahür eden “mehdi ve mesih”
düşüncesi için bk.E.Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine, AÜİFD,
Ankara-1981, XXV/179-214. Mesih ve mehdi inancının önce şiilerde, sonra
sünnilerde tezahürü için bk. Aylık Dergi, Ehli Sünnet Özel Sayısı, 73-78/311 ve
328.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[38] .Bk.J.P.Roux, age,
s.32; F.Köprülü, Osmanlı Devletini Kuruluşu, s.96; İ.Kafesoğlu, Selçuklular ve
İslamiyet, s.39 ve diğerleri.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[39] .Mesela bk.
Babinger-Köprülü’nün Anadoluda İslamiyet ve İ.Melikof’un, Uyur İdik Uyardılar
isimli eserleri.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[40] .Esad Coşan, Hacı
Bektaş-ı Veli Makalat, Seha Neşri, Tarihsiz, I.kısım, s.37-38</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[41] .F.Köprülü, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.115</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[42] .F.Köprülü, İslam
Ansiklopedisi Ahmed Yesevî maddesi, MEB, c.I</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[43] .Köprülü’nün
söylediğinin aksine Nakşi geleneğin Yesevilik’e olan ilgi ve ilişkisi daha
önceki asırlara uzanır. Mesela bk.Bahaeddin Nakşbend (ö.1389), Yesevî
şeyhlerinden Kasım Şeyh ve Halil Ata’ya intisab eder. Bk.H.K.Yılmaz, Ana
Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s.272</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[44] .Ömer Sühreverdi,
Avarifu’l-Maarif, Çv.K.Yılmaz-İ.Gündüz, İstanbul-1989, s.91</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[45] .İsmail Ankaravî,
Minhacu’l-Fukara, İstanbul-1996, s.35</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[46] .Mesela
bk.Sühreverdi, Avarifu’l-Maarif, s.91-96</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[47] .Suçlayanlar
arasında Ahteri, A.Vefik Paşa, Reşad ve Ali Nazıma Beyler, Şemseddin Sami gibi
ünlü dilciler vardır. Bk.Sadık Vicdani, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye, Yay.İ.Gündüz,
İstanbul-1995, s.10-11</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[48] .Macit Gökberk,
Felsefe Tarihi, İstanbul-1985, s.52 ve devamı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[49] .Kelime önceleri
“melametilik” olarak kullanılırken, Osmanlı düşüncesinde “melamilik” şeklini
almıştır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[50] .Sadık Vicdani,
age, s.15-84</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[51] .Bk.Sülemi,
Risaletü’l-Melamiyye, s.97-99; İbn Arabi, Fütuhatu’l-Mekkiyye, III/235;
Ö.Sühreverdi, age, s.91; İ.Ankaravi, age, s.35; S.Vicdani, age ve yer; Ayrıca
bk. Osman Türer, Melamet Düşüncesinin Orijinal Özelliği, İslami Araştırmalar
Dergisi, 1988, II/7</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[52] .Bk.Abdülbaki
Gölpınarlı, Melamilik ve Melamiler, İstanbul-1992, Gri yayın
tıpkıbasımı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[53] .Osman Türer, agm,
s.62</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[54] . Köprülü’ye göre
onlar, “dünyevî kayıt ve alakalardan azadedirler. Geleceği düşünmezler.
Tecerrüdü, fakr ve tese’ülü, melameti şiar edinirler. Hedef-i melamet için saçı,
sakalı, kaşları kazıtmayı, dinin tekliflerine karşı mübalatsızlığı ihtiyar
edinirler. Aşağı tabakadandırlar. Sufi düşüncelerine kabiliyetsizdirler.
Panteist itikada, yani devr-ü seyran, hulul ve tenasüh gibi inançlara
sahiptirler. Kendilerine has bayrakları ve dünbelekleri vardır. Kalabalık
kitleler halinde şehir şehir dolaşırlar.” Fuad Köprülü, Anadolu’da İslamiyet,
s.50</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[55] .M.Zeki Pakalın,
age, II/149</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[56] .İ.Melikof, age,
s.30-31</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[57] .A.Yaşar Ocak,
Babailer İsyanı, s.47; Ayrıca bk.Eflaki, age, II/Önsöz, s.28</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[58] .Sadık Vicdani,
age, s.33</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[59] .Mesela
bk.F.Köprülü, Anadoluda İslamiyet, s.49; A.Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar,
İstanbul-1996, s.33</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[60] .İbrahim
Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul-1993, s.344</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[61] .Mikail Bayram,
Evhadiye Tarikatı, Konya-1993, s.34, 25; C.Cahen, Baba İshak, Baba İlyas, Hacı
Bektaş, AÜİFD, XVIII/201</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-20103964019479556342012-11-18T07:50:00.001-08:002012-11-18T10:08:22.783-08:00Yesevilik Araştırmalarının Sorunları Üzerine Bir Deneme<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Yrd. Doç. Dr. Ali YAMAN[1] </b><br />
<br />
<span style="font-family: Verdana; text-align: justify;">Bu makale yazarın
Yesevilik konusunda çalışmaya başlaması sonrasında 2002 yılı başında bir genel
rapor gibi Kazakistan’ın Türkistan şehrinde hazırlanmış ve aynı yıl yayına
başlayan Türkologya Dergisi’nde yayınlanmıştır.[2] Hiç şüphe yok ki eksiklikler
vardır. Daha sonra bu eksikliklerimizi hem kaynak taramaları ile hem de alan
araştırmaları ile tamamlamaya çalıştık. Almatı, Çimkent, Türkistan, Bişkek
Taşkent, Namangan, Semerkand gibi önemli merkezlerdeki kütüphanelerde yaptığımız
kaynak taramaları ile kendimizi daha da geliştirmeye çalıştık ve hala da
çalışmaktayız. Bu süreçte ortaya çıkan diğer makalelerimizi de sizlere
sitemizden ulaştırmaya devam edeceğiz.</span><br />
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana; text-align: justify;">Konunun uzmanlarının da
ifade ettiği üzere, İslam’ın hem bir din hem de bir yaşam biçimi olarak
varlığını halk arasında sürdürmesinde sufî tarikatların sürekli ve sistemli
çalışmaları birinci derecede rol oynamıştır. (Bennigsen, 1988: 76) Bu gerçek
Orta Asya’da da, Kafkaslarda da, Balkanlar’da da, Anadolu’da da böyle olmuştur.
Bu sufî tarikatlardan Türk tarihi bakımından en önemlisi olan Yesevîlik ve
onunla ilintili konularda yapılan araştırmaların sorunları üzerine bir
değerlendirme yapmak ve bu konudaki sorunları ele almanın çözüm üretmek için ön
şart olduğuna inanıyoruz.</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sadece Türkistan ve
çevresinin değil bütün Türk dünyasının “kıble-i duası”[3] olan Ahmet Yesevi ve
onun öncülüğünde oluşturulan değerler ve onunla ilgili diğer konuların
aydınlatılmasının Türkoloji araştırmaları bakımından önemi büyüktür. Çünkü
Anadolu'da ve diğer coğrafyalarda yaşayan Türklerin kökleri Yesevîlikle doğrudan
ilgilidir. Ne var ki bugüne kadar bu konuya gereken önem verilmemiştir
denilebilir. Tabi bunun da bir çok nedenleri bulunmaktadır. Bugün Türk
topluluklara yönelik tarihi, sosyolojik, antropolojik ve disiplinler arası
araştırmalar yapılmaksızın Yeseviliğin Anadolu’da ve diğer coğrafyalardaki
etkisi anlaşılamaz. Biz bu makalemizde bu konudaki sorunları ele alırken, bu
zamana kadar yapılan çalışmaları, bu çalışmalarda yer alan belli başlı tezleri
ve bu tezlere ilişkin görüşlerimizi ifade edeceğiz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Hoca Ahmet Yesevi ve
Yesevi Yolu hakkında kim ne dedi, ne yazdı, onun ve onunla ilintili konularla
ilgili hangi konular çözümlendi, hangileri çözümlenemedi?” şeklinde özetlenen
sorunların yanıtlarının bulunabilmesi ancak bütün kaynaklar toplandıktan sonra
mümkün olabilecektir. Kazakistan’da ve Orta Asya’nın diğer ülkelerinde
Yesevilikle ilgili araştırmalar artmakta olup yakın gelecekte çok daha fazla
sayıda konuyla ilgili araştırmanın ortaya çıkacağı söylenebilir. Biz burada bu
konulara ilişkin genel bir değerlendirme yapmak istiyoruz. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu konudaki
araştırmaları ile yeni bir dönem başlatan öncü bilim adamı, merhum Prof. Fuat
Köprülü “...Hoca Ahmed Yesevî kuvvetli şahsiyetiyle, Türkler arasında asırlarca
yaşayan büyük bir tarikat kurdu ki, bu bir Türk tarafından ve Türkler arasında
kurulmuş olan ilk tarikattir...” (Köprülü, 1993a: 114) diyerek konunun önemine
yıllar önce dikkat çekmişti. Yesevîliğin yüzyıllar içerisinde yaşadığı gelişim
gözönüne alındığında görülecektir ki, bu kavram sadece bir tarikat adı olmanın
ötesinde edebiyata, inanca ve topluma ait birçok unsuru yapısında bulunduran bir
büyük değerler manzumesine dönüşmüştür. Genel olarak söylemek gerekirse
Yesevîlik yayıldığı coğrafyalarda farklı adlar alsa da sahip olduğu öz hiç
değişmemiştir. Bize göre bu öz, onun insan sevgisini esas alan bir anlayış
olmasıdır ve bu nedenle de evrenseldir. İşte bu yapısı nedeniyledir ki,
yüzyıllar da geçse, değişik coğrafyalarda da olsa kendini yeniden var etmekte ve
uyum sağlamaktadır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Orta Asya’nın farklı
bölgelerinden Anadolu’ya ve başka yerlere yüzyıllar süren bir göç yaşayan
Türkler, bütün bu zaman içerisinde onları bir arada tutan dil ve inanç gibi
toplumlarda temel kimlik belirleyici unsurlarını asla bırakmamışlardır. Bu
konudaki titizliklerini bugün bile Anadolu’da ve diğer Türk toplulukların
yaşadıkları bölgelerde sürdürmektedirler. Bu durum sayesindedir ki Anadolu’daki
ve diğer bölgelerdeki Türk toplulukların arasına tarihin çeşitli zamanlarında
birçok coğrafî, siyasî ve dinî ayrılıklar girmesine karşın bütün bu ayrılıklar
aralarında var olan ortak bilinci ortadan kaldıramamıştır. Bu süreklilik
zamansal ve mekânsal değişmelere karşın Türklerin Yesevîlik'ten günümüze ulaşan
birleştirici değerlerinin ne kadar sağlam temeller üzerinde durduğunu açıkça
göstermektedir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bir toplumun inancına,
kültürüne ve diline sahip çıkması onun aynı zamanda en temel insan haklarına da
sahip çıkmasıdır. Türk topluluklar bu haklarını yüzyıllardır yaşadıkları bütün
olumsuzluklara karşı titizlikle korumaya çalışmaktadırlar. Alan araştırmaları
yaptığımız Anadolu’nun ve Kazakistan’ın birçok yerinde bugün olmuş eski Türk
inanç ve geleneklerine sosyal yaşamın her alanında rastlamak mümkündür. Zaman
zaman topluma dayatılmaya çalışılan çeşitli siyasî ve dinî ideolojiler Türk
toplumunun yapısına işlemiş bulunan ve bir süreklilik halinde devam eden
değerleri bu zamana kadar etkileyememiştir. Zaman içerisinde kurulan Türk
devletlerinden Arap, Fars vd. yabancı etkilere kapılanlar da olmuştur. Öyle ki
bu etkiler yönetenlerle yönetilenler arasında büyük uçurumların da meydana
gelmesine yol açmıştır. Saraylarda farklı bir dille konuşulur ve yazılırken,
normal halk kitleleri bu gidişattan etkilenmeksizin dilinden ve geleneklerinden
vazgeçmemişlerdir. Yüzyıllardır siyasal iktidarların güç mücadelelerine dayanan
ve Türk topluluklar üzerinde kötü izler bırakan hatalarını, halkımız zaman
içinde çok bilinçli olarak düzeltmekte ve çözümlemektedir. Eğer böyle olmasaydı
bugün yaşayan Türk devletlerinden hiçbiri var olmayı başaramazdı. Bu başarı hiç
şüphesiz yöneticilerden çok gelenek ve törelerini yüzyıllar boyunca koruyan ve
nesilden nesil'e aktaran halk kitlelerine aittir. Yüzyıllara yayılan bir zaman
süreci içerisinde Yesevîlik esasları halkın gönlünde nesilden nesil'e aktarıla
gelmiş ve aktarılmayı da sürdürecektir. Yesevî geleneğinin halkalarından olan
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli nasıl Anadolu’daki Yesevîliğin yani Alevi-Bektaşi
geleneğinin ser çeşmesi ise, bu geleneğin en ulu kişisi Hoca Ahmet Yesevî de
yüzyıllardır süregelen etkisi ile bütün Türk topluluklarının hiç kuşkusuz ser
çeşmesidir. Velayetnâme’ye göre Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anadolu’ya ser çeşme kılan
da yine Ahmed Yesevî’nin kendisidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Giriş</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Önemli sayıda Müslüman
nüfusu barındıran Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) -1917 Ekim
Devriminden parçalanmasına kadar ki dönem içerisinde- bu nüfusa yönelik
politikasını genel olarak ifade etmek gerekirse din karşıtı ve baskıcı olduğu
söylenebilir. Ancak SSCB idarecileri zaman zaman iç ve dış politik yararlar
sağlamak üzere, İslam dininin Müslüman topluluklar üzerindeki nüfuzundan
yararlanmak üzere onu kullanmaktan da geri durmamışlardır. (Holt, 1970: 627-643)
Oldukça karmaşık bir idarî yapılanmaya sahip bulunan SSCB, çok sayıda federe
cumhuriyet, özerk cumhuriyet, özerk bölge ve ulusal bölgeden oluşmaktaydı. Bu
idarî birimlerin içerisinde çok sayıda dinî ve millî farklılıklara sahip halklar
yaşamaktaydı. Bu karmaşık devletin var olabilmesi, doğal olarak resmi ideoloji
dışındaki, dinî ve millî duyguların, Sovyet ideolojisi içerisinde eritilmesi
siyaseti ile mümkün olabilirdi. SSCB’nin dağılmasına kadar izlenen din ve
milliyetler politikası bu şekilde özetlenebilir. Bu politika içerisinde İslam ve
Türklük konusu özel bir öneme sahip olagelmiştir. Şöyle ki SSCB nüfusunu
oluşturan halkların önemli bir bölümü İslam dinine mensup ve zaman içerisinde
Azeri, Kazak, Özbek, Kırgız, Tatar gibi adları ön plana geçmiş, Türk halklardan
oluşmaktaydı. Bunun SSCB bakımından hayati bir sorun olduğunun bilincinde olan
Sovyet idarecileri, Türklük ve Müslümanlığın birleştirici bir rol oynamaması
için sistemli bir siyaset izlemişlerdir. Bu siyaset içerisinde “Ahmet Yesevî” ve
“Türkistan” kavramları önemli yere sahiptir. Buna karşın dinî ve millî değerlere
ilişkin düşüncelerin halklar arasında içten içe yaşamasının önüne
geçilememiştir. Devletin en büyük idari birimden en küçüğüne kadar söz konusu
olan kamusal alandaki yasaklama ve ideolojik önlemleri, aile içi eğitim,
tarikatların yarı açık/gizli çalışmaları[4] (Kur’an kursları vb.) yoluyla
giderilmeye çalışılmıştır. Kimlik belirleyici değerlerin kısıtlandığı bu dönemde
Ahmed Yesevî gibi simgesel kişilikler ve onun düşünceleri çerçevesinde
oluşturulmuş Yesevîlik gibi halkın manevi dünyasına hakim olan akımlar, dinî ve
millî bilinci ayakta tutan en önemli unsurlar olmuşlardır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmet Yesevi ve onun
görkemli ziyaretgahı, din karşıtı bir ideolojiyi benimsemiş bulunan Sovyet,
idaresi zamanında bile Türk ve başka halkların çekim merkezi olmayı
sürdürmüştür. Bunu bizzat Gordlevsky gibi Sovyet alimleri ifade etmektedirler.
(Gordlevsky, 1932: 57) Orta Asya’nın ve bütün Türk dünyasının hem sosyal hem
dinsel anlamda en kutsal şahsiyeti olan Ahmed Yesevî’nin türbesinin de bulunduğu
külliye hakkında Sovyet mimari tarih ve arkeoloji uzmanlarının kapsamlı
çalışmalarının olduğu bilinmektedir. (DeWeese, 1999: 507) Rus bilgini M. E.
Masson da ilk kez 1930’da Taşkent’te yayınlanan makalesinde türbenin tarihini
ayrıntılarıyla vermektedir.[5] Bütün bu çalışmalara karşın konunun sosyal ve
tarihi boyutu hakkında yeterli çalışmalar yoktur.[6] Belki de bu belli bir
politikanın sonucuydu. Bu konuda en fazla yayının yapıldığı Türkiye’de bile
Yesevîliğin tarihi, sosyal ve dinî yönleri hakkında çalışmalar yapılmakla
birlikte yeterli olmaktan uzaktır. Bu önemli konuya gereken önemi vermek, uzun
vadeli araştırma planları çerçevesinde çalışmalar yapmak ve konunun ihmaline yol
açan politikaları boşa çıkarmak zorundayız. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">SSCB’nin dağılması
sonrasında dinî ve millî değerlere olan ilgi gittikçe artan bir trend
izlemektedir. Bu bağlamda Türk dünyasının hem sosyal hem dinsel anlamda en
kutsal şahsiyeti olan Ahmed Yesevî'nin türbesinin de bulunduğu yer olan
Türkistan kentinin, Kazakistan'ın bağımsızlığını kazanması sonrasında büyük bir
gelişme gösterdiği bilinmektedir. Türkistan ve çevresindeki gözlemlerimi, Orta
Asya’daki diğer bölgelere ilişkin yazılanlarla birleştirdiğim zaman, son on
yılda Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde dinsel değerlere doğru giderek artan
bir eğilim olduğunu söyleyebilirim. Bu eğilim daha önce pek bilinmeyen lokal
öneme sahip dini mekânların daha da tanınmasına yol açtığı gibi, var olanların
da restorasyonuna ve daha da gelişmesine neden olmaktadır. Bununla bağlantılı
bir diğer eğilim ise, dini ve milli değerleri ele alan yayınlara karşı halkın
artan ilgisidir. Buna paralel olarak, bu konularda Kazak ve Özbek Türkçelerinde
çok sayıda kitap yayınlanmakta ve ilgiyle okunmaktadır. (Örneğin: Mirhaldaroglı,
1992; Buhari, 1993; Kojayev, 1997) Son yıllarda Türkistan şehrinin tarihine
ilişkin çalışmaların da yapıldığı görülmektedir.[7]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türkistan ve çevresinde
çok sayıda ziyaret bulunmaktadır. Sadece Sayram Kenti bile bu konuda ayrı bir
araştırma konusu olabilir. Halk arasında da burada “sansız bab” yani sayısız
ziyaret olduğu ifade edilmektedir. Sovyet idaresi zamanında bir çoğu kapalı ve
bakımsız olan bu camiler ve ziyaretler bağımsızlık sonrasında halk tarafından
giderek artan oranda ilgi görmektedir. Buralarda artık molla, müftü, sofu, hoca,
imam, işan ve çırakçı olarak adlandırılan din görevlileri ve türbedarlar da
görev yapmakta ve bu mekânlar giderek daha bakımlı hale gelmektedirler.
Türkistan ve çevresinde hatta daha da genellersek tüm Orta Asya ve Kafkaslarda
Sovyet dönemi ardından dinî bir uyanış söz konusudur. Bu uyanışta yeni camilerin
yapılması kadar, evliya, ata, bab[8] (baba), batır[9] unvanlı ziyaretlere olan
halkın artan ilgisi de önemli rol oynamaktadır. Halk bu ziyaretler sırasında
orada bulunan din görevlilerinden veya çırakçıdan ziyaret ettiği yere ilişkin
bilgilerin yanı sıra dini bilgiler de almaktadır. (Bu ziyaretler hakkında örn.
bkz. Turısov, 1992; Mirhaldaroglı, 1997) Bu şekilde bugün artık bağımsız olan
eski SSCB topraklarında bilginin ve dinin yeniden inşa faaliyetinde bu kişiler
çok önemli işlevler görmektedirler. Sade halk, inanca ilişkin konuları onların
kanalıyla öğrenmektedirler ve bu süreç uzun süre de bu şekilde devam edecektir.
Araştırmacı olarak bize düşen yeniden yapılanan dini değer ve kurumları
gözlemleyerek, çok dinamik bu süreci ayrıntılarıyla anlayabilmek,
yorumlayabilmek ve karşılaştırabilmektir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Zamansal ve Coğrafi
Yaygınlık Sorunu:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik araştırmaları
konusundaki en önemli sorun konunun kapsamlı olduğu kadar bu kapsamlı konunun
yüzyıllar yayılan zamansal ve coğrafi genişliği sorunudur. Bu zorluğu gidermenin
yolu da yine bilimsel yöntemle olanaklıdır. Değişik alanlarda uzman
araştırmacıların yapacakları uzun vadeli ve titiz çalışmalarla konunun
aydınlatılması söz konusudur. Yeter ki hem bu araştırmacılar konularında uzman
olsunlar ve hem de bu araştırmalara çalışmaları için gerekli bilimsel ortam ve
kaynaklar sağlansın. Bu zamansal ve coğrafi yaygınlık sorununun giderilmesinin
bir diğer yolu da farklı üniversite ve araştırma merkezlerinde bu konuda
araştırma yapan bilim adamlarının bilgi-belge ve görüş alışverişinde
bulunabilmeleridir. Bunun en olağan yolu da bu bilim adamlarını bir araya
getiren sempozyum, konferans, kongre vb. bilimsel toplantıların bu açıdan
değerlendirilmeleridir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Ahmed Yesevî’nin büyük
hatırasına dayanılarak Türkiye ve Kazakistan devletleri tarafından kurulan Ahmed
Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nde bu konuların araştırılması için
Türkoloji Enstitüsü kurulması oldukça anlamlıdır. Yesevîlik gibi kapsamlı bir
konunun bu amaçla kurulmuş bir enstitü içerisinde, değişik bilim dallarında
uzman araştırmacılarca ve disiplinler arası bir bakış tarzıyla ele alınmasının
yararlı sonuçları olacaktır. Zamanla bu enstitü bilim dünyasına yeni bulgular ve
araştırmalar sunacak ve Yesevîlik araştırmaları konusunda dünyanın farklı
üniversitelerindeki bilim adamlarının da yararlanabileceği bir araştırma merkezi
durumuna gelecektir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîliğin zamansal ve
coğrafi yaygınlığının bilimsel araştırmalar bakımından çeşitli zorlukları
olmasına karşın, yapılacak araştırmaların sonuçları bakımından da çok zengin
verilerin elde edilmesi ve bilim adamlarının hizmetine sunulması imkanını
yaratacaktır. Şöyle ki Yesevîlik, doğduğu yer olan Türkistan bölgesinden Türk
topluluklar aracılığıyla farklı coğrafyalara taşınmış, Orta Asya’dan Balkanlara
uzanan büyük coğrafi alanda zaman içerisinde kökleşmiştir. Bugün Türkiye,
Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Rusya Federasyonu, İran vd.
ülkelerin sınırları içerisinde yaşamakta olan Türk toplulukların yaşamlarında
Yesevîlik özünü yitirmeden, çok farklı kültürel dokular oluşturarak zengin bir
şekilde yaşamaktadır. Eğer bu büyük coğrafi alanda farklı adlar alsa da özü
Yesevîlik olan değerlerimiz bilimsel yöntemlerle ortaya konabilirse, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının tarihimiz ve
kültürümüze ilişkin başlattıkları bilimsel çabaların devamı yönünde önemli bir
adım daha atılmış olacaktır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik
Araştırmalarında Kaynak Sorunu:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik konusundaki
verilerin önemli bir bölümü sınırlı sayıda olan yazılı kaynaklara dayandığından
yanlı bilgileri yinelemekten ve konunun sadece bir yönünü ele almaktan ve
genellemekten öteye gidememektedir. Burada öncelikle bu konuda sadece yazılı
kaynaklara dayanılarak yapılacak değerlendirme ve yorumların neden yetersiz
olacağını açıklamaya çalışacağım.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Merhum Prof. Dr. Fuat
Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı çalışması ve oradaki
kaynaklar Ahmed Yesevî ve Yesevîlik hakkındaki araştırmaların temeli
durumundadır. Rus alim Gordlevsky bile Ahmed Yesevî hakkındaki makalesinde
Köprülünün bu çalışmasını tamamlamaya çalıştığını ifade etmektedir. (Gordlevsky,
1932: 57) Köprülü bilge bir bilim adamı olarak daha sonraki yıllarda yaptığı
çalışmalarında önceki çalışmalarında var olan eksiklikleri hiç çekinmeden
belirtmiş ve bilim dünyasına bu konuda da örnek bir şahsiyet olarak geçmiştir.
Prof. Köprülü “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı çalışmasında, elinde o
zaman bulunan belgeler doğrultusunda, Bektaşi menakıpnamelerine ve
Velayetnâme”ye fazla itibar etmediğinden Yesevîlik ile Bektaşilik arasında
gerçek bir bağ olmadığını ifade etmişti: “...Ayinlerinde Türkçenin – Arapça ve
Farsça yerine – tarikat lisanı olması, tıpkı Yesevîler de olduğu gibi halk vezni
ve lisaniyle yazılmış sade Türkçe ilahilerin aralarında pek çok tutunması gibi
dış benzeyişlere rağmen Bektaşilikle Yesevîlik arasında hiçbir hakiki bağ mevcut
değildir...” (Köprülü, 1993a: 112) Ancak daha sonraki çalışmalarında elde ettiği
yeni belgeleri de dikkate alan Köprülü bu fikrini değiştirerek bunu
çalışmalarında özellikle belirtmiştir. Şöyle ki “... O halde artık Hacı Bektaş
Veli’nin tarihsel kişiliğini kaplayan meçhuliyet perdelerini kaldırmaya
başlayabiliriz. Bu tanınmış sufi hakkında şimdiye kadar yapılan Avrupa
araştırmaları, ona dair bilgilerin legendaire(rivayet türünden) bir mahiyette
olduğunu, Bektaşilik teşkilatına ancak miladi XVI. yüzyıldan beri tesadüf
edildiğini meydana koymuştu. (Jacob ve onu izleyenlerin görüşleri) Biz de “Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflarda bazı yeni belgelere dayanarak, Jacob’un
nazariyelerini tadil ve tashih ederek, bu zamanı yarım ve hatta bir yüzyıl daha
geriye götürme gereğini göstermiş ve Hacı Bektaş’ın VII. yüzyılda Anadolu’da
yetişmiş bir meczup olup, Osmanlı padişahlarıyla görüşmediğini, ve tıpkı bu
görüşmeler gibi kendisine isnat olunan “Makalat” ve “Vilayet-name”lerin sonradan
uydurulduğunu eklemiştik. Halbuki o zamandan beri elde ettiğimiz birtakım yeni
belgeler, oradaki görüş noktalarımızı da tadil gereğini ispat etti...Bektaşilik
araştırmaları için göz önünde tutulacak bir nokta da, şimdiye kadar tamamen
uydurma sayılan “Vilayet-name”nin her halde tarihsel bir esasa dayandığı
meselesidir. Kuvvetli bir tarihsel eleştiriye tabi tutmak suretiyle ondan büyük
yararlar sağlanabileceğini “Bektaşilik Tarihi” adıyla hazırladığımız eserde
bizzat denedik...” (Köprülü, 1995b: 8-9) Yine Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar” adlı çalışmasından sonra yayınladığı İslam Ansiklopedisi’ne
yazdığı ve “Edebiyat Araştırmaları” adlı kitabında da yer alan “Ahmed Yesevî”
hakkındaki makalesinde de önceki çalışmalarındaki bazı eksiklikleri şu şekilde
düzelme gereği duymakta ve Yesevîlik konusundaki araştırmalarda izlenecek yolu
açıkça göstermektedir: “...Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ı yazarken, gerek
Ahmed Yesevî’nin sofîyane şahsiyetini, gerek Yesevî tarikatının hüviyetini
tamamıyla Nakşibendî kaynaklarının gösterdiği şekilde tasvir etmiştim. Halbuki
Babaî, Haydarî ve Bektaşî ananelerinin Ahmed Yesevî hakkındaki rivayetleri
şüphesiz tarihi hakikate daha yakındır. İlk Mutasavvıfların neşrinden sonra
Bektaşiliğin menşeleri hakkında yaptığım araştırmalar ve elde ettiğim yeni
vesikalar bana bu hususta katî bir kanaat vermiştir. Binaenaleyh burada Ahmed
Yesevînin tasavvufi şahsiyeti ve Yesevi ye tarikatının ilk asırlardaki hususi
karakteri hakkındaki verilecek izahat ilk mutasavvıflardakinden tamamıyla farklı
olacaktır... ” (Köprülü, 1993b: 212) O halde demek oluyor ki Köprülü’nün bizzat
kendisi “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” kitabında yazdıklarının büyük
ölçüde Nakşibendi kaynaklarına özellikle de Hazinî’nin “Cevâhiru’l-Ebrâr Min
Emvâc-ı Bihâr” adlı eserine dayanılarak yazıldığını ve bunun yanlışlığını
anladığını ve İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Ahmed Yesevî” maddesinde bu
yazdıklarının dışında kaynakları esas aldığını belirtmektedir. Burada Köprülü bu
konuda çalışacak bilim adamlarına konuya nasıl bakılması gerektiğini bizzat
kendi çalışmalarıyla göstermektedir. Ancak ne hikmetse bu öğüdün bu zamana kadar
pek tutulmadığı da açıkça ortadadır. Ayrıca Melikoff ve Gordlevsky gibi
araştırmacılar da Bektaşiliğin, Yeseviliğin Anadolu’daki mirasçısı olduğunu
ifade etmektedirler. (Melikoff, 1993: 157; Gordlevsky, 1988: 322)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîliğin Bektaşi
menkıbe, gelenek vb. ananeleri doğrultusunda incelenmesi henüz yapılmış
değildir. Merhum Köprülü’nün de yıllar önce belirttiği gibi Ahmed Yesevî ve
Yesevîlik ancak bu kaynaklarla doğruya en yakın bir şekilde anlaşılabileceği
gibi, Anadolu Türkleri ile onların yüzyıllardır bağlantılı olduğu diğer Türk
topluluklarla olan sosyo-kültürel yakınlıklarını anlamanın yolu da bu konuya
doğru bir bakışı zorunlu kılmaktadır. Bize göre Yesevîlik üzerine çalışan
araştırmacıların birçoğunun çalışmalarında bilerek veya bilmeyerek, Prof.
Köprülü’nün sonraki yıllarda yaptığı ve yukarıda alıntılarını verdiğim
düzeltmeler dikkate alınmamıştır. Örneğin, Hazinî’nin “Cevâhiru’l-Ebrâr Min
Emvâc-ı Bihâr (Yesevî Menakıbnamesi)” eserini yayınlayan Cihan Okuyucu’nun bu
kitaba yazdığı girişte Prof. Köprülü’nün sonra yazdığı makalelerinde dile
getirdiği yeni düşüncelerine değinmeden “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”
kitabını esas alması da oldukça dikkat çekicidir. Oysa bu yeni bulguların ifade
edilmesi bu yayınlanan eseri önemsiz kılmazdı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bir an için bir “Yesevî
Menakıpnamesi”nin Köprülü’nün “müteassıb Sünnî Nakşibendi dervişi” olarak
nitelediği (Köprülü, 1972: 143) Tacikistanlı ve Nakşibendî olan Hazini değil de
Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı bir Baba veya Dede tarafından yazıldığını
düşünelim. Hiç kuşkusuz Yeseviliğe ilişkin bilgiler Hazinî’nin eserinden çok
daha farklı bilgiler içerecekti. Kaldı ki Hazinî o kadar tutucu fikirlere
sahiptir ki “...Padişah hariç Rum (Anadolu) halkını maneviyata ilgisizlikle
suçlamaktadır...” (Okuyucu, 1995: V) Nakşibendiliği benimsemiş ve doğal olarak
eserine de yansıtmış Hazinî’nin Anadolu’daki atalar, babalar aracılığıyla İslami
benimsemiş halk topluluklarına olumlu bakmamasını olağan karşılamak gerekir.
İşte bütün bu gerçeklere karşın Hazinî’yi esas almak suretiyle Yeseviliği
anlamak ve anlatmak bilimsel değil ancak duygusal olsa gerek.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevilik
araştırmalarında dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise Ahmet Yesevi’nin
yaşadığı dönem ve yakın dönemlere ilişkin bilgiler veren Arap, Rus, Avrupalı vd.
seyyahların verdikleri bilgilerin titiz bir şekilde incelenmesi gerekliliğidir.
Uzun dönem Sovyet idaresinde kalan bölgeye ilişkin Sovyet araştırmacıların
çalışmalarının da elde edilerek incelenmesi gerekmektedir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sonuç olarak Yesevîliği
anlamanın yolu objektif bir bakış açısı ile doğru kaynakları esas almaktan
geçmektedir. Yesevîliğe ilişkin sözlü ve yazılı bütün bilgi ve belgeler
toplanmalı, daha sonra bu bulgular disiplinler arası bir bakış ile
değerlendirilmelidir. Bana göre din bilim, sosyoloji, tarih, antropoloji,
halkbilim gibi değişik alanlarda uzmanlardan oluşan bir bakış açısı ile konunun
anlaşılabilmesi mümkündür. Değişik kütüphanelerde bulunan Divan-ı Hikmet
yazmaları, Yesevîlikle ilgili bilgiler içeren Nakşî ve Bektaşî menakıpnameleri
ve Türk topluluklar arasında bugün hala yaşayan Yesevîlikle ilgili bilgiler
öncelikle ulaşılması gereken bilgilerdir. Bunlar konumuz açısından birincil
kaynaklardır. Bunlardan sonra ise Yesevîlik konusunda bilgiler içeren her türlü
kitap, makale ve yayınlar gelmektedir. Bu bulguların belli bir merkezde
toplanması aynı zamanda Yesevîlikle ilgili bütün kaynakların toplandığı bir
araştırma kitaplığının da oluşmasını sağlayacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">YANLI BAKIŞ
SORUNU</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bize göre bugün
Yesevîlik araştırmalarının önündeki en önemli sorun yukarıda da kısmen
değindiğimiz tarafgirlik sorunudur. Bu konuda çalışan üniversite içinden veya
dışından araştırmacılar konuya taraflı baktıkları sürece pek fazla bir yol
alınamayacağı muhakkaktır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu tarafgirlik
araştırmacıların etnik veya dinsel mensubiyetlerinden kaynaklanabileceği gibi,
konunun yayıldığı coğrafi ve zamansal genişliğine hakim olamamaktan da
kaynaklanmaktadır. Araştırmacı ya Yeseviliği kendi dini, etnik kimliği
doğrultusunda ele almakta veya belli dönemler ve coğrafi alanlar konusunda
yoğunlaşmış olmasından dolayı konunun bu yönünü genelleyerek belli sonuçlara
varmaktadır. Bir diğer sorun da bu konuda var olan boşluğu doldurmak üzere
aceleci yargılarda bulunulmasıdır. Yesevîlik konusunda şimdilik kesin
ifadelerden kaçınmakta yarar vardır. Şöyle ki, konunun bir çok tarihi yönü tam
olarak aydınlanmamış ve Ahmet Yesevî’ye atfedilen hikmetlerin edisyon kritiği
bile tam olarak yapılmamıştır. Kaldı ki bu hikmetlerin bir bölümünün Ahmet
Yesevi’den sonraki devirlerde yazıldığını anlamak için sözlerine bakmak yeterli
olacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik konusunda
çalışan akademisyenlerde çeşitli önyargılarının olması ve bunu doğal olarak
araştırma sonuçlarına yansıtmaları, yapılan çalışmaları kısa vadede olmasa bile
orta ve uzun vadede mutlaka tartışmalı hale getirecektir. Örneğin bu konuda
yanlı bakışa ilişkin Prof. Ocak’ın şu değerlendirmesi dikkat çekicidir: “İşte
Türklerin İslam’ı kabulü, bu kabulün tasavvufi bir nitelikte vuku bulduğu gibi
çok önemli bir olayın bugüne kadar, genel ve ütopik çerçevelerin ve siyasî tarih
sınırlarının dışına çıkılarak bütün yönleri ve teferruatı ile gerçekçi bir
biçimde yetmiş yıldan beri hala incelenememiş olması Türk tarihçiliği ve
ilahiyatçılığı adına doğrusu çok şaşırtıcıdır. Türkiye’de muhafazakar tarihçilik
ve ilahiyatçılık anlayışı bu meseleyi hep teğet geçmiş ve yaptığı araştırmalarda
İslam’ın yayıldığı yerlerdeki eski kültürleri, özellikle dini-mistik kültürleri,
bu kültürün sos yo-ekonomik altyapısını ve hele bunların oralar halkının İslamî
anlayış ve yorumları üzerindeki etkilerini bazen bilerek görmezlikten gelmiş,
bazen farkına varmamış, vardıysa önemini kavramamış yahut ciddi ve derinlemesine
bir şekilde incelemekten hep kaçmıştır. Bunun yerine, problemsiz dört başı
mamur, her zaman ve her yerde ideal Ehl-i Sünnet kalıplarına uygun mükemmel bir
İslamlaşma sürecini varsaymış, yorumlarını hep bu varsayım üzerine bina
etmiştir.” (Şeker - Yılmaz, 1996: 589-590) Türkiye’de konuyla ilgilenen
ilahiyatçı ve edebiyatçı akademisyenlerin çoğu işte bu yukarıda özetlenen
şekilde meseleyi ele almıştır. Bu görüşe göre “Ahmet Yesevî,
Sünniliğin/Hanefiliğin ihyası için uğraşmış bir tarikat kurucusudur”. Bu yönde
birkaç örnek alıntı meseleyi daha rahat anlamamızı sağlayacaktır: “Mürşidi Şeyh
Yusuf Hemedani gibi Ahmed Yesevî de Hanefî Sünnî bir alimdir...Bir inanç sistemi
ve yaşama biçimi olan Yesevîyye tarikatının temelinde iki şey bulunmaktaydı.
Bunlar “ilim ve hikmet” ile “Hanefî fıkhı”dır...” (Canım, 1996: 10)
“...Hikmetler tahlil edildiğinde görülür ki, bunların hemen hemen bütününe türlü
ifadelerle yansımış ve sinmiş olan ruh, dolayısıyla Yesevilik tarikatının
esasını teşkil ettiğinde şüphe bulunmayan öz şeriata ve ehl-i sünnet mezhebine
tam bağlılıktır...” (Tulum, 1999: 206-207) “...Bir mürşit ve ahlâkçı hüviyetiyle
onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının adap ve erkânını
öğretmeye çalışmak, İslâmiyet’i Türklere sevdirmek, Ehl-i sünnet akidesini
yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur... İslam şeriatına ve Hz.
Peygamberin sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevi’nin şeriat ile
tarikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünni Türkler arasında süratle
yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir
etmesinin başlıca sebebi olmuştur...” (Eraslan, 1989: 161) “...Ahmet Yesevî de
tıpkı mürşidi Yusuf Hemedânî gibi Hanefî mezhebinde bir fatih, bir şerîât âlimi
olduğundan şerîâtla tarikât daima kaynaşmıştır...” (Anonim, 1986: 45) Konunun
çerçevesi ve sınırları bu şekilde çizildikten sonra ne yazık ki geriye sadece bu
çerçevenin içini dolduracak olan verilerin ele alınması kalmaktadır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İslam’ın benimsenmesi
esnasında ve sonrasında ortaya çıkan inançlar arası ve kültürlerarası
etkileşimin görmezden gelinmesi doğal olarak meseleleri anlamamızı
zorlaştırmaktadır. İslam da yayılması sırasında pek çok yerel inanç ve kültürü
benimsemiş kendi bünyesi içerisine almıştır. Bunda garipsenecek veya rahatsız
olunacak bir durum yoktur. Eski Türk inançları ve gelenekleri yeni din
içerisinde yaşamayı sürdürmüştür. Artık onun bir parçası olmuştur ve bugün bile
bu inanç ve geleneklerin yaşamakta olanları bulunmaktadır. Bunu görmek için halk
inanç ve geleneklerine genel bir bakış bile yeterli olacaktır. Ahmet Yesevi’nin
hikmetleri içerisinde eski Türk inançları ile bağlantılı birçok unsur dikkat
çekmektedir.[10] Biz Yesevîlik konusuna ilişkin yanlı bakış meselesine bazı
sorularla karşılık vermek istiyoruz. Eski Türk inançlarından kamlık, Gök Tanrı
kültü, atalar ve doğa kültleri gibi inançların bugün Türkler arasında değişik
şekillerde hala yaşıyor olmasını görmezden gelmek mümkün müdür? Bektaşi
kaynaklarında yeralan Ahmet Yesevî’ye ilişkin bilgileri görmezden gelmek mümkün
müdür? Yeseviliğin sadece Sünni topluluklar değil Anadolu’da Alevi-Bektaşi
topluluklar eliyle de yaşatılıyor olmasını görmezden gelmek mümkün müdür?
Anadolu’daki Alevi Ocakları ile Ahmet Yesevî arasındaki ilişki ve bunun
yüzyıllardır yaşatılıyor olmasının hiçbir önemi yok mudur? </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Bu konudaki örnekler
arttırılabilir. Ahmed Yesevî’nin halifelerinden olan ve Sûfî Danişmend’e
atfedilen Mir’atü’l-Kulûb adlı eserde “...Rasulullah (s.a) buyurur ki: Ölmeden
evvel ölünüz....” (Tosun, 1997: 73) “...Nitekim Hz. Peygamber (s.a) buyururlar:
(Hak Teâlâ) sizin sûretlerinize bakmaz ama kalplerinize bakar. Ve yine şöyle
buyururlar: Müminin kalbi, Rahmân’ın Arş’ıdır ve müminin kalbi Râhman’ın evidir.
Hz. Peygamber (s.a) lütfedip böyle buyurdular...Binâenaleyh, bu özellikteki
gönül belki Kâbe’den daha üstün olur, onun için Kâbe’yi Hz. İbrahim binâ etti,
gönlü ise Rabbü’l-celîl binâ etti. Bu görünen Kâbe’ye tüm yaratıklar nazar eder
ama gönle (sadece) Hak Teâlâ nazar eder...” (Tosun, 1997: 74) ifadeleri yer
almaktadır. Bu ifadeler Alevi-Bektaşi geleneğinde var olan esaslarla uyum
içerisindedir. Şöyle ki “ölmeden evvel ölmek” ve “gönül Kâbe'si” Alevi-Bektaşi
ozanlarının deyişlerinde sık sık geçer. Menakıp ve Buyruk kitapları da bu
konulara özellikle dikkat çekerler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İmam Hüsâmeddîn Hüseyin
b. Ali Sığnakî (Öl. 1311) tarafından yazılmış olan ve Ahmed Yesevi’ye ilişkin
menkıbeleri içeren en eski eser Menakıp-ı Ahmed-i Yesevî adlı eserdir. Bu eserde
yer alan şu ifadeler de dikkat çekicidir. “...Biliniz ki, Şeyh Ahmed Yesevî 170
kâmil ve mükemmel pîre hizmet edip icâzet, tarîkat ruhsatı ve talîmât almış,
onların her birinden hırka giymiş, ayrıca cehrî zikir, semâ ve raks izni
almışlardı....avam halkın irşat usûlünü öğrenip abdallar zümresinden oldu ve
çehâr darp vurdular (saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kestiler)...40 sene
Kalenderîler ile seyahat edip, abdâllar, evtâd, Hızır ve İlyâs ile arkadaşlık
ettiler... ” (Tosun, 1998: 78-79) Yine aynı eserde yer alan “...Tekkelerinde
kadın erkek (birlikte) raks ederlerdi (zikir eşliğinde semâ ederlerdi). Ansızın
Arap (ülkeleri) yönünden bir cemaat kırk dervişle birlikte geldiler. Halife
Ahmet’e: “Kadın erkek zikir ve semâ ediyorlar, bu nasıl olur? diye sordular.
Halife Ahmed bir ateşi pamuğa sardı, kutuya koyup ağzını kapattı ve onların
eline verdi. Onlar kendi memleketlerine döndüler. Mısır’ın (bir) şehrinde, büyük
camide, kalabalık bir insan topluluğu içinde (kutuyu) açtılar. Gördüler ki ateş
pamuğa zarar vermemiş hatta hiç tesir etmemiştir. Dediler ki: Hâce Ahmed bize
bir işaret verdi yani “bizim sohbetimizde kadın erkek işte böyledir” (beraber
olmaları gönüllerine zarar vermez) demek istedi. Arap şeyhleri: “Halife Ahmed
bizim pîrimizdir” dediler.” (Tosun, 1998: 79) ifadelerinde de Anadolu’daki
Alevi-Bektaşi geleneğinin bugün hala yaşattığı ritüellere ilişkin izler
görmekteyiz. Eski Türk geleneklerdeki kam-ozan geleneğinin temelini oluşturan
müzik (kopuz) ve söz birlikteliği bugün Alevi-Bektaşi topluluklarda ibadette
(Ayin-i Cem) bile saz ve söz birlikteliği şeklinde yaşamaktadır. Yine zikir
benzeri özellikler, sema/semah ve kadın erkeğin ibadete birlikte katılması da
Alevi-Bektaşi ibadeti olan cemlere has özelliklerdir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Türk Dünyasına Ahmet
Yesevi’nin etkileri ve zamanla bu etkilerin yaşadığı değişmeler konusu da
oldukça büyük önem taşımaktadır. Alan araştırmalarım doğrultusunda
söyleyebilirim ki Anadolu’da kendini Ahmet Yesevi Ocağı’ndan sayan topluluklar
olduğu gibi, onun öğrencisi Hacı Bektaş Veli’yi ser çeşme kabul eden büyük bir
halk topluluğu bulunmaktadır. Daha önce Anadolu’da ve/veya dünyanın başka
yerlerinde bu konularda yapılan araştırmalar ile Kazakistan’daki toplumsal
yapıda var olan benzerlikler ve farklılıklar bilimsel teknikler (özellikle
sosyolojik ve antropolojik yöntemler) kullanılmak suretiyle incelenmelidir. Bu
incelemeler kütüphane ve kaynak çalışmasının yanı sıra katılımcı gözleme dayalı
alan araştırmaları ile desteklenmeli ve bu şekilde yayınlanmış kaynaklardaki
verilerin de test edilmesi söz konusu olmalıdır. Bu bağlamda Türkistan ve
çevresi coğrafyada varolan inançlarla ilgili pratikler, yaşam tarzları,
oluşturulan sosyal kurumlar (Örn. aile ve din) ve bu kurumların zaman içerisinde
gerçekleştirdikleri işlevler, menkıbeler vb. sözlü veriler gibi verileri ana
hatlarıyla saptamak, betimlemek, anlamak ve yorumlamak gerekmektedir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Aradan geçen yüzlerce
yıl, bugün Anadolu ve Balkanlar’ın çeşitli bölgelerinde yaşamakta olan Türk
topluluklara anayurtlarından taşıyarak yaşattıkları Yesevîliğe ilişkin
geleneklerini unutturamamıştır. Yaptığım alan çalışmalarından biliyorum, Tokat,
Sivas, Tunceli, Elazığ, Erzincan ve Malatya’da Ahmed Yesevî ile menkıbeler
halkın zihninde bugün olmuş canlılığını korumaktadır. Örneğin Tokat ve
çevresinde etkin olan Alevi Ocaklarından Hubyar Ocağı’na adını veren Hubyar
Sultan’ı, Ahmed Yesevî’nin okuttuğuna ve yetiştirdiğine inanılmaktadır. Ahmed
Yesevî ve Hubyar Sultan’a ilişkin menkıbeler nesilden nesil'e aktarılarak
günümüze dek ulaşmıştır. Yine Doğu Anadolu bölgesindeki Alevi ocaklarından
birinin adı, “Ahmed Yesevî Ocağı” olup, kendilerini Ahmed Yesevî soyuna bağlayan
dedesoylu aileler bulunmaktadır. Anadolu’da birçok Dedelerle yaptığım
görüşmelerde çeşitli ocaklara adını veren erenlerin Ahmed Yesevî ile olan
bağının vurgulanması da oldukça anlamlıdır.[11]</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sonuçta Yesevîlik
konusunda sınırlı sayıda yazılı kaynağın olması, Menkıbevi ve/veya sözlü
gelenekten elde edilen kaynaklardan yararlanılamaması ve konuya belli açılardan
bakılması tarafgirliğe yol açan nedenlerdendir. Bu sorunu gidermenin yegane yolu
değişik bilim dallarının devreye girmesi ve konuya disiplinler arası bir bakışın
getirilmesi ile mümkündür. Konuya sadece belli perspektiften bakmak sorun
yaratmaktadır. Türkiye’de akademik çevrelerde daha çok edebiyatçılar ve
ilahiyatçıların konuya eğildiği görülmektedir. Bu durum konunun sosyolojik,
folklorik, antropolojik ve tarihi yönlerinin çok az ele alınması sonucunu
doğurmuştur. Örneğin konuya yönelik dini bir bakış açısı olayı sadece
Nakşibendilikle ilişkilendirmekte ve konu buradan öteye gidememekte adeta
tıkanmaktadır. Yine bu bakış açısıyla ilgili önemli bir nokta ise yukarıda da
ifade ettiğim, Şamanlık vb. eski Türk inançlarının Yesevîlikteki yeri ve
İslamlaşmadan sonra da Türkler arasında biçim değiştirmek suretiyle de yaşamağa
devam ettiği gerçeğinin görmezlikten gelinmesidir. Türkler islamı benimsemişler
ancak Şamanlık, atalar kültü, doğa kültleri vb. eski inançlarını da
bırakmamışlardır. Bu konuların ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Yesevîlik
Araştırmalarında Sözlü Geleneğin Önemi </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sadece yazılı
kaynaklara baktığınız zaman orada büyük ölçüde kentlerde hakim seçkinlerin
anladığı ve sunduğu Yeseviliği bulabiliriz. Göçebe, yarı göçebe ve eğitim
kurumlarından yoksun içine kapanık yaşam şeklini yüzyıllardır yaşata gelmiş halk
topluluklarının anladığı ve yaşattığı Yeseviliği bu yazılı kaynaklarda
bulamayız. Eğer bugün Yesevîliğe dair birtakım özellikler Türkler arasında hala
yaşıyorsa bu yine ata geleneklerine, edebiyatlarına titiz bir şekilde sahip
çıkan bu sade halk kitlelerinin sayesindedir. Halk zihninde ve sosyal yaşamının
her alanında yaşamakta olan Yesevîlikle ilgili unsurların, farklı coğrafyalarda
yaşayan bu halk toplulukları gözlemlenerek ortaya çıkarılması gerekmektedir.
Sözlü geleneğe ilişkin verileri toplamanın ve değerlendirmenin de kendine özgü
sorunları bulunmaktadır. 1929 yılında Türkistan’ı ziyaret eden Gordlevsky bunu
şu şekilde ifade etmektedir: “Koşullar dinsel etnografik şekliyle bakmak için
pek iyi değil. İnsanların arasındaki güvensizliği ve şüpheyi kaldırmak için çok
zamana gerek var ve ben Türkistan şehrinde iki gün kaldığımda çok az malzeme
toplayabildim. İnsanlar rivayetlerin kötü koruyucularıdır. Rivayetleri bilen
susuyor. İyi bir koruyucu ile karşılaşmadım...” (Gordlevsky, 1932: 57)
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Prof. Köprülü “Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı çalışmasında Ahmed Yesevî ve Yesevîlikle
ilgili olarak Nakşibendi kaynaklarını esas almakla birlikte özellikle Ahmed
Yesevi’nin Menkıbevi hayatını anlatırken (Köprülü, 1993a: 27-59) Bektaşi
menakıpnamelerinden de sık sık alıntı yapmaktadır. Köprülü’nün sonradan yazdığı
ve yukarıda alıntı yaptığımız üzere Bektaşi kaynaklarına göre, Ahmed Yesevî ve
Yesevîlik bilgilerinin yeniden değerlendirilmesinin zamanı gelmiştir. Bu konuda
da Köprülü’nün yıllar önce ifade ettiği gibi: “...Yeseviyye’nin ilk teşekkülüne
ait bilgimizin yetersiz oluşu yüzünden, onu iyi anlamak için menkıbelere
başvurmak zorundayız...” (Köprülü, 1972: 144)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Burada Yesevilik
araştırmalarında sözlü geleneğin önemini göstermek üzere Türkiye’deki Yesevi
Yolu izbasarları olan Alevi-Bektaşilerden söz etmek istiyorum. Anadolu’daki
Alevilik ve Bektaşiliği, tarihsel ve sosyal koşulların doğal bir sonucu olarak,
yazılı olmaktan çok sözlü geleneğe dayalı eski inançların İslami şekiller
altında yaşamaya devam ettiği bir halk İslam'ı olarak tanımlayabiliriz. Bu
topluluklar yüzyıllarca sosyal ve siyasal nedenlerle kırsal alanda kapalı bir
toplumsal yaşam sürmek durumunda kalmışlar ve bu durumun doğal bir sonucu olarak
kendine özgü toplumsal kurumlarıyla temelde sözlü anlatım geleneğine
dayanmışlardır. Sözlü geleneğin etkisinin, Alevî gruplara nazaran kasaba, şehir
vb. daha gelişmiş alanlarda yaşayan Bektaşî gruplarda da aynı şekilde var
olduğu, ancak onlarda yazılı kaynakların daha fazla olduğu bilinmektedir.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîliği Anadolu’ya
getirenler Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Geyikli Baba ve Sarı Saltık gibi
dervişler olmuştur. İkisi de bugün Alevi-Bektaşi kitlelerin büyük saygı duyduğu
erenlerdir. XV. yy.ın sonlarında Firdevsî tarafından yazılmış olan Menakıp-ı
Hacı Bektaş-ı Veli veya Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnâmesi adlarıyla bilinen eser
Yesevîlikle ilgili bilgi veren en önemli eserdir. Hacı Bektaş-ı Veli
Velayetnâmesi, yine Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen Kitabu’l-Fevaid adlı eser ve
Hacım Sultan Velayetnâmesi Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş-ı Veli bağını ortaya
koyan önemli kaynaklardır. Velayetnamelerde Ahmed Yesevî’ye gösterilen sevgi
başka yerde yoktur. Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnâmesi’nde Hacı Bektaş-ı Veli’nin
Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Lokman Perende’nin halifesi olduğu belirtilir.
Türklere has bu tarikat olan Yesevilik ve Bektaşilikte ibadetlerde kullanılan
dilin Türkçe oluşu, zikir meclislerine kadınlarla erkeklerin birlikte katılması,
Türk halk vezniyle ve diliyle yazılmış ilahilerin büyük rağbet görmesi,
kadınların çarşaf giymemesi gibi adetlerle, kuş (turna veya güvercin) donuna
girip uçmak, kayaları ve taşları harekete geçirmek ve münafıkları hayvan şekline
koymak gibi menkıbeler her iki tarikatın ortak noktalarından sadece birkaçıdır.
(Mürsel Öztürk, 1998: 222)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Alevi-Bektaşi
köylerinde yapılan araştırmalarda, daha çok Dede evlerinde ve tanınmış
dergahlarda ve bazı tanınmış kitaplıklarda genel olarak şu kitapların var
olduğunu bilinmektedir. (Daha ayrıntılı bilgi için bkz.: M. Yaman, 2000:
XI-XIII) Bunlar elyazması olabildiği gibi Osmanlı son döneminde matbaada
basılmış olanları da vardır. Ayrıca Alevî-Bektaşîlerde bulunan kitapların
adlarını Birge, Yusuf Ziya, Yılmaz, Çağatay, Gölpınarlı ve İsmail Hakkı gibi
araştırmacıların da ifade ettikleri bilinmektedir. (Birge, 1982: 60; Yusuf Ziya,
1930: 78-79; Yılmaz, 1948; 56, 101; Çağatay, 1993: 671; Gölpınarlı, 1936; 389;
İsmail Hakkı, 1935: 56) Alevî-Bektaşîlerde bulunan kitapların Yesevîlik
konusunda veriler elde edilebilecek olanlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
</span></div>
<ol>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Cönk” ve “Divan”
kitapları: Alevi Ozanlarının nefes ve deyişlerinin yer aldığı kitaplardır.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Buyruk” kitapları:
İmam Cafer ve Şeyh Safiyûddin Erdebilî’ye atfedilen Buyruklarda
Alevi-Bektaşiliğin inanç esasları yer alır. </span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">“Velayetname”,
“Makalat” ve “Fevaid” kitapları: Velayet-name-i Hacı Bektaş-ı Veli ve Fevaid
Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyunu, Ahmed Yesevî ile bağını, müritleri ve diğer
erenlerle yaşadığı olayları menkıbevi bir şekilde konu alır. Makalat-ı Hacı
Bektaş-ı Veli ise daha çok dinsel konuları işler. Fevaid ise öğütlere yer verir.
</span></div>
</li>
<li>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Seyyid Ali Sultan,
Hacım Sultan, Şücaettin Veli, Demir Baba, Otman Baba, Koyun Baba, Virani Baba
gibi erenlerin menkıbelerini anlatan risale, menakıpname ve velayetname
kitapları: </span></div>
</li>
</ol>
<span style="font-family: Verdana;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Şüphesiz yukarıda
verilen bu geleneksel kaynaklardan Yesevîliğin Anadolu’da nasıl bir dönüşüme
uğradığı yolunda önemli bilgiler elde edilebilir. Yarı-tarihi ve menkıbeyi
kaynaklardan da bilimsel bir inceleme ile çok önemli bilgilerin elde edileceğini
Köprülü yukarıda alıntı yaptığımız “Bektaşiliğin Menşe’leri adlı makalesinde
açık bir şekilde ifade etmekteydi. Köprülü burada menkıbeyi bilgilerin yer
aldığı eserlerden de yararlı veriler elde edebileceğini ifade etmiş olmaktadır
ki, birçok konuda bu uygulanmalıdır. Bu zamana kadar ne yazık ki yukarıda
sunduğumuz ve yüzyıllarca geleneksel Alevi yörelerinde başvuru kaynağı olmuş bu
kaynaklardan araştırmacılarca tam anlamıyla yararlanılmamıştır, hatta uzmanlarca
birçoğu günümüz Türkçesiyle karşılaştırılmalı ve bilimsel olarak henüz
yayınlanmış değildir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sadece elyazması veya
basılı olan geleneksel kaynakların incelenmesi yeterli olmamakta dili, kültürü,
inancı yaratan, yaşayan ve yaşatan insan topluluklarının da bunları nasıl
yaşattıklarına bakılmalıdır. Kaynaklarda yer alan bilgiler halkın yaşattığı
değerlerle birlikte incelenmediği sürece eksik olmaktan kurtulamayacaklardır. O
halde Yesevîliğin anlaşılabilmesi bakımından hem metinlerin hem de sözlü
geleneğin incelenmesi sağlıklı bilgilere ulaşabilmemiz bakımından
zorunludur.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />Yesevilik
Bibliyografyasının Hazırlanması</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik konusunda
yapılacak çalışmaların bir diğer boyutu da bibliyografya konusudur. Çeşitli
dillerde yapılabilecek taramalarla Ahmet Yesevi hakkında kapsamlı bir
bibliyografya çalışmasına büyük bir ihtiyaç vardır ve en kısa zamanda
gerçekleştirilerek kitap olarak yayınlanmalıdır. Bu amaçla,</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">1.Dünyanın farklı
üniversite ve araştırma kurumlarında bu konuda çalışan bilim adamlarından da
yardım istenmelidir. Bunun için yazışmalar yapılmalıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">2.İnternette Ahmet
Yesevi ve onunla ilgili konularda geniş bir tarama yapılmalı, basılı ve yazma
eserlerin yanı sıra online kaynaklar ve internette konuyla ilgili var olan
siteler ve makaleler de yayınlanacak bibliyografya çalışmasının içinde yer
almalıdır. Hatta olanak olursa internette Yesevîlik araştırmaları yayınlanmalı,
çalışmalar üniversitelerin sitelerinde oluşturulacak bir bölümde bilim dünyasına
sunulmalıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">3.Kazakistan, Türkiye
ve diğer ülkelerdeki Üniversite ve diğer kitaplıklarda bu konuda tarama
yapılabilecek araştırmacılar bulunmalı ve yardım istenmelidir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">4.Bibliyografyada
bulunan kaynaklar farklı dillerde olacağından bu konuda farklı dilleri bilen
uzmanlardan oluşan bir komisyona gereksinim olacaktır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">5.Toplanan
bibliyografik veriler alanında tanınmış bibliyografya kitapları incelenerek
düzenlenmeli ve uluslararası standartlarda hazırlanmalıdır. Bu veriler bu konuda
kullanılan bibliyografya programlarından da yararlanılarak bilgisayara
girilmelidir ve bu şekilde sınıflandırılması daha da kolay olabilecektir.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">6.Bibliyografik veriler
konularına, yazar soyadına, veya türüne göre çeşitli şekillerde
sınıflandırılarak verilmeli ve bu çalışmanın sonunda mutlaka bir indeks de yer
almalıdır. Yayınlanacak kitaptaki giriş bölümü değişik dillerde verilmeli ve bu
şekilde dünyadaki farklı üniversitelerin öğretim üyelerinin yararlanabilmesi
kolaylaştırılmalıdır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sonuç</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Yesevîlik
araştırmalarına yönelik çalışmalar yapısı gereği uzun vadeli planlanmalıdır.
Konunun kapsamı ve disiplinler arası niteliği bunu gerektirmektedir. Bu şekilde
çok daha verimli çalışmalar yapılacağı muhakkaktır. Kısa vadede yapılması ve
sonuç alınması düşünülen çalışmaların başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Özellikle
Kazakistan’daki ve diğer Türk dünyasındaki üniversitelerde öğrenim gören mastır
ve doktora öğrencileri Ahmet Yesevi ve Yesevi Yolu hakkında yapılacak
araştırmalara özendirilmelidir. Ancak bu şekilde konunun gelecekteki uzmanları
yetişebilecektir. Günümüzde Ahmet Yesevi ve etrafında oluşmuş değerler üzerinde
uzmanlaşmış araştırmacılara ihtiyaç bulunmaktadır. Ahmet Yesevi ve Türkistan ve
çevresi tarihi, edebiyatı ve halkbilimine ilişkin sözlü ve yazılı kaynaklar
üzerinde yapılacak çalışmalar teşvik edilmelidir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">Sonuç olarak bugün
yazılı kaynakların yanı sıra, Türk topluluklar arasında sözlü geleneğe yönelik
sosyolojik, antropolojik ve disiplinler arası araştırmalar yapılmaksızın
Yeseviliğin Türk Dünyasının farklı coğrafyalarındaki etkileri anlaşılamaz. Halk
zihninde ve sosyal yaşamının her alanında yaşamakta olan Yesevîlik hakkındaki
verilerin, farklı coğrafyalarda yaşayan bu halk toplulukları gözlemlenerek
ortaya çıkarılması gerekmektedir. Daha önce Anadolu’da ve/veya dünyanın başka
yerlerinde Yesevîlik hakkında yapılan araştırmalar ile Türklerin yaşadığı
bölgelerdeki toplumsal yapıda var olan benzerlikler ve farklılıklar bilimsel
teknikler (özellikle sosyolojik, antropolojik ve folklorik yöntemler)
kullanılmak suretiyle incelenmelidir. Bu incelemeler kütüphane ve kaynak
çalışmasının yanı sıra katılımcı gözleme dayalı alan araştırmaları ile
desteklenmeli ve bu şekilde yayınlanmış kaynaklardaki verilerin de test edilmesi
söz konusu olmalıdır. Bu bağlamda Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar ve diğer Türk
toplulukların bulunduğu alanlarda var olan inançlarla ilgili pratikler, yaşam
tarzları, oluşturulan sosyal kurumlar (Örn. aile, din...) ve bu kurumların zaman
içerisinde gerçekleştirdikleri işlevler, menkıbeler vb. sözlü veriler gibi
verileri ana hatlarıyla saptamak, betimlemek, anlamak ve yorumlamak
gerekmektedir. Ahmet Yesevi ve onun temellerini attığı değerler bizim
geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu
konularda yapılacak araştırmaları desteklemek Kazakistan ve Türkiyeli aydınların
en başta gelen görevi olmalıdır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;"><br />KONUYLA İLGİLİ
KAYNAKÇA</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ANONİM (1996): YESEVİ
TAĞILIMI, Türkistan, Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi, Hazret
Sultan Korık Muzeyi, Mura Baspagerlik Şağın Kosipornı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ANONİM (1986): AHMET
YESEVİ VE DİVANI HİKMET, EDİP AHMET VE ATABET-ÜL HAKAYIK, İstanbul, Toker
Yayınları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BABINGER, Franz (1996):
“Anadolu’da İslamiyet (II) İslam Araştırmalarının Yeni Yolları”, Çev. Ragıp
Hulusi, Haz. M. Yaman, CEM, sayı: 56, Ocak 1996, s. 19-24.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BARTHOLD, Wilhelm
(1977): (Başlangıç İzah ve Düzeltmeler Fuat KÖPRÜLÜ) İSLAM MEDENİYETİ TARİHİ,
Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 5.b.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BENNIGSEN, Alexandre,
Chantal Lemercier-Quelquejay (1988): SUFİ VE KOMİSER, RUSYA’DA İSLAM
TARİKATLARI, Çev. Osman Türer, Ankara, Akçağ Yayınevi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BİCE, Hayati (Haz.):
HOCA AHMED YESEVİ, DİVAN-I HİKMET, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
1998.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BİRGE, John Kingsley
(1991): BEKTAŞİLİK TARİHİ, Çev. R. Çamuroğlu, İstanbul, Ant
Yayınları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BUHARÎ, Sadriddin Salim
(1993): TEBERÜK ZİYARETLER, Taşkent, Yazıcı Neşriyat, 1993.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">CAHEN, Claude (1992):
TÜRKLERİN ANADOLU’YA İLK GİRİŞİ, Çev.Y.Yücel-B.Yediyıldız, 2.b., Ank., Türk
Tarih Kurumu Yayınları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">CANDARBEK, Zekeriya
(2000): “Türkistan Tarihi”, TÜRKİSTAN TARİHİ MEN MEDENİYETİ, (Ğılımi Makalalar
Jinağı) Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi.
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">CANIM, Rıdvan (1996):
“Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’de Tasavvuf Düşüncesi”, BİLİG, sayı:1, Bahar
1996, s. 9-12.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ÇAĞATAY, Neşet (1993):
“Tahtacılar” md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. c. XI,
s. 669-672.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">DEWEESE, Devin: “The
Politics of Sacred Lineages in 19th-Century Central Asia: Descent Groups Linked
to Khwaja Ahmad Yasavi in Shrine Documents and Genealogical Charters”,
INTERNATIONAL JOURNAL OF MIDDLE EAST STUDIES, 31, 1999, p. 507-530.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ERASLAN, Kemal (1989):
“Ahmed Yesevî” md., TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. 2, İstanbul,
s. 159-161. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">GORDLEVSKY, V. : “Hoca
Ahmet Yesevi”, FESTSCHRIFT GEORG JACOB, Leipzig, 1932, s. 57-67. (Bu makalenin
bulunması ve çevirisi konusunda yardımlarından ötürü Mainz Üniversitesi’nden Dr.
Aşkım Bozkurt’a teşekkürü bir borç bilirim.)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">GORDLEVSKY, V. (1988) :
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ, Çev. A.Yaran, Ankara, Onur Yayınları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">GÖLPINARLI, Abdülbaki
(1936): “Kitabiyat”, ÜLKÜ (HALKEVLERİ DERGİSİ), cilt:7, sayı:41, (Temmuz 1936),
s. 385-389.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">HOLT, P. M. – Ann K. S.
Lambton – Bernard Lewis (1970): “Islam in the Soviet Union”, THE CAMBRIDGE
HISTORY OF ISLAM Vol. 1, The Central Islamic Lands, Cambridge, p.
627-643.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İBRAHİMOV, Şakir
(2000): “Ahmed Yesevî Düşünceleri ve Tengrilik”, 1. ULUSLARARASI HACI BEKTAŞ
VELİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 27-28-29 Nisan 2000, Ankara, s. 89-92.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">İSMAİL HAKKI (1935):
ÇEPNİLER BALIKESİRDE, Balıkesir, Vilayet Matbaası.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KENJETAY, Dosay:
“Yesevilik Kültürü ve İlmi Ateizm”, TASAVVUF, yıl:1, sayı:3, Nisan 2000, s.
167-178.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KOJAYEV, Muhtar (1997):
YESEVÎ’NİN ÜSTAZI ARSLAN BAB, Şimkent, Jibek Jolu Neşriyatı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1972): “İslam-Sufi Tarikatlerine Türk Moğol Şamanlığının Tesiri”, ANKARA
ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, c. 18, s. 141-152.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1993a): TÜRK EDEBİYATINDA İLK MUTASAVVIFLAR, 8. b., Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1993b): “Ahmed Yesevi” md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. 1, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, s. 210-215.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1995a): “Bektaşiliğin Menşeleri II”, Haz. M. Yaman, CEM, sayı: 52, Eylül 95, s.
9-13.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">KÖPRÜLÜ, M. Fuad
(1995b): “Bektaşiliğin Menşeleri III”, Haz. M. Yaman, CEM, sayı: 54, Kasım 95,
s. 7-9.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MALASHENKO, ALEXEI V.
(1993): “Religious and Political Change in Soviet Moslem Regions”, in STATE,
RELIGION AND SOCIETY IN CENTRAL ASIA A POST-SOVIET CRITIQUE, Ed. By Vitaly
Naumkin, Reading, Ithaca Press/ </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MASSON, M. E. (2000):
HOCA AHMET YESEVİ KESENESİ, Şimkent, Jibek Jolı Baspası.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MELIKOFF, Irene (1993):
UYUR İDİK UYARDILAR, ALEVİLİK BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARI, İstanbul, Cem
Yayınevi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MİLLETLERARASI AHMET
YESEVİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 26-27 Eylül 1991, Ankara, 1992.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MİRHALDAROGLI, Mirahmad
(1992): HOCA AHMED YESEVİ, ŞECERE-İ SAADET, KERAMETLERİ, HİKMETLERİ, Şimkent,
Şimkent Şehir Baspahanesi. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MİRHALDAROGLI, Mirahmad
(1997): KARABUĞRA EVLİYA (SUZAK’TAKİ MEŞHUR ZATLAR), Taşkent, Yazıcı
Neşriyat.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">MUSTAFAYEVA, Aygül
(2000): “Türkistan Önirindegi Evliyeler”, TÜRKİSTAN TARİHİ MEN MEDENİYETİ,
(Ğılımi Makalalar Jinağı) Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk
Üniversitesi. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">NEVAYÎ, Ali Şîr (1996):
NESÂYİMÛ’L MAHABBE, Haz. Kemal Eraslan, Ankara.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">NİSANBAYEV, Abdilmalik:
“Hoca Ahmed Yesevi’nin Dünya Görüşü”, 1. ULUSLARARASI HACI BEKTAŞ VELİ
SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 27-28-29 Nisan 2000, Ankara, s. 316-337.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">OCAK, Ahmet Yaşar
(1996): TÜRK SUFİLİĞİNE BAKIŞLAR, İstanbul, İletişimYayınları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">OKUYUCU, Cihan (1995):
HAZİNÎ, CEVÂHİRU’L-EBRÂR MİN EMVÂC-I BİHÂR (YESEVÎ MENAKIBNAMESİ), Kayseri,
Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayını.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">POLONSKAYA, Ludmila,
Alexei Malashenko (1994): ISLAM IN CENTRAL ASIA, Reading, Ithaca
Press.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">PRIVATSKY, Bruce G.
(2001): MUSLIM TURKISTAN, KAZAK RELIGION AND COLLECTIVE MEMORY, Great Britain,
Curzon Press.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">ŞEKER, Mehmet-Necdet
Yılmaz (Haz.) (1996): AHMED-İ YESEVÎ, HAYATI, ESERLERİ, TESİRLERİ, İstanbul,
Seha Neşriyat.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TOGAN, Zeki Velidî
(1953): “Yeseviliğe Dair Bazı Yeni Malumat”, FUAD KÖPRÜLÜ ARMAĞANI, İstanbul, s.
523-529.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TOSUN, Necdet (1997):
“Yeseviliğin İlk Dönemine Ait Bir Risale: Mir’atü’l-Kulûb”, İLAM ARAŞTIRMA
DERGİSİ, c. II, sayı:2, Temmuz-Aralık 1997, s. 41-69.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TOSUN, Necdet (1998):
“Ahmet Yesevi’nin Menakıbı”, İLAM ARAŞTIRMA DERGİSİ, c. III, sayı:1,
Ocak-Haziran 1998, s. 73-81.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TULUM, Mertol (1999):
“Hikmetlere göre Yesevilik ve Orta Asya Kültür Tarihi Bakımından Önemi –Bir
Hikmet Üzerine Tahlil Denemesi-”, İLMİ ARAŞTIRMALAR, sayı:7, İstanbul, s.
201-214.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">TUYAKBAYEV, Marat
(1996): “Hoca Ahmet Yesevî Kesenesinde Yerleşen –Muhammed Urpakları”, YESEVİ
TAĞILIMI, Türkistan, Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi, Hazret
Sultan Korık Muzeyi, Mura Baspagerlik Şağın Kosipornı, s. 96-105. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">YAMAN, Mehmet (Çev.)
(2000): BUYRUK, ALEVİ İNANÇ-İBADET VE AHLAK İLKELERİ, Mannheim, Mannheim AKM
Yayınları. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">YILMAZ, A. (1948):
TAHTACILARDA GELENEKLER, Ankara, CHP Halkevi Neşriyatı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">YUSUF ZİYA (1930):
“Tahtacılar Tahtacılarda Dinî ve Sırrî Hayat”, DARUL FÜNUN İLAHİYAT FAKÜLTESİ
MECMUASI, sene: 4, sayı: 15, s. 66-80. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[1] Ahmet Yesevi
Uluslararası Kazak Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi, Türkistan’da bulunan
Yesevilik Araştırmaları Merkezi Kültür Bölümü Uzmanı</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[2] Ali Yaman,
“Yesevilik Araştırmaları’nın Sorunları Üzerine Bir Deneme”, Türkologya,
Türkistan, (Kırküyek-Kazan 2002), no: 1, s. 107-118. Konuyla ilgili bir başka
makalem de daha sonra yine aynı dergide Kazakça olarak yayınlanmıştır: “Yesevi
Jolının Negizgi Erekşelikteri Jayında”, Türkologya, Türkistan, (Navrız-Sevir
2003), no: 4, s. 99-108. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[3] Bilindiği üzere Ali
Şir Nevaî Ahmet Yesevi hakkında Nesâyimû’l Mahabbe adlı eserinde “Türkistan
ehlinin kıble-i duası” ifadesini kullanmaktadır. (Nevayî, 1996: 383)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[4] Yarı açık diyorum
çünkü SSCB içerisinde dönem dönem de olsa nefes alma imkanı sağlanan dinsel
kurumlar olagelmiştir. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[5] Bu makale Rusça ve
Kazak Türkçesi ile olmak üzere kitapçık halinde yeniden yayınlanmıştır. (Masson,
2000)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[6] Gordlevsky’nin
1932’deki makalesi (Gordlevsky, 1932) gibi az sayıda çalışma bu konulara kısmen
değinmekle birlikte konunun kapsamı karşısında yetersiz kalmaktadır. Konuyu
antropolojik açıdan ele alan yeni şu çalışmaya da bakılabilir: (Privatsky, 2001)
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[7] Örneğin bakınız:
(Candarbek, 2000)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[8] Bazı
araştırmacılarca “bâb” sözcüğünün kapı anlamına geldiği ve İslamı yayanlara
verilen bir lakap olduğu da ifade edilmektedir. (Melikoff, 1993: 171)
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[9] “Batır” sözcüğü
savaşlarda kahramanlık göstermiş tanınmış kişiler için kullanılan bir
deyimdir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[10] Bu konuda şu iki
makaleye bakılabilir: (Nisanbayev, 2000; İbrahimov, 2000)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">[11] Yaptığım
araştırmalarda bazı Anadolu’daki Ocakların birçok yönden Ahmet Yesevi ile
bağlantısı bulunduğunu tespit ettim. Bu konuyu bir başka makalemde inceleme
konusu yapacağım.</span></div>
Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6657997092300109251.post-74555802676278701882012-11-18T07:48:00.007-08:002012-11-18T10:08:43.113-08:00Gerçek Şeyhler<b style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Mehmet Şevket EYGİ</b><br />
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Milli Gazete 03.11.2005</b></span></div>
<div align="justify">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana;">BÜYÜK din önderi,
mutlak müctehid, mezhep kurucusu, hem zâhir ilimlerinde en yüksek dereceye
çıkmış, hem de batın sahasında velî İmamı Şafiî hazretleri Mekke’de yaşıyormuş.
Bir gün zengin bir zat ona bir miktar para göndermiş ve bu meblağın Mekke’nin
takvalı (Allah’tan hakkıyla korkan, çekinen, emir ve yasaklarını yerine getiren)
muhtaç alimlerine dağıtılmasını istemiş. İmamı Şafiî araştırmış, bir liste
hazırlamış ve parayı dağıtmış. O sıralarda ailesi de son derece sıkıntı
içindeymiş, lakin bu paradan kendisine bir pay ayırmamış. Dostlarından biri
sormuş: “İhtiyacın vardı, hakkındı, niçin almadın?” Şu cevabı vermiş: “Düşündüm
ama cesaret edemedim, çünkü takva şartı vardı...”</span></div>
<a name='more'></a><span style="font-family: Verdana;">On dört asır boyunca İslâm
dünyası böyle büyüklerin sayesinde yücelmiştir. Selahaddin Eyyubî, Şeyh Şâmil,
Emîr Abdülkadir bu ahlâk ve karakterde idi.<br />Bezirgân ruhlu, ahlâksız,
karaktersiz, seviyesiz, ihlâssız kimseler ne kadar zeki, kurnaz, bilgili
olurlarsa olsunlar DİN’E ve ÜMMET’E hizmet edemezler.<br />Biz Türkiye
Müslümanlarının büyük velinimetlerinden biri HOCA AHMED YESEVÎ hazretleridir.
Anadolu’nun Müslümanlaşması bu yüce zatın himmetiyle olmuştur. Bu zat FAKRNÂME
adlı eserinde gerçek bir şeyhi şöyle anlatıyor:<br />“Şeyh odur ki, bağış alsa,
hakkedenlere, gariplere ve biçarelere vere. Eğer bağış alıp kendisi yese, murdar
et yemiş gibi ola. Eğer böyle bir bağışla kendisine elbise yapıp giyse, o elbise
yıpranana kadar geçen sürece, Hak Teâlâ onu cehennemde türlü azaba giriftar
kıla.Böyle şeyhlere itikat kılanlar büyük günaha girmiş olur. Bu gibi şeyhler
lânetlidir. Öyle şeyhin fitnesi Deccal fitnesinden beterdir. O, Şeriatta,
Tarikatta, Hakikatte, Mârifette mürteddir (Dinden çıkmıştır). Ey tâlip (Hakkı
arayan), eğer Hakk’ı talep eyleyip bulayım dersen, öyle pîre el ver ki (Öyle bir
şeyhe bağlan ki) Şeriatta ârif-i billah ola, Tarikatta vâkıf-ı esrar ola,
Hakikatte kamil-i mükemmel ola, Mârifette derya-yı umman ola. Öyle bir pîre el
ver ki, yolunun sonu saadet olsun. Eğer mürid Şeriat ilmini bilmese şeyhi ona
Şeriat ilmini öğretmeli. Eğer Tarikatta hal-i vâkıa peyda olsa, şeyhi Tarikat
ilmi ile yola salmalı ve Hakikat sırrından müride yol göstermeli, Mârifette
cezbe-i Hak peyda kılmalı...”<br />Yesevî hazretleri âhir zamanda zuhur edecek
kötü şeyhler hakkında bütün Müslümanların gözlerini açacak uyarılarda,
keşiflerde bulunmaktadır. Bakınız bu konuda neler diyor:<br />“Bizden sonra âhir
zaman yakın olduğunda, öyle şeyhler peyda olacak ki, İblis (Lânet olsun ona!)
onlardan ders alacaktır.Bütün halk onlara muhip (seven, saygı gösteren) olacak,
müritlerinin sayısı çok olacaktır. O şeyhler gözlerini müritlerinden alacakları
hediyelere (paralara, mallara) dikecekler, canlarını küfür ve dalâletten
(sapıklıktan) ayırmayacaklar, ehli bid’ati iyi görecekler, ehl-i sünneti kötü
görecekler, Şeriat ilmi ile amel eylemeyecekler, nâ-mahremlere göz atacaklar,
haram işleyip, sonra da Allah’ın rahmetinden ümit edecekler, şeyhlik
vazifelerini hakir görecekler, müritleri reddolacak, kendileri mürtet
olacak...Böyle bir durumda müridlerinden bağış talep edip alacaklar. Eğer
müritleri bağış vermese, yardım etmese, çıkışacaklar ‘Vah yazıklar olsun, ben
senden bizarım, Allah da senden bizar...’ diyecekler.” (Aynı eserden)<br />Yesevî
hazretleri gerçek şeyhin sıfatlarını şöyle sıralıyor:<br />(1) Din ilmi, (2) Yakîn
ilmi, (3) Hilim, (4) Sabr-ı cemil, (5) Rıza-yı Celil (Allah’ın rızasını istemek
ve kazanmak), (6) İhlâs-ı Halîl (Hazret-i İbrahim’in ihlâsı gibi ihlas), (7)
Kurb-i Celil (Allahü Teala’ya mânevî yakınlık derecesine erişmiş olmak).<br />Yine
o büyük zat “Yetmiş ilim bilmeden, yetmiş makam geçmeden şeyhlik ve muktedalık
mukarrer olmaz” buyuruyor. (Cevâhirü-l-Ebrar adlı yazma kitaptan)<br />Tasavvuf
ismden, resmden, birtakım ezkâr ve evraddan ibaret değildir. Tasavvuf İslâm’ı
yaşamak demektir. Tasavvuf hakkıyla iman etmek, ibadetleri dosdoğru yerine
getirmek, Kur’ân’ın anlattığı, Peygamberin uygulayıp örnek olduğu yüksek ahlâk
ve karakteri sergilemek demektir.<br />Şeyh deyince sadece Tarikat şeyhleri
düşünülmesin. Şeyh kelimesi, en geniş mânâsıyla büyük demektir. İslâm’ı temsil
iddiasıyla ortaya çıkan, Müslümanlara önder olan şahıslarda, yukarıda Hâce Ahmed
Yesevî hazretlerinin saydığı vasıflar ve ahlâk bulunmalıdır.<br />* Müslümanların
paralarını toplayıp bunları zimmetlerine geçirenler,<br />* Müslümanların
paralarını toplayıp bunları, İslâm’a aykırı bir şekilde harcayanlar,<br />* Din
yoluyla zengin ve maldar olanlar,<br />* Şeriata ve fıkha aykırı işler
işleyenler,<br />* Nefislerini, şahıslarını putlaştıranlar,<br />* Kendilerine tâbi
olan Müslümanlara Şeriat ilmini öğretmeyen, onların âbid ve zahit Müslümanlar
olması için çalışmayanlar,<br />* Peygamberin Sünnetine tamamen zıt bir hayat
sürenler,<br />* Mümin ve Müslim kardeşlerini bırakıp da kâfirleri dost ve velî
edinenler... işte bunlar bozuk şeyhtir, bozuk önderdir.<br />Gerçek şeyhler namazı
dosdoğru kılarlar, orucu tutarlar, Şeriatın emir ve yasaklarına uyarlar, kadın
ve kızlarını nâ-mahrem bakışlardan korurlar.<br />Ahmed Yesevî hazretleri, gerçek
şeyhte “İhlâs-ı Halîl” bulunması şarttır diyor. Nedir İhlâs-ı Halîl? Nemrut
(aleyhillâne) onu yakmaya hazırlanıyordu. Korkunç bir ateş yakılmıştı. Allahü
Teâlâ İbrahim aleyhisselâma bir melek gönderdi, melek ona, “Hizmetine geldim, ne
dilersin?” diye sordu. Halîlullah aleyhisselâm efendimiz “Allah ile arama girme”
dedi. İşte Halîlullah ihlâsı budur.<br />Müslümanlar, Müslümanlar!.. İşiniz
yamandır...<br />Ashabın büyüklerinden, Resûlullah Efendimizin hizmetine bakmakla
şereflenmiş ve O’nun hayır duasını almış Enes hazretleri âhir ömründe Şam’da
yaşıyormuş ve zaman zaman şöyle diyerek ağlarmış:<br />“Peygamber zamanından bir
namaz kaldı. O da ism ve resm olarak...”<br />Aradan bin dört yüz yıl geçti.
Müslümanlar çok şeyler kaybettiler. Resûlullah zamanından bir namaz kaldı. Onu
da Müslümanların kaçta kaçı kılıyor ve nasıl kılıyor?<br />Kurtulmak isteyenler
namaza sarılsınlar.<br />İçten kılamasa, hakkını veremese yine de
kılsınlar.<br />Cemaat ihmal edilmesin. Üç yüz kişilik bir cemaatte, sadece bir
kişinin duası kabul edilse ve “Ya Rabbi! Bizi affet, bize yardım et, bizim
imdadımıza yetiş...” dese, üç yüz kişi bundan yararlanır.<br />Mukim ve hür
Müslüman erkekler, kadınlar gibi devamlı olarak münferit namaz kılmasınlar.
Elden geldiği kadar farz namazları cemaatle eda etsinler.<br />Zamanımızın en
büyük fitnesi maldır. Resûlullah Efendimiz “Ümmetim için mal (para, servet,
zenginlik) fitnesinden korkuyorum” buyurmuşlardır. Müslümanlar! Kendinizi bu
fitnenin ateşine atmayınız, seline kaptırmayınız.<br />Saçı bitmedik yetimlerin
hakkını yiyen birtakım alçaklar görüyoruz. Mama, mama, mama diyerek haram
kazançlara koşanları görüyoruz. Onlar lânetlidir. Lânet ne kötü şeydir.<br />Bu
din insanları azgınlıktan, sapıklıktan kurtarmak için gönderilmiştir. Hem
Müslüman geçinen hem de azan, kuduran, sapıtan kişiler ne kadar
kötüdür.<br />Dünya zenginlikleri, malları, paraları, servetleri geçici bir
oyalanmadan, kuruntudan, hayalden, aldanmadan ibarettir. Bunların hepsi bir var
varmış, bir yokmuş.<br />Para, mal, zenginlik için Şeriata aykırı işler yapan
İslâmcılar ne kadar korkunç bir sapıklık içindedir.<br />Müslümanlar!.. Sizleri
sapıklıktan, bidatlerden, azgınlıktan koruyacak gerçek şeyhlere, ‘âmil din
âlimlerine, Halîlullah ihlâsına sahip önderlere bağlanınız. Şeyh veya kurtarıcı
postuna bürünmüş İblislere değil.<br />Kaç yıldan beri tepemizde dolaşan felâket
ve musibet bulutları size bir şeyler söylemiyor mu? Hazırlanmak gerek. Musibet
ansızın tepemize inerse vakit çok geç olacaktır. Hazret-i Nuh’un âsi oğlu
“Yüksek dağlara çıkar kurtuluruz” demişti ama Tufan gelince dağa kaçamadı ve
boğulup gitti.<br />Gerçek şeyhler yaklaşan Tufan için Nuh aleyhisselâmın
gemisidir. Onlara selâm ediyor, hürmetler sunuyoruz. Bize dua
etsinler.<br />(Ahmed Yesevî hazretleri ile ilgili bilgileri AHMED-İ YESEVÎ,
Hayatı Eserleri Tesiri” adlı kitaptaki Prof. Dr. Osman Türer’in değerli
makalesinden (S. 219-240) aldım. Seha Neşriyat, 1996 İstanbul. 604
sayfa)</span>Mustafa Gökgözhttp://www.blogger.com/profile/06526721029501671794noreply@blogger.com